Hercai II meftun hercai II / meftun
Download 1.49 Mb. Pdf ko'rish
|
Sümeyye Koç - Meftun
zamanda amca. Ne kadar tuhaf bir ilişki olsa da gerçekti. Sanki neden gelemediğini biliyorum dercesine
baktığında, Reyyan gözlerini kaçırdı. “Tek gittin, iki canla döndün.” Bedirhan, içini yakan sözlere dilini kalkan bilip sustu. Eğilip Reyyan’ın saçlarından öptü. Bir kez daha ayrı kalması çok zor gelecekti bu saatten sonra. Bir daha hiç gitmesin istiyordu. Miran gelip Reyyan’ı götürmesin istiyordu. “Büyümüşsün ablam,” dedi dudaklarını sıkarken. Kardeş kokusu bir başka güzeldi. “Sen çok güzel bir anne olmuşsun.” Reyyan gülümsemek isterdi fakat beceremeyeceğini bildiği için cüret etmedi. Aklı fikri, onu buraya gecenin bir yarısı getiren sebebe mahkûmdu. “Annem de görebilecek mi?” diye sordu figan içinde. O an aralarında geçen sükûneti delip geçti ağlamaklı sesiyle. “Hadi, anneme götür beni.” Bedirhan koluna dokunduğu Reyyan’ı annesinin yattığı odaya götürdü. Kaç saattir uyuyor, gözlerini açmıyordu. Reyyan’ın geldiğini bile bilmiyordu ama hissederdi belki, kim bilir. Zehra Hanım’ın gözünde, Reyyan bir başkaydı. İki evladı vardı, ikisini de birbirinden ayırt etmezdi lakin Reyyan ona, sevdiği adamın yadigârıydı. Reyyan bir odanın önünde amcasının oturduğunu görünce, içeride de annesinin uyuduğuna kanaat getirdi. Çekimser adımları yavaşlık kazandığında yanaklarını bir utanç bastı. Nedendir bilinmez, utanıp sıkılıyordu işte. Bu adamın, Reyyan’ın üzerinde çok hakkı vardı, inkâr edemezdi. Küçücük bir kız çocuğuyken babasının asla okşamadığı saçlarını bu adam okşamış, görmediği şefkati bu adamdan görmüştü. Havin’e nasıl davranmışsa, Reyyan’a da öyle davranmıştı her zaman. Mecbur değildi oysa hiçbir kan bağı olmayan küçük bir çocuğu kendi kızı gibi sevmeye. Adamlık buna denirdi, merhamet en çok bu adamın yüreğinde güzeldi. “Amca?” Derin derin düşünen adamın dalgın bakışları hastane zemininden çekilip Reyyan’a iliştiğinde dudakları iki yana genişledi. Kendisini gördüğüne sevinmiş miydi? Reyyan ayağa kalkan adamın önünde hafifçe eğilip elini öptü. “Hoş geldin kızım,” diyen adama kafasını kaldırdığında gülümsedi mahzunca. “Hoş buldum Cihan Amca.” Adamın kendisine soru sorar gibi bakan gözlerine hüzünle karşılık verdi. Neler olduğunu merak ediyor olmalıydı İstanbul’da. Fakat bir o kadar da cevabını almıştı Reyyan’ın gözlerinden. Hiçbir şeyin yolunda gitmediği bu fırtınalı günler durulacaktı elbet. Savaş bitecekti, düşmanlık bitecekti. Her şey güzel olacak mı bilinmez ama bitecekti. “Nasıl oldu bu?” diye sordu Reyyan ağlamamak için dudaklarını ısırırken. “Annem nasıl düştü merdivenlerden?” “Tansiyonu düşmüş.” Derin bir iç çekerek tekrar eski yerine oturdu adam. “Dengesini yitirmiş merdivenlerde.” Reyyan anladım dercesine salladı kafasını. Bakışları hemen önünde durduğu kapalı kapıya çevrildiğinde parmağını kaldırıp işaret etti. “Annem içeride mi?” “Evet,” dedi Cihan Bey. Daha beş dakika evvel doktor girip gerekli kontrolleri yapmıştı. Yavaş yavaş uyanmasını ve kendisine gelmesini bekliyorlardı. Tomografi sonuçları ve tahliller temiz çıkmıştı neyse ki. “Merak etme Reyyan, iyi olacak Zehra Hanım.” Hafif bir tebessüm etti. “Onu görebilir miyim?” Reyyan daha fazla dayanamıyordu. Hatta şu an