Ama isteğine bir türlü kavuşamamış, aşırı sıkılganlığı ona engel olmuştu.
Daha sonra da kız yatılı bir okula yollanmıştı. Görse belki artık tanıyamazdı kendisini. Ama
çocukluk anıları birden yeniden aklma gelmişti işte; çok, çok uzaklardan kopup gelmişlerdi, öyle
canlı renkleri ve insanın içinde öyle tuhaf duygular uyandıran kokuları vardı ki, o zamandan bu
yana yaşanmış hiçbir şeyle kıyaslanacak gibi değillerdi. Ne günlerdi Tanrım! Akşamları
Nascholdlarm evlerinin kapısının eşiğinde bir yandan patates
soymuş, bir yandan Liese' nin anlattıklarını dinlemiş, pazarları sabahın köründe yola
düşmüş, kötü bir iş yaptığını bile bile paçalarını kıvırıp aşağı bendin orda yengeç yakalamış,
golyan balığı tutmuş, yabanlık giysisini sırılsıklam yapıp babasından bir güzel sopa yiyeceğini bile
bile yapmıştı bunları. O dönemde gizemli ve acayip ne de çok şey, ne çok insan vardı! Ve
aklından çıkıp gitmişti hepsi, hanidir bunları düşündüğü olmamıştı. Çarpık boynuyla şu
ayakkabıcı ustası, kesinlikle karısını zehirlediğine inanılan Strohmeyer örneğin ve elinde sopa,
sırtında azık çantası ülkeyi bir baştan bir başa gezip dolaşan maceraperest 'Beck Beyefendi';
kendisine beyefendi denmesi de, bir zamanlar varlıklı biri olup dört atlı bir arabayla dolaştığı
içindi. Hans'm bu kişilerle ilgili olarak anımsadığı tek şey adlarıydı; içten içe öyle hissediyordu
ki, sokakların tekin olmayan bu küçük dünyası elinden çıkıp gitmiş ama şöyle diri ve
yaşanmaya değer bir başka şey de onun yerini alamamıştı.
Ertesi gün okul olmadığı için sabahleyin geç vakte kadar uyudu Hans, özgürlüğünün tadını
Çıkarmaya çalıştı. Öğleyin gidip Stuttgart'ta geçirdiği zevkli anların mutluluğu içinde yüzen
babasını istasyondan aldı.
Babasının keyfi yerindeydi, "Sınavda başarılı olduysan, benden bir şey dileyebilirsin," dedi.
Do'stlaringiz bilan baham: |