çiçekleriyle bir ağırbaşlılık ve görkem içinde süzülüyor,
egzotik bir hava taşıyordu. Yanlarında yörelerinde pek çok mantar vardı: kırmızı kırmızı
parıldayan yalancı altın mantarlar, iri gövdeleriyle kuzu mantarları, ilginç yabani iskor-çinalar,
pek çok boğumdan oluşan kırmızı mercan mantarı, acayip bir renksizlik içinde hastalıklı
denecek kadar semiz ladin kuşkonmazı.
Orman ve çayır arasındaki pek çok çalılıkta sapsarı renkleriyle alev alev parıldayan o yedi
canlı
katırtırnak-ları görülüyordu. Bunları eflatun renginde uzun süpürgeotları izliyor, daha
sonra da çoğunlukla pek yakındaki ikinci kez biçilmeyi bekleyen çayırlar geliyor, çayırların
üzerinde su tereleri, gu-guçiçekleri, adaçayları, uyuzotları rengârenk bir örtü oluşturuyordu.
Yapraklı ağaçlardan oluşan ormanda ispinozlar
durup dinlenmeden ötüşüyor, çam ormanında kahverengiye çalan kırmızı renkli sincaplar
ağaçların tepelerinde oradan oraya atlayıp sıçrıyor, çayırlarda, duvarların üzerinde ve kuru
hendeklerde sıcakta boylu boyunca uzanmış yatan yeşil kertenkeleler nefes alıp veriyor ve ışıl
ışıl parıldıyordu. Cırcırböceklerinin öterken çıkardıkları, kulakları âdeta sağır eden tiz sesleri
dört bir yanda yankılanıyor, bir türlü son bulmak bilmiyordu.
Bu mevsimde kasaba düpedüz köy gibi görünüyordu insana. Yollar ot yüklü arabalardan
geçilmiyor, ot kokusu havayı dolduruyor, çekiçle dövülerek bilenen tırpanların sesi her yeri
sarıyordu. O iki fabrika da olmasa, insan gerçekten bir köydeymiş sanabilirdi kendini.
İlk tatil gününün sabahı Hans erkenden yataktan fırlamış, mutfakta sabırsızlıkla kahvenin
hazır olmasını bekliyordu; oysa yaşlı hizmetçi Anna yeni kalkmıştı. Hans ateşi yakmasına
yardım etti kadının, sonra koşup fırından ekmek aldı, taze süt katarak soğuttuğu kahveyi bir
Do'stlaringiz bilan baham: |