Hercai hercai
Download 1.36 Mb. Pdf ko'rish
|
Sümeyye Koç - Hercai
24
YANGIN YERİ Bazı acılar var. Hayat karşısında boynumuzu eğdiren, düşman karşısında diz çöktüren türden. İşte o acıların karşısında kelimeler kifayetsizdir. Gaflete düşmüş kindar yürekler, iyiliğin karşısında dilsizdir. Ne kadar savaşırsan savaş, bazen gücün bile kimsesizdir. Ve ölümün karşısında çoğu zaman, cesaret bile çaresizdir… Perişan bir halde bekliyordu acil servisin kapısında. Boğazında bir hıçkırık, dilinde içli bir haykırış eşliğinde. O acı haberi aldığı andan itibaren yüreği adeta yangın yerine dönmüştü. Kendisini suçluyordu Reyyan. Tehlikeyi göre göre Miran’ı engellememiş, gitmesine izin vermişti. Olacak bir şeyin önüne neden geçilmezdi ki? Neler olduğunu bilmiyordu. Miran’ı kimin vurduğunu da bilmiyordu. Dahası, Miran yaşıyor muydu? Onu da bilmiyordu. Bu bekleyiş ölümcüldü. Ölümün soğuk nefesini ensesinde hissettiğinden beri aldığı soluk, mızrakla vurulmuşçasına ciğerlerini parçalıyordu. Tatsız bir korkunun kıvılcımlarını iliklerinde hissettiğinden beri yutkunamıyordu. Şüphesiz bu anı ömrünün sonuna dek unutmayacak, zihninin bir kenarına kazıyacak ve hep hatırlayacaktı. Acil servisin önünde duran arabaya doğru koşan doktorların arkasından bakakaldı hareketsizce. Bir eli paramparça olmuş kalbinin, diğer eli tir tir titreyen dudaklarının üzerindeydi. Kıpırdayamıyordu. Ayaklarına prangalar vurulmuştu sanki. Tonlarca ağırlıkta yük binmişti omuzlarına. Sanki orada hareketsiz yatan Miran değil de, Reyyan’dı. Bu nasıl bir acıydı? Gözlerinden yağan haylaz yağmurlara rağmen yüzünde tek bir mimik oynamıyordu. İfadesizdi. Arabanın ön kapısından Azat indiğinde Reyyan’ın şaşkınlığına bir yenisi eklenmişti. Arka kapısından çıkarılan hareketsiz beden doktorlar tarafından sedyeye yatırılınca kuvvetli bir çığlık attı Reyyan. Boğazını patlarcasına, tüm şehri inletircesine! “Miraaaaaaaannnn!” Onlarca acının bir anda hücum ettiği halsiz bedenini hızla sürükledi Miran’a doğru. Bunu da mı görecekti? Sevdiği adamın kapalı gözlerine, kanlar içinde cansız yattığına da mı şahit olacaktı? Kurşun, belinin sol üst kısmına isabet atmıştı. Arkasından vurmuşlardı Miran’ı. Tıpkı yıllar önce babasına yaptıkları gibi. Tarih bir kere daha tekerrür etmişti. Ve bir Şanoğlu daha, bir Karaman’ın canına kast etmişti! Doktorların Miran’ı ameliyathaneye yetiştirme çabaları arasına bir de Reyyan’ın haykırışları eklenmişti. Gözünün hiçbir şeyi gördüğü yoktu sevdiği adamdan başka. Miran’ın üzerindeki beyaz gömleğin rengi kırmızıya, Reyyan’ın yüreği küle dönüyordu. Saçlarından alnına dökülen bir tutam, kan çekilmiş bembeyaz suratına gölge düşürmüştü. Adına şiirler yazılası kirpikleri hareketsiz, dudakları aralıktı. Reyyan elini Miran’ın yüzüne kapattı. Kana bulanmış gömleğine baktıkça aklını kaybedecek gibi hissediyordu. Etrafında onu engellemeye çalışan birilerinin varlığını duyumsuyor ama kim olduklarını idrak edemiyordu. “Yaşıyor mu?” diye haykırdı yürek parçalayan bir sesle. “Allah aşkına, yaşıyor mu?” Sorduğu soruya gelen cevapları kavrayamayacak kadar uğulduyordu kulakları. Miran’ın üzerine kapandı bir anda. Sedye hastanenin ortasında duraksamış, büyük bir kalabalık bu can alıcı manzarayı seyre durmuştu. “Ölme Miran… Yalvarırım ölme!” Kafasını bedeninden kaldırmaksızın kesik kesik hıçkırdı. Söylediklerini duymadığını bildiği halde avaz avaz bağırdı. “Yemin ederim affettim seni, ben seni affettim!” Yaptığı kötülüklere bu son mu reva görülmüştü? Çektirdiklerinin bedeli buysa, bu bedel biraz fazla değil miydi? Bu son, fazla acı değil miydi? Doktorlar Reyyan’ı geriye çekip yoluna devam ederken aynı kelimeleri tekrarlayıp duruyordu hıçkırıklarının arasında. “Yemin ederim, affettim!” Buğulu kadrajından gittikçe uzaklaşan sedyeye baktıkça başı dönüyordu. Yere çöküp ellerini şimşekler çakıyormuş gibi acıyan kafasına bastırdı. Hayır, bu gidişe dayanamıyordu. Duvarın dibine çökmüş olan bedenini zar zor kaldırıp tekrar koştu ardından. Fakat yetişemedi. Ameliyathanenin kapıları yüzüne kapandığında elleri camında asılı kaldı. “Ne olur ölme! Sonumuz böyle olmasın Miran, ne olur…” Her yer kan kokuyordu şimdi. Eli, yüzü, hatta giysileri. Hissettiği acının bir tarifi yoktu. Her zerresi, her hücresi alev almışçasına yanıyordu. Ellerinin ardından, başını da soğuk cama dayadı. Şimdi saniyeler, aldığı nefese kastedecek, sevdiği adam bu kapının ardında canıyla cebelleşecekti! Kan kokusu burnunun direğini sızlattıkça bağıra çağıra ağlama isteğini bastıramıyordu. Boğazına sızan bir şeylerin varlığı canını yakıyordu. Adını pişmanlık koydu ansızın yürek sızlatan duygusunun. Ölüm kokan solukları duyumsadıkça, kahrından ölüyordu. Neden bir kere gülmemişti yüzüne? Neden affettiğini söylememişti kulaklarına? Neden dünya gözüyle bir kez tutmamıştı ellerinden. Aklına getirmek istemiyordu fakat eğer Miran ölürse… Reyyan nasıl yaşayacaktı? Acılar canına böylesine kastetmişken aldığı nefes ona ihanet sayılmaz mıydı? Ölmezdi değil mi Miran? Ardında bıraktığı bir karısı ve daha doğmamış bir çocuğu varken, hiç zamanı değilken çekip gitmezdi değil mi? Gitmemeliydi. Affetmişti Reyyan onu, her şeyiyle affetmiş, yaptığı her şeyi unutmuştu. Kötü günleri bir bir silmişken aklından, ona ceza vermek kimin haddineydi? Ellerini soğuk camın üzerinden çektiğinde gözleri etrafı aramaya başladı. Azat’ı arıyordu yana yakıla. Çıkışa doğru yürüdü çaresiz adımlarla. Kapıya yaklaştıkça kulağına dolan gürültü, gözkapaklarında asılı kalan umutlarını öldürüyordu. Miran’ı Azat mı vurmuştu yoksa? Arda, Azat’ı görünce ortalığı birbirine katmıştı fakat Reyyan bir şey duymamıştı. Aklında fikrinde sadece Miran vardı. Kulağı ondan gelecek bir ses dışında her şeye kapalıydı. Bu yüzdendir ki kapıda kıyamet koparken onun bir şeyden haberi olmamıştı. Bedenini zor taşıyan ayaklarının sancısına aldırmadan sallana sallana çıktı acil servisin kapısından. Ara sıra düşmemek için tutunuyordu bir yerlerden. Karanlığın hakim olduğu gökyüzünde şiddetli rüzgârlar esiyor, beraberinde kar atıştırıyordu. İstanbul bugün, yürekleri bile donduracak kadar soğuktu. Gözleri Azat’ı ararken arabanın önünde beklediğini gördü. Son kez gücünü toplayıp hızlı adımlarla yürüdü Azat’a doğru. Azat, Reyyan’ı fark edince ellerini cebinden çıkarıp olduğu yerde duraksamıştı. Yüzünde bir durağanlık, gözlerinde ise suçluluk duygusu vardı. Bir daha asla yüzünü görmek istemezken, bir kez daha karşı karşıya gelmişlerdi. Bu Azat için de çok zordu. Reyyan, Azat’ın yanına gelir gelmez sıktığı ellerini sertçe indirdi göğsü üzerine. “Sen yaptın,” dedi inler gibi. Tüm acısını çıkarmak istercesine, olanca kuvvetiyle vuruyordu ancak Azat bundan etkilenmiyordu bile. Reyyan sadece kendisini yormakla kalıyordu. Azat onu bileklerinden yakalayarak durdurdu. “Yapma bunu!” dedi ismini anmadan. Adını kalbinin derinliklerinde mazi etmiş, diline de yasak kılmıştı. “Neden yaptın neden, neden, neden, neden?” Hıçkırıklarına karışan tiz sesi Azat’ı can evinden vurdu. Reyyan bir kez daha vurdu, bir kez daha. Titreyen ellerini defalarca vurdu heybetli vücuduna. Her vuruşunda gücü biraz daha tükeniyor, daha çok titriyordu bedeni. Az kalmıştı, aklını kaçıracaktı! Titremesi vücudunu ele geçirdiğinde ayakları onu taşımaz oldu, yıkıldı! Bir daha hiç kalkamayacakmış gibi… Ellerindeki ve giysilerindeki kanın kokusu burnuna doldukça bayılacak gibi hissediyordu kendini. Gözlerini kapatmak ve bir daha hiç açmamak! Belki de şu an tek dilediği buydu. “Ben affetmiştim onu,” diye mırıldandı içli ağlayışının arasında. “Allah aşkına, ne istedin canından?” Kan lekelerinin sardığı ellerini yüzüne bastırdı. “Her ne yapmış olursa olsun, değdi mi ha, değdi mi?” Yerde acıyla kıvranan Reyyan’a baktı Azat. Bu duruma nasıl geldiklerini hiç bilmiyordu, Reyyan’ın ellerindeki kan kendi üzerine de bulaşmıştı. Hiç bu kadar kirli hissetmemişti kendisini. Derin bir nefes alırken gözleri havaya kalktı. Buğulanan bakışları semayı izlerken, “Eğer,” dedi ve sustu Azat. Sanki diline kara bir kilit vurulmuştu, bir türlü konuşamıyordu. Kuruyan dudaklarını ıslattı. Download 1.36 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling