I. uluslararasi
2.6. Nobırda (Novaborda)
Download 3.66 Mb. Pdf ko'rish
|
- Bu sahifa navigatsiya:
- 1/[176b] Beşinci sikke Priştine kurbünde Novabordadır
- 5/[181b] Evsâf-ı ma‘den-i sîm burd, ya‘nî hisâr-ı üstüvâr-ı Novaborda
- 5/[159b] Evsâf-ı (---), ya‘nî dâr-ı mücâhidân kal‘a-i Yakova;
- 3/[115b]
- Yakova
- 3/[158b] Evsâf-ı (---), ya‘nî kal‘a-i garîb Dobrakuga
- 5/[167a-167b] Anıniçün bu Mitroviçse kal‘asına kal‘a-i menhûs derler
- Kosova Mitroviçesi
- 5/[169a] Evsâf-ı (---) (---), ya‘nî (---) (---) kal‘a-i Kaçanik
- 5/[170b] Evvelâ şehrin cemî‘i imâretlerine taksîm olan kal‘a-i Kaçanikden
- 5/[170b] Andan nehr-i kebîr Vardar Arnavudlukda Kalkandelen ve İpekden
- 5/[172a] Şehr-i İpek
- Doç. Dr. Timur VURAL Niğde Üniversitesi Niğde Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı
- Anahtar Kelimeler
131
2.6. Nobırda (Novaborda) Kosova’nın doğusunda bir şehirdir. Bazı eserlerde Novaberde, Novaborda gibi isim- lendirmelerle görülen şehir Seyahatnâme’de Novaborda biçiminde zikredilmektedir. Eski dönemlerden günümüze dek dağ şekiller ve madenleriyle ünlü olan şehir ticaret yönüne de sahiptir. Şehrin madenleriyle ünlü olmasıyla ilgili Seyahatnâme’de şu ifadeler yer almaktadır: 1/[176b] Beşinci sikke Priştine kurbünde Novaborda'dır, azîm gümüşhânedir. 2/[327a] Rûmeli'nde olan gümüş ma‘denleri bunlardır kim zikr olunur Bosna hudûdunda Sirebreniçse ve Üsküp kurbunda Kıratova'da ve Priştine kurbunda Novaborda'da ve Selânik kurbunda Sidirkapsi'de ve niçe yerlerde dahi ma‘âdinler vardır ammâ rakîk damarlardır. Ammâ bu Canha şehri gü- müşhanesinin damarı bi-emrillahi Te‘âlâ yedi koldan kol kalınlığı damarlar ve cümlesi kurşumsuz hâlis gevherlerdir ve hâlâ bu şehr içre Emîn mahalle- sinde darbhânesi vardır. Novaborda şehrinin kurucusunun Sırp krallarından “Destpot” olduğunu belirten Evliyâ Çelebi şehrin fethinin II. Murat tarafından Lala Şahin Paşa ile gerçekleştiril- diğini belirtmektedir. Bu şehrin Vıçıtırın (Vuçitrin) sancağına dahil bir gümüş mer- kezi olduğunu belirten Evliyâ şehirde halen büyükçe gümüş madeni damarlarının olduğunu belirtmektedir. IV. Murat tarafından burada darphane kurulduğunu belir- ten seyyah kendisinin de buranın gümüş akçesine sahip olduğunu belirtmektedir. Fakat darphanenin artık kapalı olduğunu da söylemektedir. 5/[181b] Evsâf-ı ma‘den-i sîm burd, ya‘nî hisâr-ı üstüvâr-ı Novaborda: Lisân-ı Latin'de (---) (---) (---) (---) demekdir. Bânîsi Sırf krallarından Destpot Kral binâsıdır. Fâtihi sene 843 târîhinde Ebü'l-feth Mehemmed Hân pederi Koca Sultân Murâd Hân-ı Sânî fethidir, be-dest-i Lala şahin Paşa. Rûmeli eyâle- tinde Vuçitrin sancağı hâkinde mu‘âf u müsellem gümüşhâne emîni hâkimdir. Yüz âdem ile hidmet edüp yigirmi yük akçe iltizâmdır. Anıniçün başka 132
