* ce, Heilner denen bu kişi hepinize örnek olsun, ders alın bu olaydan!"
Öğrenciler yan gözle ürkek ürkek Heilner'i süzüyor, sararmış bir yüzle oracıkta dikilen
Heilner ise müdürün bakışları karşısında yılmadan dik dik onun gözlerinin içine bakıyordu.
Öğrencilerden pek çoğu Heilner'e içten içe hayranlık duyuyordu; öyleyken müdürün konuşması
biter bitmez paldır küldür koridorları
doldurup tek başına bıraktılar Heilner'i, bir cüzzamlı gibi yanma sokulmaktan kaçındılar.
Şu anda ona arka çıkmak doğrusu cesaret işiydi.
Hans da bu cesareti göstermeyenler arasındaydı. Oysa dostuna el uzatmak göreviydi; bunu
pekâlâ hissediyor, korkaklığı onu kahrediyordu. Mutsuzluk ve utanç içinde başını bir pencereye
yasladı,
arkadaşının yanma gitmek için yanıp tutuşuyordu, kimse farkına varmadan bunıf
yapabilmek için neler
vermezdi! Gelgelelim, tecrit cezasına çarptırılmış biri, manastırda uzunca bir zaman için
âdeta aforoz edilmiş gibidir. Böyle birinin, cezaya çarptırıldığı andan başlayarak idarece sıkı
gözetim altında tutulduğu, kendisiyle ilgilenmenin insanın başına dert açıp çevre tarafından da
hoş
karşılanmadığı bilinmekteydi. Yaptığı tüm iyiliklere karşı devlet babanın öğrencilerden
beklediği bir şey vardı: hoşgörü kabul etmeyen sıkı bir disiplin ve terbiye. Daha önce okula
kabul törenindeki uzun konuşmada da dile getirilmişti bu,
Hans da biliyordu böyle olduğunu. Dostuna karşı görev duygusuyla parlak bir gelecek hırsı
arasındaki savaşta yenik düştü. İlerlemeyi, sınavlarda üstün başarılar kazanmayı, hayatta
roman-tizm ve tehlikelere yer vermeyen bir rol oynamayı bir kez kendine ideal bellemişti.
Dolayısıyla, çekildiği köşede tasa ve korkuyla bekliyordu.
Hâlâ Öne çıkabilir ve yiğitçe bir davranışta bulunabilirdi. Ama geçen her saniyeyle
Do'stlaringiz bilan baham: |