bile içeriye dalmamak için zor tutuyordu kendini. Bir çocuk kadar anlayışsız olmak, tüm kuralları hiçe saymak istiyordu. “Ben bir doktora sorayım.” Bu ses Azat’a aitti. Reyyan arkasını döndüğünde fark etti Azat’ı. Havin’i gördüğü anda kaybolmuştu ortalıktan ve buralarda da yoktu az önce. Azat doktoru bulmak için uzun koridoru yürümeye başladığında Reyyan umutla bekledi. Çok özlemişti annesini. Şu kapının ardında uyuyordu ya, sarılıp duvarları bile öpesi vardı. O an yine Miran’ı anımsadı ve içi burkuldu. Özlediğinde sarılabileceği bir annesi yoktu yanı başında. Onun payına düşen, soğuk mezar taşlarını sıvazlamaktı. Şimdi ise ölmüş annesinin mezarına dahi gitmeyeceğini söylüyordu. Bu çok acımasızcaydı. “Aç mısın?” Bedirhan, parmaklarını omzuna dokundurduğunda kafasını kaldırıp kardeşine baktı Reyyan. Açtı fakat hiçbir şey yiyemeyecek kadar da doluydu. Midesinin herhangi bir şeyi kabul edeceğini düşünmüyordu. Ama yemesi gerekiyordu. Kendisi değil, kızı için. “Şimdi değil Bedirhan,” dedi küçük bir çocuk gibi omuzlarını düşürürken. “Ben annemi göreceğim önce.” Çaresiz bekleyişini sürdürmekte kararlıydı, Bedirhan bir şey söylemedi. Birkaç dakika sonra yanlarına dönen Azat’a dikti gözlerini Reyyan. Eğer içeri giremeyeceğini söylerse buna dayanamazdı. Hasret içini yakıyor, annesinin kokusu burnunda tütüyordu. Azat, Reyyan’a tek kelime etme gereksinimi duymadı. Doktorun onay verdiği ifade edercesine gözkapaklarını yumduğu anda Reyyan bir adımda yanına vardığı kapının kulpunu indirdi ve kendini içeriye attı. Her bir köşesine annesinin kokusu sindiği bu oda yıllar öncesine sürükledi Reyyan’ı. Annesinin dizlerinde uyuduğu, şefkatli parmaklarının saçlarında gezindiğini hissettiği, hasta olduğu gecelerde gözünü kırpmadan başında beklediği anlar çok da uzak değildi halbuki. Yıllar ne kadar haindi. Ondan ayrı kaldığı zamanlarda anlamıştı çoğu şeyi. Bir insan annesinden uzakta kalınca büyüyordu, kırılıyordu kolu kanadı. Kimse onu kendisinden çok düşünmeyince fark ediyordu annenin demek olduğunu. Şimdi küçücük bir kızdı Reyyan. Attığı adımlar yavaştı, gözlerinin önünde yıllar öncesi vardı. Koştukça dalgalı saçları uçuşan, elbisesinin etekleri rüzgâra meydan okuyordu. Fakat yolun sonunda annesi ona sarılmıyordu. Bu yolun sonunda, annesinin gözleri kapalı, yüreğini okşayan sesi kulaklarından yoksundu. “Ben geldim anne,” dediğinde ağlıyordu. Sessiz sessiz ama yana yakıla. Eğilip şakağından öptüğü annesinin kokusunu çektiğinde içine, ciğerleri parçalanacakmış kadar acıyordu. Yatağın kenarına usulca iliştiğinde parmaklarını kaldırıp annesinin hareketsiz duran eline bastırdı. Hep böyle mi olacaktı? Reyyan gözü yaşlı bir halde, sevdiklerinin canlarıyla cebelleştiklerine mi şahit olacaktı. “Bak, sana kimi getirdim,” dedi sımsıkı kavradığı eli karnına götürürken. Şimdi annesinin eli, Reyyan’ın karnının üzerinde duruyordu. Sevinmesi gerekmez miydi? İlk defa hissediyordu yavrusunun yavrusunu. Ama hiçbir tepki vermiyordu. Reyyan bir umut bekliyordu ama annesinin gözleri kıpırdamıyordu. “Kızının kızı oluyor anne,” dedi kısık sesle. “Aslında ben de, artık sen oluyorum.” Karnından çektiği eli dudaklarına bastırdı bu sefer. Uzun uzun öptü kokladı. Böyle olmamalıydı aylardır hasret çektiği kadına kavuşması. Gözlerini açsaydı, kollarını bedenine sarsaydı, saçlarını koklasaydı ne olurdu sanki? Gözyaşları içinde kapandı annesinin dizlerine. Bu kadın gözlerini ne zaman açar, Reyyan’ın yaralarını ne zaman sarar hiç bilmiyordu ama takati kalmamıştı daha fazla. “Aslında seni esas şimdi anlıyorum anne.” Bir kadın karnına ilk can düştüğünde, o canın derdine düşüyordu dünya denilen kalleş serüvende. Reyyan, bu dünyaya bir bebek getireceğini ilk öğrendiği an şüphesiz aklına gelen ilk şey annesiydi. Ellerini karnına bastırdığında gözlerinden yaşlar boşaldı. “Benim yaşadıklarımı o yaşarsa ben ölürdüm. Sen bana nasıl dayandın anne?” *** İnsan en çok sevdiğine kırılırmış bu hayatta. Hiçbir şeyin onu avutmadığı bu çıkmazda onu iyi edebilecek tek yürek Reyyan’ındı. Fakat Miran, kırgınlıktan bin parçaya bölünmüş durumdaydı. Her şey bir yana, Reyyan’a olan küskünlüğü saatler geçtikçe büyüyordu. Yukarıya asansörle çıkmak istemiyordu, bakışlarını merdivenlere dikti. Attığı her adımda, tırmandığı her basamakta zaten derman kalmayan bedenini iyice yordu, odasının bulunduğu son kata kadar merdivenleri kullanarak ulaştı. Bir şeyler yapmalıydı. Durup düşündüğü vakit aklını yitirebilecek raddeye geliyordu çünkü aklı mantığı almıyordu hiçbir şeyi. Dağa taşa, uçan kuşa haykırası vardı ama nafile. Bir Allah’ın kulu da her şeyin kötü bir kâbustan ibaret olduğunu söylemiyordu ona. Saat sabahın altısını gösteriyordu, gökyüzü hâlâ zifiri karanlıkken araladı odasının kapısını. Kan çanağına dönen gözlerinin değdiği her bir noktada yaşanmışlıklar diziliyordu zihnine. Çıldırmak üzereydi. Bedenini koltuğa attığı an yine düşünme eylemine geçti. Ne o adamın söyledikleri, ne teyzesinin anlattıkları... Hiçbiri bir mantık çerçevesine oturmuyordu kafasında. Fakat Reyyan’ın oldukça suçlu bakan kuzguni hareleri... İşte onlar bu zamana kadar yaşadığı hayatın rezil bir yalandan ibaret olduğunun tek kanıtıydı. Onsuz olamayacağını ona deliler gibi haykıran kalbine söz geçiremese de kırgınlığı devasaydı. Öyle ki, Reyyan’ın attığı her çaresiz bakış ve sarf ettiği her kabulleniş sözü onulması imkânsız yaralar açtı Miran’a. Sarılmasının mümkünü yoktu, Reyyan artık en büyük yarasının sahibiydi. Odasının kapısı gıcırdayarak açıldığında bakışları o tarafa çevrildi. İçeriye giren Arda’nın elinde birkaç parça temiz kıyafet vardı. Yanına geldiğinde acır gibi baktı Miran’a. “Üstün başın rezil durumda,” dedi elindeki temiz eşofmanı ve tişörtü masanın üzerine koyarken. “Kalk değiştir üstünü.” Sarf ettiği sözleri değil umursamak, duyduğuna bile şüpheliydi Miran’ın. “Kendini toparla Miran.” İçi yanıyordu, içi. Nasıl göründüğünün bir önemi var mıydı? Oturduğu koltukta dizlerine serdiği geçmişiyle cebelleşiyor ve kabullenmek istemediği doğrularla savaşıyordu. Mavi harelerinin değdiği o kör noktada kim bilir kaç hayal can veriyordu? Dağılmış siyah saçları alnına perçem perçem dökülmüş, gözaltları mora dönmüştü. Bir gecede yıkılmışlığın tablosu duruyordu sanki karşısında. Birkaç adımda yanına varıp parmağını toza toprağa bulanmış beyaz gömleğinin üzerine bastırdı. “Kalksana oğlum. Gelen giden seni böyle mi görsün istiyorsun?” Umursamazca gözlerini kapattı genç adam ve ağrıdan kopan boynunu uzatarak kafasını koltuğun başına yasladı. O an aklına gelen düşünceyle içini bir huzursuzluk kapladı Arda’nın. “Belli ki amcan hiçbir şey bilmiyor,” dedi kısık sesle. Kaşları çatılmıştı. “Ama Vahit Karaman o.” Bir zaman sonra başlayacak olan çetin arbedenin sinyallerini veriyordu şimdiden. “Gerçekleri öğrendiği zaman alenen düşman kesilecek sana, elindeki her şeyi almak için savaş başlatacak. Anlıyor musun?” Miran gözleri kapalıyken sessizce mırıldandı. “Başlatsın.” Bu umursamaz cümle Arda’yı kızdırmıştı. Bu kadar kolay mı vazgeçiyordu her şeyden? “Ne demek başlatsın?” Miran gözlerini araladı yavaşça. “Ben zaten buraya ait değilim.” Bakışları ona ilk defa bu denli yabancı gelen odada gezindi. “Burada olan hiçbir şeyin sahibi değilim.” Babası sandığı adamın aslında hiçbir şeyi olmamasıydı Miran’a bunları düşündüren. O bir Karaman değil, Şanoğlu’ydu. Bu sebeptendi kendini hiçbir yere ait hissedemeyişi. “Dünyaya gelmene sebep olan adama mı denir baba diye? Yoksa seni büyütüp sana sahip çıkana mı?” Arda, boş bakışlarla bakarak kendisini dinleyen Miran’ın yenilgiyi bu şekilde kabul etmesine izin vermeyecekti. “Eğer yaşasaydı sana hâlâ babalık edecek, seni canından çok sevecek bir adam değil miydi senin baban? Teyzen demiyor muydu sana hep, baban seni kendinden çok seviyordu diye?” Miran gülümsedi. O kadar alay dolu bir gülüştü ki bu. “Beni kendi oğlu sandığı içindir o.” “Nereden biliyorsun Miran?” diye sordu Arda. Neticede neyin ne olduğunu bilmiyorlardı. Araladıklarını sandıkları geçmişin ardında kim bilir daha neler saklıydı? “Belki de her şeyi biliyordu ve senin kendisinin oğlu olmadığını bile bile kabul ediyordu seni.” Miran reddedercesine kafasını salladı. Ona göre bunun bir cevabı yoktu fakat Ahmet Karaman onu gerçekten evladı bilmişti. Eğer yaşasaydı, yine bilirdi. Sen onun değil, benim oğlumsun derdi. “Kalk,” dedi Arda bir kez daha. İtirazı reddedecek kadar sertti sesi. “Hiç kimse için değilse de, benim için kalk lan!” Miran istemsizce gözlerini yumduğunda rahatladı genç adam. Birazdan şirketten ayrılıp eve uğramayı ve Elif’le Reyyan’ın ne durumda olduğunu kontrol etmeyi düşünüyordu. Öncesinde bir arayıp sormakta fayda vardı. Gerçi, ters bir durum olsaydı Elif onu arardı ama tedbiri elden bırakmıyordu o. Cebinden çıkardığı telefonun şarjının bitmek üzere olduğunu fark ettiğinde acelece rehberi açtı ve Elif’in ismini bulup aradı. Bu kızla konuşacağı zaman kalbinin neden bu kadar hızlı attığına bir anlam veremiyordu. Heyecanlanıyordu işte, bir sebep olmaksızın sesini duymak istiyordu. Bir de ona attığı adımlara bir karşılık verebilse... Miran ayağa kalkıp üzerindeki gömleği çıkarma telaşına düştüğünde, Arda bir sağa bir sola geziniyordu odanın içinde. Kimi aradığını bilmiyordu Arda’nın ancak tahmin etmesi zor değildi. Bu vesileyle Reyyan’ın nasıl olduğunu da öğrenecekti. Şu an Reyyan’a duyduğu hislere bir ad koyamıyordu, kızgınlığın ve kırgınlığın ateşlerde pişirilip aşkla harmanlanışı kadar yamandı duyguları. Onu görmek istiyordu ama onu görmeye tahammülü yoktu. Ona sarılmak istiyordu ancak içinden gelmiyordu. Reyyan da böyle mi hissetmişti kendisini affedemediği günlerde? Üstelik Miran’ın ihaneti hiçbir kandırmacaya denk tutulamayacak kadar ağırdı. Arda’nın ağzından Reyyan’ın ismini duyması düşüncelerini tuzla buz ettiğinde elindeki tişörtü kafasına hızlıca geçirip tüm dikkatini karşısındaki adama verdi Miran. Reyyan’ın nerede olduğunu soruyordu. Tam da o sırada yüzünde gezinen oldukça garip ifade ve ne diyeceğini bilemez bir halde Miran’a bakması genç adamı işkillendirdi. “Ben seni sonra arayacağım,” dedi telefonunu kapatırken. Fakat nafileydi saklama çabaları. Miran’ın kendisine bakan keskin bakışlarının altında nefes almak dahi zordu. Nasıl söyleyecekti ona duyduğu şeyleri? Miran bir de bunun altından kalkamazdı ki. “Ne oluyor?” diye sordu Miran. Bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydı ve o şey her neyse Reyyan’la ilgiliydi. Bir anda aklına değen kötü ihtimaller yüreğini ağzına getirdi. Arda ile aralarındaki mesafeyi hızla kat ettiğinde korku içinde bağırdı. “Söylesene! Reyyan’a bir şey mi oldu?” “Hayır,” dedi Arda sessizce. Birazdan hissettiği bu korkunun şiddeti, öfkeye meyledecekti. “Reyyan’ın annesi bir kaza geçirmiş.” Telaşlı başlayan ses tonu dingindi. Nasıl söyleyeceğini bilemiyordu ama nasıl olsa öğreneceğini bildiğinden lafı gevelemeyecekti. “Reyyan, Mardin’e gitmiş.” Miran aldığı kötü haberle bir an için duruldu, Reyyan’ın bu durum karşısında ne denli üzülebileceğini düşünerek kahroldu. “İyi miymiş Zehra Hanım?” diye sordu tuhaf bir suçlulukla. “Peki Reyyan?” “Kadının durumu iyiymiş, Reyyan da iyidir sanırım.” Derin bir nefes aldı Miran. Orada olabilmeyi, Reyyan’a destek olabilmeyi ne çok isterdi ama kahretsin ki yapamazdı. O adamın yüzünü görüp bu duruma tahammül edebileceği tek bir saniyesi bile yoktu. O an içinden geçen fakat bir türlü cesaret edemediği şeyi Arda dillendirdi. “Reyyan’ı aramalısın.” Miran kafasını salladı. Dün gece şarjı biten telefonunu şarj etmekle uğraşamazdı şimdi. İş telefonunun başına yürürken duraksayıp arkasını döndü ve Arda’nın korktuğu o soruyu sordu. “Kiminle gitmiş?” Tek başına gittiğini sanmıyordu Reyyan’ın ve gittiği kişinin Hazar Şanoğlu olmasından şüphe ediyordu. Neticede o evden çıkıp gittiğinde o adam hâlâ oradaydı ve kötü haber ulaştığında büyük ihtimalle birlikte gitmiş olmalıydılar. Miran derince soludu, kanı damarlarından çekiliyordu sanki. O an Arda’nın bakışları yere devrildi. Bunu Miran’a söyleyip ortalığı ateşe vermektense salağa yatıp onu kandırmayı tercih edecekti. Kaç saniye sürerdi bilmiyordu. “Bilmiyorum Miran, sormadım.” “Ara sor o halde.” Miran dudaklarını öfkeyle ezdi. “Ya da ben sorarım.” Uzanıp Arda’nın elindeki telefonu çekip aldı. Arda, Miran’ın Elif’i aramaya niyetlendiğini fark ettiğinde geri çekip aldı telefonunu Miran’ın elinden. Hiç değilse kendisi bunu alıştırarak söylerdi. Miran bu durumda ne kadar sakin kalabilirdi hiçbir fikri yoktu gerçi. Kendisine odaklanmış, kocaman açılmış mavi bakışlara çekine çekine baktı. “Dur tamam.” Telefonu cebine koyduğunda, “Azat,” diye fısıldadı. Sanki normal bir şeyden bahsedermiş gibi telaşsızdı. “O götürmüş Reyyan’ı.” Duymayı beklemediği isimle sarsıldı genç adam. Canını alsalar bu denli acı çekeceğini düşünmezdi. Azat’ın Reyyan’ı alıp götürmesi, her ne sebepten ötürü olursa olsun dünyanın başına yıkılmasına eş değerdi. Keyfi yere değildi elbet Reyyan’ın gidişi. Ama şu yıkık dökük yüreğine söz geçiremiyordu. “Azat’la...” Sessiz sessiz konuştu. Arkasını dönüp boş bakışlarıyla etrafa bakarken, kefenini yırtan öfkesi ses tonuna sirayet etti. “Azat götürdü öyle mi?” Yuvalarından fırlayacak olmuştu gözbebekleri. Hızlı adımlarla önüne vardığı masanın üzerinde ne varsa eğilip yere savurduğunda boğazını patlatıncaya dek haykırdı. Aklı tamamen yoksundu kıskançlığın zirvede olduğu bu duygu karmaşasında. Hazmedemiyordu Miran. Azat’ın gözünün Reyyan’a değmesine, dudaklarından dökülecek tek bir sözün kulaklarına ilişmesine... Şu an kendisinin yanında değil de onun yanında olmasına ve daha nicesine. “Sakin ol Miran!” Miran, Arda’yı umursamadı. Döküp saçtığı eşyalardan çıkaramadığı öfkesini kuvvetli bir tekme darbesiyle savurduğu sandalyeden çıkardı. Ama olmuyordu, hiçbir şey yüreğini kasıp kavuran bu tehlikeli tufandan kurtarmıyordu onu. “Neye sakin olayım?” diye sordu arkasını dönüp Arda’ya bakarken. “Aylar öncesinde yapmak istediğini yaptı, aldı götürdü Reyyan’ı!” “Bak Miran,” dedi Arda kızgınlıkla. “Reyyan küçük bir çocuk değil, herhangi bir eşya veya oyuncak da değil. Karın o senin, karın! Hiç mi güvenmiyorsun sen ona?” “Sorun bu değil!” Takati bedenini tamamen terk edince sırtını duvara yasladı. “Benim Reyyan’a ihtiyacım var ama o benim yanımda değil! Azat görüyor Reyyan’ı, o duyuyor sesini... Reyyan bilmiyor ama Azat onu köpek gibi seviyor!” Miran gerçekten çıldırmıştı. Böyle bir zamanda bile anormal tepkiler verebildiğine göre aklıselim değildi. Arda dudak uçuklatan bir şaşkınlıkla seyrediyordu Miran’ı. Resmen kıskançlıktan deliye dönüyordu. Sırtını duvardan çekip önünü döndü, kafasını yasladı duvara. “Evim barkımdın sen benim,” dedi yumruklarını duvara geçirirken. Yürek acısı içinde yanan bir ateş gibiyken, teninin acısı umurunda değildi. “Şimdi ben senin olmadığın o eve nasıl gideyim lan nasıl gideyim!” Gitmek isteyip gidemeyişi, görmek isteyip göremeyişiydi onu bu denli kahreden. Miran, Mardin’e dönemezdi bir daha ama Reyyan’sız da olamazdı. Bu ne hazin bir çelişkiydi? “Git o zaman,” dedi Arda. Ne diyeceğini, ne söyleyeceğini şaşırmıştı artık. “Madem bu kadar deli oluyorsun, git karının yanında ol!” Gidemezdi. Peki Reyyan döner miydi? Durdu, düşündü Miran. Reyyan, gözünün içine baka baka gizlemişti bu gerçeği ondan. Bu sır gizlenecek bir sır mıydı? Bunu ona nasıl yapmıştı? “Telefonunu ver,” dedi Arda’ya. Halsiz parmaklarını uzatıp beklediğinde dilinin ucunda virane kelimeler uçuşuyordu. “Reyyan’ı arayacağım.” Arda cebinden çıkardığı telefonu Miran’a uzattığında, Miran doğrulup aldı ve parmakları tuşlarda ezbere bildiği numarayı çevirirken odanın kapısını açıp koridora çıktı. Karanlık koridoru hafiften aydınlatmaya meyleden şafağa döndü yüzünü. Gözlerinin önüne serilen deniz manzarasını seyrederken, Reyyan’ın kendisinden kilometrelerce uzakta olduğunu iliklerine kadar hissetti. Sanki her şey, bu yitik hikâyenin en başa dönmüş haliydi. Reyyan ondan şehirlerce uzaktaydı ve Miran yine yapayalnızdı. Telefonu o kadar sıkı tutuyordu ki eli titriyordu. Sancılı bir bekleyişin sonunda, kulağına her an ulaşmasını beklediği o nefes kesen sesi işitti. Sımsıkı kapattı gözlerini genç adam. Ölürcesine sevdiğinden ama öfkesine Download 1.49 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling