Hercai II meftun hercai II / meftun


Download 1.49 Mb.
Pdf ko'rish
bet31/68
Sana05.01.2022
Hajmi1.49 Mb.
#215120
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   68
Bog'liq
Sümeyye Koç - Meftun

Miran’ın ikinci yuvasıydı burası.
Reyyan, Miran’ın ezbere bildiği yolda ilerlerken gözlerine takılan manzarayla burkuldu. İleride bir cenaze
defnediliyor,  etrafında  birçok  insan  gözyaşı  döküyordu.  Kim  bilir  küçücük  bir  çocukken  ne  çok  ağlamıştı
Miran annesinin cenazesinin başında.
Miran hızla yol aldıkça elinden tutan Reyyan da arkasından aynı hızla ilerlemek zorunda kalıyordu. Bir süre
sonra  cenazenin  defnedildiği  yer  tamamen  kaybolmuştu  gözlerinden.  Anne  ve  babasının  yattığı  kısma
geldiklerinde Miran, Reyyan’ın elini bıraktı. İlk önce annesinin mezarına doğru yürüdü. Hemen yanında ise,
Ahmet Karaman’ın kabri vardı.
Yan yana yatan iki sevdalı yürek... Ne aşka, ne sevgiye ne de birbirlerine doğru düzgün doyamadan göçüp
gitmişlerdi bu dünyadan. Ölüm yıllarının arasında ise iki yıl vardı.
Reyyan,  Miran’ın  buraya  ne  sıklıkla  geldiğini  bilmiyordu  ancak  birilerinin  burayı  sık  sık  ziyaret  ettiği
belliydi. Toprakları ıslaktı ve üzerinde bir sürü çiçek vardı. Genç adam elleriyle temizledi toprağın üzerindeki
küçük  taşları.  Reyyan  gözlerini  Miran’ın  üzerinden  ayırmadı.  Yüzü  öyle  ifadesizdi  ki,  tek  bir  hissiyat
titreşmiyordu  çehresinde.  Hep  böyleydi  o,  içi  içinden  çıkardı  da,  canı  acıdan  kavrulurdu  da  bir  şey  belli
etmezdi.


Reyyan’ın aklına kendi öz babası geldi. Mutlaka her bayramda annesiyle birlikte giderlerdi hiç görmediği
babasının  yanına.  Onları  genellikle  Azat  götürür,  bir  köşeden  seyrederdi.  Reyyan  hiç  tanımadığı,  yüzünü
sadece  solgun  bir  fotoğraf  karesinden  tanıdığı  babasına  karşı  ne  hissedeceğini  bilemezken  annesi  sessiz
sessiz  ağlardı.  Reyyan  büyüyüp  genç  bir  kız  olduktan  sonra  annesine  hep  sormuştu.  “Neden  babamın
ölümünden  sonra  sevmediğin  bir  adamla  evlendin?”  Çünkü  biliyordu  ki  annesinin  bu  hayatta  sevdiği  tek
adam Reyyan’ın babasıydı. Hazar Şanoğlu desen, o da Reyyan’ın annesini değil, Miran’ın annesini seviyordu.
Geçmişini  anlatırken,  her  Dilşa  dediğinde  dilinin  nasıl  titrediğine  şahit  olmuştu  adamın.  Şimdi  anlıyordu
Reyyan.  Annesi  genç  yaşta  dul  kalmanın,  Hazar  Şanoğlu  ise  katil  olmanın  diyetini  ödemişti  zoraki  bir
evlilikle.
Semaya  açılan  elleri  ve  dualarda  buluşan  dilleri  bu  iki  insan  içindi.  Reyyan’ın  o  an  aklına  babası  geldi.
Kendisinin üvey babası, Miran’ın öz babası... Burada yatan iki kişinin de ölümüne sebep olan adamdı Hazar
Şanoğlu. Vicdanı kanıyor muydu yaşattığı onca acı için? Ya da bir kadının ölümüne sebep olduğu, bir adamın
canına  kastettiği  için.  Reyyan  ona  da  kızamıyordu  ki.  Cahilliğinin,  cehaletinin  kurbanı  olmuştu  yıllar
öncesinde. Ama hiçbir şey, bir insanın katil olması içi yeterli bir gerekçe değildi.
Biliyordu  ki,  kötülük  yapan  bir  insan  ömrü  hayatı  boyunca  iflah  olmazdı.  Yaşattığı  her  acı,  vicdan  azabı
olurdu içinde. Zaten bir günaha, bundan daha güzel bir ceza olamazdı. Hazar Şanoğlu yıllardır yaşayan bir
ölüydü. Onun burada yatan iki insandan hiçbir farkı yoktu.
Annesinin  kabrinin  başından  ayrılıp  babası  sandığı  adamın  yanına  geldiğinde  beyaz  mermerin  kenarına
oturdu Miran. Tek eliyle, isminin yazılı olduğu yeri sıvazladı. Reyyan, Miran’ın ne düşündüğünü bilmese de
şu an içinin kan ağladığını biliyordu. Ne çok isterdi oysa, senin baban yaşıyor diyebilmeyi.
Yanına  yaklaşıp  hemen  arkasında  durdu.  Oysa  ruhu  çoktan  sarılmıştı  sevdiği  adamın  ruhuna.  Yaralarını
okşuyor, kulağına geçecek diye fısıldıyordu o duymasa da. İçinde nükseden, boğazını yakan ağlama hissine
engel olamıyordu. Gerçeği söylemek isteyip söyleyememek ne kadar berbat bir duyguydu! Yaptığı şey doğru
ya da yanlış. Hiçbir şey bilmiyordu. Hatta belki de tamamen yanlıştı. Fakat Allah biliyor ya, bu adamın çektiği
acının iki mislini çekiyordu.
Miran’ın acı çektiğini gördükçe, içinde bir şeyler kopup gidiyordu. Tüm bu çetin hislerle mücadele ederken
sessiz  sessiz  ağladığının  ve  omuzlarının  sarsıldığının  farkında  değildi.  Yanakları  sırılsıklam  olmuştu  bile.
Miran,  Reyyan’ın  ağladığını  fark  edince  arkasını  dönüp  baktı  ve  telaşla  saçlarına  dokunarak  yanaklarını
sıvazladı.
“Reyyan,  sen  neden  ağlıyorsun?”  diye  sordu  şaşkınlıkla.  Kadınların  gebelik  süreçlerinde  sürekli
duygusallaştıklarını duymuştu çok defa ancak Reyyan şu sıralar haddinden fazla duygusaldı. Bu sebeptendir
ki, Miran ona bir şeyler söylerken iki kere düşünüyor, söyleyeceklerini önceden ölçüp biçiyordu.
Reyyan’ın  bu  soruya  verecek  bir  cevabı  var  mıydı?  Senden  gerçekleri  gizlediğim  için  vicdan  azabı
çekiyorum  mu  diyecekti?  Diyemezdi.  Miran  parmaklarıyla  sildi  Reyyan’ın  gözyaşlarını.  Sırf  kendisine
üzüldüğü  için  Reyyan’ın  ağlamasını  istemiyordu.  Birilerinin  ona  üzülmesinden  veya  acımasından  nefret
ederdi,  bu  Reyyan  bile  olsa.  “Reyyan  sana  soruyorum,”  dediğinde  ellerini  çenesine  kaydırarak  yüzünü
kendisine kaldırdı. “Sen bana üzülüyor musun?”
Reyyan kafasını salladı. Şimdi daha çok ağlamaya başlamıştı. Miran’ın şaşkınlığı boyut atlamış durumdaydı.
“Hadi, gidiyoruz,” dedi tek eliyle Reyyan’ın elini kavrarken. Arkasını dönüp son kez baktı anne ve babasının
yattığı toprağa.
“Biraz  daha  kalsaydık,”  diyerek  itiraz  etti  Reyyan.  “Sen  bana  bakma,  gerçekten.”  Ellerini  gözpınarlarına
bastırarak yaşlarını sildiğinde Miran, Reyyan’a sokulup kolunun altına aldı ve şakağına hafif bir buse bıraktı.
“Yeterince kaldık. Senin üzülmene dayanamam.”
Birlikte geldikleri yolun tersi yönünde yürüyüp mezarlıktan çıktıklarında Reyyan ağlamayı kesmişti. Miran,
onun  neye  ağladığını  bilse  böyle  teselli  etmeye  çalışır  mıydı  acaba?  Reyyan  olacaklara  ağlıyordu.  Miran’ın
yıkılışına  şahitlik  edeceği  için  ağlıyordu.  Gerçekleri  öğrendikten  sonra  geleceği  hali  düşünüyor  ve
paramparça oluyordu.
Yolun karşısında duran arabaya binip eve doğru yol aldıklarında ikisi de suskundu. Miran bu acıyı çekmeye
alışkındı,  her  mezar  ziyaretine  gelişinde  böyle  hüzünlenirdi  ama  Reyyan’ın  üzülmesine  dayanamamıştı.
Gözlerini  yoldan  çekip  Reyyan’a  baktığında  ince  bir  tebessüm  etti.  “Eve  gitmeyelim  istersen,  bir  şeyler
yapalım ne dersin?”
Reyyan,  Miran’a  baktığında  hâlâ  somurtuyordu.  “Eve  gidelim  bence,”  dedi,  bu  haldeyken  hiçbir  şey
olmamış gibi bir de eğlenebileceğini hiç sanmıyordu.
“Gitmeyelim bence.” Miran kafasına koymuştu bir kere, eve gitmeyecekti. İstikametini değiştirip ana yola
saparken,  “Sahi,  şu  sıralar  hiç  sinemaya  gitmedik  değil  mi?”  diye  sordu.  Reyyan  doğru  dercesine  kafasını
salladığında ise gülümsedi. “O zaman, sinemaya gidiyoruz.”
Reyyan, itiraz edecek gücü bulamıyordu kendinde. Hiç keyifli olmamasına rağmen sırf Miran için bu teklifi
kabul etti. Tadını çıkarmaya karar verdi çünkü bugün belki de gülüp eğlenecekleri son gündü.
***
Filmden çıktıklarında çoktan akşam olmuştu. Saat sekiz buçuk civarıydı ve Miran hâlâ eve gitme taraftarı
değildi.  Önce  yemek  yediler,  ardından  mağazalarda  dolaşmaya  başladılar.  Nihayetinde  Reyyan  da  kafasını
dağıtmayı başarmıştı. Saatler öncesinde ağlayan suratına tezat şu an şen şakrak gülümsüyordu. Zaten Miran,
Reyyan mutluysa mutluydu.
Miran’ın alışveriş poşetleriyle dolu ellerine habire yenisi ekleniyordu. Reyyan her gördüğü mağazada satın
alacak bir şey bulurken, en çok da kızına bir şeyler seçiyordu. Zaten yavaş yavaş alışveriş yapmalarının vakti
gelmişti de geçiyordu. Son olarak, bir mobilya mağazasında dolaşırlarken Reyyan’ın gözlerine çok sevimli bir


bebek  odası  takımı  takıldı.  Miran’ın  koluna  dokunup  beğendiği  takımı  gösterdiğinde,  “Sence  de  çok  güzel
değil mi?” diye sordu.
“Güzel ama...” Miran burun kıvırdı. “Sence de her şey çok pembe olmadı mı?”
Reyyan  dudaklarını  büzüp  aldıkları  poşetlere  göz  attı.  “Haklısın  galiba.”  Miran’ın  elindeki  alışveriş
poşetlerine  de  göz  gezdirdiğinde  yeni  farkına  varmışçasına  irkildi.  “Her  şeyi  pembe  almışım  gerçekten!”
Miran’a bakıp kızgınlıkla kaş çattı. “Yahu ben farkında bile değilim, beni neden uyarmıyorsun?”
Miran, elindeki poşetlerin çokluğuna aldırmadan, küçük bir çocuk sever gibi Reyyan’ın burnunu sıktı. “Öyle
güzel beğeniyordun ki inan kıyamadım.”
Reyyan  bir  şey  söylemek  yerine  sessizce  kıkırdadı  ve  arkasını  dönüp  gezintiye  devam  etti.  Bu  sefer  de
beyaz  ve  kahve  renklerden  oluşan  başka  bir  takıma  takılmıştı  gözleri.  “Peki  ya  bu?”  dedi  heyecanla.  “Bu
güzel mi?”
“Pardon!”  Reyyan  birinin  onlara  seslendiğini  işittiğinde  dönüp  arkasına  baktı.  “Efendim,  kapatıyoruz.”
Gülümseyerek  Miran’a  bakan  genç  satış  görevlisine  karşı  içten  içe  gıcık  olmadı  değildi.  Neden  kendisine
değil de, Miran’a söylüyordu ki?
