Hercai II meftun hercai II / meftun


Download 1.49 Mb.
Pdf ko'rish
bet44/68
Sana05.01.2022
Hajmi1.49 Mb.
#215120
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   68
Bog'liq
Sümeyye Koç - Meftun

zamanda  amca.  Ne  kadar  tuhaf  bir  ilişki  olsa  da  gerçekti.  Sanki  neden  gelemediğini  biliyorum  dercesine
baktığında, Reyyan gözlerini kaçırdı.
“Tek  gittin,  iki  canla  döndün.”  Bedirhan,  içini  yakan  sözlere  dilini  kalkan  bilip  sustu.  Eğilip  Reyyan’ın
saçlarından  öptü.  Bir  kez  daha  ayrı  kalması  çok  zor  gelecekti  bu  saatten  sonra.  Bir  daha  hiç  gitmesin
istiyordu.  Miran  gelip  Reyyan’ı  götürmesin  istiyordu.  “Büyümüşsün  ablam,”  dedi  dudaklarını  sıkarken.
Kardeş kokusu bir başka güzeldi. “Sen çok güzel bir anne olmuşsun.”
Reyyan gülümsemek isterdi fakat beceremeyeceğini bildiği için cüret etmedi. Aklı fikri, onu buraya gecenin
bir yarısı getiren sebebe mahkûmdu. “Annem de görebilecek mi?” diye sordu  figan  içinde.  O  an  aralarında
geçen sükûneti delip geçti ağlamaklı sesiyle. “Hadi, anneme götür beni.”
Bedirhan  koluna  dokunduğu  Reyyan’ı  annesinin  yattığı  odaya  götürdü.  Kaç  saattir  uyuyor,  gözlerini
açmıyordu.  Reyyan’ın  geldiğini  bile  bilmiyordu  ama  hissederdi  belki,  kim  bilir.  Zehra  Hanım’ın  gözünde,
Reyyan bir başkaydı. İki evladı vardı, ikisini de birbirinden ayırt etmezdi lakin Reyyan ona, sevdiği adamın