maktû‘ü'[l]-kadem ve mefrûzü'l-kalem hükûmetdir. Hâlâ üç kol gümüş da- marları var. Ka‘r-ı zemîninden mücrimler cevherin çıkaru[p] mu‘âf [u] mü- sellem re‘âyâlar cevheri pâk edüp emîne teslîm edüp emîn dahi huzûrunda cevherleri kal edüp fürûht ederek mîrî mâl verir, ammâ Sultân Murâd Hân-ı Râbi‘ asrında bu şehir içre darbhâne işleyüp "Azze nasrahu duribe Nova- borda" deyü sîm-i hâlis akçesi olup hakîr çok mâlik olmuşdum, ammâ hâlâ darbhânesi mesdûd olup Selânikli Cufûd Yahyâ nâm mülakkab âdem gümüş- hânesi emînidir ve Novabordalı Hilye-i şerîf mü'ellifi şâ‘ir ve mâhir Zuhûrî Efendi ma‘den kâtibidir ve bu ma‘den berekâtıyla bu şehrin ahâlîleri ankâ âdemlerdir. Ve bir hâkimi dahi yüz elli akçe pâyesiyle âlî kazâdır ve cümle (---) aded nâhiye kurâlarıdır. Kal‘a dizdârı ve yigirmi aded neferâtları ve sipâh kethüdâyeri ve yeniçeri serdârı ve harâc ağası ve muhtesibi ve bâcdârı ve şehir kethüdâsı vardır, ammâ müftî ve nakîbi yokdur. 2.7. Yakova Bugünkü Kosova’nın batısında yer alan Yakova, nüfusunun çoğunluğunu Arnavutla- rın oluşturduğu, Türk, Boşnak gibi milletlerin de yaşadığı şehirdir. Osmanlı Devletinin hâkimiyetinden çıktıktan sonra şehirdeki Türk nüfusu giderek azalmıştır. Evliyâ Çelebi Yakova şehrinin kuruluşuyla ilgili olarak bilgiler verdikten sonra şehrin fatihinin “Sarhoş İbrâhîm Paşa ceddi Gâzî Arnavud Memi Paşa” olduğunu söylemektedir. 5/[159b] Evsâf-ı (---), ya‘nî dâr-ı mücâhidân kal‘a-i Yakova; Lisân-ı Latince bu kal‘anın ismi (---) (---) (---) demekdir. Bânîsi Unguru[s] krallarından (---) kral-ı dâlldir, ammâ fâtihi sene (---) târîhinde Sarhoş İbrâhîm Paşa ceddi Gâzî Arnavud Memi Paşa feth edüp evlâd-ı evlâda ocak- lık ihsân olunmuşdur. Anıniçün hâlâ İbrâhîm Paşa bu kal‘a içre sâkin olup bir sâhib-i tab‘ sahiyyü'l-vücûd kerem-kârâ-yı dilâverândır. Yakova kalesiyle ilgili olarak da bazı bilgilerin bulunduğu bölgede Seyahatnâme’de boşluklar bulunmaktadır. Evliyâ bu bilgileri daha sonra doldurmayı düşünmüş ancak
133
ömrü vefa etmemiştir. “5/[159b] Dağlıkdadır. şekl-i muhammes şeddadî tula ve ağaç şa- rampav dolma rıhtım binâdır ve dâ’iren-mâdâr cirmi (---) adımdır.” şeklinde tarifinden sonra şehirle ilgili medreseleri, tekke dervişleri, hamamı, tüccarı, çarşısı gibi bilgileri ver- miştir 7
Yakova ile ilgili verilen bilgilerden birisi burada var olan dağlardan doğan Sava Nehri ile ilgilidir. Evliyâ Çelebi nehrin gemiyle geçildiğini ancak Tuna gibi olmadığını belirtir. Suyunun Tuna gibi lezzetli olmadığını belirten Evliyâ Çelebi, zevk sahibi kişilerin Sava Nehri’nin Tuna’ya karışmadığı yerlerden su getirdiğini belirtmektedir. Yakova’dan do- ğan bir diğer nehir ise Kırasiçe Nehri’dir. Seyyah bu nehrin Yakova ile Pejeğe dağların- dan doğarak Tuna nehrine karıştığını belirtmektedir. 3/[115b] İkincisi bu nehr-i Sava'dır. Gemiyle ubûr olunur ammâ Tuna gibi lezîz değildir. Zîrâ Kıradışka dağlarında demir me‘âdinlerine uğradığından şehr-i Belg- rad'ın sâhib-i tab‘ olan ahâlîleri nehr-i Sava, Tuna'ya mahlût olmadığı mahallerde Zimon kal‘ası cânibinden kayıklar ile sâfî Tuna suyu getirdirler. Yakova Budin yolu üzre kal‘a-i Volkovar dibinde Tuna'ya mahlût olup Yakova dağlarından gelir küçük [116a] nehirdir (…) Nehr-i Kırasiçe: Yakova ile Pejeğe dağlarından cem‘ olup Ösek'e karîb Valpova kal‘asından geçüp nehr-i Dirava ile nehr-i Tuna'ya rîzân olur. Dobrakuga kalesinin anlatıldığı bölümde bir cümlesinde seyyah Yakova şehrinin fati- hinin “Sarhoş İbrâhîm Paşa ceddi Gâzi Arnavud Memi Paşa” olduğunu tekrar etmektedir.
Kosova’nın kuzeyinde yer alan şehir Osmanlı Devletinin hâkimiyetindeyken Mitro- viça ya da Mitroviçe olarak adlandırılmaktadır. Fakat Seyahatnâme’de şehir Mitroviçse olarak ifade edilmektedir. Bu durum Evliyâ Çelebi’nin kendi tasarrufundan kaynaklıdır.
7 bk. 5/[159b] 134
Evliyâ Çelebi Kosova’nın batısında yer alan Mitroviçse kalesini de eserine konu edin- miştir. Yine bu kaleyi anlatmadan evvel I. Murat’ın şehit edilmesini anlatmıştır. I. Murat’ı şehit edenin atına binip kaçması esnasında yaşlı bir kadının ortaya çıkar ve kaçan kişinin atının tırnağından vurulması gerektiğini söylemektedir. Evliyâ Çelebi atın da kaçan kefe- renin de “demir giyimli” olduğunu aktarmaktadır. Bu olaydan dolayı Miroviçse kalesine “kal‘a-i menhûs” denildiğini belirterek kalenin tasvirini seci sanatı ile vermektedir.
Evliyâ Çelebi Mitroviçe haklının Osmanlı askerlerine verdiği ziyafeti şu şekilde aktarmaktadır:
Makedonya-Kosova sınır şeridinin kuzeyinde yer alan Kaçanik’in şehir olarak gelişimi Osmanlı Devleti ile başlamıştır. XVI. yüzyılda Koca Sinan Paşa ile şehir bugüne kadar gelen yapılarına kavuşmuştur. Koca Sinan Paşa zamanında cami, imaret, hanlar ve ha- mam bulunmaktaydı. Evliyâ Çelebi gittiği yerlerin isimlerinin etimolojik tahlillerini de yapmıştır. Her ne kadar halk etimolojisi olsa da bu tahliller dil ve folklor verisi olarak önem arz etmektedir. Etimolojik tahlillerinden birisi de bir Kosova şehri olan Kaçanik ile ilgilidir. Evliyâ’nın cümleleriyle Kaçanik’in etimolojisi şu şekildedir:
135
5/[169a] Evsâf-ı (---) (---), ya‘nî (---) (---) kal‘a-i Kaçanik Sebeb-i tesmiyesi oldur kim şehr-i Üsküb'ü bir kerre Arnavud eşkıyâları basup kaçarlar. Bu mahalle gelüp karâr-dâde olam zann edüp cümle kaçan- ları bu mahalde kırdıklarıyçün kaçanlardan galat Kaçanik derler. Seyyah Kaçanik kalesini kare taş bir bina olduğunu söyleyerek etrafının ölçüsünü ver- mektedir. Bununla birlikte kalenin sahip olduğu dizdar, asker ve top sayısını da bildir- mektedir. 5/[169a] Ba‘dehû bu boğaz ağzına nehr-i Lipense kenârında sene (---) târîhinde Fâtih-i Yemen Sinân Paşa şekl-i murabba‘ seng binâ bir sûr-ı ra‘nâ binâ edüp dâ’iren-mâdâr cirmi sekiz yüz adımdır, ammâ bir dere içinde vâki‘ olmağile etrâfında havâlesi çokdur. Dizdârı ve elli aded neferâtları ve iki topu ve bir kapusu var. Kaçanik şehriyle ilgili olarak da kırk-elli kadar evlerinin olduğunu çok fazla ev olma- dığını belirten Evliya, taşrasında da yüz adet kiremit örtülü bahçeli evlerinin olduğunu söylemektedir. Kaçanik’te bir Bektaşî dergâhının olduğunu söyleyen Seyyah, bunun bir- likte han, okul, hamam gibi yapıları hakkında da bilgi vermektedir. Kaçanik şehri ile ilgili Seyahatname’deki bilgiler şu şekildedir: 5/[169a] Derûn-ı hisârda kırk elli neferât hâneleri var, gayrı imâret yokdur, ammâ taşra varoşu yüz aded hâneleri var, cümle kiremit örtülü ve bâğçeli evlerdir. Ve bir müferrih câmi‘inin atebe-i ulyâsı üzre târîhi budur: Vallâhi Dâ‘î dedi târîhin Ma‘bed-i hûb makâm-ı Mahmûd Sene 1003 Ve bir tekye-i dervîşân-ı Bektaşîyânı var. Ve bir mekteb-i sıbyânı var. Ve bir hân-ı azîmi var, kayalar dibinde vâki‘ olmuş. Ve bir küçük hammâmı var, ammâ çârsû-yı bâzârdan bir alâmet yokdur, zîrâ şehr-i Üsküb yakındır. 136
Ve bu Kaçanik'den akan nehr-i (---) bu dereler içre cereyân ederek Gâzî İsâ Beğ kemerleriyle cereyân ederek inüp şehr-i Üsküb'ün hân u câmi‘ u hammâm u medreselerine taksîm olur azîm hayrâtdır. Ve bu Kaçanik başka kazâdır kim yüz elli akçe pâyesiyle Üskübî Veysî Efendizâde'ye mü’ebbeden ihsân olunmuşdur ve Üsküb sancağı voyvadalığı- dır. Evliyâ Çelebi Kaçanik dağlarında toplanarak Üsküp’e oradan da Vardar nehrine akan ırmağın billur temiz, berrak olduğunu belirtmektedir.
Kosova’nın kuzeybatısında yer alan İpek şehri Osmanlı hâkimiyetine girmesiyle bera- ber halkın Türkleşmesi ve Müslümanlaşması hız kazanmıştır. Mehmet Âkif Ersoy’un ba- bası İpekli Tahir Efendi de burada doğmuştur. Balkan savaşından sonra Sırbistan sınırla- rına katılan şehirde günümüzde halen birçok Osmanlı yapısı bulunmaktadır. Seyahatnâme’de Kosova’nın şehirlerinden olan İpek birkaç yerde zikrolunmaktadır. Bunlardan birisi Vardar Nehri’nin anlatıldığı bölümdedir. Bir diğeri ise Üsküp şehrinin konumunu tasvir ederken bahsedildiği bölümdedir. 5/[170b] Andan nehr-i kebîr Vardar Arnavudluk'da Kalkandelen ve İpek'den ve Pi- rizren şehirleri dağlarından cem‘ olup bu Üsküb altından ubûr edüp iner. şehr-i Köpürlü içinden dahi güzer edüp Karaferye kurbunda bir ağaç cisr altından ubûr edüp Selânik kurbunda (---) (---) nâm mahalde Akdeniz'e mahlût olur. (---) (---) (---) (---) (---) (---) (---) (---) (---) 5/[172a] Şehr-i İpek ve sancağ-ı Dukagin ve şehr-i Pirizren şehr-i müzeyyen Üs- küb'ün garbında dağlar ardında birer ikişer konak yer karîb şehirlerdir. Cânib-i kıblesine bir konak kal‘a-i Köpürlü ve iki konak şehr-i İştib'dir ve 137
cânib-i şarkında bir menzilde kasaba-i Kıratova'dır. Bir menzil dahi kal‘a-i Eğridere'dir. (---) (---) (---) (---) (---) 3. Sonuç Seyahatnâme’nin etkisinin yalnızca yazıldığı yüzyılda kalmayıp günümüzde de devam etmesinin sebebi onun Türk kültürünün yaşadığı birçok coğrafyayla ilgili çeşitli bilgiler vermesidir. Yapılan ve yapılacak olan çalışmalara kaynaklık etmesi bakımından Seya- hatnâme önem arz etmektedir. Evliyâ Çelebi gittiği yerlerle ilgili birçok bilgiyi eserine aktararak dönemindeki bilgi- lerin bugün de ulaşılabilir olmasını sağlamaktadır. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde Ko- sova ve civarı ile ilgili bilgiler azımsanmayacak boyuttadır. Seyyah bu bölgedeki yerle- şim yerlerinin, yapıların, bitki örtüsünün özelliklerini tasvir ettiği gibi bu bölgede yaşayan insanların dillerinden, giyimlerinden, geleneklerinden de bahsetmektedir. Seyahatnâme’de Kosova’nın en önemli yeri I. Kosova Savaşı’nda I. Murat’ın bir Sırp tarafından şehit edilmesiyle ilgilidir. On ciltlik eserde yalnızca dört ve dokuzuncu ciltte bu olayın aktarılmaması diğer ciltlerde çok kez tekrarı bu olayın önemini göstermesi ba- kımından ve Evliyâ Çelebi’de bıraktığı izleri aktarması bakımından önemlidir. Türk kültürünün yaşadığı ve yaşamakta olduğu bölgelerin incelenirken Seyahatnâme gibi Türk şaheserlerinin büyük bir titizlikle disiplinler arası bir yöntemle ele alınması ge- rektiği bir gerçektir.
138
Kaynakça AHMAD, Feroz, (2010), Bir Kimlik Peşinde Türkiye, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Yayın- ları, İstanbul. ATANASIJE Uročević, (1961), Iz prošlosti Muratovog Turbeta na Kosovu, Glasnik Mu- zeja Kosova i Metohije, Knjiga I, Priština, s. 233-237 DERVİŞ, Fetnan, (2007), XVIII.-XIX. Yüzyıllarda Prizren: Siyasi ve Sosyo-Ekonomik Ta- rihi, Yayımlanmamış Y. Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi. DJORDJEVİĆ, Dimitrije, (1990), The Role of St. Vitus Day in Modern Serbian History, Serbian Studies, Vol 5, 33-40. EMECEN, Feridun M., (2010), Osmanlı Klasik Çağında Savaş, Timaş Yayınları, İstan- bul. HAFIZ, Nimetullah, (1979), “Kosova Mitroviçası, Vuçitırın ve Priştine Türk Ağızlarının Başlıca Özellikleri”, Çevren, VI/1-2, Mart-Haziran 1979, Priştine, 1979, s. 75-91. HALASİ-KUN, T., (2015), Dilbilimci Olarak Evliyâ Çelebi, (Çeviren: Erkan HİRİK), Turkish Studies - International Periodical for the Languages, Literature and His- tory of Turkish or Turkic Volume 10/8 Spring 2015, p. 1355-1364. KUTLU, Sacit (2007), Milliyetçilik ve Emperyalizm Yüzyılında Balkanlar ve Osmanlı Devleti, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. MENGİ, Mine, (1995). Mesîhî Dîvânı, Ankara: AKM Yay. ŠABANOVIĆ Hazim (1979), Evlija Čelebi i njegov putopis, Veselin Maslesa, Sarajevo. TÜRBEDAR, Erhan, (2007), Balkanlardaki Türk ve Müslüman Varlığının Sembolü, Yel Dergisi, Sayı 3. UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, (2011), Osmanlı Tarihi, I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Ba- sımevi, Ankara.
139
ANADOLU’DA MÜZİKLE TEDAVİNİN ÜÇ ÖNEMLİ MERKEZİ: AMASYA EDİRNE VE KAYSERİ
Doç. Dr. Timur VURAL Niğde Üniversitesi Niğde Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı feyzan_goher@yahoo.com trvural@yahoo.com
Türkler binlerce yıllık geçmişleri boyunca, birbirinden önemli kültür merkezleri kurmuşlar ve bu merkezlerde eşsiz eser- ler, değerli çalışmalar ortaya koymuşlardır. Savaşlar, tabiat şart- ları ve Türkün doğasında olan fethetme arzusu gibi nedenlerle pek çok kez göç etmiş olan Türkler, gittikleri her yere müziklerini de beraberlerinde götürmüşlerdir. Müzik, Türkler için doğarken ezan ya da daha eski dö- nemlerde Umay Ana’ya yakarı ilahisi, bebekken ninni, çocukken tekerleme, düğünlerde şarkı, savaşlarda marş, ölümlerde ağıt, hastalıklarda da derman olmuştur. Müziğin fiziksel ve ruhsal sı- kıntılara iyi geldiği düşüncesi, Türklerde uzun bir geçmişe dayan- maktadır. Zaman ilerledikçe bilimsel çalışmalar artmış, makam- ların insan sağlığı üzerindeki etkileri detaylı şekilde araştırılmış- tır. Bu araştırmaların önemli merkezleri arasında Amasya, Edirne ve Kayseri’yi zikretmek mümkündür. Günümüzde Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi içinde yer alan 1204-1206 yıllarında Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından inşa ettirilmiş olan Kayseri’deki Darüşşifa, Sabuncuoğlu Şerefeddin Tıp ve Cerrahi Tarihi Müzesi içinde yer ve İlhanlı hükümdarı Sul- tan Mehmet Olcaytu ve hanımı Uduz Hatun adına 1308-1309 yıl- larında yaptırılan Amasya’daki Darüşşifa; Sultan II. Bayezid Kül- liyesi ve Sağlık Müzesi içinde yer alan 1488’de II. Bayezid tara- fından inşa ettirilen Edirne’deki Darüşşifa, müzikle tedavi tarihi- mizde çok önemli yapılardır. Bu önemden hareketle araştırmada, Anadolu müzik tedavi merkezleri içinde yer alan Kayseri, Amasya ve Edirne ele alınmıştır. Çalışmada literatür taramasının yanı sıra, söz konusu Darüşşifalara gidilerek yerinde inceleme gerçekleştirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Müzikle Tedavi, Kayseri, Amasya, Edirne, Darüşşifa, Bimarhane, Türk Müziği, Makamlar, Müziko- loji
140
Giriş Müziğin yatıştırıcı etkisini, ilham verici ve canlandırıcı özelliğini keşfeden insan- lar, yüzlerce yıldır müzikten tedavi amacıyla faydalanmışlardır. Duyguları harekete ge- çirmede, kişiyi heyecanlandırmada ya da sakinleştirmede büyük bir etkiye sahip olan mü- zik, farklı ritimler, melodiler ve kimi zaman etkileyici sözler eşliğinde hastaların şifaya kavuşturulması için kullanılmıştır (Pavlicevic ve Wood 2005: 18; Grebene 1978: 6; Erer ve Atıcı 2010:29). Günümüzde müzikle tedavi veya müzik terapi olarak adlandırılan bu yöntem, çok eski dönemlerden beri, pek çok medeniyette görülmüştür. Bilhassa Türkler, müziğin sağaltım (tedavi edici) özelliğinden, Kamlık inanışı (Şamanizm) çerçevesinde uzun yıllar faydalanmışlardır. Davulu eşliğinde ilahiler söyle- yen kamlar (şamanlar) hastalıkları tedavi etme ve hastayı rahatlama gibi görevlere sahip- tiler (Vural Göher 2015: 124). İnanç ile birlikte şekillenmiş olan bu seanslar, günümüz uygulamalarının bilimselliğinden uzak olsa da, müziğin insan sağlığı ile bağlantısının keşfedilmesi açısından son derece önemlidir. Türkler zaman ilerledikçe, bu tedavi şekil- lerini bilimsel dayanaklara göre ve tıbbi müdahalelere eşlik edecek şekilde geliştirmişler- dir.
Ortaçağda, Batılıların ruh hastalarını birer hasta olarak kabul etmeyip onlara iş- kence yaparak öldürdükleri dönemlerde, Türkler onları hasta olarak kabul etmiş ve iyi- leştirmek için çeşitli yollar aramışlardır. Müzik de ruh sağlığı için çok önemli araçlardan birisi olarak kabul görmüştür. Farabi, müzikten anlamayan bir hekimin tıpta bilgin ve mesleğinde yetkin olamayacağını belirtmiştir. İbn Sina ise “Kitabü’ş Şifa” adlı eserinde, “Tedavinin en iyi ve en etkili yollarından biri hastanın aklî ve ruhî güçlerini artırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, ona en iyi musikiyi dinletmek ve onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir” diyerek, müziğin tedavi sürecinde hastaya ver- diği güçten söz etmiştir (Şevki 1991: 22; Erer ve Atıcı 2010: 30). Selçuklular ve Osmanlılar zamanında da müzik, tedavinin önemli araçlarından bi- risi olarak kabul görmüştür. Darüşşifalarda akıl hastaları müzikle tedavi edilmişlerdir. Ancak pek çok alanda olduğu gibi XVIII. yüzyılın sonu XIX. yüzyılın başlarından itibaren, Avrupa ve Amerika bu alanda da önderliği ele geçirmiştir. Avrupa ve Ame- rika’da müzik terapi konusunda çalışmalara hız verilmiş; planlı, disiplinlerarası iletişime dayalı, çok yönlü terapi sistemleri geliştirilmiş ve geliştirilmeye devam edilmektedir.
141
Örneğin Mössler ve arkadaşlarının 483 katılımcı üzerinde gerçekleştirdikleri ça- lışma sonucunda, müzikle terapinin şizofreni hastalarının algılamaları, genel tutumları ve sosyal uyumlarında büyük ölçüde olumlu değişim yaşandığı tespit edilmiştir (Mössler ve diğerleri 2011) . Mary Priestley tarafından geliştirilen ve Freud, Jung ve Klein gibi psi- kanalitik kavramlara dayanan Analitik Müzik Terapi klinik teorisi de moral, düşünme ve içgüdüsel boyutlardaki çalışmalarda kullanılmakta; bireylerin içsel yaşantıları ve diğer kişilerle olan ilişkilerine yönelik başarılı araştırmalarda rol oynamaktadır (Eschen 2005: 34). Günümüzde müzik terapistleri, müziğin insanlar üzerindeki bu büyük gücünü sık sık palyatif bakımda kullanmaktalar. Palyatif bakımda müzikle tedavi son derece değer- lidir (Pavlicevic ve Wood 2005: 18). Palyatif bakım, Dünya Sağlık Örgütünün yapmış olduğu tanıma göre, yaşamı tehdit eden hastalığa bağlı olarak ortaya çıkan problemlerle karşılaşan hasta ve ailede, ağrının ve diğer problemlerin, erken tanılama ve kusursuz bir değerlendirme ile belirlenmesi; fiziksel, psikososyal ve manevi gereksinimlerin karşılan- ması yoluyla acı çekmenin önlenmesi ve hafifletilmesine yönelik uygulamaların yer al- dığı ve
yaşam kalitesini geliştirmenin amaçlandığı bir yaklaşımdır (http://www.igkh.gov.tr). 1997’den beri çocukların palyatif bakımında çalışan Catherine Sweeney-Brown, derin fiziksel ve bilişsel engelli çocuklarla yapılan çalışmaların düzenli devam etmesinin zorluğundan söz etmektedir. Böylesi çalışmaların öncesinde düzenli bir planın yapılması, her çocuğun durumuna göre çalışmaya şekil verilmesi, başarıya ulaşmak için büyük önem taşımaktadır. Müzik terapi seansları, hastanın tedavisinde kullanılan ilaç dönemleri, za- man çizelgesi, karmaşık beslenme rejimleri, doktor tavsiyeleri ve diğer tıbbi prosedürlerle uyum içinde olmak durumundadır. Kimi zaman oksijene bağımlı, kimi zaman başka ağır tedavi altındaki kişilerle çalışmak, büyük bir özveri ve bilgi birikimi gerektirmektedir (Pavlicevic ve Wood 2005: 47-48). Brown tarafından bakımevindeki hasta çocuklarla gerçekleştirilen müzik terapisi sonucunda, beyin felci geçirmiş çocukların kas spamz- larında azalma, soluk alışverişlerinde düzelme; diğer pek çok rahatsızlığa sahip çocuk- larda rahatlama, solunumun düzene girmesi sonuçlarıyla karşılaşılmıştır. Ayrıca doğum sırasında ağrıların azaldığı da 2003 yılında BUPA tarafından belgelenmiştir. Bunların dı- şında The Journal of Pain and Symptom Management adlı dergide, Bailey’in, müzik te- rapisi gören hastaların daha az ağrı çektikleri ve daha az ağrıkesiciye ihtiyaç duyduklarını 142
belgeleyen çalışması yayınlanmıştır. (Pavlicevic ve Wood 2005: 49-50). Şüphesiz örnek- leri arttırmak mümkün. Bugün dünyada müzikle tedavinin kültürel bir terapi aracı olarak kullanılması, uygulama alanının genişletilmesine ilişkin yapılan çalışmalar, yeni model oluşturmaya yönelik hareketler, teorik zeminine ilişkin araştırmalar sürdürülmektedir (Pavlicevic ve Ansdell 2004: 92-93). Klinik uygulamalarda araştırmanın ilerlemesi ve başarıya ulaşabil- mesi için yöntem desteği şarttır. Bu nedenle müzik terapistinin tıbbi prosedürlerden ha- berdar olması ve tıbbi kökenli araştırmacılarla birlikte çalışması önemlidir (Ghetti 2012: 3).
Ayrıca müzikal seslerin iyileştirici etkisi, çeşitli meditasyon biçimlerinde önemli bir yöntem olarak hızla yaygınlaşmaktadır. Burada sadece ritim ve sabit bir ses ile ya da ritim ve melodi ile çalışmalar denenebilmektedir (D’angelo 2007: 23).
Yukarıda söz konusu meditasyon çalışmalarında kullanılabilecek müzikal bir mo- tif görülmektedir. Bu örnekte ses aralığı, kadın ve erkek için uygun olup, melodik zorluk da içermediği için içsel rahatlamaya imkân sağlayacak bir yapıdadır. Bu çalışmalarda aynı melodi, değişik sözlerle söylenebilmektedir. Örneğin farklı dine mensup kişilerin, daha derinden etkilenmesi ve rehabilite olması için, kendi dinlerine ait kelimeler kullanılmaktadır. Hallelujah ya da Allah Hu gibi (D’angelo 2007: 130). Bu ve benzeri çalışmaların gelişmesinde Amerika ve Avrupa’daki 3 yıl eğitim + 2 yıl hastane stajı programlarına sahip müzik terapi okullarının varlığı önem taşır. Batı dünyasının bu noktaya gelmesinde, XVII. yüzyıla kadar Türklerin gerçekleştirdikleri mü- zikle tedavi uygulamalarını incelemeleri ve bunu geliştirmeleri son derece etkin rol oy- namıştır (Çoban 2014). Müzikle tedavi, Türk hekimliğinin en önemli sembollerinden iken, XVII-XVIII. yüzyıllardan sonra terk edilmiştir. Günümüzde filizlenen yeni çalış-
143
malar ise ümit verici gözükmekle birlikte, daha büyük başarılara ulaşılabilmesi ve yay- gınlaşabilmesi için teorik alt yapısı güçlü, planlı, disiplinlerarası zeminli bir boyuta sahip olmak büyük önem taşıyacaktır. Bununla birlikte müzik terapi üzerine odaklanan Tümata Grubu, yeni kurulmuş olan Müzik Terapi Derneği gibi kuruluşlar ve zihinsel ve fiziksel engelli çocuklara yöne- lik araştırmalar, sürekli dikkat gerektiren işlerde çalışanlara yönelik müzik yayını gibi bazı çalışmalar, ülkemizde konuya ilginin giderek arttığını göstermektedir. Türk ve dünya tıp tarihinde böylesine önemli bir yeri olan müzikle tedavi, Sel- çuklu ve Osmanlılarda hangi merkezlerde gerçekleştirilmiştir? Türkiye Selçuklu Devleti’nde darüşşifalar, bilgi ve beceriye sahibi hekim ve sağ- lık kadrosuna sahiptiler. Bunların içinde 1217’de inşa edilen Sivas’taki Keykâvus Darüş- şifası, 1217-1236’da yaptırılan Konya Darüşşifaları, Divriği’deki Turan Melik Darüşşi- fası (1228), Çankırı’daki Selçuklu Emirlerinden Atabey Ferruh Darüşşifası (1235), Kas- tamonu’da Ali Pervane’nin Darüşşifası (1272) Tokat’taki Pervane Bey’in Darüşşifası (1275) sayılabilir (Kemaloğlu 2014: 3-4). Yine Selçuklular ve onları takip eden Osmanlılar zamanında önde gelen diğer merkezler içinde, Şam’da 1154 yılında Türk Atabegi Nureddin Zengi tarafından yaptırı- lan ve XVII. yüzyılda Evliya Çelebi tarafından ziyaret edildiğinde, hala günde üç defa güzel sesli hanendeler ve sazendelerin fasılları eşliğinde müzikle tedavi yapılan hastane (Ak, 2006:142), 1204-1206 yıllarında Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından inşa ettirilmiş olan Kayseri’deki Darüşşifa, 1308-1309 yıllarında yaptırılan Amasya’daki Darüşşifa, 1470’te İstanbul’da inşa edilen Fatih Darüşşifası, 1484-1488’de II. Bayezid tarafından inşa ettirilen Edirne’deki Darüşşifa, 1557’de Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a yaptırdığı Süleymaniye Darüşşifası’nı saymak mümkündür. Ayrıca Bursa ve İstan- bul’daki çeşitli medrese ve hastanelerde de müzikle tedavi yapıldığı söylenebilir. Osmanlı döneminde Topkapı Sarayında bulunan Enderun’da yer alan hastanede müzikle tedavi yapıldığını İstanbul’u 1675 yılında ziyaret eden Baron J.B. Tavernier’in notlarında görmekteyiz (Ak 2006: 41). Elbette bu örnekleri arttırmak mümkündür. Bizim bu araştırmada öne çıkarmak istediklerimiz ise Kayseri, Amasya ve Edirne’deki darüşşifalardır.
|
ma'muriyatiga murojaat qiling