“İki  dakika  daha  müsaade  eder  misiniz?”  Miran  karşısındaki  kıza  gülümseyerek  rica  da  bulunduğunda,
genç  kız  sanki  bu  rica  karşısında  erimiş  gibi  gülümseyerek  kafasını  salladı.  Reyyan,  bu  kızla  Miran’ın
birbirine  gülümseyişi  karşısında  ayar  olmuştu.  Miran  gülümseyerek  kendisine  döndüğünde  asık  suratını
düzeltmedi.
“Hadi, madem istiyorsun, bakalım hemen.”
Reyyan’ın  hevesi  uçup  gitti  bir  anda.  Yanlarındaki  kızın  yavaş  yavaş  uzaklaşmasını  seyrederken  gözleri
öfkeyle kısıldı. “Niye gülümsüyorsun sen başkasına?”
Miran’ın  kaşları  şaşkınlıkla  havalandı  o  an.  Uzaklaşan  kıza  bakarken,  “Yok  artık  Reyyan,”  dedi  gülerek.
“Kıskandın mı o kızı?”
“Gülme  başkasına,”  diyerek  omuzlarını  silkti  Reyyan.  Miran  pes  eder  gibi  gözlerini  yumduktan  sonra  az
evvel Reyyan’ın beğendiği oda takımına doğru yürüdü. “Tamam gülmem, hadi bakalım artık şuna.”
“İstemiyorum onu, vazgeçtim,” dedi Reyyan, tüm modu düşmüştü. “Rengi de bok gibi zaten.”
Miran afallamış bir halde arkasını dönüp Reyyan’a baktı. “Ne gibi, ne gibi?”
Reyyan cevap vermeksizin gözlerini devirdikten sonra mağazanın çıkışına doğru yürüdü. Miran arkasından
inanamıyormuş  gibi  bakmayı  sürdürürken  ardı  sıra  takip  etti  Reyyan’ı.  Kapıda  dikilen  satış  görevlisi  kız,
onların  çıkmasını  bekliyordu.  Miran,  nezaketen  iyi  akşamlar  dilerken  gülmemeye  gayret  etti.  Reyyan’ın
değişen ruh haline anlam vermek çok güçtü. Ah bu hormonlar...
Sırf  o  kızı  kıskandığı  için  beğendiği  bir  takımdan  vazgeçmişti.  Acaba  Reyyan  gerçekten  bu  denli  kıskanç
mıydı  yoksa  onu  bu  hale  getiren  hamilelik  miydi?  Eğer  hamilelik  değilse  Miran’ın  yandığının  resmiydi  bu
haller.
“Reyyan,  sana  inanamıyorum,”  diye  söylendi,  hızla  yürüyen  karısının  yanına  yetişmeye  çalışırken.  “Önce
beğeniyorsun, sonra vazgeçiyorsun.”
“Dedim  ya  sana,  rengi  kötü  onun.”  O  kadar  hızlı  yürüyordu  ki  Miran  ona  yetişmekte  güçlük  çekiyordu.
Zaten tüm poşetleri Miran’ın eline vermişti. “O kız benden zayıftı zaten, sinir oldum!” Miran eyvah dercesine
dişlerini  dudaklarına  bastırdı.  Burnuna  çok  tehlikeli  kıskançlık  kokuları  geliyordu.  “Sen  de  zayıfsın,”  dedi
gülmemek için yanaklarını ısırırken.
Reyyan  duraksayıp  oldukça  ciddi  bir  yüzle  baktı  Miran’a.  “Nerem  zayıf  ya  nerem?  Gitgide  manda  gibi
oluyorum.”  Genç  adam  kahkaha  atmamak  için  zor  tutuyordu  kendini.  Hayır,  Reyyan  gerçekten  kilo  alsa  içi
yanmayacaktı, sadece karnı büyüyordu. “Güzelim sen hamilesin ve sadece karnın büyüyor.”
“Bırak  ya,”  dedi  Reyyan  kısık  bir  sesle.  “Şişko  de  ve  rahatla.”  Sesinin  titreşimleri  giderek  incelmişti.
Neredeyse ağlayacak gibi bir hali vardı. Yürüyen merdivenden inip otoparka doğru yürürlerken söylenmeye
devam ediyordu. “Üç ay içinde hızla kilo alacakmışım, Nilgün Hanım öyle söyledi, balon gibi şişeceğim ben
yani öyle mi?” Bakışlarını Miran’a dikip hırçın hırçın söylendi. “Hep senin yüzünden!”
Miran ellerinde poşetlerle kollarını kaldırıp Reyyan’a hayretle baktı. “Ben ne yaptım şimdi?”
“O kıza gülümsedin!”
“Ben ona gülümsedim diye mi kilo aldın yani?”
“Evet!”
Miran  bagajın  kapağını  açıp  poşetleri  gelişigüzel  koyarken  Reyyan  hâlâ  söyleniyordu.  Miran  da
söyleniyordu  elbet  ama  kısık  bir  sesle.  “Ömrümü  yedin  Reyyan  ömrümü...”  Bagajı  kapatıp  ön  tarafa  doğru
yürüdü ve Reyyan’ın kapısını açtı. Daha sonra, dokunsalar ağlayacak gibi büründüğü suretine gülümseyerek
baktı.  “Hadi  evimize  gidelim,”  dediğinde  Reyyan  istemsiz  adımlarla  arabaya  gelip  Miran’ın  açtığı  kapıdan
içeri girdi. Miran, Reyyan’ın gergin haline baktıkça kahkaha atası geliyordu. Bir şey söylemek istemiyor ama
susamıyordu da. Bugün ona oldukça iyi gelmişti. Reyyan, Miran için stres topu gibi bir şeydi.
Reyyan’ın kapısını kapatıp diğer tarafa dolandığında sessizce söylendi. “Dipnot; kıskançlık kilo aldırıyor!”
***
Dünün  hüzünlü  başlayıp  oldukça  mutlu  bitmesi,  bugünün  hayli  stresli  olmasını  engellemiyordu.  Miran
şirketteydi  ve  dakikalardır  bulunduğu  odada  volta  atıp  duruyordu.  Sabahın  erken  saatleri  olmasına  karşın
kendini  bitkin  hissediyordu.  Kapısının  ansızın  açılmasıyla  yönünü  o  tarafa  çevirdi  ve  içeriye  giren  adama
dikti bakışlarını. Gelen Arda’ydı.
“Hayrola?”
Genç  adamın  kaşları  asabi  bir  biçimde  çatıktı.  Çünkü  Miran  ondan  gizli  saklı  işler  çeviriyordu  ve  bunlar
Arda’nın  kulağına  ulaştığında,  tüm  sakinliği  yitip  gidiyordu.  Oysa  Miran’a  rağmen  ne  kadar  da  uysal  bir


adamdı. “Sen yine ne işler peşindesin kardeşim?”
“Ne  işler  peşindeymişim?”  Kolundaki  saatin  kordonuyla  oynarken  sessiz  sakin  bir  cevap  vermişti  Miran.
Ciddi ciddi neyden bahsettiğini bilmiyordu. Acaba Arda’dan gizlediği hangi işinden bahsediyordu?
“Sarp’tan duydum,” dedi Arda sinirli sinirli. “Neydi o doktor herifin adı?” Saçlarını karıştırıp düşünürken
hatırladığı isimle parmağını şıklattı. “Fırat, Fırat...”
Miran işte şimdi yitirmişti sakinliğini. O ağzı geniş Sarp’ın yüzünü düzleyecekti birazdan. Ne diye Arda’ya
bahsediyordu  Fırat  meselesinden?  Dudaklarını  birbirine  bastırıp  sert  bir  nefes  soluduğunda  öfkeden
gözlerini yumdu. Arda’nın kendisine olan kızgın bakışlarına aldırmadan koltuğuna doğru yürüdü ve oturdu.
“Sen  ne  demeye  peşine  adam  takıyorsun  bu  doktorun,  ben  anlamadım  ki!”  Arda  Miran’ın  masasının
karşısındaki  koltuğa  kurulduktan  sonra  tek  ayağını  dizine  attı.  “Zaten  bana  nişan  gecesi  olanları  da
anlatmadın.”
Miran eline aldığı kalemi evirip çevirirken öfkesini yutmaya çalışıyordu. Evet, Fırat’ı takip ettiriyordu nişan
gecesinden bu yana. O adamdan haz etmiyordu. Çünkü o adam bir işler çeviriyordu. O gece olanlara anlam
verememesi, kapalı kapılar ardında konuşulanların ne olduğunu bilememesi Miran’ı deliye çevirmişti.
Reyyan’ın Fırat’la nasıl bir bağı olabilirdi ki? Düşünmekten delirecekti!
“Bir şeyler var Arda,” dedi gözleri kaleme takılırken. “Fırat’ın nişanlısı olacak kadın, Reyyan ve Fırat’ın bir
şeyler gizlediğinden söz etti.” Elindeki kalemi sertçe masanın üzerine bıraktığında bakışlarını Arda’ya dikti.
“Şüphe duyuyorum, anlıyor musun?”
Arda  da  şaşkındı  şimdi.  Tek  elini  yüzüne  yaslarken,  “Reyyan,”  diye  mırıldandı.  “E  ona  sormadın  mı  bu  iş
neyin nesi?”
“Sordum,” dedi sinirli sinirli. “Kaç kere sordum ama ağzından tek laf alamadım. Farkında değil ama gözleri
onu öyle bir ele veriyor ki...”
“Ne saklıyor olabilirler?” diye sordu Arda sakince. O da merak etmişti şimdi. Bir insanı tanımak için uzun
yıllara gerek yoktu. Arda, Reyyan’ı iyi tanıyordu ve onun yanlış bir şey yapmayacağını çok iyi biliyordu. Bunu
Miran’ın  da  bildiğinden  emindi.  Reyyan’ın  korktuğu  bir  şeyler  olmalıydı.  Her  ne  saklıyorsa  Miran’ı
kızdırmamak için yapıyor olmalıydı.
“Bilmiyorum  ama  öğreneceğim,”  dedi  Miran.  “Reyyan’a  soramıyorum,  ona  ya  da  bebeğe  bir  şey  olacak
korkusundan  üzerine  gidemiyorum  fakat  günlerdir  kendimi  yiyorum.”  Parmaklarını  ardı  ardına  kütletirken,
bir kez daha tekrar etti. “Öğreneceğim elbet, gerekirse o Fırat’ın...” Kapının çalınması sözlerini yarıda kesti.
“Gel,”  dedi  Miran  kapıya  bakarak.  Açılan  kapıdan  içeriye  giren  Sarp’ı  görünce  ise  öfkesi  yine  ele  geçirdi
onu. Ne zamandır emirlerine uymayıp her şeyi Arda’ya yumurtluyordu bu herif?
“Gel  şerefsiz  Sarp,  gel...”  Genç  adam  işittiği  hakaretle  olduğu  yerde  duraksayıp  korku  dolu  gözlerle
Miran’a  baktı.  Arda,  Sarp’ın  korkudan  duraksadığını  fark  ettiğinde  durumu  kurtarmaya  karar  verdi.  Zaten
öğrenmek için adamı iki saat sıkıştırmak zorunda kalmıştı, bir de Miran’ın ellerine teslim edemezdi.
“Sarp’ın  suçu  yok  Miran,”  dedi  ikna  edici  bir  tavırla.  “Ben  başka  bir  şekilde  duydum.  Hem  ne  önemi  var
ki?”
Miran  konuyu  fazla  kurcalama  taraftarı  değildi  zaten.  Sarp’ın  söylediğini  adı  gibi  biliyordu  ancak
üstelemedi. “Ne oldu?” dedi Sarp’a bakarken. Ona Fırat’la ilgili önemli bir gelişme bulmadığı sürece odasına
gelmemesini söylemişti. “Buldun mu bir şey?”
“Evet,” dedi Sarp çekimser bir tavırla. Bulmuştu bulmasına ancak nasıl söyleyeceğini bilmiyordu. Birazdan
söyleyeceklerinin Miran’a iyi gelmeyeceğini biliyordu çünkü.
“Bugün  Fırat  Bey  hastaneden  erken  çıktı  ve  biriyle  buluştu.”  Miran  ifadesiz  bakan  gözlerinin  ardındaki
meraksız adamı gizlemeyi iyi başarıyordu.
“Kimle?”  diye  sordu  tek  kaşını  kaldırarak.  Oysa  birazdan  duyacağı  isim,  tüm  dengesini  altüst  edecek,
öfkesini dibine kadar körükleyecekti. Haberi yoktu.
“Hazar  Şanoğlu,”  dedi  Sarp  bir  çırpıda.  Miran’ın  anında  kocaman  açılan  gözlerine  bakarken  tamamladı
sözlerini.
“Hazar Şanoğlu İstanbul’da. Ve Fırat denen adamla bir ilgisi var.”



Download 1.49 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   68




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling