Hazirlayanlar
Tehcir Yıllarında İstanbul’da Sanat
Download 3.42 Mb. Pdf ko'rish
|
- Bu sahifa navigatsiya:
- Kavim ve Dinler Arasındaki Hoşgörü Ortamı
- Ermenilerin, Cumhuriyet Kültürünün Oluşmasına Katkıları
- Sizler Gibi Bu Vatanın Çocuğuyum
Tehcir Yıllarında İstanbul’da Sanat Yıl 1915. Talat Paşa, Dâhiliye Nazırı. Harbiye Nezareti’nin başında da Enver Paşa var. İstanbul’da Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin hemen yanı başında Enver Paşa’nın önerisiyle yeni bir kurum da çalışmalara başlar. Merkez Ordu Sinema dairesi. Başında bir Leh Yahudisi Sigmund Weinberg vardır, yardımcısı da ilk Türk sinemacısı, o zaman teğmen olan Fuat Uz- kınay. İlk konulu fi lm çekmek için gerekli izinler alınır. Arşak Benliyan’ın Millî Operet Kumpanyası’nda gösterilmekte olan Dikran Çuhaciyan’ın bestelediği, librettosunu Takvor Nalyan’ın yaptığı Leblebici Horhor Ağa opereti. Çoğunluğu Ermenilerden oluşan Benliyan topluluğuyla da anla- şılır. Ancak çekimlerin ilerlediği bir aşamada baş roldeki oyunculardan birinin ölmesi üzerine yarım kalır. Benliyan’ın başka bir oyunu Himmet Ağa’nın İzdivacı çekilmeye başlanır. Bu kez oyuncuların önemli bir bölü- mü savaş nedeniyle askere çağrılınca, 1916’da başlanan fi lm, Uzkınay ta- rafından ancak 1918’de tamamlanır. Dikran Çuhaciyan’ın, 1875’te Rama-
399 Şule PERİNÇEK zan ayının ilk gününde sahnelenen, o zamandan bu yana da aryaları dilden dile dolaşan, halk müziğinden esinlenerek bestelenmiş Leblebici Horhor Ağa operetini daha sonra Muhsin Ertuğrul, Ateşten Gömlek’i çektiği yıl Kemal Film adına ilk kez sessiz olarak 1923’te, sesli olarak da ikinci kez 1934’te tekrar beyaz perdeye aktarmıştır. 1934 yapımı Leblebici Horhor
katıldı ve onur ödülü aldı. Muhsin Ertuğrul sahneye ilk Odeon Tiyatrosu’nda çıkmıştı. Ufak roller alıyor, pek de beğenilmiyordu. Bırakmak üzereydi ki, oyuncu arka- daşlarından Vahram Papazyan’ın ısrarı üzerine Avrupa’ya gitti. O nedenle Papazyan’ın Muhsin Ertuğrul’un yaşamında özel bir anlamı vardır. 20 Ka- sım 1922’de çevirdiği İstanbul’da Bir Facia-ı Aşk fi lminde diğer birçok Ermeni sanatçının yanında ilk sahne arkadaşları Vahram Papazyan, Onnik Binemeciyan da oynadı. Çuhaciyan, Türkiye’de çok sesli müziğin önderi, geleneksel Türk mûsikîsi ezgilerine armoni ve Batı tekniğini uygulayan ilk besteci, Şark Musiki Cemiyeti adlı ilk müzik derneğinin kurucusu. İlk Türkçe opera- nın, ilk Türkçe operet Arif’in Hilesi’nin bestecisi. Batılı kaynaklar ondan Türkiye’nin Verdi’si, Doğu’nun Offenbach’ı diye söz eder. Abdülhamit Batı kopyacılığı adına gerçi Saray’da Verdi’nin vatan sevgisini işleyen operalarını izliyordu, ama o kültür ve sanatın yerli üretimine karşıydı. Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre’sinin, Ahmet Mithat’ın Çerkes Öz-
yetmiyor, iki yıl sonra da 400 belediye çavuşuyla bir gecede yıktırıp yerle bir ediyordu. Çuhacıyan da Namık Kemal’lerle, Ziya Paşa’larla, Ahmet Vefi k’lerle, Tevfi k Fikret’lerle aynı kara listedeydi. Gerçi II. Abdülhamit için 1897’de
du. Leblebici Horhor Ağa opereti Yunanistan’dan Mısır’a, İngiltere’den Almanya’ya Romanya’ya birçok ülkede sahnelendi. Ermenilerin Türkiye’de yalnız Batı tiyatrosunun Türkiye’ye yerleşme- sine değil, geleneksel tiyatronun oluşmasında da katkıları olmuştur. Türk- çe oynayan Ermeni tiyatro adamları için Metin And öylesine bizdendirler ki, onları Türk sayıyoruz diyor. Diğerleri zaten bir süre sonra Türkiye’den kopmuştur. 1870’de Türkçe oyunları oynama tekeli Sadarazam Ali Paşa’nın desteğiyle 10 yıllığına, yeni tiyatrolar açma, oyun sayısını artırma gibi bazı
400 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER koşullarla Şura-yı Devlet umumî tezkeresi ve şartnamesiyle Güllü Agop’a verilir. Bir çeşit devlet tiyatrosu. Güllü Agop, Beyoğlu’na gitmekte zorla- nanlar için Gedikpaşa’da ve Üsküdar’da tiyatro açmış, kadınlar için ayrı oyunlar düzenlemiş, kafesli localar yapmıştır. Bu localar bile Osmanlı top- lumunda kadınların yeri konusunda büyük tartışmalara yol açmıştı. Aslında Ermeni kadınlarının sahneye çıkması, Ermeni toplumu içinde de hoş karşılanmıyordu. Ya 12-13 yaşında çocukları ya da Ermeni olmayan Hıristiyan kadınları oynatıyorlardı. İlk kadın oyuncu, İstepan Ekşiyan’ın Mühürdar’daki tiyatrosunda sahneye çıkan asıl adı Agavni Hamoyan olan Fanni’dir. Gönüllü oyunculardan sonra ilk profesyonel kadın tiyatro sanat- çısı Arusyak Papazyan’dır. Türkçe’si de çok iyiydi. Ermeni oyuncuların telafuzlarının bozuk olması eleştiriliyordu. Namık Kemal ve Ali Bey, Osmanlı Tiyatrosu’nda Ermeni oyunculara ders vermiş, söyleyiş yanlışlarını düzeltmişlerdi. Tiyatroyu geliştirmek için kurulan ko- mitede Namık Kemal de yer almıştır. Fasulyeciyan’ın kurduğu topluluk Edirne’de Vatan yahut Silistre’yi oynarken iki kadın oyuncu Hiranuş ve Hratçya arasında gerektiğinde vatanını kurtarmak için erkek kılığına girip
yacak diye anlaşmazlık çıkar. Zekiye, halk tarafından çok tutulduğu için paylaşılamayan bir karakterdir. Yahudiler ve Avrupalılar Hiranuş’u, Türk- ler diğerini tutarlar. Vatan yahut Silistre oyunu halkın büyük coşkusuna yol açar. Namık Kemal, Nuri Bey, Ebüzziya Tevfi k, Ahmet Mithat sürgüne gönderilir. İb- ret gazetesi kapatılır. Gazetenin yöneticisi Sarafyan ve İstanbul’da oyu- nu sahneleyen Güllü Agop tutuklanır. Bir süre sonra bırakılırlar ama artık İstibdat dönemi başlamıştır. Mücadele bitmez. Namık Kemal’in Zavallı
gelince mevsim yeniden Vatan yahut Silistre’yle açılır. 1877’de Osmanlı- Rus Savaşı’nın yarattığı havayla Sohum Muzafferiyeti, Bir Türk Kahrama-
vatanseverlik duygularına uygun düşen oyunlar sahnelenir. Güllü Agop’un tekelinin dışında kalan operetler, operalar, tulûat tiyat- roları gelişir. Oyunlarda Jön Türklerin etkisiyle vatan sevgisi, Osmanlılık, zulme ve sömürüye karşı başkaldırma işleniyor; erkeklerin eğlence kadın- larına, kumara içkiye düşkünlükleri, sindirilmemiş Batılılaşma, yüzeysel- lik, özentiler eleştiriliyordu. Güllü Agop, 1882’de Saray’a alınır, kendi
401 Şule PERİNÇEK isteğiyle din değiştirir. 1884’te Fasulyeciyan’ın yönetimindeki Gedikpaşa Tiyatrosu yıktırılır. Bu dönemin Güllü Agop’tan başka önemli tiyatro adamlarından biri de Mardiros Mınakyan’dır. Güllü Agop’tan sonra, özellikle istibdat döne- minde tek başına tiyatro çalışmalarını sürdürdüğü gibi, Meşrutiyet’in ilk yıllarında Türk yazarların önemli yapıtlarını sahnelemiştir. Zor dönemler- den geçilir, oyunlar Zaptiye Nazırlığı’na gönderilir, sansür görevlilerine armağanlar, rüşvetler verilir. Oyunlarda tarih verilmez, olaylar Hindistan, Afganistan gibi yerlerde geçer, adalet, ihtiyar, burun kelimeleri çıkarılır. Tiyatro oyuncusu Çaprastyan bir ara Üsküdar’da bir dans okulu açar, ayak oyunları için izin ister. Görevli, oyunun onaylı baskısının olup olmadığı- nı sorunca Çaprastyan görevlinin önünde dansetmeye başlar. Görevli alay ediliyor sanar, öfkelenir. 1908’de Hürriyetin ilânıyla yasaklanan sahne sanatları çalışmaları daha ilk aydan başlar. Tanzimat döneminin yasaklanan oyunları sahnele- nir, yeni oyunlar yazılır. Ermenilerin elinde olan oyunculuğa herkes özenir, sahneye çıkma isteği başlar. İttihat ve Terakki’nin liderleri de bu eğilimi destekler. Oyunların gelirleri, yeni savaş gemisi alınması için devlete ya da orduya, yoksullara bağışlanır. Demokratikleşme her alanda kendini göstermektedir. 1909’da İttihat ve Terakki bir tiyatro oyunu düzenler. Oyuna kadınlar da gelmek ister ve kabul edilirler. Ancak gericiler ellerinde bıçaklarla tiyatroyu kuşatırlar. Bu süreçte yalnızca kadın seyirci değil, Müslüman kadınların sahneye çıkması da tartışılmaya başlandı. Türkçe’nin düzgün kullanımına özel bir önem veriliyordu. Halit Ziya Uşaklıgil ve İsmail Müştak’tan ders alan Eliza Binemeciyan ve Kınar Sıvacıyan çok düzgün Türkçe konuşuyorlar, Türk kadınını başarıyla canlandırıyorlardı. 1920’de Temaşa dergisinin yaptığı bir araştırmada Osmanlı temaşa hayatında mümessil ve mümessilelerden birinciliği kime verirdiniz? sorusuna gelen yanıtlarda Eliza Binemeciyan birinci, Raşit Rıza ikinci olmuştu. Bir oyunda Eliza Binemeciyan yurtdı- şına gidince, yerine 1920 yılında ilk kez Afi fe Jale çıktı. Ancak kadının sahnede yerini alabilmesi, Cumhuriyet’ten sonra gerçekleşti. Yine Tehcir yıllarına bakarsak, Mınakyan Darülbedayi’de ders ve- riyor, Tatbikat Sahnesi’nde oyunlar sahneliyordu. Madam Binemeciyan, Benliyan, Küçükyan, Siranuş gibi bir dizi topluluk, kumpanya faaliyetini sürdürüyordu. 402 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kavim ve Dinler Arasındaki Hoşgörü Ortamı Bütün bunları neden anlattık? Amacımız, 1915’te alınan ve uygulanan tehcir kararının öncesindeki durumun toplumsal ve kültürel açıdan saptan- masıdır. En son sahne sanatlarının gelişiminde de net bir biçimde izledik. Tehcir öncesinde Osmanlı toplumunun sanatsal ürünlerinin tanıklığına baş vurduğumuzda Ermeni soyunu kırma gibi bir fi krin kırıntısına bile rastlan- maz. Bırakın onu, Tehcir yıllarında bile Ermeni sanatçıların yapıtları, Er- meni sanatçılarla fi lme çekiliyordu, sahneleniyordu, devletin ve ordunun en önemli okullarında öğretmenler ders veriyordu. Osmanlı toplumu içinde ırk ayrımcılığı olmadığı gibi, Ermeniler sa- nat ve kültür hayatının en etkin kesimiydi. Bu konumları, kavim ve dinler arasındaki hoşgörü ortamını gösteren çok önemli bir kanıttır. Bu ortamı, emperyalizmle işbirliği yaparak baltalayanlar da vardı kuşkusuz. Ermeni ayrılıkçı terörü ile dinci bağnazlık; hoşgörü koşullarını iki cepheden tahrip etmekle uğraşıyorlardı. Talat Paşa; memleketimize iltica yoluyla gelen bu millet Osmanlılar- dan iyi kabul görmüş ve kendilerine daima vatandaş muamelesi yapılmış- tır. (…) her unsurdan daha ziyade müsterih ve mesut yaşamaktaydı diyor. İttihat ve Terakki’nin 1917 Kongresi’ndeki konuşmasında da şunları vur- guluyor:
403 Şule PERİNÇEK Arnavutluk’u, Arabistan’ı, Anadolu’nun çoğu vilâyetlerini sarmış; yer yer vuku bulan hürriyet aleyhindeki ihtilâlleri bastırmakla meşgul olunduğu sırada İtalya Harbi ve Balkan hezimetleri devletin mevcudiyetini tehlikeye atmıştı. Hariçten ve dahilden maruz kaldığımız tecavüzlerin Meşrutiyet’i boğmak kastıyla yapıldığını gördükleri halde Ermeni komitecileri yine ham hayallere kendilerini kaptırdılar, gerçekleşmesi imkânsız ayrılık emelleri arkasında Avrupa’da heyetler dolaştırmaya koyuldular. Ermeni meselesi bu vaziyetteyken Harb-i Umumî ortaya çıktı. (…) Bu büyük badirede va- tana hıyanete cüret edilebilmesi uzak görüldüğünden Ermeniler de diğer vatandaşlar gibi ordu kadrosuna alınmış ve kendilerine silâh da dağıtıl- mıştı. Harbe müdahalemiz zamanına kadar sükûnu muhafaza eden komi- teciler, Ruslar hududumuzu tecavüzle bazı yerlerimizi işgal altına almaya başlayınca sükûndan ihtilâle, sadakatten isyana geçtiler. (…) Hükümet-i seniye İstanbul’da Patrike ve komiteye mensup mebuslara vaziyetin vaha- metini izah ile engelleyici tedbirler almalarını tavsiye etmiş ve neticesini bir buçuk ay daha beklemiştir. Ancak ordunun önünde Van ve arkasında da Zeytun ihtilâli vuku bulduktan sonra ordu kumandanının gösterdiği lüzum üzerine her tarafta aramalar başlamıştır. (…) Silâhlar, bombalar, infi lâk maddeleri elde edilmiş ve bunların mühim kısmı manastırlarda, kiliselerde bulunmuştur. Bu suretle yanları ve arkası tehdit altında bulunduğu ortaya çıkan ordunun selâmetini temin için harp mıntıkaları haricine nakil mua- melesi başlamıştır. (…) Silâh elde isyan edenlere karşı kendisini müdafaa etmek her devletin hakkıdır. Bu hak İngiltere ve Fransa’da olduğu gibi bizde de mevcuttur. Talat Paşa, 1 Kasım 1918’de İttihat ve Terakki’nin son kongresinde yaptığı konuşmada tehcir konusunda geniş bir açıklama yapıyordu ve şun- ları ekliyordu: Vukua gelen hadiselerin mesuliyeti her şeyden evvel onlara sebep olan tahammül edilemez hareketleri yapan unsurlara aittir. Şüphe- siz bundan bütün Ermeniler, bütün Rumlar mesul değildir. Fakat devletin hayat ve mematı kararını verecek bir büyük harp esnasında ordularının hareket serbestisini ihlâl eden, arkada isyanlar çıkararak memleketin se- lametini, ordunun emniyetini tehlikeye düşüren hareketlere müsamaha edi- lememesi tabii ve zaruriydi. Nitekim, tehcir uygulaması 24 Nisan 1915’te, İngiliz ve Fransız em- peryalistlerinin Gelibolu yarımadasına yaptığı çıkarma harekâtından bir gün önce başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın konusu da bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun emperyalist devletler arasında paylaşılmasıy-
404 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dı. Eğer Çanakkale’de ve diğer cephelerde vatan savunulmasaydı, Kurtu- luş Savaşı’nın başarıya ulaşma koşulları yaratılamazdı. Buna karşılık Ermenistan’ın ilk başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin sap- tadığı gibi amaçsız ve abartılmış talepler doğal olarak yerini acı bir hayal kırıklığına terk edecekti. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır, sonradan anlaşı- lacağı üzere bu yöntem, Türkiye’de Ermeni meselesinin temelli çözümü açısından en kesin ve en uygun yöntemdi. Biz Türkiye’de gürültü çıkardı- ğımızda, bu gürültü sayesinde büyük devletlerin dikkatlerini Ermeni konu- suna çekeceğimizi sanıyorduk ve onları bizim lehimize aracı olmaya zor- layacağımızı sanıyorduk. Şimdi ise böyle bir aracılığın kaç para ettiğini artık biliyoruz. Ermeni tarihçi Lalayan, Türkiye Ermenilerinin ‘kurtarılması’ mesele- si de, Taşnaksutyun’un ve diğer karşıdevrimci Ermeni örgütlerinin yardı- mıyla, arkasında Çarizm’in kendi emperyalist tasarılarını hazırladığı ve uyguladığı bir paravanaydı. (...) Türkiye Ermenileri, emekçileri Sultan’ın baskılarına defalarca karşı çıkmışlardı. Ancak burada da Çarlık ajanı Taşnaksutyun ve diğer milliyetçi Ermeni örgütler aracılığıyla, var gücüyle emekçi Ermeni yığınlarının ulusal kurtuluş hareketlerine gem vurmaya ve Türkiye’ye karşı savaşında onları kendi çıkarları için dizginlemeye çalı- şıyordu. Ermenilerin, Cumhuriyet Kültürünün Oluşmasına Katkıları Kavimleri bir arada tutan Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması ve bu- nun yıkıntılarından yepyeni millî bir devletin doğumu artık kaçınılmazdı. Kurtuluş Savaşı boyunca adım adım kurulan, Cumhuriyet’in ilânıyla hızla inşa faaliyetine geçilen, yeni siyasî ve toplumsal düzen, yeni demokra- tik kültürünü de birlikte getirdi. Mazlumlar dünyasının başarıya ulaşan bu ilk devriminin kültürü, aslında XIX. yüzyılların ortalarından beri Osmanlı toprakları içinde yaşayan bütün ileri unsurlar tarafından birlikte yaratıldı. Cumhuriyet kültürünün oluşmasına Ermenilerin yaptığı katkı önemlidir. Bu büyük devrimci atılım basit bir yönetim biçimi değişikliği değildi. Artık ümmet değil, millet vardır. Milleti oluşturan etken ırk ve mezhep- ler, etnik kökenler değil; siyasal bağdır, kültürdür. Ne mutlu Türküm diye- ne bir siyasal bağımsızlığı ve onuru, ona kastedenlere baş kaldırarak dile 405 Şule PERİNÇEK getirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti
Atatürk, bazen kendi el yazısıyla yazdığı, bazen dikte ettiği Medeni Bilgiler kitabında şöyle demektedir: Bugünkü Türk milleti siyasî ve içti- maî camiası içinde kendilerine Kürtlük fi kri, Çerkeslik fi krî ve hatta Lazlık fi kri veya Boşnaklık fi kri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millet- taşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsülü olan bu yanlış tevsimler, birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi üzerinde teellümden başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü bu millet efradı da umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar. Ayrı ve kesretli cemiyetlere malik olduklarını iddia etmiş ve bu yüzden Türklerle birleşip bir millet teşkil etmemiş olan Araplar -hem de dinlerini kabul ettiğimiz halde- acaba bugünkü esaretle- rinden memnun mudurlar? Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevî vatandaşlar mukadderat ve talihlerini Türk milliyetine vicdanî arzularıyla raptettikten sonra kendi- lerine yan gözle, yabancı nazariyle bakılmak medenî Türk milletinin asil ahlâkından beklenebilir mi? Atatürk daha sonra kısaca her millete uyabilecek millet tanımını ve- rir:
Artık, kaderlerini Türk milletinin kaderiyle kendi arzularıyla birleşti- ren ve ortak yaratılan mirasa sahip çıkan Ermenilerimiz de has Türk va- tandaşlarıdır. Sizler Gibi Bu Vatanın Çocuğuyum Bizim Ermenilerimiz, Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı vatan savunmasına katılmışlardı. İstanbul’dan Anadolu’ya silâh kaçırılmasında önemli katkılarda bulundular. 406 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Fransız Vapur Kumpanyası müdürü iktisatçı Kalçi Efendi; Sizi haklı
Teşkilâtı’na (Mahsus-ı Millî Teşkilâtı) destek oldu. Aynı şirkette çalışan Pandikyan, Terziyan ve Karabet Hogasyan M.M. Teşkilâtı’nda etken görev aldılar. MM’in liderlerinden Kemal Koçer 1946’da yayımlanan Kurtuluş Savaşlarımızda İstanbul kitabında şöyle anlatıyor: Terziyan çok işgüzardır. Cephaneliklerle vapur arasındaki çok güç iş- lerde arkadaşlara refakat ederdi. Hogasyan, vapurların sevkinde değerli hizmetler ifa etmiştir. Papazyan, La Fransez vapur şirketinin faal ve tem- kinli üyesidir. O en çapraşık durumlarda uzlaştırıcı bir siyaset takip ederdi. Birkaç dil bilir; munistir ve samimidir. Sevkiyat programlarının projelerini hazırlar, tetkike arz ederdi. Papazyan vapurlarda ve cephanelerdeki işlere kimseyi karıştırmazdı. Millî Mücadele’ye silâh ve cephane gönderme işini örgütleyenler ara- sında İtilaf Devletleri baş tercümanlarından Büyükdereli Tavit Sehakkuli ve Anadolu Kavağı liman çavuşu Karabet Efendi de vardır. MM grubu silâh kaçırma işinde Tavit Efendi’nin yardımcı olabileceğini saptar. İlyas Sami Efendi’nin ilişkiye geçmesine karar verilir. Yapacağı işi için para tek- lif eder. Tavit Efendi parayı ret eder. Ben her şeyimi Türklere borçluyum.
kendisi yaparak Boğaz’dan kolayca geçmesini sağlar. Bir keresinde güçlük çıkaran bir Türk gümrükçüye bağırır: Yazıklar olsun sana, utanmıyor mu-
Davutyan, uzun yıllar Ankara’da Atatürk’e hizmet eden Marizaruhi İstepanyan’ın eniştesi. Millî Mücadele’nin başladığı yıllarda işgal kuv- vetlerinin gümrük müfettişi. Bir muhbir, Davutyan’a Sadıkzadeler’in ge- misiyle sandıkların içinde silâh kaçırıldığını iletir. O günlerde önemli bir haberdir. Davutyan, hemen üç askerle limana gider. Güvertedekiler telaşla ambara iner. O da arkalarından. Orada Ruşen Kaptan’ı, işgal kuvvetleri baş tercümanlarından Tavit Efendi’yi ve henüz kamufl e edilmemiş sandık- ları görünce durumu anlar. Tam tutuklamak üzere askerleri çağıracakken aklına çocukluğunun Ayşe Ninesi gelir. Şehit olan Davut adlı torununun hasretini biraz gidermek için okul önlüğünün cebine elma, ayva koyan,
407 Şule PERİNÇEK onu öpüp koklayan Ayşe Nine. Babası öldüğünde yarım bıraktığı eğitimin tamamlaması için en iyi tarlasının yıllık gelirini onlara veren Ayşe Nine. Bunlar da başka Ayşe Nine’nin torunlarıydı. Yapamazdı.
Fotoğraf sanatçımız Ara Güler’in babası da Çanakkale gazisidir. Ecza- cı er olarak katıldığı savaşta bacağından yaralanır. Onunla her zaman onur duymuştur. Etrafına sık sık sorar ben bu vatan için savaştım, yaralandım. Sen ne yaptın… Berç Keresteciyan Mütareke günlerinde Osmanlı Bankası’nın müdü- rü. Mustafa Kemal’le Selanik’ten tanışıyorlar. Keresteciyan, Atatürk’ün arkadaşı Sadettin Ferit Bey’e Paşa hazretlerine iletmek üzere önemli bilgi verir: Bindiği vapur Boğaz dışında bir İngiliz torpidosu tarafından batırı-
vapuruyla kıyıdan kıyıdan giderek sağ salim Samsun’a ulaşılır. Bu durum- da Ali Kemal mi daha Türktür, yoksa Keresteciyan mı? Sakarya Savaşı sırasında, topların ateşleme mekânizmalarını el altın- dan satılan İstanbul’dan almak için gereken para Mustafa Kemal’in bir ricası üzerine Keresteciyan’dan sağlanır. Bankadaki bütün parasını çeker verir. Kersteciyan, aynı zamanda Hilâl-i Ahmer (Kızılay) ikinci başkanıdır. Millî Mücadele boyunca sandık sandık ilaç ve sağlık malzemesi yanın- da Anadolu’ya silâh dâhil, ihtiyaç olan ne varsa gönderir. Zaferden sonra Keresteciyan Ziraat Bankası’nda uzman olarak çalıştı. Cumhuriyet döne- minin ilk Hıristiyan milletvekili olarak meclise girdi. Atatürk 1934’te ona
da görev yaptı. Atatürk’ün Türker soyadını bir Ermeni vatanseveri için uy- gun bulması, Türk tanımının çok özlü ve kuvvetli bir ifadesidir. Türk, bir ırk değil, fakat bir millettir. Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı olan ve yüreği bu millet, bu halk için çarpan herkes, Türktür. Türkçe’nin ilk etimolojik sözlüğünü hazırlayan Osmanlı dilbilim- ci Bedros Keresteciyan’ın (1840-1909) mirasına çocukları, torunları da Cumhuriyet döneminde sahip çıktı. 408 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Reşat Nuri Güntekin’in Bakanlık müfettişi sıfatıyla teftişe gittiği za- man önünde saygıyla eğildiği, öğretmenlerin öğretmeni diye nitelendirdi- ği dilbilimci, Türkolog, eğitimci Istepan Gurdikyan (1865-1948) ve Ke- vork Şimkeşyan ve Agop Martayan (1895-1979) 1932’deki I. Türk Dil Kurultayı’na özel çağrılıydılar. Aslında Yunus Nadi’nin Kurultay önce- sinde yazdığı gibi Bir vatanda oturan insanların, o vatanın efradı olarak müşterek bir dil etrafında toplanmaları pek tabii bir zarurettir. Bir vatanın ırk ve din farkı olmaksızın hukukta müsavî olan vatandaşları, vatandaş- lığın zarurî icabı olan diğer işlerinde de müşterek sayılırlar. Bu nedenle Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin yayımladığı beyannameye göre, ırkan Türk ve dinen Müslüman olmayan vatandaşları da vatandaşlık vahtetinin en sağlam ifadesi olan dil işinde hak itibariyle olduğu gibi, vazife itibariyle de müsavi ve müşterek sayarak kadın-erkek bütün yurttaşlar cemiyetin ta- bii azası ilân ediliyordu. Agop Martayan, o sırada Sofya’da. Atatürk’le çok öncelerden, Kafkas- ya cephesinden kaçmayan bir subay olarak Şam’dan tanışıyorlar. Sofya’da da Türk dili ve kültürü üzerine çalışmalarını sürdürüyor. Orhun Yazıtları’yla ilgili bir yazısı Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış. Atatürk’ün özel ola- rak onun da gelmesini istemesi üzerine bütün bürokratik engeller aşılıyor. İlk Kurultay’da Türk, Sumer ve Hint Dilleri Arasındaki Rabıtalar, ikinci- sinde Türk Paleo Etimolojisi konulu tebliğ sunuyor. Ölene kadar Türk Dil Kurumu baş uzmanlığı görevini yaptı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Fakültesi’nde Dilbilim Tarihi ve Genel Dilbilim okuttu. Türk Ansiklopedi- si kurucularından, başdanışmanı ve başredaktörü. Dilin sadeleşmesine ve çağdaş kavramları karşılayacak bir bilim ve kültür dilinin yaratılmasına çalıştı. Atatürk ona Dilaçar soyadını verdi. Oğlu Vahe Dilaçar bütün ya-
Download 3.42 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
ma'muriyatiga murojaat qiling