Hazirlayanlar
Download 3.42 Mb. Pdf ko'rish
|
- Bu sahifa navigatsiya:
- I- Bir Ermeni Subayın Anıları
- II- Robert Dunn’un Anıları
Kaynaklar 1. http://www.google.com 2. http://www.altavista.com 3. http://www.iravunk.com/rus/2004/print/c4802.html 4. http://www.zaman.com.tr/?hn=171006&bl=yorumlar&trh=20050507 5. http://www.souzarmyan.ru/k2analnews.php?Action=Full&NewsID=1957 6. http://www.armenia.ru/azg/20030215/2003021507.shtml 7. http://noevk-1.hosting.parking.ru/article.asp?n=43&a=5 8. http://www.karabakh-doc.azerall.info/ru/articls/artc025 9. http://noevk-1.hosting.parking.ru/article.asp?n=43&a=5 OSMANLI TOPLUMUNDA BİRLİKTE YAŞAMA ANILARINDAN SEÇMELER Dr. Seyfullah KORKMAZ Erciyes Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi E-mail: skorkmaz@erciyes.edu.tr; Tel: 0 536 346 15 74
Özet Bu araştırmada, Osmanlı hoş görüsü içerisinde birlikte yaşamış olan toplumların özellikle de Ermenilerin eski günlere dair hatıralarından seçmeler bir araya getirilmiştir. Bunlardan ilki Amerikalı yazar Leonard Ramsden Hartill’in Men Are Like That isimli eserine konu olan, Ohannes Ap- resyan isimli bir Ermeni subayın belgesel niteliğindeki anılarından tebliğ başlığına uygun nitelikte olanlarından seçmelerdir. Ohannes Apresyan, babasının varlıklı bir Ermeni tüccar ol- duğundan, Ermenilerin halkın zengin tabakasını oluştur- duklarından, köylerinin yarı yarıya Türk ve Ermenilerden meydana geldiğinden bahsetmekte ve çocukluk arkadaş- larının çoğunun da Türk olduğunu söylemektedir. İkinci sırada, önceleri Darende’de yaşayan, sonradan 1915 yılında çıkarılan İskân Kanunu gereği Halep’e (ki o zaman Halep, en emin ve müreff eh şehirlerden biri idi) yerleştiri- len Ermenileri, Darendelilerin unutmadıkları ve bir iş için ya da hacca gidişlerinde Halep’te onları ziyaret ettiklerine dair hatıralar anlatılmıştır… Bu araştırmada sıralanan onlarca hatıra gösteriyor ki tüm insanlar Osmanlı Devleti dahilinde, birlikte huzur ve barış içinde yaşamışlardır.
291 Dr. Seyfullah KORKMAZ Giriş Bu bildiride, Osmanlı hoş görüşü içerisinde birlikte yaşamış olan in- sanların, özellikle de Ermenilerin bizzat yaşadıkları ve başka tanıklarca da doğrulanmış anılarından seçmeler bir araya getirilmiştir. Söz konusu hatı- ralara konu olan olaylar, Erzurum, Kars, Darende, Gemerek ve Özvatan 1
çevresinde geçmiştir. I- Bir Ermeni Subayın Anıları Sunacaklarımın ilki, Amerikalı yazar Leonard Ramsden Hartill’in Men Are Like That isimli eserine konu olan Ohannes Apresyan isimli bir Ermeni subayın anılarından seçmelerdir: Adım Ohannes Apresyan’dır. 1892 yılında Suşa bölgesindeki Kakandi
1 Eski
ismi Çukur’dur. 292 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Türk çocuklarıydı. Türklerin çoğu fakir insanlardı, bazıları köylerde yaşar ve sahip oldukları küçük tarlalarını sürerek çiftçilik yaparlardı. Büyük bir kısmı da göçebe atalarının yaşadıkları hayat şeklini değiştirmemişlerdi. Bunlar, mevsimlere göre değişen otlak yerlerini bulmak için sürülerini, ovalardan dağlara, dağlardan ovalara sürerlerdi. Evden okula, okuldan eve yürüyüşümde bana katılan arkadaşlarımın bazıları da yine köyümüzdeki Türk çocuklarıydı. Suşa kasabasının halkı, köyüm Kankandi gibi yarı yarıya Türkler ile Ermenilerden oluşuyordu. Yaşlı bir Türkü evimize çağırıp, ona evimize girip bir yerde saklanmış olan tehlikeli bir yılanı yakalattığımızı hatırlı- yorum. İhtiyar Türk, yılanın birkaç kere göründüğü odanın ortasında bağ- daş kurup oturdu. Yanına içi boş bir torba koydu. Koynundan bir Kur’an çıkarıp sakin ve monoton bir sesle okumaya başladı. Biraz sonra yılan ortaya çıktı. Ara sıra duraklayarak ve kafasını kaldırarak ihtiyarın sesinin ahengine uygun bir şekilde sürünmeğe başladı. Elinin uzanacağı bir yere varınca, ihtiyar Türk, sesinin ritmini bozmadan Kur’an okumasına devam ederken yavaşça elini uzatıp ani bir hamle ile yılanı kafasının gerisinden yakaladı. Bir an sonra da yılan, elindeki torbanın içine girmişti. Bu anlat- tıklarım gibi Türklerle ilgili diğer pek çok olaylar (1905 öncesi) çocukluk günlerimi renklendirmiştir 2 . Bu kitapta sıralanan anıların hepsinin bu şekilde birlikte yaşama sa- natı anısı olamadığını söylemek isterim. Çünkü, 1905’ten sonra özellik- le Çarlık Rusyası, Fransa ve İngiltere’nin Türk vatanı dahilinde huzur ve refah içinde yaşayan Ermenileri, Türklerin aleyhine tahrik ve teşvikleri 3
bizzat yaşadığı anılarından oluşan bu kitap, başka bir yönü ile de yüz bin- lerce savunmasız Türkün Ermeniler tarafından katledilişinin belgesidir. Ohannes Abresyan, katlettikleri kimselerin, kendilerine karşı savaşmaya çıkmış kimseler olmadıklarını, silâhsız ve savunmasız insanlar olduklarını söylemektedir. İşte, kitabın farklı sayfalarından seçtiğin diğer bir kaç anı- 2 Leonard Ramsden Hartill, Men Are Like That, The Bobbs-Merrill Company, Indianapolis 1926, s.1-15; Çeviri Kerim Cengiz Kevenk, İnsanlar Böyledir, Baylan Matbaası, Ankara 1978, s.1-9. 3 Ayrıntılı bilgi için bkz. Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, Başbakanlık Devlet Arşivleri genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No: 15, Ankara 1998; Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ocak Yayınları, Ankara 1997, s.98-120; Mehmet Saray, Türk-İran İlişkileri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1999, s.100, 104.
293 Dr. Seyfullah KORKMAZ sını da, benzeri olayların tekrar yaşanmamasını dileyerek burada arz etmek istiyorum. Leonard Ramsden Hartill, arkadaş olduğu Ermeni subay Ohannes Apresyan’ın anılarını tespit etmeye karar verişini şu şekilde anlatmakta- dır:
4
Yer ve tanıklarla doğrulanacak nitelikte bir olaylar dizisi olduğunu gö- ren Leonard Ramsden Hartill, Ohannes’i anılarını anlatmaya ikna eder ve bunları bir kitap haline getirir. Ermeni subay Ohannes Apresyan anlatıyor: …Bahsettiğim olay gibi olaylar, Taşnak hükümetine, Türklere karşı
4 Hartill, a.g.e., Önsöz; Kerim Cengiz Kevenk, a.g.e., s.III. 5 Her ne kadar anı sahibi burada sürmek kelimesini kullanışmışsa da buna katılmamız müm- kün değildir. Çünkü Osmanlı Devleti, Ermeni İskân Kanunu’nu çıkararak o günlerde Os- manlı Türk vatanının en emin yerleri olan Halep ve yakın bölgelerine Ermenileri iskân etmiştir. 