Kolon anastomozlarinda emilebiLİr cerrahi bariyer film kullaniminin anastomoz güvenliĞİ Üzerindeki etkiSİ


Download 380 Kb.
Pdf ko'rish
bet4/5
Sana09.03.2017
Hajmi380 Kb.
#2000
1   2   3   4   5

2.8. ANASTOMOZ KAÇAKLARINA YAKLAŞIM

Nedeni  ne  olursa  olsun,  bağırsak  muhtevasının  sızması  bir  dizi  olayın 

başlamasına  yol açar;  lokalize  enfeksiyon,  abse  oluşumu,  fistül  gelişmesi  vs. 

tedavinin  planlanmasında fistül debisinin miktarı  çok önemlidir. Buna  göre 24 

saatte:

• <200 ml olan fistüller düşük debili



• 200-500 ml olan fistüller orta debili

• >500 ml olan fistüller yüksek debili olarak sınıflandırılmışlardır.



2.8.1. Kolon Anastomoz Kaçakları

Bu  kaçakların  oluşumunda  anastomoz  hattında  gerginlik,  yetersiz 

kanlanma, hastanın  diabetik  olması  veya  kortizon  kullanması  ya da  genel 

durumun bozuk olması gibi lokal ve sistemik faktörler rol oynar.



40

Anastomoz  defekti  küçükse  perianastomotik  infeksiyon  sınırlı 

kaldığından hastada ateş, lökositoz, karın ağrısı ve bulantı şeklinde klinik tablo 

ortaya çıkar. Tanı için suda eriyen opak madde rektal yoldan verilerek tomografi 

eşliğinde  kaçak  saptanır.  Bu  tür hastalarda  cerrahi  işleme  gerek  kalmadan 

antibiyotik ve destek tedavisi ile bir hafta içinde düzelme sağlanır (51).

Sağ, sol ve transvers kolon anastomozlarından olan kaçaklar aspirasyon, 

lavaj, drenaj  ve  kolonun  eksteriorizasyonu  ile  tedavi  edilir.  Aşağı  anterior 

rezeksiyondan sonra oluşan  büyük kaçaklarda ise  anastomoza  en  yakın yerden 

proksimal saptırıcı kolostomi yapılır. Anastomozun tam kat ayrıldığı durumlarda 

aynı şekilde drenaj ve sonrasında Hartmann prosedürü ile tedavi uygulanır (51).


41

2.9. EMİLEBİLİR CERRAHİ BARİYER FİLM

Emilebilir  cerrahi  bariyer  film  (TissuePatch™3,  Tissuemed®-İngiltere), 

doku  yüzeyine  kimyasal  bağ  oluşturarak  bağlanması  için  reaktif  polimerler 

içeren; dış yüzeyi, kullanımını ve post-operatif yapışıklıkları engellemek amaçlı 

hidrofobik ve yapışkan olmayan bir yapıya sahip, birleşik çok katmanlı bir doku 

yamasıdır (Şekil 4).



Şekil 4: Emilebilir cerrahi bariyer film

≤40µm kalınlığı olan bu dört katmanlı materyal, poly(lactide-co-

glycolide) (22.6% w/w) ve poly(N-vinyl-pyrrolidone50-co-acrylic acid25-co-N-

hydroxysuccinimide ester of acrylic acid25) “Terpolymer” (72.4% w/w) 

katmanlarından oluşmuş olup <0.01% w/w Metilen Mavisi içerir. Yapısı ve 

yapışma/dolgu mekanizması Şekil 5’te gösterilmiştir.



42

Şekil 5: Yapısı ve yapışma/dolgu mekanizması (52)

İyonik çekim ve kovalent 

bağlanma 

1. Karboksilik asit 

gruplarının 

elektrostatik 

etkileşimle ilk 

tutunması

2. Karboksilik asit 

gruplarının kovalent 

kimyasal bağ 

oluşturmak için 

fonksiyonalize 

olması


Doku yüzeyi

3. Doku yüzeyinin 

aminler ve diğer 

nükleofilik yapılar 

içeren zengin protein 

grupları


1.Adım: Uygulama

4. Doku yaması dokuya 

yerleştirdikten sonra 

orta kuvvette 

uygulanacak 

baskıyla tüm yüzeye 

temas eder

2.Adım: 30 saniye içinde 

hızlı yapışma ve dolgu

5. Doku yaması ile 

doku arasında hızla 

amid bağları oluşur 

6. Doku yaması çok 

güçlü bir şekilde 

yapışarak doku 

yüzeyi ile bir olur ve 

böylece hava, kan 

ve/veya sıvı kaçağını 

engeller.


43

3. GEREÇ VE YÖNTEM

Bu  çalışma  Marmara  Üniversitesi  Tıp  Fakültesi  Deneysel  Araştırma  Ve 

Hayvan  Laboratuarı’nda  gerçekleştirilmiştir.  Çalışma  öncesi  Marmara 

Üniversitesi Tıp Fakültesi Deney Hayvanları Araştırma Etik Kurulu’ndan proje 

onay formu  alınmıştır. Çalışma süresince, 1964 Helsinki Deklerasyonu’nda yer

alan  laboratuar  hayvanlarının  bakım  ve  kullanımına  dair  kurallar  titizlikle 

uygulanmıştır. Sıçanlar, üstü paslanmaz metal kapaklı, yanlarında havalandırma 

pencereleri  bulunan  standart  plastik  kafeslerde  beşerli  gruplar  halinde 

yaşatıldılar. Kafeslerin  tabanı  odun  talaşı  ile  kaplıydı ve  bu  talaş  hergün 

değiştirildi. Kafeslerin bulunduğu ortam normal oda sıcaklığına ve nemine sahip 

olup,  sürekli havalandırma  yapılmaktaydı.  Su  ve  yem  kapları  standart  üstten 

geçmeli  plastik  kaplar olup,  beslenme  küçük  laboratuar  hayvanları  için  özel 

olarak üretilmiş standart pellet yemle yapıldı.

3.1. Çalışmanın yöntemi

Çalışmamızda  40  adet  Norveç  Wistar  Albino  türü  dişi  sıçan  kullanıldı.

Sıçanlar  ortalama  3  aylıktı  ve  250-300  gr  ağırlığındaydı  (ortalama  278 gr).

Hayvanlar  kontrol  ve  deney  grubu  olmak  üzere  iki  eşit  gruba  ayrıldı.  Kontrol 

grubu  olan  ve  konvansiyonel  metodla  (sütürasyonla)  kolo-kolonik  anastomoz 

yapılan 20 sıçandan 10 tanesi (Grup 1) post-op 3.gün, diğer 10 tanesi de (Grup 

3) post-op 7.gün sakrifiye edilerek anastomoz hattı piyesleri üzerinde önce doku 

patlama basıncı testi yapıldı. Daha sonra bu dokular hidroksiprolin düzeylerinin 

ölçülmesi  için  biyokimya  laboratuarına,  fibroblastik  aktivite  ve  bağ  doku 

düzeylerinin  ölçülmesi  için  patoloji  laboratuarına  gönderildi  ve  sonuçta  elde 

edilen  değerler  konvansiyonel  metodla  (sütürasyon)  yapılan  kolo-kolonik 

anastomozlar için baz değer alındı. Aynı işlemler deney grubu olan ve emilebilir 

cerrahi  bariyer  film  kullanılarak  kolo-kolonik  anastomoz  yapılan  diğer  20 


44

sıçandan  post-op  3.gün  sakrifiye  edilen  10  tanesi  (Grup  2)  ve  post-op  7.gün 

sakrifiye edilen diğer 10 tanesi (Grup 4) için de uygulandı. Sonuçta elde edilen 

değerler, kontrol grubunda elde edilen değerlerle, her parametre için istatistiksel 

olarak Mann-Whitney U testi ile karşılaştırılarak, kontrol grubu ve deney grubu 

arasında  anlamlı  fark  olup  olmadığı  ortaya  kondu.  p<0.05  istatistiksel  olarak 

anlamlı kabul edildi.

3.2. Deney Protokolü

Hayvanlar  operasyondan  4  saat  önce  şekerli  su  diyetine  tabi  tutuldu  ve 

son 1 saat susuz bırakıldı. İntraperitoneal olarak 100 mg/kg ketamin (Ketalar®,

Parke-Davis  &  Co., USA) uygulanarak  genel  anestezi  sağlandı.  Operasyon 

sahası  traşını  takiben,  povidon  iyot  ile  operasyon  sahasında antisepsi  sağlandı

(Şekil 6). No:15 bistüri ile orta hat insizyonu ile batına girilerek tüm sıçanların 

proksimal  kolonlarına,  ileoçekal  valfin  2  cm  distali  seviyesinde  tam  kat  kesi 

yapıldı (Şekil 7). Kontrol grubundaki 20 sıçanın anastomozu, yuvarlak iğneli 5/0 

ipekler  kullanılarak  Gambee  sütürlerle  tek  kat  üzerinden  yapıldı  (Şekil  8,9). 

Deney  grubundaki  20  sıçanın  kolonu  da  emilebilir  cerrahi  bariyer  film  ile 

sarılarak  anastomoze  edildi  (Şekil  10).  Daha  sonra  keskin  iğneli  4/0  ipeklerle 

fasya ve cilt sütüre edilerek batın kapatıldı.



Şekil 6:  Operasyon sahasının traşını takiben dezenfeksiyonu

45

Şekil 7: Proksimal kolonda tam kat kesi

Şekil 8: Kolon anastomozunun yapılışı.

46

Şekil 9: Tamamlanmış kolon anastomozu

Şekil 10: Doku yaması ile yapılan kolon anastomozu

Operasyon  sonrasında  hayvanlar  beşerli  gruplar  halinde  kafeslerde 

yaşatıldı. Tüm gruplara standart sıçan  yemi  ve  su  verildi.  Kafesler normal oda 

ısısı ve nemine sahip ortamda tutuldular. 

Grup 1 ve 2‘deki denekler post-op 3.gün, Grup 3 ve 4’teki denekler post-

op 7.gün genel anestezi altında tekrar açıldı ve önceki operasyonda anastomoze 

edilen  proksimal  kolon  segmenti,  anastomoz  hattının  proksimalinde  ve 

distalinde 2.5 cm sağlıklı kolon dokusu olacak şekilde rezeke edilerek çıkarıldı. 

Takiben sıçanlar e

ksanguinasyon yöntemiyle 

sakrifiye edildi. 


47

Gruplardan elde edilen piyesler üzerinde önce anastomoz patlama basıncı 

testi  uygulandı.  Daha  sonra  biyokimyasal  olarak  hidroksiprolin düzeyi  ölçümü 

testleri yapılmak üzere piyeslerin anastomoz hattını içeren 1 gr’lık spesimenler

hazırlanarak  %40’lık  formaldehid  solüsyonu  içerisinde  +4°C’de  saklandı. 

Histopatolojik incelemeler için piyeslerin anastomoz hattını içerecek şekilde 2x1

cm’lik  spesimenler  hazırlanarak  %40’lık  formaldehid  solüsyonu  içerisinde 

+4°C’de saklandı.

  

3.3. Anastomoz patlama basıncı ölçümü:

Rezeke  edilen  tüm  barsak  segmentlerinin distal  ucu  2/0 ipekle  sıkıca 

bağlandı. Proksimal uçtan lümen içine polietilen kateter sokularak bu kateterin 

diğer  ucu  bir  transducer  ve  hava  pompasına  bağlandı.  Böylece  intralüminal 

basıncın  milimetre  civa  (mmHg)  olarak  görülebilmesi  için gereken  düzenek 

sağlanmış oldu (Şekil 11). Barsak segmenti içi su dolu bir kap içine sokularak

2ml/dk  hızla  lümen  içine  hava  verildi.  Anastomoz  hattından  ilk  hava  çıkışı 

anastomoz patlama basıncı olarak kaydedildi.



Şekil 11: Patlama basıncı ölçme düzeneği

48

Ölçülen  patlama  basıncı  değerleri  Mann-Whitney  U  testi ile  analiz 

edilerek istatistiksel olarak gruplar arası anlamlı bir fark olup olmadığı ölçüldü.

3.4. Doku hidroksiprolin düzeyi tayini

Hidroksiprolin  miktar  tayini  Yüksek  Performans  Sıvı  Kromatografisi

(HPLC:  High-performance  liquid  chromatography)  yöntemiyle  yapıldı.  Alınan 

dokular  121◦C  ısıda  HCl  ile  muamele  edilerek  homojen  hale  getirildi  ve  elde 

edilen materyalden ekstraksiyon yapıldı. Sonuçlar mg/ℓ olarak elde edildi.

Elde edilen değerler Mann-Whitney U testi ile analiz edilerek istatistiksel 

olarak gruplar arası anlamlı bir fark olup olmadığı ölçüldü.

3.5. Histopatolojik inceleme

Histopatolojik  incelemeler,  Dr.Lütfi  Kırdar  Kartal  Eğitim  ve  Araştıma 

Hastanesi  Patoloji Bölümünde  gerçekleştirildi.  İncelemeler  aynı  patolog 

tarafından  yapıldı. Piyesler  parafin  blokta  hazırlanıp,  ince  kesitleri 

“haemotoxylin-eosin” (H-E)  boyası  ile  boyanarak  ışık  mikroskopu  altında 

incelendi ve görüntüler bilgisayar yardımıyla kayıt edildi.

Anastomoz  hattının

histopatolojik  evrelendirilmesi  Ehrlich-Hunt 

Modeli’ne göre  yapıldı (53).  Bu  modelde değerlendirme  kriterleri:  İnflamatuar 

hücre, fibroblast, neovaskülarizasyon ve kollajen miktarıdır (Tablo 3).



49

Tablo 3: Ehrlich-Hunt Modeli

Evre

İnflamatuar hücre / Fibroblast / Neovaskularizasyon / Kollajen

1

2

3

4

Az miktarda ama dağınık olarak var

Az miktarda ve her alanda var

Çok miktarda ama dağınık olarak var

Çok miktarda ve her alanda var

Elde  edilen veriler Mann-Whitney U testi  ile analiz edilerek istatistiksel 

olarak gruplar arası anlamlı bir fark olup olmadığı ortaya kondu.


50

4. BULGULAR

Gerek operasyon aşamasında, gerekse piyesler alınana kadar geçen sürede 

ölen hayvanlar çalışma dışı bırakılmıştır.

Anastomoz  basıncı  ölçümü  sırasında  tüm  gruplardaki  deneklerin 

anastomozları  patlamış  olup,  ortalama  patlama  basınçları sırasıyla  Grup  1’de 

33,0±9.49 mmHg, Grup 2’de 58.0±10.33 mmHg, Grup 3’te 146±15.06 mmHg, 

Grup  4’te  190.0±25.82  mmHg  idi. Gruplarda  elde  edilen  anastomoz  patlama 

basıncı değerleri Tablo 4’te ve grafiği Şekil 12’de gösterilmiştir. Bu sonuçlara 

göre  anastomoz  patlama  değerlerinde  emilebilir  cerrahi  bariyer  film  kullanılan 

grupların (Grup 2, 4) lehine bir artış olduğu ve istatistiksel olarak hem Grup 1 ve 

2  hem  de Grup  3  ve  4  arasında  anlamlı  fark  olduğu  görülmüştür (p<0.05)    

(Tablo 5). 



Tablo 4: Anastomoz patlama basıncı ölçümü sonuçları

Grup 1

Grup 2

Grup 3

Grup 4

Denek 1

40 mmHg


60 mmHg

120 mmHg


170 mmHg

Denek 2

30 mmHg


70 mmHg

140 mmHg


180 mmHg

Denek 3

30 mmHg


50 mmHg

130 mmHg


200 mmHg

Denek 4

40 mmHg


60 mmHg

150 mmHg


190 mmHg

Denek 5

20 mmHg


70 mmHg

160 mmHg


220 mmHg

Denek 6

50 mmHg


40 mmHg

140 mmHg


160 mmHg

Denek 7

40 mmHg


50 mmHg

150 mmHg


150 mmHg

Denek 8

20 mmHg


60 mmHg

160 mmHg


230 mmHg

Denek 9

30 mmHg


70 mmHg

170 mmHg


210 mmHg

Denek 10

30 mmHg


50 mmHg

140 mmHg


190 mmHg

51

0

50



100

150


200

250


mmHg

Grup 1


Grup 2

Grup 3


Grup 4

Şekil 12: Anastomoz patlama basıncı ölçümü grafiği

Tablo  5:  Gruplardaki  ortalama  anastomoz  patlama  basıncı  değerleri  ve 

istatistiksel analizlerinden elde edilen p değerleri. 



Patlama Basıncı (mmHg)

P

Grup 1

33.0±9.49

Grup 2

58.0±10.33



0.0001

Grup 3

146.0±15.06



Grup 4

190.0±25.82



0.0003

Anastomoz hattının rejenerasyonu değerlendirmek amacıyla Ehrlich-Hunt 

modeline göre yapılan histopatolojik evrelendirmeye göre Grup 1 ve Grup 2’de 

ölçülen  tüm  parametreler  (inflamatuar  hücre,  fibroblastik  aktivite, 

neovaskülerizasyon,  kollajen) hafif derecelerde (1-2) iken, Grup 3 ve Grup 4’te 

özellikle inflamatuar hücre infiltrasyonunun, fibroblastik aktivitenin ve kollajen

liflerin yoğun (3-4) olduğu görülmektedir (Tablo 6). Histopatolojik incelemeye 

örnek mikroskopik görüntüler Şekil 13,14,15 ve 16’da gösterilmiştir. 



52

Tablo 6: Grupların Ehrlich-Hunt modeline göre skorlaması

İnflamatuar 

hücre

Fibroblastik 

aktivite

Neovaskülerizasyon

Kollajen

Toplam

1

1



1

1

4

1

1

1



1

4

1

1



1

1

4

2

1

2



1

6

1

1



1

1

4

1

1

2



1

5

2

1



1

1

5

1

2

1



1

5

1

1



1

1

4



Grup 

1

1

1



2

1

5

1

1

1



1

4

2

1



1

1

5

1

3

1



1

6

1

1



1

1

4

2

2

2



1

7

1

1



1

1

4

1

1

1



1

4

2

1



1

1

5

1

2

1



1

5

Grup 

2

2

1



1

1

5

2

3

3



3

11

3

3



3

3

12

3

4

3



4

14

4

4



2

4

14

4

3

4



4

15

3

3



3

3

12

4

2

3



3

12

4

3



4

3

14

4

4

4



3

15

Grup 

3

3

4



3

4

14

4

4

4



4

16

4

4



3

4

15

3

4

3



4

14

4

3



3

3

13

4

4

4



4

16

3

4



3

4

14

3

4

3



4

14

4

4



4

4

16

4

3

4



4

15

Grup 

4

4

4



4

4

16



53

.

Şekil  13: Grup  1’de  hafif  fibroblastik  aktivite,  anjiojenez,  inflamatuar  hücre 

infiltrasyonu (HEx20)

Şekil 14: Grup 2’de minimal fibroblastik aktivite (HEx20)


54

Şekil 15: Grup 3’te vasküler proliferasyon (HEx20)

Şekil 16: Grup 4’te yoğun fibroblastik aktivite (HEx40)

55

Histopatolojik  açıdan  değerlendirildiğinde  Grup  2’nin  Grup  1’e  göre  ve 

Grup  4’ün  Grup  3’e  göre  daha  iyi  ortalama  değerlere  sahip  olduğu 

görülmektedir.  Değerlerin  istatistiksel  analizlerine  göre  post-op  3.gün 

gruplarının (Grup 1 ve 2) arasında anlamlı bir fark olmamasına karşın (p>0.05) 

post-op 7.gün grupları (Grup 3 ve 4) arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı 

olduğu görülmektedir (p<0.05) (Tablo 7).

Tablo  7:  Grupların  histopatolojik  olarak  Ehrlich-Hunt  modeline  göre 

değerlendirilmesinden  elde  edilen  toplam  değerlerin  ortalaması  ve  istatistiksel 

olarak karşılıştırılmaları sonucunda elde edilen p değerleri.

Toplam Skorların Ortalaması

p

Grup 1

4.60±0.70



Grup 2

4.90±1.00



0.579

Grup 3

13.30±1.42



Grup 4

14.90±1.10



0.023

Deneklerden  alınan  doku  örneklerinin  hidroksiprolin  düzeylerinin 

ölçümleri  sonucunda  elde  edilen  değerleri  Tablo  8’de  ve  grafiği  Şekil  17’de 

gösterilmiştir.  Değerlerin,  sütür  kullanılan  gruplarda  (Grup  1,  3),  emilebilir 

cerrahi bariyer film kullanılan gruplara (Grup 2, 4) göre daha yüksek olduğu ve 

istatistiksel  olarak  analiz  edildiğinde  gruplar  arası  farkların  anlamlı  olduğu 

görülmüştür (p<0.05) (Tablo 9). 


56

Tablo 8: Doku hidroksiprolin düzeyleri

Hidroksiprolin düzeyi (mg/ℓ)

93.2


57.7

87.9


60.3

96.9


55.5

74.2


46.6

82.5


48.8

97.2


54.6

91.9


62.8

93.2


54.7

88.1


60.5

Grup 1

76.7


61.6

Grup 2

Hidroksiprolin düzeyi (mg/ℓ)

136.5


100.6

146.8


101.8

137.8


91

131.4


92

129.6


68.4

127.3


110.9

141.8


126.8

138.2


94.8

132.7


107.5

Grup 3

128.3


108.6

Grup 4

0

20



40

60

80



100

120


140

160


mg/ℓ

Grup 1


Grup 2

Grup 3


Grup 4

Şekil 17: Doku hidroksiprolin düzeyleri grafiği

57

Tablo  9:  Gruplardaki  doku  hidroksiprolin  düzeylerinin  ortalama  değerleri  ve 

istatistiksel analizi sonucu elde edilen p değerleri



Ortalama Hidroksiprolin Düzeyi (mg/ℓ)

p

Grup 1

88.18±8.04



Grup 2

56.31±5.40



<0.0001

Grup 3

135.0±6.30



Grup 4

100.2±15.42



<0.0001

58

5. TARTIŞMA

Kolorektal  cerrahide  bağırsak  anastomozları,  başta  malign  kolon 

tümörleri  olmak  üzere  birçok  bağırsak patolojisinde  gerekli  olur.  Nevarki 

anastomoz  kaçağı, hiç  de  azımsanmayacak  kadar  sık  görülen  ve  en  korkulan 

komplikasyondur. Kolon anastomoz kaçaklarının morbidite ve mortalitesi diğer

anastomozlardan  daha  yüksektir  (24).  Ortalama  yaşam  süresinin  uzadığı

günümüzde, yaşlı popülasyon artmaktadır. Kolorektal kanserler yaşlı insanlarda 

daha  sık görülür.  Yaşlı  kolorektal  kanserli  olgularda  hem  anastomoz  kaçağı, 

hem de acil olarak (kanama, ileus, vs.) ameliyata alınma sıklığı, gençlerden daha 

fazladır (54).

Bütün  bu  nedenlerden  dolayı  bağırsak  anastomozları  üzerindeki 

çalışmalar  kolon üzerinde  yoğunlaşmıştır.  Biz  de  bu  nedenle,  daha  önce 

denenmemiş  bir  teknik  olan  emilebilir  cerrahi  bariyer  film  kullanımıyla 

anastomoz  güvenliğini  araştırdığımız  bu  deneysel  çalışmayı  kolon  üzerinde 

yaptık. 

Bağırsak  anastomozları  teknik olarak  iki  temel  sınıfa  ayrılabilir: 

Dikişli/zımbalı teknikler ve dikişsiz teknikler.

Dikişli/zımbalı teknikler çok çeşitlidir: Tek kat, çift kat, kontiniü, tek tek, 

yan-yana,  uç-uca, çeşitli  tip  staplerle  zımbalı  anastomozlar,  vs.  Literatürde  bu 

tür teknik farklılıklara dair pekçok çalışma vardır. Dikişli tekniklerin ve staplerli 

tekniklerin kendi aralarında yapılan karşılaştırmalarda hiçbir tekniğe ait belirgin 

bir  üstünlük  belirlenememiştir.  Dikişli  ve staplerli  tekniklerin  birbirileriyle 

yapılan karşılaştırmalarında da sonuçlar benzerdir (55).

Dikişsiz  tekniklerde  genellikle  bir  cihaz  kullanılır  ve  tekniklerin  hemen 

hepsi  kompresyon sağlama mekanizması  üzerine  kurgulanmışlardır.  Bugüne 

kadar klinik kullanıma girmiş beş dikişsiz anastomoz tekniği tanımlanmıştır:

1-  BAR  (Biofragmentable  Anastomotic  Ring):  Biyoabsorbabl  bir  materyaldir.

Sadece ince bağırsak ve kolonda uçuca anastomoz yapmak için uygulanır (17).



59

2-  AKA Gun:  Transanal uygulanır.  Absorbable değildir,  doku nekrozu  sonucu 

doku ile bağlantısı kopar ve uygulandıktan birkaç gün sonra anüsden çıkar (18).

3-  Polipropilen  Rings:  İntralüminal  olarak  kullanılan  üç  adet  polipropilen 

ringten oluşan bir sistemdir. Biyoabsorbabl değildir (19).

4- Magnetic Rings: Bu konuda literatürde az veri vardır. Kompresyon magnetic

güçlerle sağlanır (20).

5- Fibrin Adhezive: Anastomoz hattı fibrin adhesive ile (cyanoacrylate) birbirine

yapıştırılır (21).

Dikişsiz anastomozlar, bağırsak anastomoz teknikleri içine daha sonradan

eklenmişlerdir.  Bunun  amacı,  dikişli  tekniklerin,  dikişlere  bağlı  olan

komplikasyon risklerinden  kurtulmaktır.  Dikişli  tekniklerde  en  sık  karşılaşılan 

komplikasyonlar  şunlardır; dikiş  deliklerinden  kaçak,  dikiş  materyaline  bağlı 

yabancı cisim reaksiyonu ve dikişler üzerinde ve bunların dokuda oluşturdukları 

yuvalarda  bakteri  kolonizasyonu.  Dikişsiz tekniklerin  avantajları  olarak  öne 

sürülenler  ise;  dikiş  deliği  olmadığı  için  buna  bağlı  kaçak riskinin  olmaması, 

zaman kazanımı ve staplere görece ucuz olmasıdır (2).

Dikişsiz  tekniklerin  komplikasyonları  içinde  en  sık  görüleni;

kompresyona  bağlı olarak  aşırı  uyarılan  fibrozise  sekonder  anastomoz

stenozudur.  Ayrıca  bu  tekniklerin anastomoz  kaçağı  açısından  çok  da  güvenli 

olduğu söylenemez. 

Dikişsiz teknikler içinde klinikte en çok kullanılmış olan BAR cihazıdır. 

Di  Castro  ve  ark.’nın BAR  tekniği  uygulanarak  anastomoz  yapılan 514  hasta

üzerinde  yaptıkları  çalışmalarında  (424  elektif,  90  acil)  komplet  anastomoz

kaçağı  nedeniyle dört  hasta  tekrar  ameliyat  edilmiş,  13  hastada  parsiyel  kaçak 

gözlenmiş, bir  hastada  tekrar  ameliyat  gerekmiştir.  Hastalarda  post-op 

obstrüksiyon  olmamıştır.  Dört hastada  geç  anastomoz  striktürü  gelişmiş  ve 

bunlar  endoskopik  olarak  dilate  edilmiştir  (56).  Yaptığımız  bu  çalışmada, 

deneklerin ilk operasyonlarından sakrifiye edildikleri ikinci operasyonlara kadar 

geçen süre, striktür ve stenoz gelişimi tayini açısından yeterli olmamıştır.



60

BAR  cihazı  kullanılarak  kolorektal  anastomoz  yapılan  bir  diğer 

çalışmada, sütür  materyali  kullanılan  gruplardaki  hidroksiprolin  düzeylerinin 

daha yüksek olduğu görülmüştür (57). Bunun nedeni sütür kullanılan gruplarda

daha fazla inlamasyon, yara dokusu, sütür granülomu, mikro-abseler ve nekroz 

bulunmasıyla  izah  edilebilir. Nitekim,  bizim  çalışmamızda  da  dokuya  olan 

travmanın  daha  az  olduğu  doku  yaması  kullanılan  gruplarda,  hidroksiprolin 

düzeyleri, sütür kullanılan gruplara göre daha düşük bulunmuştur. 

Cronin  yaptığı  bir  çalışmada,  anastomoz  patlama  basıncı  ölçümlerinde 

anastomoz  yaptıktan  sonraki  3.  günden  itibaren  uygulanacak  olan  kuvvetin 

giderek  arttığını  ve  7-10.  günlerde  maksimuma  ulaştığını,  aynı  zamanda  ilk  3 

günde hidroksiprolin konsantrasyonunun anastomoz bölgesinde %40 azaldığını 

ve yaklaşık 5. günden itibaren normale yaklaştığı, 10-14. günlerde ise normalin 

üstüne  çıktığını  bildirmiştir  (58).  Çalışmamızda  ölçülen  post-op  7.gün 

anastomoz  patlama  basınçlarının,  normal  doku  patlama  basınçlarına  neredeyse 

eşit bulunması bu açıdan anlamlıdır.

Anastomoz  komplikasyonlarına  yol  açabilecek çeşitli  faktörler  vardır: 

İleri  yaş,  diabet,  kilo  kaybı,  acil  girişim,  infeksiyon,  hipotansiyon, uzun  süren 

cerrahi girişim, cerrahın deneyimsizlik ve beceri yoksunluğu, hastanın beslenme 

durumu,  anastomoz  hattının  vaskülaritesi,  gerginliği,  anastomoz  tekniği,  vs.

Bunlar  içinde  cerrahın  kontrolü  altında  olanlar  sadece;  anastomoz  hattının 

vaskülaritesi, gerginliği ve anastomoz tekniğidir (26).

O halde cerrahın, yeterli vaskülaritesi olan ve gerginliksiz olarak biraraya 

getirilen  iki barsak  ansını  anastomoze  etmek  istediğinde,  anastomoz 

komplikasyonu  yaşamamak  için elinde  olan  sadece  doğru  bir  anastomoz 

tekniğini  usulüne  uygun  olarak  uygulamaktır.  Nitekim  bu  çalışmanın amacı,

temel  cerrahi  prensiplere  uyularak,  standart  bilgi  ve beceri  ile  uygulanan  bir 

anastomozun  komplikasyon  risklerinin  nasıl  azaltılabileceği  konusuna  ışık 

tutabilmekti.


61

Bu  çalışmada  önerdiğimiz  anastomozları  dıştan destekleyen  sistemler, 

daha  önce,  farklı  dokularda,  benzer  amaçlarla  kullanılmıştır.  Bunlar içinde  en 

bilineni  arteriyel  (özellikle  de  aort)  anevrizmalarda  kullanılan  “external 

synthetic vascular  graft”  sistemidir.  Bazı  tip  aort  anevrizmalarında,  anevrizma 

alanı  longitüdinal  olarak kesilir,  damar  çapı  daraltılır  ve  bu  bölgenin  üzeri 

“synthetic vascular graft” ile sarılır (59).

Doku kaybı olmayan ekstrahepatik safra yollarının anastomozları için de 

tek halkadan oluşan bir “metal circle” tekniği önerilmiştir. Bu sistem bir yandan 

anastomoza dıştan destek olurken, diğer yandan anastomoz hattını dıştan sararak 

striktür oluşumunu engellemektedir (60).

Çalışmamızda uyguladığımız mekanizmaya en yakın uygulama belki de, 

bağırsak anastomozlarının omentumla  sarılmasıdır.  Bu  tekniğin  anastomoz 

kaçağını önlediğini öne süren çeşitli çalışmalar vardır (61).

Ancak  buna  katılmayanlar  da  az  değildir;  Merad  ve  ark.’nın  prospektif, 

randomize, çok  merkezli  çalışmasında,  kolonik  ve  rektal  anastomozlarda 

anastomotik omentoplasti, anastomoz kaçağını,  kaçağın  şiddetini, kaçağa bağlı 

ölüm oranını ve fakal diversiyon gereksinimini azaltmamıştır (62). John ve ark. 

ise,  anastomotik  omentoplastinin  pedikül nekrozuna  bağlı  infeksiyon  riskini 

arttırdığını  öne  sürmüş;  Fergussun  ise,  geç  intestinal obstrüksiyona  neden 

olduğunu bildirmiştir (63,64). Bazı çalışmalarda ise, kanser olgularında yapılan 

anastomotik omentoplastinin adjuvan radyoterapi ile nekroza uğrayarak infektif 

komplikasyonlara  neden  olabileceği  ve  lokal  nüks  riskini  arttırabileceği

bildirilmiştir (65).

Denediğimiz yöntemde (surgical sealant film bariier) kullanılan malzeme 

ile hem uç-uca getirilen iki boruyu bir arada tutup dıştan destek olacak hem de 

temas  eden  iki  kenar  arasındaki  boşlukta  dolgu  görevi  görecek  bir  model 

planlayarak  sızdırmazlık  sağlamayı  düşündük.  Ancak  bu  dıştan  destek  olacak 

sistemde sağlamlık kadar önem verdiğimiz bir diğer unsur dokunun esnekliğinin

bozulmaması  idi.  Bu  modeli  biyolojik  bir  ortama  uyarladığımızda  üçüncü  bir 



62

unsur  önem  kazanıyordu;  kullanılan  malzemenin  sadece  sardığı  organı 

etkilemesi  yani  bu  malzemeye  dıştan  temas  edecek  diğer  bir  organın 

yapışmaması.  Kullandığımız  malzeme,  moleküler  yapısı  ve  kimyasal  olarak 

dokuya geri  dönüşsüz yapışması  itibariyle sağlamlık, esneklik, yapışmayan dış

yüzey şartlarını sağlayacak biçimde tasarlanmıştı (66).

Bu çalışmayı yapmadan önceki en büyük tereddüdümüz, deney grubunda 

doku yamasının kolona tatbikinden önce, sütürle anastomoz yapıp yapmamaktı. 

Yani  doku  yamasının  etkinliği  tek  başına  kullanılarak  mı,  yoksa  sütürle 

anastomoza  destek  olarak  kullanılarak  mı  hesaplanacaktı?  Ancak  doku 

yamasının  tek  başına  anastomoz  güvenliği  sağlayıp  sağlamadığını  görmek, 

etkinliğini ortaya koymak adına çok daha anlamlı olacaktı. Üstelik bu deneyde 

kullanacağımız  denekler,  insan  modelinden  çok  daha  küçük  ölçekli  bir 

gastrointestinal sisteme sahipti ki bu da doku yamasının tek başına kullanımını 

kolaylaştırıcı olacaktı.

Nitekim  deney  grubundaki  sıçanların  re-operasyonlarının  hiçbirinde 

makroskopik  olarak  anastomoz  kaçağı  düşündürecek  bir  bulgu  saptanmaması, 

bu malzemenin tek başına tatbikinin yeterli olduğunun çarpıcı bir göstergesidir. 

Bir  diğer  dikkat  çekici  sonuç  ise  doku  yaması  kullanılan  gruplarda 

yapılan  anastomoz  hattı  patlama  basıncı  değerlerinin,  sütür  kullanılan 

gruplardaki değerlere oranla istatistiksel olarak anlamlı fark yaratacak düzeyde 

yüksek  olmasıydı.  Bizce  bu  makroskopik  olarak  değerlendirebildiğimiz  ölçüt, 

doku  yamasının  -özellikle  post-op  7.  günde-  anastomoz    güvenliğini 

sağlayabilecek kadar etkili olduğunun göstergesidir.

Yine  de  doku  yamasının  etkinliğinin  daha  güvenilir  bir  şekilde 

ölçülebilmesi  için,  makroskopik  olarak  değerlendirilen  bu  ölçütler, yara 

iyileşmesi  histopatolojik  olarak  ortaya  konarak  ve  anastomoz  hattındaki 

iyileşmenin  biyokimyasal  parametresi  olan  doku  hidroksiprolin  düzeyleri 

ölçülerek desteklenmelidir.


63

Alınan  doku  örneklerinin  histopatolojik  incelenmelerinde,  yara 

iyileşmesinin hem kontrol grubunda hem de deney grubunda oldukça iyi olduğu 

görülmektedir.  Özellikle  post-op  7  gün  gruplarının  arasında  istatistiksel  olarak 

anlamlı bir fark olması, yine doku yamasının  yara iyileşmesi konusunda, sütür 

kadar iyi sonuçlar verdiğinin önemli bir göstergesidir.

Doku  hidroksiprolin  düzeylerinin,  sütürle  anastomoz  yapılan  gruplarda

dokuda daha fazla travma oluştuğu için, doku yaması kullanılan gruplara göre, 

hem de istatistiksel olarak anlamlı fark yaratacak şekilde daha yüksek bulunması

rasyoneldir.  Ancak  doku  yaması  kullanılan  gruplarda  -özellikle  de  post-op 

7.gün- histopatolojik olarak fibroblastik aktivite, inflamatuar hücre infiltrasyonu 

ve  kollajen  metabolizması,  sütür  kullanılan gruplara göre  artmış olduğu  halde, 

doku  hidroksiprolin  düzeylerinin  daha  düşük  seviyelerde  bulunması

düşündürücüdür.



64

Download 380 Kb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   2   3   4   5




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling