Hans'm babası bunu beklememişti. Ne diyeceğini bilemedi bir türlü; Hans'ın omuzlarına
vuruyor, gülüp başını sallıyordu. Derken ağzını açıp bir şey söyleyecek oldu ama söyleyemedi,
yeniden başını salladı sadece.
Sonunda, "Vay canına!" diye bağırdı. Ardından bir kez daha, "Vay canına!"
Hans içeri girip merdivenleri tırmanarak boş duran tavan arasına çıktı, bir gömme dolabı
açtı, sağı solu karıştırıp çeşitli kutular, misinalar ve mantarlar bulup çıkardı. Bunlar, olta için
gerekli malzemelerdi.
Şimdi bütün iş, olta için güzel bir kamış kesmeye kalıyordu. Tekrar aşağı inip babasının
yanma geldi.
"Baba, şu çakını biraz verir misin?" "Ne yapacaksın?"
"Bir kamış keseceğim de. Balık tutmak için." Babası elini cebine attı.
"İşte sana iki mark," dedi gözlerinin içi gülerek ve cömertçe, "kendine bir çakı alırsîn.
Ama Hanfried'e gitme sakın, ilerdeki bıçakçıdan al!"
Hans, yolda uçuyordu sanki. Bıçakçı sınavı sordu; mutlu haberi işitince, Hans'a pek nefis
bir bıçak verdi. Irmağın aşağı kısmında, Brühel Köprüsü'nün altında ince uzun, güzelim
kızılağaçlarla fındık ağaçları yer almaktaydı; uzun süre arayıp taradıktan sonra yay gibi eğilip
bükülebilen düzgün ve sağlam bir dal bulup kesti Hans, ardından koşa koşa eve döndü.
Yüzü al al olmuş, gözleri ışıl ışıl parıldayarak olta takımını hazırlamaya koyuldu; neredeyse
balık tutmak kadar hoşlandığı bir işti bu. Bütün öğle sonrasını ve akşamı bu iş üzerinde
çalışarak geçirdi. Beyaz, kahverengi ve yeşil misinaları cinslerine göre ayırdı, inceden inceye
gözden geçirdi hepsini, kırık kopuk
yerlerini onardı, daha öncelerden kalmış kimi düğümlerini çözdü, do-laşık yerlerini açtı.
Çeşitli biçimde ve boyda mantarlarla tüyleri bir bir denedi, bazılarını yeniden çakıyla yontup
Do'stlaringiz bilan baham: |