294 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER köyde barınamaz bir hale gelip, köy dışındaki kırlara kaçmaya başlayın- ca da tüfek mermileri ve süngülerle işlerini tamamlıyorduk. Hiç şüphesiz ki Türklerin bazıları kaçabildiler. Bunlar ya dağlarda kendilerine sığına- cak bir yer bulabildiler veyahut da sınırı (kontrolümüz altındaki bölgeyi) aşıp Türkiye’ye kaçtılar. Geri kalanlar ise tamamen öldürüldü. Böylece Nahcivan’dan Akilkelek’e kadar bütün sınır bölgesi, Ağrı dağının eteğin- deki sıcak ovalardan kuzeydeki soğuk dağ yaylalarına kadar her yer, yerle bir edilmiş Türk köylerinin dilsiz kalmış harabeleri ile doldu. Şimdi bu köylerde, buralarda kalmış insanların kemiklerini bulmak için giren kurt ve çakalların ulumalarından başka bir ses duyulmaz. Bu köylerden birinin zapt edilip yağma edilmesi sırasında vuku bulan bir olay karşılıklı kin ve nefretin ne derece büyük olduğunu gösteren bir misaldir. Dev yapılı bir Tatar (Türk) vardı. Çok güzel dövüşüyordu. Bir köy evinden fırlayıp elinde bir tüfekle bir grup Ermeni askerinin ortasına atıl- dığını ve tüfeğinin dipçiği ile askerleri sağa sola dağıttığını gördüm. Her taraftan üzerine ateş ediliyor, fakat o Allah Allah diye haykırarak tüfeğini savuruyor ve çevresini dolduran bir sürü Ermeni askeri ile savaşıyordu. Askerlerden birisi süngüsünü Türkün göğsüne saplamayı başarmıştı. Sün- günün ucunun adamın sırtından çıktığını gördüm. Türk ise vücuduna gir- miş olan süngüyü taşıyan tüfeği namlusundan yakalamıştı. Ermeni asker de tüfeğini Türkün vücudundan kurtarmaya çalışıyordu. Bu boğuşma sıra- sında Ermeni hesapsızca ona yaklaşınca, Türk birdenbire tuttuğu namluyu bırakıp Ermeni’yi gırtlağından yakaladı. Bu esnada diğer Ermeni askerler bu iki dövüşçünün etrafında bir halka yapmış kahkaha ve haykırmalarla onları teşvik ediyorlardı. İkisi birden yere düştüler. Bu sırada dövüşü sey- retmekte olan Ermenilerden biri yerden koca bir kaya parçası yakalayarak Türkün kafasına indirdi. Türk kafasına yediği kaya ile dövüşmeyi bırakıp sessiz ve hareketsiz kalmıştı. Süngüleyen Ermeni ayağa kalkıp Türkün vü- cudundan süngüsünü çekip çıkardı. Süngüyü dudaklarına götürdü, sıcak kanı yalayıp, tatlı tatlı diye bağırdı. Bir gece, kısa bir süre önce bir Tatar Türk köyü olan bir harabenin yanından geçiyordum. Yıkılmış evlerin birinin önünde bir ateş yakılmıştı. Ateşe doğru yürüdüm. Ateşin etrafında bir grup Ermeni askeri oturuyor- lardı. Aralarında da henüz çocuk denecek yaşta iki Türk kızı vardı. Kızlar yere çömelmiş ve ara sıra gelen hıçkırıklarla sessiz sessiz ağlıyorlardı. Kı- rılmış ev eşyaları ve Türk köy evlerinin diğer malzemesi etrafa saçılmıştı. Keza orada burada ölüler de yerde yatıyordu. 295 Dr. Seyfullah KORKMAZ Kızları kurtarmak için maalesef geç kalmıştım. Fakat bu zavallılara elimden gelen yardımı yapmak istedim. Kendi lisanları ile hitap ederek ar- tık korkmamalarını söyledim. Benden kendilerine bir zarar gelmeyeceğini sadece kendilerine yardım etmek istediğimi anladıkları zaman ıstırapları yine boşalarak acıklı şekilde hüngür hüngür ağladılar. Askerlerden korku ve dehşete kapılmışlardı ve onların yanında kızları teselli etmeğe imkân yoktu. Kızları yanıma alarak oradan uzaklaştım ve zaferlerinin kendilerine sağladığı nimeti ellerinden aldığımı zanneden askerleri de çirkin bir ruh haleti içinde bıraktım. Bir iki kilometre ötede yine aynı akıbete uğramış di- ğer bir Müslüman Türk köyüne geldik. Karanlık basmıştı ve geceyi orada geçirmeye karar vermiştim. Yanımdaki yiyeceği Türk kızlarıyla paylaşıp harap olmuş köyde biri kendim diğeri de onlar için ayrı ayrı barınacak birer yer buldum. Az sonra uyumuştum. Gece yarısı, devamlı bir şekilde ağlayan bir çocuk sesi ile uyandım. Ay ışığı hayal meyal etrafı görmemi sağladı ve bana burada cerayan etmiş olan diğer bir facianın bütün ay- rıntılarını gösterdi. Ağlayan çocuğun sesini rehber alarak görünüşünden bir Türk ailesinin evi olduğu anlaşılan bir ev yıkıntısının avlusuna geldim. Avlunun köşesinde ölü bir kadın yatıyordu. Gırtlağı kesilmişti. Kadının üs- tünde bir yaşında kadar bir kız çocuğu duruyor ve ölü kadının memesinden süt emmeğe çalışıyordu. Çocuğu kucağıma alıp cebimde kalmış olan ekmek parçasını su ile ıslatıp doyurabildiğim kadar çocuğu doyurmaya çalıştım. Sonra da çocuğu o gece bakmaları için ayrı bir odaya yerleştirmiş oldu- ğum iki Türk kızının yanına bıraktım. Ertesi gün bir fırsat çıkmasından faydalanarak bu üç talihsiz çocuğu Amerikan yetimhanesinde yetiştirilmek direktifi ile Kars’a yolladım. Türk köyleri bu şekilde temizlendikten sonra ben de tekrar Kars’taki eski alayıma katıldım 6 . Ermeni subay Ohannes Apresyan, bölgelerindeki Türklerin kökünü kazıdıklarını 7 ifade ettikten sonra, bir insan olarak üzüntüsünü açığa vu- rup, katlettikleri insanların savunmasız zavallılar olduğunu da şu ifadeleri ile dile getirmiştir: Ben öyle katliam sahnelerine tanık oldum ki buralarda öldürülmüş yerde yatan insanların sayısı, sonbaharda bir ormanda yere düşen yaprak- ların sayısı gibiydi. Bunlar koyunlar gibi biçare ve savunmasız insanlardı. Bunlar harpte ölen askerler gibi, silâhları ellerinde, ateşe ateşle karşılık vererek ve cesaretle çarpışarak ölmemişlerdi. Bunlar zavallı ve çaresiz in- sanların ölmesi gereken şekilde, kalpleri ve zihinleri ölümün kendisinden 6 Hartill, a.g.e., s.204-210; Kevenk, a.g.e., s.167-170. 7 Hartill, a.g.e., s.217; Kevenk, a.g.e., s.179.
296 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER daha korkunç olan korku ve dehşetle dolu olarak ölmüşlerdi. Böyle bir kat- liamın yapıldığı yerde toprak çürümeli ve toprağın üzerindeki gök ilelebet kararmalıdır. Hâlbuki bu yerler gene de güneşin sıcak ışınları ile ısınmak- ta ve her yerde olduğu gibi bu yerlerin de üstünü mavi gök kaplamaktadır. Burada kuşlar yine ötmekte ve çiçekler aynı güzellikte açmaktadır 8 . II- Robert Dunn’un Anıları Ermeni subay Ohannes Apresyan’ın (bir önceki başlık altında) dile ge- tirilen anılarını, Amerikalı yazar Robert Dunn, Word Alive A Personal Story isimli eserinde doğrulamaktadır. Robert Dunn, Birinci Dünya Savaşı’na katılmış ve Amerika Fevkalâde Komiseri Amiral Biristol’un haber alma subayı olarak görev yapmıştır. Bu görevi esnasında Doğu Anadolu, Rusya ve Kafkasya’da çalışmış olan yazar, Ermeni ordusu komutanı Drastamat Kanayan’ın, -kısa adı ile Dro’nun- daveti ile Ermenilerin askerî bir hareket şeklinde yapmakta oldukları Türk köylerini birer birer yok etme (soykı- rım) işine (görgü tanığı) misafi r bir devlet subayı olarak katılmıştır 9 .
gerçekleri anlatmıştır: ..Ermenilerin, politik kontrollerini genişletirlerken Türk köylerinde yaptıkları tahribatlar.. Amerikan halkına açıklanmamış hakikatlerdir. Er- meni Generali Dro’nun yaptığı bir harekâta katıldığımda bunlara bizzat kendim de tanık oldum 10
Erivan’da bulunduğum günlerde, Ararat dağının eteklerinden devamlı olarak silâh seslerinin geldiğini duyuyordum. Türk-Ermeni çatışması san- ki balkonumun hemen önünde cerayan ediyordu. Fakat bu çarpışmaları bizzat müşahede etmem, Ermeni ordusu haber alma bürosunda Ermeni bir yüzbaşıya rastlamamla gerçekleşti. Subay gülümseyerek ‘Adım Merri- manov, General Dro’nun (Drastamat Kanayan’ın) emir subayıyım. Yarın birliklerimize evrak götürmek için Karabağ’a gideceğiz. Sizleri de eşlik etmeniz için davet ediyorum’ dedi. Dro (Drastamat Kanayan), Ermeni ulusal lideri, efsaneleşmiş çete başı, şimdi ise Ermeni ordusu başkomutanı idi. 1915 yılında Çarlık Rus or- 8 Hartill, a.g.e., s.218; Kevenk, a.g.e., s.180. 9 Robert Dunn, World Alive A Personal Story, Crown Publishers, Inc., New York 1952, Cop- yright 1956, by the estate of Robert Dunn, Library of Congress Catalog Card Number 56- 7189, s.347-365; Kevenk, a.g.m., s.259. 10 Dunn, a.g.e., s.347; Kevenk, a.g.e., s.259. 297 Dr. Seyfullah KORKMAZ dusunun Erzurum’u işgal etmesi sırasında (Türklere verdiği büyük zarar- lar sebebiyle) Grand Duke Nicholas tarafından (yanaklarından) öpülerek madalya ile ödüllendirilen çeteler reisi.. Altıncı hissim bana ‘git Dro’yu gör’ diyordu. ...Nihayet Dro’nun (Drastamat Kanayan’ın) karargâhına ulaştım. Beni toprak zeminli bir odaya yerleştirdiler. Ertesi sabah çay içerken Dro ve adamları bir haritayı masanın üzerine yaydılar. Plan üzerinde görüşü- lerek Müslüman Türk köylerine karşı bir harekat düzenleniyordu. ‘Dro’nun kuvvetleri 60 kişilik birlikler halinde, ekseriyeti süvarilerden oluşan gruplar halinde’ ifadelerini içeren raporumu Amiral Bristol yakın- da okuyacaktı 11 . Çul (Djul) denen bir köyün adı oradaki herkesin ağzındaydı. Dro ‘ha- reket üç saat sürecek, köyü üç tarafından kuşatıyoruz’ dedi. Merrimanov da ‘The man on foot will not shoot, but use only the bayonets: piyadeler ateş etmeyecekler, sadece süngüleri ile iş görecekler’ diyordu. Dro da ‘mo- ral bakımından’ diye ekledi. Devam ederek, ‘Müslümanlara bizim zalimli- ğimizin üstün olduğunu gösterip kendilerine dehşet salmamız gerek’ dedi. ‘Bu askerlere mi yoksa sivillere mi yapılacak’ diye sordum. ‘İkisi arasında bir fark yok’ dedi Dro. ‘Üniforma giysin veya giymesin hepsi de silâhlı’ diye ekledi. ‘Kadınlar ve çocuklar ne olacak’ diye tekrar sordum ‘Kaçabilirlerse diğerleri ile birlikte kaçarlar’ dedi 12 . Yüksekçe bir tepeden Çul’a bakmaktayım. Köyü sis ve duman sardı- ğından bir şey göremiyordum. Aşağılardan top patlamaları ve makineli tüfek sesleri işitiliyordu. Bu seslere sığırların böğürmeleri ve köpeklerin havlamaları karışıyor fakat bir şey görülmüyordu. Nihayet sis ve duman açılmağa başlarken önce yavaştan başlayıp, gitgide artmak üzere insan çığlıkları da duyuluyordu. Bu arada ağaçlar arasındaki bir cami ve dar yollar görünmeye başladı. ...Topun başındaki Ermeni, topu tekrar tekrar doldurup (köye doğru) ateşlerken her ateşlemede diğer erler komik hareketlerle kaçışıp kayalıkla- rın arkalarına saklanıyorlardı. Atışların gürültüsü ile bunların mermileri, dere ve sel yataklarından beyaz dumanlar saçarken köyden yükselen kadın feryatlarını duyulmaz hale getirmişti. 11 Dunn, a.g.e., s.350-354; Kevenk, a.g.e., s.260-261. 12 Dunn, a.g.e., s.358; Kevenk, a.g.e., s.261.
298 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Nihayet topçu ateşi durdu. Ben de hemen atıma atlayıp, atı Çul’a sür- düm. Kasaba halen yanmaktaydı. Sert çalılıklarla kaplı dik bir yamaçtan inerek ağaçlar arasına serpilmiş, içlerinden duman çıkmakta olan evlerin bulunduğu düzlük bölgeye ulaştım. Silâh arkadaşlarım köyün hayvanları- nı, birkaç öküz ve koyunu köyün harman yerine doğru götürüyorlardı 13 . Evlerden cesetler çıkarılmaya başlandı. İlk gördüğüm düz siyah saçlı, iri gözlü, güzel bir kız çocuğu cesedi idi. 12 yaşlarında gözüküyordu. Har- man yerindeki anız üzerinde, sırtüstü yatıyor, öldürüldüğü sırada yemek yediği kaptaki yemeklerin etrafa saçılmış olduğu görülüyordu. Sırtında gördüğüm yaranın etrafında çok az kan pıhtısı olduğundan sırtından sün- gülenmiş olduğunu tahmin ettim. Göğsünde de bir mermi yarası için küçük sayılacak kan çıkması vardı. Anlaşılan süngünün çıkış noktası olan diğer bir yaradan çıkmış olan kan da el örgüsü (ya da dokuması) kumaştan ya- pılmış elbisesi üzerinde pıhtılaşmıştı. Ardından kalın kumaştan yapılmış bir ceket ve kısa pantolon giymiş yaşı 10 ya da daha küçük yaşlarda olabilecek bir oğlan çocuğu ölüsü gör- düm. Kulübelerin arasındaki yolda yüzükoyun yere yatmış durumdaydı. Götürürken yere düşüp kırılmış, içinde hamur bulunan bir kap, uzanmış olan elinin az ötesinde duruyordu. Boynunun hemen altından giren bir süngü bel kemiğine saplanmıştı. Etrafıma baktığımda pek çok yetişkin insan cesetlerinin sağa sola sa- çılmış olduklarını gördüm. Cinayet. Yanıma Dro’nun Almanca bilen albay rütbeli bir subayı geldiğinde, Çul kasabasında canlı hiçbir varlığın bırakılmamış olduğunu öğrendim. Albay, kaçıp da canlarını kurtaramayan Türklerin tamamının öldürüldü- ğünü söyledi 14 . ‘Çoğu evlerinin içinde gel de gör’ dedi. ‘Kahretsin, benim midem öyle şeyi kaldırmaz’ dedim. ‘Bir tanesi üniformalı bir Türk subayı, bunu kesin görmelisin’ dedi. Açıkta bir caminin avlusunda bulunan ağaçların altında idik. Havada para, altın vs. bulmak için Ermenilerin süngüleri ile delik-deşik edilmiş yataklardan saçılan pamuk ve yün tanecikleri uçuşuyordu. Etrafı ter ve yanık kokusu kaplamıştı. 13 Dunn, a.g.e., s.361; Kevenk, a.g.e., s.261-266. 14 Dunn, a.g.e., s.361.
299 Dr. Seyfullah KORKMAZ ‘Sözüne inanmıyorum’ diyerek peşinden, üzerine çiviler çakılmış bir kapıya doğru yürüdüm. Ermeni albay kapıyı aralayarak bana yol gösterdi. İçeri girip cesedi incelememi bekledi.. Dişlerimi sıkıp odaya girdim. Boş ve çıplak bir odaydı ve odanın orta yerinde sinekler vızıldıyordu. Kapı arkamdan kapandığında bu sineklerin yerde sırtüstü yatan ve üzerinde ba- şındaki sarıktan başka bir şey bulunmayan cesedin üzerinde uçuştuklarını anladım. Adamın yüzünden geriye ne kalmışsa -bir dipçik darbesi ile içeri çökmüştü- ondan anladığıma göre 50 yaşlarında gözüküyordu. Üzerinde bir üniforma var idiyse bu çıkarılıp götürülmüştü. Parça parça edilmiş tenasül aletlerini görünce kendimi güç zapt ederek dışarı fırladım. Yerde tozlar içinde bulduğum bir çocuk oyuncağını -dövme bakırdan yapılma küçük bir ördek- yapılan çapuldan bu da benim payım olsun diye alıp karşıdaki çayırda akan dereye doğru yürüdüm. Burada bir çadır ku- rulmuş ve kendilerine katılmış olan başka çetelerden gelmiş acayip surat- lı Ermeni adamlarla birlikte Dro’nun kurmay heyeti akşam yemeklerini yiyorlardı. Gece battaniyemi ekilmiş bir buğday tarlasına serip kendime bir yer hazırladım. Hemen yanımda Çar ordusu apoletleri olan, gülümse- meyen fakat yuvarlak ve güzel siması ile Rus olduğunu belli eden genç bir teğmen oturmuştu. İngilizce olarak bana ‘merhaba, Amerikan donanması subayı mısınız’ diye sordu ve hemen ekledi ‘bu çeşit maceralardan (katli- amlardan) hoşlanıyor musunuz’? Bu soruyu şaka ediyormuş gibi sormuştu ve cevap vermeme fırsat vermeden ‘ben hoşlanmıyorum’ dedi. ‘Ama yine de onlarla berabersin’ dedim. ‘İnsanın yaşaması lâzım, başka seçeneğim yok’ diye cevap verdi. ‘Niçin General Wrangel’in ordusunda savaşmıyor- sun?’ şeklindeki soruma ise ‘Burada Çul’dan kalkıp oraya kadar gitmeme imkân yok’ dedi. ‘Çul kasabasında kaç kişi yaşıyordu’ diye sordum. ‘Sekiz yüz kişi kadar’ dedi ve esnedi. ‘Burada (Çul’da) hiç Türk subayı gördün mü?’ ‘Hayır efendim, daha gün doğmadan buradaydım. Öldürülenlerin hepsi de köylü elbiseli Türklerdi’ dedi. Gün doğarken kilometrelerce uzaktaki köylerinden gelen Ermeni köy- lüleri, Çul’u istila ettiler. Erkekleri, dünkü olayda yara almış oldukların- dan topallayarak yürüyebilen köyün sığır ve koyunlarını sürüp götürüyor, kadınları da bir zevk ve neşe içerisinde harabe haline gelmiş evlerde ne bulurlarsa yağma ediyorlardı. Köyün her şeyini toplayıp, heybelere, gü- ğümlere doldurup götürdüler. 300 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ardından kılavuzumla birlikte çıplak ovada kuzeye doğru saatlerce sü- recek olan yolculuğuma başladım. Yolda yürürken bir ara dönüp arkama baktım. Geride İran sınırına doğru uzanan bölgede bir çok yerlerden çık- tığını gördüğüm toz ve dumanlar daha pek çok Müslüman Türk köylerinin (tıpkı Çul’daki) akıbetini belirtiyordu 15 . Download 3.42 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
ma'muriyatiga murojaat qiling