kolu kanadı kırılmış bir halde odadan çıktı.
Babası, "Şuna da bak!" diye söylendi arkasından. "Olacak şey mi! Şimdi de liseye gitmek
istiyormuş. Bekle gidersin."
Hans odasına çıkıp yarım saat kadar pencere pervazının üzerinde oturdu, yeni silinip
temizlenmiş döşeme tahtalarına dikti gözlerini, sınavı kazanamayıp manastırdaki okula
giremezse, liseye de yollanmadığı takdirde, kendisini nelerin beklediğini hayalinde
canlandırmaya çalıştı.
Ya bir peynir tüccarının yanma çırak verilecek ya da büroya yerleştirilecek ve artık ömür
boyu o sıradan, o zavallı insanlardan biri olarak
kalacaktı; oysa bu insanlara hep yukardan bakmıştı Hans, aralarında asla yer almak
istememiş, hep üstlerinde olmak istemişti. Sevimli öğrenci yüzü öfke ve acıyla buruştu ansızın,
hırsından deliye dönerek fırlayıp kalktı, tükürdü yere, oracıkta duran Latince antolojiyi kapıp
var gücüyle karşı duvara fırlattı.
Ardından koşarak çıktı evden. Dışarıda
yağmur yağıyordu. Pazartesi sabahı
kalkıp yine okula gitti.
Müdür bey Hans'm elini sıkıp, "Nasılsın bakayım?" diye sordu. "Dün belki bana uğrarsın
diye düşünmüştüm. Nasıl geçti sınav?"
Hans, başını önüne eğdi.
"O da nesi? Yoksa iyi
değil mi?" "Sanırım
öyle."
Yaşlı müdür, "Yo, o kadar çabuk karar verme!" dedi Hans'ı avutmaya çalışarak.
"Bakarsın hemen bu sabah
Stuttgart'tan bildirirler sonucu."
O gün öğleden önce zaman bir türlü geçmek bilmedi. Stuttgart'tan bir haber çıkmadı. Öğle
yemeğinde lokmalar içi kan ağlayan Hans'm boğazına dizildi.
Öğleden sonra saat ikide sınıfın kapısından içeri adımını attığında, öğretmen çoktan derse
girmişti.
Do'stlaringiz bilan baham: |