Hercai hercai
Download 1.36 Mb. Pdf ko'rish
|
Sümeyye Koç - Hercai
- Bu sahifa navigatsiya:
- İki gün sonra…
şu an neredeydi?
Telefonu kulağına aceleyle geri götürdü. Ne kadar hesap ederek atsa da adımlarını, bazı detaylar böyle kaçıyordu işte gözden. Açılan telefona bir çırpıda söyledi sözlerini. “Diyarbakır’daki eve gidin hemen! Reyyan’ın o evde olup olmadığına bakın. Eğer orada değilse de bulun. Anladın mı? Bulun!” İki gün sonra… Avcının eline düşen bir kuş misali, deli gibi çırpınan yüreğini anımsıyordu şimdi. Oturduğu pencere denizliğinde, elleri dizlerinde, yaşlı gözleriyle, karanlığın koynunda süzülen hilali izliyordu. Gökyüzünün lacivertine tüm ahengiyle taht kuran ayın huzmeleri yüzünün yarısına düştü. Ağır ağır süzülen gözyaşları çenesinden aşağı akıp gitti. Yüzü sırılsıklamdı yine. Bir kâbusun acımasızca sıkıştırdığı avuçlarındaydı Reyyan. Bir filmin en bahtsız karakteriydi, yahut ıssız çölde bir bedevi… Zira hiç bu kadar çaresiz kalmamıştı. İki gün öncesine gitti aklı… Gerçi o günden hiç çıkamamıştı ki. Ruhu hâlâ o evde, çığlık attığı duvarların arasında hapsolup kalmıştı. Büyük bir cesaretle eline telefon aldığı anı anımsadı. Aramayı heyecanla açan annesine ağlayarak yalnız kalacağı bir yere geçmesini söylemişti. Olan biten her şeyi hıçkırıklarının arasında dile getirdiğinde, Miran’ın söylediği her şeyi annesine harfiyen aktardığında, Zehra Hanım’ın bundan nasıl etkileneceğini hiç düşünememişti Reyyan. Zehra Hanım telefonun diğer ucunda uzun süre idrak edememişti gerçekleri. Kim böyle bir durumu kolay kolay kabullenebilirdi ki? Dahası kocasının bir katil olduğuna inanamamıştı. Bu evliliğin, bir intikam planında sadece bir oyun olduğuna inanası gelmiyordu. Dünürü olacak kadının, yalan söylerken hiç mi vicdanı sızlamamıştı? Böyle bir oyunu gözlerini kırpmadan oynarken, Allah’tan da mı korkmamışlardı? Reyyan’a konağa dönmesi için yalvarmıştı kadın, onu perişan eden gözyaşlarıyla birlikte. Fakat Reyyan kesin bir dille reddetmişti bunu. Konaktakiler ona kucak açıp bağrına bassa dahi evliliğinin ertesi günü hiç evlenmemiş gibi geri dönemezdi. Sonuç olarak Reyyan annesini konağa dönmeyeceğine dair ikna etmiş, annesinden bu konuda yardım istemişti. “Annemsin sen,” demişti. “Senden başka kimim var? Beni senden başka düşünen kim var?” Reyyan annesiyle görüştükten sonra birkaç saat o evde kalmaya devam etmişti. Aldığı nefese kast eden, ruhuna ıstırap veren evin tüm duvarları üzerine üzerine gelmişti o saatler boyunca. Aklını yitirmek üzereyken çalan telefon, kurtarıcısı olmuştu. Annesiyle konuştuktan sonra işine yarayan bir bavulunu ve çantasını alıp kaçarcasına çıkmıştı evden. Şimdi ise olması gereken yerde, İstanbul’daydı. Ne garip bir tezattı ki, Miran’ın yanında değildi. Şu an sevdiği adamın kollarının arasında olması gerekirken tek başınaydı. Yaşadığı yalanın doğruluğuna inanamıyor, inandırıldığı rüyanın kâbusa dönüşünü seyrederken adeta ölümü tadıyordu. Zaten şüphelenmişti Reyyan. Hayatının bir anda bu denli güzelleşmesinden, mavi gözlü, güzel yüzlü bir adamın onu bu denli sevmesinden, her şeyin oldukça yolunda gitmesinden… Çok şüphe duymuştu. Fakat toz konduramamıştı Miran’a. Öyle sevmiş, özünde öyle benimsemişti. Öyle ki, gönlüne düşen sevda kapkaraydı! Tüm yaşadıkları… Bir rüya kadar güzel, hiçbir rüyanın olamayacağı kadar harikuladeydi. Ne yazık ki, en güzel rüyalar bile uyanana dek sürerdi. Miran o acı gerçeği hoyratça haykırdığında Reyyan uyanmıştı güzel rüyasından, hayatın kâbusuna. Reyyan’ın şu an bulunduğu ev, yaşlı bir kadının eviydi. Burası İstanbul, Üsküdar’dı. Sıdıka Hanım, Reyyan’ın annesinin ve teyzesinin sütannesiydi zamanında. Şimdilerde tek başına İstanbul’da yaşayan bu kadına, iki gün evvel Zehra Hanım ulaşmış, zor bir durumda olduğundan, Reyyan’ın gidecek bir yeri olmadığından bahsetmişti. Sıdıka Hanım nedenini bile sormaksızın kabul etmişti Reyyan’ı. Zehra Hanım, Reyyan’ı arayıp acilen İstanbul’a gitmesini, havaalanında onu karşılayacak birilerinin olduğunu söylemişti. İlk başta ikisi de tereddüt etmişti bu durumdan. Neticede İstanbul’du orası. Miran’ın yaşadığı şehre gitmek Reyyan açısından azap verici, annesi açısından korkunçtu. Ya bir gün bir yerde karşılaşırlar da Miran kızına kötü bir şey yaparsa diye düşündü. Sonra olmaz diyerek sildi bu düşünceyi aklından. Koskoca şehirde karşılaşmak mümkün müydü? Fakat dünya… Dünya çok küçüktü. Peki ya Reyyan, Miran’ı bulmak isterse o zaman ne olacaktı? Tüm bu düşüncelere, korkunç ihtimallere rağmen yollamıştı kızını tehlikelerle dolu büyük bir şehre. Neticede artık hiçbir yer, bu konak kadar tehlikeli değildi Reyyan’a. Sıkıcı süren uçak yolculuğunun ardından hiç bilmediği bir şehre ayak bastığında ürpermişti Reyyan. Hava kararmıştı üstelik. Havaalanı korkunç kalabalık, insanlar oldukça yabancıydı. İstanbul’a birkaç kez çok küçükken gelmişti fakat hiçbir şey hatırlamıyordu. Tam başının döndüğünü hissettiği anlarda genç bir adam tutmuştu kolundan. Reyyan ne oluyor dercesine adama ters ters baktığında yanına ilişen güleryüzlü bir kadın fark edip rahatlamıştı. “Sıdıka Teyze?” diye sormuştu tereddütle. Yaşlı kadın gülümseyerek kafasını salladığında Reyyan derin bir nefes almıştı. Bu adamla, kadının onu nasıl çabucak buldukları konusunda hiçbir fikri yoktu. Doğrusu, soracak takati de yoktu. Bir enkazdan farksızdı o an. Bunu yanındaki adam da fark etmiş olacak ki, ilginç bir şey görmüşçesine bakıyordu yüzüne. Reyyan o uçak yolculuğundan sonrasını hatırlamıyordu. Tek hatırladığı şey, bindiği uçağın İstanbul’a inmiş oluşu ve Sıdıka Hanım’la o genç adamın yanına gelişleriydi. Gerisi toz bulutlarından ibaretti. Uyandığında bu evdeydi işte. Başında yine o genç adam vardı. İsmini cismini bilmediği adama sadece boş boş bakıyordu. Kendisiyle neden bu kadar ilgilendiğini de bilmiyordu. “İyi misin Reyyan?” diye sorduğunda, kafa sallamakla yetinmişti sadece. “Korkma,” diyerek elini uzattı genç adam. “Adım Fırat, ayrıca doktorum.” Reyyan utana sıkıla elini uzattıktan sonra, yanı başında endişeyle dikilen Sıdıka Hanım’ı işaret etti Fırat. “Anneannem olur kendisi.” Nedensizce kendini tanıtma ihtiyacı hissetmişti. Reyyan’ın kendisine olan bakışlarından çekinmiş olmalıydı. “Halsizlikten bayıldın. Yediğine, içtiğine dikkat edip kendini toparlamalısın.” Başka bir kelam etmemiş, Reyyan’a neden İstanbul’a gelmek zorunda kaldığına dair bir soru da sormamıştı. Odanın dışında Sıdıka Hanım ile biraz konuştuktan sonra çıkıp gitmişti Fırat. O zamandan beri gelmemişti. Reyyan ise iki gün boyunca sadece susmuş, Sıdıka Hanım ile de pek konuşmamıştı. Kadıncağız Reyyan’ın o haline baktıkça ortada kötü bir şeyler döndüğünü düşünüp bir şey soramamıştı. Reyyan anlatana kadar da sormayacaktı. Şimdi yeni yeni kendisini toparlıyor, sık sık annesiyle konuşuyordu telefonda. Konaktakiler henüz hiçbir şey bilmiyordu. Reyyan’ın mutlu olduğunu varsayıp deli gönlerine esenlik veriyorlardı. Özellikle babası… Kim bilir nasıl da mutluydu Reyyan’dan kurtulduğu için. Ya da nasıl geriyordu göğsünü, şanına yaraşır bir düğün yaptığı için. İki gecedir de uykusuzdu Reyyan. Tek yaptığı bu pencerenin kenarına oturup gökyüzünü seyretmekti. Sıdıka Hanım’ın hazırladığı yemeklere yüz çeviriyor, su dahi içmiyordu doğru düzgün. Vücudunda oluşan sızıları hissetmiyordu bile. Kalbindeki sızının yanında lafı mı olurdu? Evlendiğinin üçüncü gecesiydi bu gün. Miran’ın gidişinin üzerinden sanki üç gün değil de üç yıl geçmiş gibi hissediyordu. Dışarıda esen rüzgârı, dalların huşu içinde kıpırdanışından fark edip camı hafifçe araladı. İçeriye doğru esen sert rüzgâr saçlarını savurdu. Ve Reyyan, öylece kalakaldı o anda. Yüzünü kapatan o saçları çekemedi yüzünden. Attığı her adım ona, o vefasızı hatırlatıyordu. Saçlarına dokunuşu, öpüşü, koklayışı… Hepsi yara olmuştu kalbinde, sızı olmuştu yüreğinde, ateş olmuştu içinde. Yakıyordu, cayır cayır! Hissettiği sancıyı da tarif edemiyordu hiçbir şekilde. Hani insan ağlamak ister de boğazına feci bir ağrı otururdu ya, işte o ağrı Reyyan’ı, Miran onu terk edip gittiğinden beri bırakmıyordu. İçini döke döke, hıçkıra hıçkıra ağlasa dahi geçmeyecekti. Tüm bunları düşünürken canından can gitmeye, ömründen ömür eksilmeye devam ediyordu. Düşündü bir süre… Sevmeseydi o adamı, şimdi bu denli acır mıydı canı? Belki de hayır… Sadece kuru bir öfke olurdu içinde. Ancak sevmişti, âşık olmuştu. Bu yüzdendi kalbinin bu denli paramparça oluşu… Çok zor geliyordu şimdi içinde bulunduğu araftan kurtulmak. Miran’a karşı nasıl hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. İdrak edemeyeceği kadar hızla girmişti hayatına Miran, ne olduğunu anlamadan da aynı hızla çekip gitmişti. Ondan önceki hayatını düşündü. Ne kadar boş ve anlamsızdı meğer. Miran bu kadar kısa sürede varolmasına rağmen, sanki ezelden beri hep var gibiydi Reyyan’ın hayatında. Hiç gitmemiş gibiydi ama yoktu işte. Aslında hiç de olmamıştı. Reyyan’ın hayatında, Miran diye bir adam yoktu! Aldığı nefes boğazına takılıp kalırken gözleri de ayın ışığına takıldı. Ne garipti. Olması gerektiği şehirde, olmaması gereken bir yerdeydi. Çok sevdiği bir şairin, manidar sözleri ilişti diline. Download 1.36 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling