memi
ştı.
"Bilmem ki... Hayır, sanmıyorum."
"Demek öyle. Sınavı veremesem de benim okula devam edeceğim kesin.
Annem beni Ulm'a yollayacak, orada okuyacağım."
Bu sözler hayli etkilemişti Hans'ı; öte yandan, aralarında çok zeki üç öğrencinin de
bulunduğu Göppingenli
on iki öğrenci gözünü korkutmuştu. Bu durumda sınavı kazanma şansı pek yok gibiydi.
Eve dönünce mi ile sonlanan Yunanca fiilleri yeniden gözden geçirdi.
Latince'den hiç ürkme-mişti, o konuda kendinden emindi. Gelgelelim, Yunanca'da farklı bir
durum söz konusuydu, sevmeye seviyordu bu dili, hatta bayılıyordu; ama yalnızca metinleri
okuyup anlamaya yönelik bir sevgiydi bu. Özellikle
Ksenophon'un yazıları öyle güzel, öyle akıcı ve canlı bir üslupla kaleme alınmıştı, içlerinde
öyle keyifli, hoş ve güçlü bir hava esiyordu ve öyle hayat dolu, özgür bir ruh taşıyorlardı ki,
kolayca anlaşılabiliyorlardı. Ama iş gramere ya da Almanca'dan Yunanca'ya çeviriye gelip
dayandı mı, Hans sanki yolunu şaşırmış da birbiriyle çelişen kural ve kalıplardan bir labirent
içine düşmüş görüyordu kendini. Bu yabancı dil karşısında, henüz Yunanca harfleri bile
okuyamadığı okuldaki ilk Yunanca dersindekine benzer bir yılgınlık duyuyordu.
Ertesi gün gerçekten Yunanca sınavı vardı sırada, onu Almanca kompozisyon izliyordu.
Yunanca metin hayli uzundu ve hiç kolay değildi, kompozisyon konusu içinse pek hoş denemezdi,
yanlış anlamalara açıktı.
Sabah saat ondan sonra
boğucu bir sıcak sınav salonunda kendini hissettirmeye başlamıştı.
Hans'm elindeki kalem iyi değildi, ancak iki yaprak kâğıdı berbat ettikten sonra Yunanca
çeviriyi temize çekebildi. Sınavın kompozisyon bölümünde yanında oturan münasebetsiz bir
Do'stlaringiz bilan baham: |