Hazirlayanlar


Download 3.42 Mb.
Pdf ko'rish
bet19/41
Sana17.10.2017
Hajmi3.42 Mb.
#18082
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   41

Kaynaklar

1. http://www.google.com

2. http://www.altavista.com

3. http://www.iravunk.com/rus/2004/print/c4802.html

4. http://www.zaman.com.tr/?hn=171006&bl=yorumlar&trh=20050507 

5. http://www.souzarmyan.ru/k2analnews.php?Action=Full&NewsID=1957

6. http://www.armenia.ru/azg/20030215/2003021507.shtml /> 

7. http://noevk-1.hosting.parking.ru/article.asp?n=43&a=5

8. http://www.karabakh-doc.azerall.info/ru/articls/artc025

9. http://noevk-1.hosting.parking.ru/article.asp?n=43&a=5



OSMANLI TOPLUMUNDA BİRLİKTE YAŞAMA 

ANILARINDAN SEÇMELER

Dr. Seyfullah KORKMAZ

Erciyes Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi

E-mail: skorkmaz@erciyes.edu.tr; Tel: 0 536 346 15 74


Özet

Bu araştırmada, Osmanlı hoş görüsü içerisinde birlikte 

yaşamış olan toplumların özellikle de Ermenilerin eski 

günlere dair hatıralarından seçmeler bir araya getirilmiştir. 

Bunlardan ilki Amerikalı yazar Leonard Ramsden Hartill’in 

Men Are Like That isimli eserine konu olan, Ohannes Ap-

resyan isimli bir Ermeni subayın belgesel niteliğindeki 

anılarından tebliğ başlığına uygun nitelikte olanlarından 

seçmelerdir. 

Ohannes Apresyan, babasının varlıklı bir Ermeni tüccar ol-

duğundan, Ermenilerin halkın zengin tabakasını oluştur-

duklarından, köylerinin yarı yarıya Türk ve Ermenilerden 

meydana geldiğinden bahsetmekte ve çocukluk arkadaş-

larının çoğunun da Türk olduğunu söylemektedir. 

İkinci sırada, önceleri Darende’de yaşayan, sonradan 1915 

yılında çıkarılan İskân Kanunu gereği Halep’e (ki o zaman 

Halep, en emin ve müreff eh şehirlerden biri idi) yerleştiri-

len Ermenileri, Darendelilerin unutmadıkları ve bir iş için 

ya da hacca gidişlerinde Halep’te onları ziyaret ettiklerine 

dair hatıralar anlatılmıştır… 

Bu araştırmada sıralanan onlarca hatıra gösteriyor ki tüm 

insanlar Osmanlı Devleti dahilinde, birlikte huzur ve barış 

içinde yaşamışlardır.


291

Dr. Seyfullah KORKMAZ



Giriş

Bu bildiride, Osmanlı hoş görüşü içerisinde birlikte yaşamış olan in-

sanların, özellikle de Ermenilerin bizzat yaşadıkları ve başka tanıklarca da 

doğrulanmış anılarından seçmeler bir araya getirilmiştir. Söz konusu hatı-

ralara konu olan olaylar, Erzurum, Kars, Darende, Gemerek ve Özvatan

1

 



çevresinde geçmiştir.

I- Bir Ermeni Subayın Anıları

Sunacaklarımın ilki, Amerikalı yazar Leonard Ramsden Hartill’in 



Men Are Like That isimli eserine konu olan Ohannes Apresyan isimli bir 

Ermeni subayın anılarından seçmelerdir: 

 Adım Ohannes Apresyan’dır. 1892 yılında Suşa bölgesindeki Kakandi 

köyünde doğdum. Annemi hatırlamıyorum. Babam emlâk ve çiftlik sahibi 

varlıklı bir insandı..

Birinci Dünya Harbi’nden önceki devrede bu bölgedeki emlâk sahip-

leri ve ticaret adamları Ermenilerdi. Büyük çapta emlâk sahip olmaları ve 

ticareti ellerinde bulundurmalarından ötürü Ermeniler halkın varlıklı ve 

yüksek tabakasını teşkil etmekteydiler...

Benden biraz daha büyük olan ağabeyim ve diğer birkaç Ermeni ço-

cuk dışında çocukluk arkadaşlarımın hepsi çiftliğimizde çobanlık yapan 

1 Eski 


ismi 

Çukur’dur.

292

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER



Türk çocuklarıydı. Türklerin çoğu fakir insanlardı, bazıları köylerde yaşar 

ve sahip oldukları küçük tarlalarını sürerek çiftçilik yaparlardı. Büyük bir 

kısmı da göçebe atalarının yaşadıkları hayat şeklini değiştirmemişlerdi. 

Bunlar, mevsimlere göre değişen otlak yerlerini bulmak için sürülerini, 

ovalardan dağlara, dağlardan ovalara sürerlerdi.

Evden okula, okuldan eve yürüyüşümde bana katılan arkadaşlarımın 

bazıları da yine köyümüzdeki Türk çocuklarıydı. 

Suşa kasabasının halkı, köyüm Kankandi gibi yarı yarıya Türkler ile 

Ermenilerden oluşuyordu. Yaşlı bir Türkü evimize çağırıp, ona evimize 

girip bir yerde saklanmış olan tehlikeli bir yılanı yakalattığımızı hatırlı-

yorum. İhtiyar Türk, yılanın birkaç kere göründüğü odanın ortasında bağ-

daş kurup oturdu. Yanına içi boş bir torba koydu. Koynundan bir Kur’an 

çıkarıp sakin ve monoton bir sesle okumaya başladı. Biraz sonra yılan 

ortaya çıktı. Ara sıra duraklayarak ve kafasını kaldırarak ihtiyarın sesinin 

ahengine uygun bir şekilde sürünmeğe başladı. Elinin uzanacağı bir yere 

varınca, ihtiyar Türk, sesinin ritmini bozmadan Kur’an okumasına devam 

ederken yavaşça elini uzatıp ani bir hamle ile yılanı kafasının gerisinden 

yakaladı. Bir an sonra da yılan, elindeki torbanın içine girmişti. Bu anlat-

tıklarım gibi Türklerle ilgili diğer pek çok olaylar (1905 öncesi) çocukluk 

günlerimi renklendirmiştir

2

.



Bu kitapta sıralanan anıların hepsinin bu şekilde birlikte yaşama sa-

natı anısı olamadığını söylemek isterim. Çünkü, 1905’ten sonra özellik-

le Çarlık Rusyası, Fransa ve İngiltere’nin Türk vatanı dahilinde huzur ve 

refah içinde yaşayan Ermenileri, Türklerin aleyhine tahrik ve teşvikleri

3

 

sebebiyle birlikte mutlu yaşama ortamı bozulmuştur. Bir Ermeni subayın 



bizzat yaşadığı anılarından oluşan bu kitap, başka bir yönü ile de yüz bin-

lerce savunmasız Türkün Ermeniler tarafından katledilişinin belgesidir. 

Ohannes Abresyan, katlettikleri kimselerin, kendilerine karşı savaşmaya 

çıkmış kimseler olmadıklarını, silâhsız ve savunmasız insanlar olduklarını 

söylemektedir. İşte, kitabın farklı sayfalarından seçtiğin diğer bir kaç anı-

2  Leonard Ramsden Hartill, Men Are Like That, The Bobbs-Merrill Company, Indianapolis 

1926, s.1-15; Çeviri Kerim Cengiz Kevenk, İnsanlar Böyledir, Baylan Matbaası, Ankara 

1978, s.1-9.

3 Ayrıntılı bilgi için bkz. Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, Başbakanlık Devlet 

Arşivleri genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No: 15, Ankara 1998; 

Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ocak Yayınları, Ankara 1997, s.98-120; 

Mehmet Saray, Türk-İran İlişkileri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk 

Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1999, s.100, 104.


293

Dr. Seyfullah KORKMAZ

sını da, benzeri olayların tekrar yaşanmamasını dileyerek burada arz etmek 

istiyorum.

Leonard Ramsden Hartill, arkadaş olduğu Ermeni subay Ohannes 

Apresyan’ın anılarını tespit etmeye karar verişini şu şekilde anlatmakta-

dır:

...Örneğin bir gezimizde İran ve Ermenistan sınırı yakınlarında içine 

girilebilir, ayakta kalmış tek binası yarı yıkık bir cami olan, harabe ha-

lindeki Türk köyünde gecelemek zorunda kalmıştık. O gece Ohannes’e bu 

köy ve bu köyün tahrip edilmesine dair bir şey bilip bilmediğini sordum. 

Soğukkanlılıkla ve sanki önemsiz bir şey söylüyormuş gibi Evet dedi. ‘Bu 

köyün yıkılmasına ve yağmalanmasına ben de yardım ettim. Harabeler 

arasında şurada burada gördüğün insan kemiklerinin sahiplerinin öldürü-

lüşlerini gözlerimle gördüm. Bu köyde bir Türk vardı.. Yaşlıca bir adamdı. 

Bu Türk gibi cesur ve kahraman adamı ömrümde görmedim

4

...

Yer ve tanıklarla doğrulanacak nitelikte bir olaylar dizisi olduğunu gö-

ren Leonard Ramsden Hartill, Ohannes’i anılarını anlatmaya ikna eder ve 

bunları bir kitap haline getirir.

Ermeni subay Ohannes Apresyan anlatıyor:

 …Bahsettiğim olay gibi olaylar, Taşnak hükümetine, Türklere karşı 

yapılacak bir misilleme hareketi için aramakta oldukları bahaneleri ver-

mişti. Tatar Türklerine karşı açılan savaş kısa zaman içinde tam bir yok 

etme savaşı halini aldı.  İnsanın aklının alamayacağı ve kelimelerle ifa-

desine imkân olmayan korkunç şeyler oldu. Benim de katılmış olduğum 

bu hareketlerde görmüş olduğum sahneler ve tanık olduğum olaylar beni 

hasta etti. Maalesef harp insanların korku, nefret ve melunluk hislerinin 

boşaldığı korkunç bir şeydir.

Türklerin Türkiye’deki Ermeni meselesini, Ermenileri sürmek

5

 sure-

tiyle hallettikleri gibi, biz de Ermenistan’daki (kontrolümüz altına giren 

yerlerdeki) Türk problemini halletmeğe giriştik. Türklerin kaçmalarına 

imkân verecek yolları ve dağ geçitlerini tutarak kapattık. Hemen yok etme 

işine giriştik. Birliklerimiz, birbiri ardına köyleri kuşatıyordu. Topçu ate-

şi ile izbe köy evleri taş ve toprak yığınları haline getiriliyor ve köylüler 

4  Hartill, a.g.e., Önsöz; Kerim Cengiz Kevenk, a.g.e., s.III.

5  Her ne kadar anı sahibi burada sürmek kelimesini kullanışmışsa da buna katılmamız müm-

kün değildir. Çünkü Osmanlı Devleti, Ermeni İskân Kanunu’nu çıkararak o günlerde Os-

manlı Türk vatanının en emin yerleri olan Halep ve yakın bölgelerine Ermenileri iskân 

etmiştir.



294

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER



köyde barınamaz bir hale gelip, köy dışındaki kırlara kaçmaya başlayın-

ca da tüfek mermileri ve süngülerle işlerini tamamlıyorduk. Hiç şüphesiz 

ki Türklerin bazıları kaçabildiler. Bunlar ya dağlarda kendilerine sığına-

cak bir yer bulabildiler veyahut da sınırı (kontrolümüz altındaki bölgeyi) 

aşıp Türkiye’ye kaçtılar. Geri kalanlar ise tamamen öldürüldü. Böylece 

Nahcivan’dan Akilkelek’e kadar bütün sınır bölgesi, Ağrı dağının eteğin-

deki sıcak ovalardan kuzeydeki soğuk dağ yaylalarına kadar her yer, yerle 

bir edilmiş Türk köylerinin dilsiz kalmış harabeleri ile doldu. Şimdi bu 

köylerde, buralarda kalmış insanların kemiklerini bulmak için giren kurt 

ve çakalların ulumalarından başka bir ses duyulmaz.

Bu köylerden birinin zapt edilip yağma edilmesi sırasında vuku bulan 

bir olay karşılıklı kin ve nefretin ne derece büyük olduğunu gösteren bir 

misaldir. Dev yapılı bir Tatar (Türk) vardı. Çok güzel dövüşüyordu. Bir köy 

evinden fırlayıp elinde bir tüfekle bir grup Ermeni askerinin ortasına atıl-

dığını ve tüfeğinin dipçiği ile askerleri sağa sola dağıttığını gördüm. Her 

taraftan üzerine ateş ediliyor, fakat o Allah Allah diye haykırarak tüfeğini 

savuruyor ve çevresini dolduran bir sürü Ermeni askeri ile savaşıyordu. 

Askerlerden birisi süngüsünü Türkün göğsüne saplamayı başarmıştı. Sün-

günün ucunun adamın sırtından çıktığını gördüm. Türk ise vücuduna gir-

miş olan süngüyü taşıyan tüfeği namlusundan yakalamıştı. Ermeni asker 

de tüfeğini Türkün vücudundan kurtarmaya çalışıyordu. Bu boğuşma sıra-

sında Ermeni hesapsızca ona yaklaşınca, Türk birdenbire tuttuğu namluyu 

bırakıp Ermeni’yi gırtlağından yakaladı. Bu esnada diğer Ermeni askerler 

bu iki dövüşçünün etrafında bir halka yapmış kahkaha ve haykırmalarla 

onları teşvik ediyorlardı. İkisi birden yere düştüler. Bu sırada dövüşü sey-

retmekte olan Ermenilerden biri yerden koca bir kaya parçası yakalayarak 

Türkün kafasına indirdi. Türk kafasına yediği kaya ile dövüşmeyi bırakıp 

sessiz ve hareketsiz kalmıştı. Süngüleyen Ermeni ayağa kalkıp Türkün vü-

cudundan süngüsünü çekip çıkardı. Süngüyü dudaklarına götürdü, sıcak 

kanı yalayıp, tatlı tatlı diye bağırdı. 

Bir gece, kısa bir süre önce bir Tatar Türk köyü olan bir harabenin 

yanından geçiyordum. Yıkılmış evlerin birinin önünde bir ateş yakılmıştı. 

Ateşe doğru yürüdüm. Ateşin etrafında bir grup Ermeni askeri oturuyor-

lardı. Aralarında da henüz çocuk denecek yaşta iki Türk kızı vardı. Kızlar 

yere çömelmiş ve ara sıra gelen hıçkırıklarla sessiz sessiz ağlıyorlardı. Kı-

rılmış ev eşyaları ve Türk köy evlerinin diğer malzemesi etrafa saçılmıştı. 

Keza orada burada ölüler de yerde yatıyordu.

295

Dr. Seyfullah KORKMAZ



Kızları kurtarmak için maalesef geç kalmıştım. Fakat bu zavallılara 

elimden gelen yardımı yapmak istedim. Kendi lisanları ile hitap ederek ar-

tık korkmamalarını söyledim. Benden kendilerine bir zarar gelmeyeceğini 

sadece kendilerine yardım etmek istediğimi anladıkları zaman ıstırapları 

yine boşalarak acıklı şekilde hüngür hüngür ağladılar. Askerlerden korku 

ve dehşete kapılmışlardı ve onların yanında kızları teselli etmeğe imkân 

yoktu. Kızları yanıma alarak oradan uzaklaştım ve zaferlerinin kendilerine 

sağladığı nimeti ellerinden aldığımı zanneden askerleri de çirkin bir ruh 

haleti içinde bıraktım. Bir iki kilometre ötede yine aynı akıbete uğramış di-

ğer bir Müslüman Türk köyüne geldik. Karanlık basmıştı ve geceyi orada 

geçirmeye karar vermiştim. Yanımdaki yiyeceği Türk kızlarıyla paylaşıp 

harap olmuş köyde biri kendim diğeri de onlar için ayrı ayrı barınacak 

birer yer buldum. Az sonra uyumuştum. Gece yarısı, devamlı bir şekilde 

ağlayan bir çocuk sesi ile uyandım. Ay ışığı hayal meyal etrafı görmemi 

sağladı ve bana burada cerayan etmiş olan diğer bir facianın bütün ay-

rıntılarını gösterdi. Ağlayan çocuğun sesini rehber alarak görünüşünden 

bir Türk ailesinin evi olduğu anlaşılan bir ev yıkıntısının avlusuna geldim. 

Avlunun köşesinde ölü bir kadın yatıyordu. Gırtlağı kesilmişti. Kadının üs-

tünde bir yaşında kadar bir kız çocuğu duruyor ve ölü kadının memesinden 

süt emmeğe çalışıyordu. Çocuğu kucağıma alıp cebimde kalmış olan ekmek 

parçasını su ile ıslatıp doyurabildiğim kadar çocuğu doyurmaya çalıştım. 

Sonra da çocuğu o gece bakmaları için ayrı bir odaya yerleştirmiş oldu-

ğum iki Türk kızının yanına bıraktım. Ertesi gün bir fırsat çıkmasından 

faydalanarak bu üç talihsiz çocuğu Amerikan yetimhanesinde yetiştirilmek 

direktifi  ile Kars’a yolladım. Türk köyleri bu şekilde temizlendikten sonra 

ben de tekrar Kars’taki eski alayıma katıldım

6

.



Ermeni subay Ohannes Apresyan, bölgelerindeki Türklerin kökünü 

kazıdıklarını

7

 ifade ettikten sonra, bir insan olarak üzüntüsünü açığa vu-



rup, katlettikleri insanların savunmasız zavallılar olduğunu da şu ifadeleri 

ile dile getirmiştir:



Ben öyle katliam sahnelerine tanık oldum ki buralarda öldürülmüş 

yerde yatan insanların sayısı, sonbaharda bir ormanda yere düşen yaprak-

ların sayısı gibiydi. Bunlar koyunlar gibi biçare ve savunmasız insanlardı. 

Bunlar harpte ölen askerler gibi, silâhları ellerinde, ateşe ateşle karşılık 

vererek ve cesaretle çarpışarak ölmemişlerdi. Bunlar zavallı ve çaresiz in-

sanların ölmesi gereken şekilde, kalpleri ve zihinleri ölümün kendisinden 

6  Hartill, a.g.e., s.204-210; Kevenk, a.g.e., s.167-170.

7  Hartill, a.g.e., s.217; Kevenk, a.g.e., s.179. 


296

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER



daha korkunç olan korku ve dehşetle dolu olarak ölmüşlerdi. Böyle bir kat-

liamın yapıldığı yerde toprak çürümeli ve toprağın üzerindeki gök ilelebet 

kararmalıdır. Hâlbuki bu yerler gene de güneşin sıcak ışınları ile ısınmak-

ta ve her yerde olduğu gibi bu yerlerin de üstünü mavi gök kaplamaktadır. 

Burada kuşlar yine ötmekte ve çiçekler aynı güzellikte açmaktadır

8

.



II- Robert Dunn’un Anıları

Ermeni subay Ohannes Apresyan’ın (bir önceki başlık altında) dile ge-

tirilen anılarını, Amerikalı yazar Robert Dunn, Word Alive A Personal Story 

isimli eserinde doğrulamaktadır. Robert Dunn, Birinci Dünya Savaşı’na 

katılmış ve Amerika Fevkalâde Komiseri Amiral Biristol’un haber alma 

subayı olarak görev yapmıştır. Bu görevi esnasında Doğu Anadolu, Rusya 

ve Kafkasya’da çalışmış olan yazar, Ermeni ordusu komutanı Drastamat 

Kanayan’ın, -kısa adı ile Dro’nun- daveti ile Ermenilerin askerî bir hareket 

şeklinde yapmakta oldukları Türk köylerini birer birer yok etme (soykı-

rım) işine (görgü tanığı) misafi r bir devlet subayı olarak katılmıştır

9



Robert Dunn, söz konusu eserinin 21. bölümünde özetle gördüğü şu 



gerçekleri anlatmıştır:

..Ermenilerin, politik kontrollerini genişletirlerken Türk köylerinde 

yaptıkları tahribatlar.. Amerikan halkına açıklanmamış hakikatlerdir. Er-

meni Generali Dro’nun yaptığı bir harekâta katıldığımda bunlara bizzat 

kendim de tanık oldum

10

...



Erivan’da bulunduğum günlerde, Ararat dağının eteklerinden devamlı 

olarak silâh seslerinin geldiğini duyuyordum. Türk-Ermeni çatışması san-

ki balkonumun hemen önünde cerayan ediyordu. Fakat bu çarpışmaları 

bizzat müşahede etmem, Ermeni ordusu haber alma bürosunda Ermeni 

bir yüzbaşıya rastlamamla gerçekleşti. Subay gülümseyerek ‘Adım Merri-

manov, General Dro’nun (Drastamat Kanayan’ın) emir subayıyım. Yarın 

birliklerimize evrak götürmek için Karabağ’a gideceğiz. Sizleri de eşlik 

etmeniz için davet ediyorum’ dedi.

Dro (Drastamat Kanayan), Ermeni ulusal lideri, efsaneleşmiş çete 

başı, şimdi ise Ermeni ordusu başkomutanı idi. 1915 yılında Çarlık Rus or-

8  Hartill, a.g.e., s.218; Kevenk, a.g.e., s.180.

9  Robert Dunn, World Alive A Personal Story, Crown Publishers, Inc., New York 1952, Cop-

yright 1956, by the estate of Robert Dunn, Library of Congress Catalog Card Number 56-

7189, s.347-365; Kevenk, a.g.m., s.259.

10  Dunn, a.g.e., s.347; Kevenk, a.g.e., s.259.



297

Dr. Seyfullah KORKMAZ



dusunun Erzurum’u işgal etmesi sırasında (Türklere verdiği büyük zarar-

lar sebebiyle) Grand Duke Nicholas tarafından (yanaklarından) öpülerek 

madalya ile ödüllendirilen çeteler reisi.. Altıncı hissim bana ‘git Dro’yu 

gör’ diyordu.

...Nihayet Dro’nun (Drastamat Kanayan’ın) karargâhına ulaştım. 

Beni toprak zeminli bir odaya yerleştirdiler. Ertesi sabah çay içerken Dro 

ve adamları bir haritayı masanın üzerine yaydılar. Plan üzerinde görüşü-

lerek Müslüman Türk köylerine karşı bir harekat düzenleniyordu. 

‘Dro’nun kuvvetleri 60 kişilik birlikler halinde, ekseriyeti süvarilerden 

oluşan gruplar halinde’ ifadelerini içeren raporumu Amiral Bristol yakın-

da okuyacaktı

11

.



Çul (Djul) denen bir köyün adı oradaki herkesin ağzındaydı. Dro ‘ha-

reket üç saat sürecek, köyü üç tarafından kuşatıyoruz’ dedi. Merrimanov 

da ‘The man on foot will not shoot, but use only the bayonets: piyadeler 

ateş etmeyecekler, sadece süngüleri ile iş görecekler’ diyordu. Dro da ‘mo-

ral bakımından’ diye ekledi. Devam ederek, ‘Müslümanlara bizim zalimli-

ğimizin üstün olduğunu gösterip kendilerine dehşet salmamız gerek’ dedi. 

‘Bu askerlere mi yoksa sivillere mi yapılacak’ diye sordum.

‘İkisi arasında bir fark yok’ dedi Dro. ‘Üniforma giysin veya giymesin 

hepsi de silâhlı’ diye ekledi.

‘Kadınlar ve çocuklar ne olacak’ diye tekrar sordum

‘Kaçabilirlerse diğerleri ile birlikte kaçarlar’ dedi

12

.



Yüksekçe bir tepeden Çul’a bakmaktayım. Köyü sis ve duman sardı-

ğından bir şey göremiyordum. Aşağılardan top patlamaları ve makineli 

tüfek sesleri işitiliyordu. Bu seslere sığırların böğürmeleri ve köpeklerin 

havlamaları karışıyor fakat bir şey görülmüyordu. Nihayet sis ve duman 

açılmağa başlarken önce yavaştan başlayıp, gitgide artmak üzere insan 

çığlıkları da duyuluyordu. Bu arada ağaçlar arasındaki bir cami ve dar 

yollar görünmeye başladı.

...Topun başındaki Ermeni, topu tekrar tekrar doldurup (köye doğru) 

ateşlerken her ateşlemede diğer erler komik hareketlerle kaçışıp kayalıkla-

rın arkalarına saklanıyorlardı. Atışların gürültüsü ile bunların mermileri, 

dere ve sel yataklarından beyaz dumanlar saçarken köyden yükselen kadın 

feryatlarını duyulmaz hale getirmişti.

11  Dunn, a.g.e., s.350-354; Kevenk, a.g.e., s.260-261. 

12  Dunn, a.g.e., s.358; Kevenk, a.g.e., s.261.


298

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER



Nihayet topçu ateşi durdu. Ben de hemen atıma atlayıp, atı Çul’a sür-

düm. Kasaba halen yanmaktaydı. Sert çalılıklarla kaplı dik bir yamaçtan 

inerek ağaçlar arasına serpilmiş, içlerinden duman çıkmakta olan evlerin 

bulunduğu düzlük bölgeye ulaştım. Silâh arkadaşlarım köyün hayvanları-

nı, birkaç öküz ve koyunu köyün harman yerine doğru götürüyorlardı

13



Evlerden cesetler çıkarılmaya başlandı. İlk gördüğüm düz siyah saçlı, 

iri gözlü, güzel bir kız çocuğu cesedi idi. 12 yaşlarında gözüküyordu. Har-

man yerindeki anız üzerinde, sırtüstü yatıyor, öldürüldüğü sırada yemek 

yediği kaptaki yemeklerin etrafa saçılmış olduğu görülüyordu. Sırtında 

gördüğüm yaranın etrafında çok az kan pıhtısı olduğundan sırtından sün-

gülenmiş olduğunu tahmin ettim. Göğsünde de bir mermi yarası için küçük 

sayılacak kan çıkması vardı. Anlaşılan süngünün çıkış noktası olan diğer 

bir yaradan çıkmış olan kan da el örgüsü (ya da dokuması) kumaştan ya-

pılmış elbisesi üzerinde pıhtılaşmıştı.

Ardından kalın kumaştan yapılmış bir ceket ve kısa pantolon giymiş 

yaşı 10 ya da daha küçük yaşlarda olabilecek bir oğlan çocuğu ölüsü gör-

düm. Kulübelerin arasındaki yolda yüzükoyun yere yatmış durumdaydı. 

Götürürken yere düşüp kırılmış, içinde hamur bulunan bir kap, uzanmış 

olan elinin az ötesinde duruyordu. Boynunun hemen altından giren bir 

süngü bel kemiğine saplanmıştı.

Etrafıma baktığımda pek çok yetişkin insan cesetlerinin sağa sola sa-

çılmış olduklarını gördüm. Cinayet.

Yanıma Dro’nun Almanca bilen albay rütbeli bir subayı geldiğinde, 

Çul kasabasında canlı hiçbir varlığın bırakılmamış olduğunu öğrendim. 

Albay, kaçıp da canlarını kurtaramayan Türklerin tamamının öldürüldü-

ğünü söyledi

14

.



‘Çoğu evlerinin içinde gel de gör’ dedi.

‘Kahretsin, benim midem öyle şeyi kaldırmaz’ dedim.

‘Bir tanesi üniformalı bir Türk subayı, bunu kesin görmelisin’ dedi.

Açıkta bir caminin avlusunda bulunan ağaçların altında idik. Havada 

para, altın vs. bulmak için Ermenilerin süngüleri ile delik-deşik edilmiş 

yataklardan saçılan pamuk ve yün tanecikleri uçuşuyordu. Etrafı ter ve 

yanık kokusu kaplamıştı.

13  Dunn, a.g.e., s.361; Kevenk, a.g.e., s.261-266.

14  Dunn, a.g.e., s.361. 


299

Dr. Seyfullah KORKMAZ



‘Sözüne inanmıyorum’ diyerek peşinden, üzerine çiviler çakılmış bir 

kapıya doğru yürüdüm. Ermeni albay kapıyı aralayarak bana yol gösterdi. 

İçeri girip cesedi incelememi bekledi.. Dişlerimi sıkıp odaya girdim. Boş 

ve çıplak bir odaydı ve odanın orta yerinde sinekler vızıldıyordu. Kapı 

arkamdan kapandığında bu sineklerin yerde sırtüstü yatan ve üzerinde ba-

şındaki sarıktan başka bir şey bulunmayan cesedin üzerinde uçuştuklarını 

anladım. Adamın yüzünden geriye ne kalmışsa -bir dipçik darbesi ile içeri 

çökmüştü- ondan anladığıma göre 50 yaşlarında gözüküyordu. Üzerinde 

bir üniforma var idiyse bu çıkarılıp götürülmüştü. Parça parça edilmiş 

tenasül aletlerini görünce kendimi güç zapt ederek dışarı fırladım.

Yerde tozlar içinde bulduğum bir çocuk oyuncağını -dövme bakırdan 

yapılma küçük bir ördek- yapılan çapuldan bu da benim payım olsun diye 

alıp karşıdaki çayırda akan dereye doğru yürüdüm. Burada bir çadır ku-

rulmuş ve kendilerine katılmış olan başka çetelerden gelmiş acayip surat-

lı Ermeni adamlarla birlikte Dro’nun kurmay heyeti akşam yemeklerini 

yiyorlardı. Gece battaniyemi ekilmiş bir buğday tarlasına serip kendime 

bir yer hazırladım. Hemen yanımda Çar ordusu apoletleri olan, gülümse-

meyen fakat yuvarlak ve güzel siması ile Rus olduğunu belli eden genç bir 

teğmen oturmuştu. İngilizce olarak bana ‘merhaba, Amerikan donanması 

subayı mısınız’ diye sordu ve hemen ekledi ‘bu çeşit maceralardan (katli-

amlardan) hoşlanıyor musunuz’? Bu soruyu şaka ediyormuş gibi sormuştu 

ve cevap vermeme fırsat vermeden ‘ben hoşlanmıyorum’ dedi. ‘Ama yine 

de onlarla berabersin’ dedim. ‘İnsanın yaşaması lâzım, başka seçeneğim 

yok’ diye cevap verdi. ‘Niçin General Wrangel’in ordusunda savaşmıyor-

sun?’ şeklindeki soruma ise ‘Burada Çul’dan kalkıp oraya kadar gitmeme 

imkân yok’ dedi. 

‘Çul kasabasında kaç kişi yaşıyordu’ diye sordum.

‘Sekiz yüz kişi kadar’ dedi ve esnedi.

‘Burada (Çul’da) hiç Türk subayı gördün mü?’

‘Hayır efendim, daha gün doğmadan buradaydım. Öldürülenlerin 

hepsi de köylü elbiseli Türklerdi’ dedi.

Gün doğarken kilometrelerce uzaktaki köylerinden gelen Ermeni köy-

lüleri, Çul’u istila ettiler. Erkekleri, dünkü olayda yara almış oldukların-

dan topallayarak yürüyebilen köyün sığır ve koyunlarını sürüp götürüyor, 

kadınları da bir zevk ve neşe içerisinde harabe haline gelmiş evlerde ne 

bulurlarsa yağma ediyorlardı. Köyün her şeyini toplayıp, heybelere, gü-

ğümlere doldurup götürdüler.

300

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER



Ardından kılavuzumla birlikte çıplak ovada kuzeye doğru saatlerce sü-

recek olan yolculuğuma başladım. Yolda yürürken bir ara dönüp arkama 

baktım. Geride İran sınırına doğru uzanan bölgede bir çok yerlerden çık-

tığını gördüğüm toz ve dumanlar daha pek çok Müslüman Türk köylerinin 

(tıpkı Çul’daki) akıbetini belirtiyordu

15

.



Download 3.42 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   41




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling