Hercai II meftun hercai II / meftun
Download 1.49 Mb. Pdf ko'rish
|
Sümeyye Koç - Meftun
Bir hafta sonra
Oturduğu pufun üzerinde, karşısındaki konsol aynasından kendisini seyrediyordu. O sırada alt kattan gelen sesi duyuyor ama duymazdan geliyordu. Ses Miran’a aitti. Reyyan’a acele etmesini, aksi takdirde geç kalacaklarını söylüyordu ama Reyyan oralı bile olmuyordu. O nişana gitmeyi de, Fırat’ın yüzünü görmeyi de hiç istemiyordu. Fakat günlerdir bu gitmeme isteğini o kadar çok belli etmişti ki, Miran en sonunda Reyyan’ın bu isteksizliğinin altında yatan bir şeyler olduğunu sezmişti. Reyyan’ın tek isteği Miran’ı vazgeçirmekti, Miran’ın bir şeyler sezdiğinden habersizdi. “Geliyorum!” diye bağırdı kapıya doğru. Sonra sessizce mırıldandı, dalgalı saçını parmaklarının arasına dolarken. “Çatladın sanki.” Mesele hazır olmak değildi. Reyyan elinden geldiğince ağırdan alıyor, yavaş hazırlanıyordu. Nişana ne kadar geç gitseler o kadar kâr diye düşünüyordu. Çok sürmeden bir bahaneyle ne kadar erken dönseler o kadar iyiydi. Fırat’la gerilmeleri bu yönden iyi olmamıştı. O adamı görmeye tahammül edemiyordu. Kandırmıştı Reyyan’ı, arkasından iş çevirmişti. Gözlerinin içine baka baka, bana güven demiş, fakat güven kelimesini tuzla buz etmişti. Gidip Hazar Şanoğlu ile işbirliği yapmıştı. Acaba yakalanmasa daha ne kadar sürdürecekti güvenilir adam rolünü? Dahası da vardı. Miran, o adamın arkasından ne işler çevirdiğini bilse nişanına gider miydi acaba? Gitmek bir tarafa, canına okurdu herhalde. Hazırdı aslında. Gece karası saçlarını doğasına uygun bir şekilde serbest bırakmış, uçlarını su dalgalarıyla şekillendirmişti. Giydiği mürdüm renkte elbiseye uyumlu olması açısından bordo renklerinde hafif, doğal bir makyaj yapmıştı. Artık oyalanacak bir şey kalmadığını fark etti. Ayağa kalkarak ince uzun parmaklarıyla kavradığı çantanın ardından boy aynasına dikti bakışlarını. Dizaltı mürdüm dantelli elbise, göğüsten itibaren aşağıya doğru genişlediği için, büyüyen karnı hiç de belli olmuyordu. Gülümsedi. Merdivenleri temkinli bir şekilde inerken, ayakkabısının çıkardığı takır tukur seslerden hazır olduğunu anlayan Miran, salondan çıkarak merdivenlerin önünde dikilmişti bile. Karşısında gördüğü manzara enfesti! Ya Reyyan her gün biraz daha güzelleşiyor ya da Miran’ın aşkı her gün katlanarak büyüyordu. Yoksa nasıl izah edilirdi onu görünce kıvranan yüreğinin sancısı? Reyyan çok güzel olmuştu da... Nasıl denir, Miran çok kıskançtı. Ellerini pantolonunun ceplerine attığında kaşlarını asabice çattı, yüzünde kızgın bir ifade belirdi. “Niye bu kadar güzel oldun ki?” Sorusu dudaklarından her ne kadar memnuniyetsiz bir tınıyla dökülse de Reyyan gülümsemekten alamadı kendini. İltifatın iyisi kötüsü olmazdı sonuçta. Tüm basamakları inince portmantonun aynasından görünen aksine çevirdi gözlerini. Daha sonra Miran’a döndü. “Ne yapacaktım?” diye sordu omuzlarını nazlıca silkerek. “Pijamalarla mı gidecektim nişana?” Miran dudaklarını birbirine bastırdı düşünüyormuş gibi. “Pijama giyseydin, daha iyi olurdu sanki.” “Yok artık,” diyerek kıkırdadı Reyyan. “Âlemsin, gerçekten.” “Yok, ciddiyim ben.” Kafasını salladı Miran. “Sen beni anlamadın galiba,” dediğinde Reyyan’a arkasından yaklaşıp salık saçlarından bir tutam kavradı. “Kıskanç bir adamım ben.” Miran’ın konuşurken yüzüne gittikçe yerleşen o ciddiyet Reyyan’ı ürküttü fakat kesinlikle geri adım atmaya niyeti yoktu. “Ben de kıskanç bir kadınım,” diye mırıldandı tek kaşını kaldırırken. “Ben sana giydiğin takım çok yakışmış, giyme onu diyor muyum?” Miran beklemediği bu tepki karşısında afalladı kaldı. Reyyan ise devam etti. “Ayrıca ben seni her gün onlarca kadının içine gönderiyorum, ben kıskancım, gitme diyor muyum?” Miran, Reyyan’ın kendisine meydan okuyan bakışları ve sinirli olmaya çalışıp hiç başaramayan tavrı karşısında gülmemek için dudaklarını ısırıyordu. Her gün farklı bir yönünü tanıdığı bu küçük kadını alıp içine hapsedesi geliyordu. En sonunda dayanamayıp ciddiyetini tebessümle sarmaladığında Reyyan da anında gülümsedi. Şu an evde kalıp onunla uğraşmayı isterdi Miran fakat geç kalıyorlardı. “Tamam, pes,” diyerek ellerini havaya kaldırdı genç adam. “Sen kazandın ama artık çıkmamız gerekiyor.” “Evet,” dedi Reyyan sıkkın sıkkın. “Daha Elif’i alacağız.” *** Gökyüzü yine örtmüştü üzerine siyah pelerinini, hilal ise tam semaya kurulmuş, tüm göz alıcılığıyla parıl parıl parlıyordu. Geldikleri mekân, İstanbul Boğazı’na yakın bir yerdeydi. Birlikte düğün salonunun ışıl ışıl holünden içeriye adım attıklarında beklediklerinden daha kalabalık bir ortam içinde buldular kendilerini. Neticede Aslı da, Fırat da doktordu. Büyük ve saygın bir çevrelerinin olması kaçınılmazdı. Ve nişan çoktan başlamıştı. Geç kalsalar da pek bir şey kaçırmışa benzemiyorlardı. Ki zaten Reyyan’ın pek de umurunda değildi. Herhangi bir masaya geçip pineklemek, Sıdıka Hanım’ı görünce de hayırlı olsun dileklerini iletip gitmek istiyordu. “Şuraya geçebiliriz,” dedi Elif, Reyyan’ın koluna dokunurken. Klâsik bir müzik yüksek sesle çalıyordu, birbirlerini duymakta oldukça zorlanıyorlardı. Altın varaklarla süslü salonun orta kısmı boş bırakılmış, etrafı beyaz masalarla donatılmıştı. Masaların üzerleri ise beyaz güllerle çevriliydi. Reyyan, Elif’le beraber boş gördükleri masaya geçerlerken Miran arkalarından gidiyordu. O sırada koluna dokunan adam yüzünden kafasını çevirip sağına baktı. “Miran?” “Cihat?” Miran o adama anında gülümsedi ve tokalaştı, belli ki tanıdığı biriydi. O sırada Reyyan’a kendisini beklememesini işaret edince Reyyan, Elif’in yanına yürüdü. Masadaki yerini aldığında Elif’in kulağına eğildi. “Sıdıka Teyze’yi görebiliyor musun?” “Hayır,” dedi Elif. “Bu kadar kalabalık bir nişan hayal etmemiştim hiç.” Reyyan’ın bir gözü Miran’ın üzerindeydi, hâlâ o adamla sohbet ediyordu. Diğer yandan da tanıdık bir sima görebilmek umuduyla etrafına bakınırken kendilerine doğru yaklaşan Fırat’ı gördü. Hafifçe Elif’in bileğine dokunup Fırat’ı işaret etti. “Fırat geliyor.” Genç doktor beklediği misafirleri görünce gülümsemişti. Aslına bakılırsa o da çekiniyordu Reyyan’dan. O gün, o şartlar altında Reyyan’a yakalanmak beklediği bir şey değildi ama olmuştu bir kere. Gerçi yakalanmasaydı, arkasından çevirdiği işleri söylemeye niyeti de yoktu. “Hoş geldiniz,” diyerek karşısındaki iki kıza gülümseyen genç doktora aynı gülümsemeyle yanıt veren Elif oldu. “Hoş bulduk Fırat,” dediğinde Reyyan’ın suratının ne denli asık olduğunu fark edip işkillendi. Bu kızın derdi neydi Allah aşkına? Zaten bu nişana gelmemek için kırk takla atmıştı, bir de suratı sirke satıyordu şimdi. Bir şeylerin ters gittiğinden yahut gizlenen bir şeyler olduğundan Elif de şüphe duyuyordu artık. “Hayırlı olsun, tebrik ederim,” dedi Elif. Reyyan, Elif’in ardından artık bir şeyler söylemesi gerektiğinin farkına varınca, “Hayırlı olsun,” diyebildi soğuk bir tınıyla. Böyle davranmaması gerektiğini biliyordu ama elinde değildi. Onun yüreği karşısındaki insana buz tutmuşken yüzüne gülümseyemiyordu. Yalan roller onun harcı değildi. “Sıdıka Teyze’yi göremedik,” diyen Elif’e, etrafına bir göz attıktan sonra neredeyse salonun çıkışına yakın yerdeki bir masayı işaret etti Fırat. “Orada anneannem. Eski bir dostuyla muhabbet ediyor. Gelir birazdan.” Sözlerinin ardından gözlerini Reyyan’a çevirdi Fırat. “Sen nasılsın Reyyan?” Bakışları, Reyyan’ın giydiği mürdüm elbisenin altında hiç de belli olmayan karnına takıldığında, “Hamileliğin nasıl?” diye sordu. Reyyan istemsizce karnına dokunmuştu. “İyiyim, teşekkür ederim,” dedi çekimser bir tavırla. “İyi gidiyor.” “Ben Sıdıka Teyze’nin yanına gidiyorum.” Elif bir anda arkasını dönüp yanlarından uzaklaştığında Reyyan, Fırat’la baş başa kalmanın verdiği sıkıntıyla afalladı. Tam o sırada Reyyan’ın bakışları birkaç masa öteden kendilerini izleyen Aslı’ya takıldı. Neden uzaktan baktığını ve yanlarına gelmediğini bilmiyordu ama bilmek istemiyordu da. Artık yüzde yüz emindi, Aslı kendisinden zerre hoşlanmıyordu. En başından beri de öyleydi. “Sana söylemem gereken mühim bir şey var Reyyan.” Reyyan bakışlarını Aslı’dan koparıp Fırat’a çevirdiğinde söyle dercesine baktı. Hemen ardından Miran’ın hâlâ o adamla konuşup konuşmadığını kontrol etmek istedi. Fırat’ın söylemek istediği her neyse duyamayacaktı çünkü Miran yanlarına geliyordu. “Söyleme,” diyebildi sadece. Zaten sözlerinin hemen ardından Miran, Fırat’ın arkasında bitmişti. İki adamın o an birbirine değen soğuk bakışları Reyyan’ın gerginliğini ikiye katladı. *** Reyyan’a tuhaf geliyordu fakat aradan geçip giden iki saat boyunca hiçbir sorun yaşanmamıştı. En tuhafı da, Miran’ın Fırat’la düzgün bir şekilde muhabbet etmesiydi. Zaten çok sürmemişti. Kısa bir hal hatır sormanın, yürekten gelen bir tebriğin ardından Fırat yanlarından ayrılmıştı. Fakat Fırat’ın söyleyeceği önemli şey her neyse, Reyyan onu bir türlü öğrenememişti. Elif’in ardından Reyyan da Sıdıka Hanım’la konuşup halini hatırını sormuş ve hayırlı olsun dileklerini iletmişti. Yarım saat evvel yüzük takma merasimini de geride bıraktıklarına göre yavaş yavaş kalkabilirlerdi. Bu nişana gelmemek için günlerdir çaba sarf eden Reyyan şimdi ise yaklaşık yarım saattir, “Birazdan kalkarız,” diyerek gidişlerini engellemeye çalışıyordu. Aklı fikri Fırat’ın ona söylemek isteyip bir türlü söyleyemediklerindeydi. “Kalkıyoruz, hadi.” Reyyan, Miran’ı bu sefer ikna edemeyeceğini anladığında, “Peki,” dedi sessizce. Oturduğu sandalyeden kalkmaya yeltendiği sırada aklına lavaboya gitmek geldi. Belki o sırada Fırat’ı görüp iki dakika da olsa konuşma fırsatı bulurdu. “Bir lavaboya gidip geleyim, kalkalım hemen.” O an Miran’ın da yerinden kalktığını görünce suratı asıldı. Ne yani, çocuk gibi arkasından mı gelecekti? “Nereye geliyorsun?” diye sorduğunda genç adamın kaşları hepten çatıldı. “Telefonum çalıyor Reyyan.” Bugün Reyyan’da bir tuhaflık vardı ama çözememişti. Cebinde titreyen telefonu eline aldığında, “Ben dışarı çıkıyorum,” diye mırıldandı. “İşin bittiğinde kapıda buluşuruz.” Reyyan bir an için Miran’ın da peşinden geleceğini sanıp ürkmüştü ama neyse ki Miran çoktan çıkışa doğru yürümeye başlamıştı. Çantasını parmaklarıyla kavradığında Elif’e baktı kısa bir an. “Hemen geliyorum ben.” Bu Reyyan’ın Fırat’la konuşmak için son şansıydı. Salondan koridora geçerken Fırat’la göz göze geldi, arkasından gelecek olmasını umuyordu. Ağır ağır attığı adımlarla birlikte yürümesini zorlaştıran ayakkabılara hayıflandı. Ne akla hizmet hamile haliyle bu rahatsız edici topuklu ayakkabıları giymişti ki? Lavaboya gitmeyecekti. Fırat yanına gelinceye dek koridorda bekleyecekti. Aradan birkaç dakika ancak geçmişti, uzun koridorda bir aşağı bir yukarı volta atarken arkasından ona seslenen Fırat’a döndü yüzünü. “Seni bekliyordum,” dedi iyice yanına yaklaştığında. Her ne söyleyecekse bir an önce söyleyip gitsin istiyordu. Oyalanacak vakti yoktu onun. “Hadi söyle ne söyleyeceksen?” “Burada olmaz,” dedi Fırat tam karşısında durduğunda, parmağını kaldırıp iki adım ileride gözüken kapıyı gösterdi. “Ama...” Reyyan itiraz dahi edememişti, Fırat çoktan yürüyüp gitmişti kapıya doğru. Hemen ardından Reyyan da adımlarını arkasından atarken içi oldukça huzursuzdu. Odadan içeriye adım attığı anda Fırat kapıyı kapatıp Reyyan’a döndü. “Acele et lütfen,” dedi Reyyan, huzursuzca kapanan kapıya bakıyordu. Zaten Fırat’ın da burada durup Reyyan’la sohbet edecek hali yoktu. “Hazar Bey, haftaya İstanbul’a gelecek,” dediğinde Reyyan’ın gözleri şaşkınlıkla açıldı. Miran’ın bir an evvel öğrenmesini istediği sırrı açıklayacak mıydı sonunda? “Gerçekten mi?” diye sordu şaşkınlıkla. Babasıyla olan telefon konuşmasında, Hazar Bey yakın zamanda geleceğinden bahsetmemişti hiç. “Bunu sana babam mı söyledi?” “Evet,” diyerek onayladı Fırat, Reyyan’ı. Yüzüne bakmaktan çekiniyordu Reyyan’ın. “Seni araması Miran tarafından sorun olduğu için, benim sana iletmemi istedi bu bilgiyi.” “Ne yapmayı planlıyor peki?” diye sordu, değişik bir his tüm benliğini ele geçirmiş, ruh halini buhrana sürüklemişti. “Miran’ın vereceği tepkiyi hesaba katıyor mu?” O gün geldiği zaman olacakları düşündükçe her yanını korku sarıyordu Reyyan’ın. Oldukça zor zamanlar vardı önlerinde. Onları bir yaprak misali dalından koparacak kadar güçlü fırtınalar esecekti dört bir yanlarında. “O her şeyi planladı,” dedi Fırat onu boğan kravatını gevşetirken. Ağır ağır başını salladı Reyyan. Duyacağını duymuştu, daha fazla burada kalmak istemiyordu. Zaten Fırat’ı beklerken birkaç dakika da olsa koridorda oyalanarak yeterince vakit kaybetmişti. Gitmesi lazımdı. Teşekküre tenezzül etmedi, Fırat’a hâlâ çok kızgındı. “Benim gitmem gerekiyor,” dedi sadece, gözlerini kapalı kapıya dikmişti çoktan. “Miran beni bekliyor.” Arkasını döndüğü anda Fırat’ın ağzından çıkan söz bir kere daha duraksattı Reyyan’ı. “Dur, bitmedi daha.” Reyyan arkasını dönüp bir zamanlar güvendiği bu genç adama bakabileceği kadar kötü baktı. Burada olmaya mecbur kalmasa asla gelmez, onu dinlemek zorunda olmasa asla dinlemezdi ama mecburdu işte. “Hazar Bey’in senden bir isteği var.” Fırat aceleci olması gerektiğinin bilincinde olarak kelimeleri hızla tüketiyordu. “Miran’ın teyzesiyle konuşmanı istiyor. Onun bu sırrı bilip bilmediğini merak ediyor. Zaten Hazar Bey buraya geldiğinde ortada sır namına bir şey kalmayacak Reyyan, en azından Miran’ın teyzesinin bildiği bir şey varsa, kendisinin de bilmesi gerektiğini söyledi.” Reyyan’ın uzun zamandır aklını kemiren düşüncelerden biri de buydu esasen. Nergis Hanım’ın neler bilip neler bilmediği... Biliyorsa da bu sırrı neden sakladığı... Kızılca kıyametin kopacağı gün geliyordu demekti. “Tamam,” dedi kafasını sallarken. “Tamam ben konuşacağım Nergis Hanım’la.” Reyyan başka bir kelam etmeden arkasını dönüp odadan çıkmaya yeltendiği sırada Fırat’ın da arkasından adımladığını işitti. Bulundukları bu oda personel odası gibi bir yerdi. Her yerde kutular, fazladan sandalyeler ve araç gereçler bulunuyordu. Reyyan kapıya doğru hızlı adımlar attığında topuklu ayakkabısının bükülmesiyle tüm dengesini yitirdi. Nereye tutuncağını bilemiyordu, düşeceğini fark ettiğinde annelik içgüdüsüyle ellerini karnına kapattı. Neyse ki Fırat arkasından yetişti de, son anda kolundan kavrayarak yere kapaklanmasını engelledi. Reyyan yere düşmekten kıl payı kurtulmanın şokunu atlatamamışken kendisini Fırat’ın kollarında bulmanın şaşkınlığına yakalandı. Genç adamın içinde kötü bir niyet olacağından değildi fakat bu görüntü hiç hoş değildi. “İyi misin Reyyan?” Fırat, Reyyan’ı kollarından bırakmadan sormuştu sorusunu. Bıraktığı an yeniden dengesini kaybetmesinden korkuyordu. “İyi... iyiyim,” dedi Reyyan kekeleyerek. “Tamam, bırak beni.” Her şey bir yana, Reyyan’ın şanssızlığı yeniden gün yüzüne çıkmıştı. Kapının gıcırtıyla açılmasından sonra Reyyan’ın yüreği ağzına gelirken, Fırat karşısında Aslı’yı görmesiyle Reyyan’ı kollarının arasından bıraktı. Bir bu eksikti. Reyyan refleks olarak kocaman açtığı gözlerini karşısındaki kadına dikerken korkudan yutkanamadı bile. Üzerindeki sade lakin şık sayılabilecek nişan elbisesinin eteğini tek elinde parçalarcasına sıkan genç kadının abartılı kırmızı dudakları öfkeyle aralandı. Bakışları bir nişanlısının, bir Reyyan’ın üzerinde gezinirken istemsizce dişlerini sıkıyordu. “Siz?” diyebildi şaşkınlığın izin verdiği kadarıyla. “Ne yapıyorsunuz burada?” Hayır, diye mırıldandı Reyyan içinden. Böylesi bir yanlış anlaşılmaya mahal veremezdi. Korktuğundan daha beter bir şey gelmişti başına. Aslı onları yanlış anlayabilirdi. Eğer öyle olursa olacakları tahmin bile edemiyordu Reyyan. Bu kadının onları yanlış anlamaması gerekiyordu. “Ben düştüm,” dedi telaşla. Korkudan ellerini birbirine kenetledi, parmaklarını kah açıp kah kapatıyordu. “Fırat beni kaldırdı. Biz, konuşuyorduk.” “Konuşuyordunuz, öyle mi?” diye sordu Aslı, sesinde bariz bir alay olsa da, öfkesi ve sakınamadığı kıskançlığı daha ön plandaydı şimdi. Reyyan’ı gördüğü ilk günden bu yana hiç sevmemişti, Fırat’ın Reyyan’a olan tutumunu hep yanlış anlamıştı. Ve bu gördüğü manzara onun nezdinde, bardağı taşıran son damlaydı. “Evet,” dedi Reyyan şaşkınlıkla. Ne olabilirdi ki başka? “Kapalı bir kapının ardında, baş başa konuşuyordunuz, öyle mi?” Kısık çıkan sesinin son anlara doğru hiddetlenmesini engelleyemedi Aslı. Boğazında bir yumru vardı sanki. Reyyan’ı hep kıskanmıştı bunca zaman. Kıskanılacak hiçbir tarafı olmayan bu küçük kızı deliler gibi kıskanmıştı. Çünkü hiçbir vasfı olmasa da, insanı hayrete düşüren güzelliğiyle ön plana çıkıyordu hep. Bugün de aynısı olmuştu. Ve bu gördüklerinin ona göre mantıklı bir açıklaması olamazdı. “Aslı...” Fırat, öfkesinden titreyen nişanlısının kolundan tuttuğunda, Aslı hışımla çekti kolunu Fırat’ın elinden. “Ne saçmalıyorsun sen ya? Ne ima ettiğinin farkında mısın?” diye sordu genç adam. Fırat’ın sesi de en az Aslı’nınki kadar yüksekti. Reyyan birkaç adım ötede ikisinin bu öfkeli hallerini izlerken oldukça şaşkındı. O yanlış bir şey yapmamıştı, o halde burada ve bu tartışmanın içinde bir işi yoktu. Belli ki Aslı görmek istediğini görüyor, inanmak istediğine inanıyordu. “Ben söylediklerimin gayet farkındayım,” diye bağırdı Aslı. “Sen bana burada ne yaptığınızı nasıl açıklayacaksın?” “Bir şey yaptığımız yok,” dedi Fırat sessizce. Konuşurken dişlerini sıkıyordu. Bunlar nasıl bir çiftti böyle? Daha birbirlerine güvenleri bile yoktu. Ama bunlara kafa yormayacaktı Reyyan. Bir an önce bu odadan çıkmalı ve hatta buradan komple ayrılmalıydı. Aslı, Fırat’la cebelleşirken o hiçbir şey olmamış gibi kapıya doğru attı adımlarını. Daha kapıya varamadan kolundan tutan kuvvetle birkaç adım geriye doğru sürüklendi. Aslı’nın Reyyan’ı, elini kolunu sallaya sallaya göndermeye hiç mi hiç niyeti yoktu. Reyyan az önce ayrıldığı noktaya neredeyse itilircesine geri döndüğünde öfkeyle bağırdı. “Ne yapıyorsun sen be?” “Bir yere gitmek yok küçük yılan!” Geriye dönen Aslı aralık olan kapıyı hızla çarptığında Reyyan işin ciddiyetiyle ve hatta korkunçluğuyla hepten afalladı. Onun buradan gitmesi gerekiyordu. Miran her yerde onu arıyor olmalıydı. “Bana burada ne yaptığınızı açıklamadan hiçbir yere gidemezsin, duydun mu beni?” Kapıya yaslanırken tek eliyle de kulpunu tutuyordu sımsıkı. “Fırat,” dedi Reyyan çaresizce, bakışlarını Aslı’dan çekip yanı başında duran en az kendisi kadar çaresiz adama dikti. “Benim gitmem gerekiyor, çek şu nişanlını önümden!” “Acelen mi var, yoksa sakladığınız bir şey mi var?” Aslı’nın kinayeli sorusu Reyyan’ı deliye çevirdi. Bu kadın kesinlikle ruh hastası olmalıydı. Bakışları iyi değildi hiç, üstelik şu anda ona ne söylenirse söylensin sadece anlamak istediğini anlayacak gibiydi. “İkincisi daha kuvvetli bir ihtimal,” dedi Aslı kaşlarını kaldırırken. Reyyan tüm bu olanlara bir anlam veremiyordu. Aklı durmuş gibiydi, böyle bir durumda söylenebilecek mantıklı bir söz gelmiyordu hiç hatırına. Tamam, belki her şey yanlış anlaşılmaya müsaitti fakat Fırat’la kendisinin arasında bir şeyler olabileceğini düşünmek nasıl bir delilikti? Bu zamana kadar herhangi bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet verecek bir durum olmamıştı aralarında. Aslı nasıl düşünebiliyordu böyle bir şeyi? “Dur, sen dur. Sen buraya kocanla gelmiştin değil mi?” Aslı az evvel kapattığı kapıyı açtığında Reyyan onun ne yapmaya çalıştığını anladı. Hızla üzerine atılıp son anda bileğini kavradı Aslı’nın. “Sen ona hesap ver bakalım,” diye bağırdı Aslı bileğini çekip Reyyan’ın elinden kurtarırken. Fakat bu sefer de bu odadan birinin dışarıya çıkmasına engel olan Fırat olmuştu. Aslı’nın açtığı kapıyı geri kapatırken, “Yeter artık be!” diye bağırdı. “Kendine gel, kendine!” Reyyan tekrar kapanan kapıya bakarken dizlerinin titrediğini hissetti. “Bir şeyler yap,” dedi ağlamaklı bir sesle. “Durdur şu kadını!” Zira Aslı çıldırmış gibiydi. Fırat işlerin iyice çığırından çıktığını anladığında Aslı’yı bileklerinden tutup kendine doğru çekti. O sırada bakışları Reyyan’a değdi. “Hadi git Reyyan, ben onunla konuşacağım.” Reyyan zaten kapının hemen ardında duruyordu, hiç düşünmeden parmaklarıyla kavradığı kapıyı açtı. Fakat atmak istediği adım yarım, korkuysa yüreğine çöreklenip kalmıştı. Karşısında gördüğü adamın mavi gözleri ateş saçıyordu ve sorgulayıcı bakışları şimdiden içini yakıyordu. “Miran...” Reyyan oldukça afallamış bir halde andı adını. Zaten yeterince korkmuş ve telaşlanmıştı. Bir de karşısında gördüğü adamın yüreğe azap veren bakışları... Zoraki yutkundu, ne diyeceğini bilemiyordu. Hayatında daha önce hiç bu kadar köşeye sıkışıp kaldığını hatırlamıyordu. Miran’ın açıklama bekler gibi bir hali vardı. Hemen arkasında duran görevliye döndü yüzünü. Reyyan lavabodan uzun süre gelmeyince telaşlanmış ve görevliden yardım almıştı. Zaten koridora göz atarlarken içeriden bağırış seslerinin geldiği bu odada birilerinin olduğunu anlamak zor değildi lakin bu kapının ardında Reyyan’ın yüzünü görmeyi kesinlikle beklemiyordu. Reyyan’ın Fırat ve Aslı’nın yanında ne işi vardı? Üstelik Fırat neden nişanlısını zorla tutar gibiydi? Ve Reyyan neden kendisine böyle ürkmüş gözlerle bakıyordu? “Biz de seni bekliyorduk.” Aslı’nın ağzından çıkan cümle, tüm bakışların onun üzerine çevrilmesine vesile oldu. Reyyan arkasına dönüp çaresiz bir halde baktı Aslı’ya. Sakın söyleme der gibiydi. Oysa bir suçu da yoktu. Fırat, Aslı’nın bileklerini serbest bıraktığında sıkıntıyla ensesini sıvazladı. Aslı’nın sözleri olay yaratacak gibi görünüyordu. Yine de olursa olsun Fırat hiçbir şey söyleyemez, Miran’a hiçbir açıklama yapamazdı. Konuştuklarını Miran’ın bilmemesi gerekiyordu, Hazar Şanoğlu canına okurdu yoksa. “Ne oluyor burada?” Miran’ın dudaklarından dökülen sert tını, şimdiden Reyyan’ın tüm dermanını kesmişti. Kötü bir şeyler olmaması için dualar ediyordu içinden. O sıra da Aslı’nın sözleri tüm tüylerini diken diken etti. “Fırat ve Reyyan bizden bir şeyler gizliyorlar!” |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling