ayaklarını suya daldırdı; suyun üst kısmı epeyce ılıktı. Gözlerini tuttuğu balıklar üzerinde
gezdirdi; büyük bir bahçe kovasının içinde yüzüyor, arada hafifçe çırpınıp suda şıpırtılı sesler
çıkarıyorlardı. Ne güzel şeylerdi, Tanrım! Kımılda-dıkça pulları ve solungaçlarmdaki beyaz,
kahverer*
gi, yeşil, gümüşsü, altınsı, mavi ve daha başka renkleri ışıl ışıl yanıp sönüyordu.
Çıt çıkmıyordu ortalıkta. Köprüden geçen arabaların sesi pek işitilmiyor, değirmenin takur
Çarklar Arasında
tukur gürültüsü de Hans'ın bulunduğu yerden ancak çok az duyulabiliyordu. Yalnızca
beyazlar içindeki savaktan dökülen suyun ardı arkası kesilmeyen yumuşacık çağıltısı çevreye
sakinlik ve serinlik yayıyor, insanda uyuma isteği uyandırıyordu, öte yandan salların
tomruklarında girdaplar oluşturarak akıp giden suyun sesi duyuluyordu.
Yunanca'ymış, Latince'ymiş, gramermiş, kompozisyonmuş, matematikmiş, ezbermiş, bütün
bunlar, telaş ve tedirginlikler içinde geçen uzun bir yılın insana rahat yüzü göstermeyen bütün
bu hayhuyu, öğle saatinin insanın uykusunu getiren sıcağına gömülüp kaybolmuştu. Hans'ın
biraz başı ağrımaktaydı ama eskisi gibi şiddetli değildi ağrı, çünkü artık yine ırfhak kenarlarında
oturabiliyor, bentten dökülen suların köpürüp etrafa saçılışını izliyor, gözlerini kırpıştırıp oltanın
ipine bakabiliyor, yanı başındaki kovada ise tuttuğu balıklar yüzüp duruyordu. Doğrusu enfes bir
şeydi bu! Arada bir sınavı kazandığı ve sınavda ikinci olduğu aklına geldikçe çıplak ayaklarını
suya şap şup daldırıp çıkarıyor, ellerini, pantolonunun ceplerine sokup ıslıkla rasgele bir melodi
çalmaya başlıyordu. Hani doğru dürüst ıslık çalabildiği söylenemezdi ve bu da Hans'ın öteden
beri canını sıkıp durmuş, ıslık çalmayı beceremediği için okuldaki arkadaşları onu yeterince alay
Do'stlaringiz bilan baham: |