Aslında eve gitmeyi düşünmüşlerdi. Ne var ki, Schwanen meyhanesinin önünden
geçerlerken kalfa biraz da
buraya girelim diye diretti. Kapının önünde
Hans gruptan ayrıldı. "Benim eve gitmem
gerekiyor."
"Tek başına dünyada bulamazsın evi,"
diyerek güldü kalfa. "Hayır, hayır,
gitmem gerekiyor."
"Madem öyle, bir tek at da öyle git ufaklık. İyi gelir, kendini toplarsın, miden de düzelir.
Bak göreceksin!" Hans, eline küçük bir şnaps kadehçiğinin tu-tuşturulduğunu hissetti.
İçindekinin pek çoğunun kazara döktü
yere, kalanı kafasına dikti, ateş gibi yandı boğazı. Tek başına meyhanenin önündeki
merdivenlerden indi, kendisi de nasıl olduğunu anlamadan yürüye yürüye köyden çıktı. Evler,
çitler ve bahçeler birbirine karışıyor, gözlerinin önünde fırıl
fırıl dönüyordu. Bir elma ağacının
altından geçerken ıslak otların içine uzanıverdi. Bir sürü iğrenç duygu, içini kemiren bir
sürü tasa,
korku ve kırık kopuk düşünceler uyumasına izin vermedi. Kirlenmiş, çamura bulanmış
hissediyordu kendini. Bu durumda eve nasıl gidecek, babasına ne diyecekti? Yarın ne halde
olacaktı kimbilir? Kendisini öylesine yıkılmış, öylesine perişan
durumda hissediyordu ki, yatıp dinlenmesi gerekiyordu hemen, bir daha kalkmamak üzere
uyuması ve halinden utanması gerekiyordu.
Başı ve gözleri ağrıyor, ayağa kalkıp yola devam edecek gücü kendinde göremiyordu.
Önceki neşesinden bir esintinin geç kalmış geçici bir dalga gibi ansızın dönüp geldiğini
hissetti, yüzünü gözünü çarpıtıp mırıldanmaya başladı: a O canım Augustin Augustin, Augustin
O canım Augustin Ah senin bu halin!
Şarkıyı mırıldanması biter bitmez, ruhunun çok derin bir köşesinde cız etti bir şey, açık
seçik-likten uzak düşünce ve anılar, utanç ve suçluluk duygusu bulanık bir sel oluşturup üstüne
Do'stlaringiz bilan baham: |