yadigârıydı.
Reyyan bir odanın önünde amcasının oturduğunu görünce, içeride de annesinin uyuduğuna kanaat getirdi.
Çekimser  adımları  yavaşlık  kazandığında  yanaklarını  bir  utanç  bastı.  Nedendir  bilinmez,  utanıp  sıkılıyordu
işte. Bu adamın, Reyyan’ın üzerinde çok hakkı vardı, inkâr edemezdi. Küçücük bir kız çocuğuyken babasının
asla  okşamadığı  saçlarını  bu  adam  okşamış,  görmediği  şefkati  bu  adamdan  görmüştü.  Havin’e  nasıl
davranmışsa, Reyyan’a da öyle davranmıştı her zaman.
Mecbur  değildi  oysa  hiçbir  kan  bağı  olmayan  küçük  bir  çocuğu  kendi  kızı  gibi  sevmeye.  Adamlık  buna
denirdi, merhamet en çok bu adamın yüreğinde güzeldi.
“Amca?”
Derin derin düşünen adamın dalgın bakışları hastane zemininden çekilip Reyyan’a iliştiğinde dudakları iki
yana genişledi. Kendisini gördüğüne sevinmiş miydi? Reyyan ayağa kalkan adamın önünde hafifçe eğilip elini
öptü. “Hoş geldin kızım,” diyen adama kafasını kaldırdığında gülümsedi mahzunca.
“Hoş buldum Cihan Amca.”
Adamın  kendisine  soru  sorar  gibi  bakan  gözlerine  hüzünle  karşılık  verdi.  Neler  olduğunu  merak  ediyor
olmalıydı  İstanbul’da.  Fakat  bir  o  kadar  da  cevabını  almıştı  Reyyan’ın  gözlerinden.  Hiçbir  şeyin  yolunda
gitmediği bu fırtınalı günler durulacaktı elbet. Savaş bitecekti, düşmanlık bitecekti. Her şey güzel olacak mı
bilinmez ama bitecekti.
“Nasıl  oldu  bu?”  diye  sordu  Reyyan  ağlamamak  için  dudaklarını  ısırırken.  “Annem  nasıl  düştü
merdivenlerden?”
“Tansiyonu  düşmüş.”  Derin  bir  iç  çekerek  tekrar  eski  yerine  oturdu  adam.  “Dengesini  yitirmiş
merdivenlerde.”
Reyyan  anladım  dercesine  salladı  kafasını.  Bakışları  hemen  önünde  durduğu  kapalı  kapıya  çevrildiğinde
parmağını kaldırıp işaret etti. “Annem içeride mi?”
“Evet,”  dedi  Cihan  Bey.  Daha  beş  dakika  evvel  doktor  girip  gerekli  kontrolleri  yapmıştı.  Yavaş  yavaş
uyanmasını  ve  kendisine  gelmesini  bekliyorlardı.  Tomografi  sonuçları  ve  tahliller  temiz  çıkmıştı  neyse  ki.
“Merak etme Reyyan, iyi olacak Zehra Hanım.” Hafif bir tebessüm etti.
“Onu  görebilir  miyim?”  Reyyan  daha  fazla  dayanamıyordu.  Hatta  şu  an  bile  içeriye  dalmamak  için  zor
tutuyordu kendini. Bir çocuk kadar anlayışsız olmak, tüm kuralları hiçe saymak istiyordu.
“Ben  bir  doktora  sorayım.”  Bu  ses  Azat’a  aitti.  Reyyan  arkasını  döndüğünde  fark  etti  Azat’ı.  Havin’i
gördüğü anda kaybolmuştu ortalıktan ve buralarda da yoktu az önce.
Azat  doktoru  bulmak  için  uzun  koridoru  yürümeye  başladığında  Reyyan  umutla  bekledi.  Çok  özlemişti
annesini. Şu kapının ardında uyuyordu ya, sarılıp duvarları bile öpesi vardı. O an yine Miran’ı anımsadı ve içi
burkuldu. Özlediğinde sarılabileceği bir annesi yoktu yanı başında. Onun payına düşen, soğuk mezar taşlarını
sıvazlamaktı. Şimdi ise ölmüş annesinin mezarına dahi gitmeyeceğini söylüyordu.
Bu çok acımasızcaydı.
“Aç  mısın?”  Bedirhan,  parmaklarını  omzuna  dokundurduğunda  kafasını  kaldırıp  kardeşine  baktı  Reyyan.
Açtı  fakat  hiçbir  şey  yiyemeyecek  kadar  da  doluydu.  Midesinin  herhangi  bir  şeyi  kabul  edeceğini
düşünmüyordu. Ama yemesi gerekiyordu. Kendisi değil, kızı için.
“Şimdi değil Bedirhan,” dedi küçük bir çocuk gibi omuzlarını düşürürken. “Ben annemi göreceğim önce.”
Çaresiz bekleyişini sürdürmekte kararlıydı, Bedirhan bir şey söylemedi. Birkaç dakika sonra yanlarına dönen
Azat’a  dikti  gözlerini  Reyyan.  Eğer  içeri  giremeyeceğini  söylerse  buna  dayanamazdı.  Hasret  içini  yakıyor,
annesinin kokusu burnunda tütüyordu.
Azat,  Reyyan’a  tek  kelime  etme  gereksinimi  duymadı.  Doktorun  onay  verdiği  ifade  edercesine
gözkapaklarını yumduğu anda Reyyan bir adımda yanına vardığı kapının kulpunu indirdi ve kendini içeriye
attı.
Her bir köşesine annesinin kokusu sindiği bu oda yıllar öncesine sürükledi Reyyan’ı. Annesinin dizlerinde
uyuduğu, şefkatli parmaklarının saçlarında gezindiğini hissettiği, hasta olduğu gecelerde gözünü kırpmadan
başında beklediği anlar çok da uzak değildi halbuki. Yıllar ne kadar haindi. Ondan ayrı kaldığı zamanlarda
anlamıştı  çoğu  şeyi.  Bir  insan  annesinden  uzakta  kalınca  büyüyordu,  kırılıyordu  kolu  kanadı.  Kimse  onu
kendisinden çok düşünmeyince fark ediyordu annenin demek olduğunu.
Şimdi  küçücük  bir  kızdı  Reyyan.  Attığı  adımlar  yavaştı,  gözlerinin  önünde  yıllar  öncesi  vardı.  Koştukça
dalgalı  saçları  uçuşan,  elbisesinin  etekleri  rüzgâra  meydan  okuyordu.  Fakat  yolun  sonunda  annesi  ona
sarılmıyordu. Bu yolun sonunda, annesinin gözleri kapalı, yüreğini okşayan sesi kulaklarından yoksundu.
“Ben  geldim  anne,”  dediğinde  ağlıyordu.  Sessiz  sessiz  ama  yana  yakıla.  Eğilip  şakağından  öptüğü
annesinin  kokusunu  çektiğinde  içine,  ciğerleri  parçalanacakmış  kadar  acıyordu.  Yatağın  kenarına  usulca
iliştiğinde  parmaklarını  kaldırıp  annesinin  hareketsiz  duran  eline  bastırdı.  Hep  böyle  mi  olacaktı?  Reyyan
gözü  yaşlı  bir  halde,  sevdiklerinin  canlarıyla  cebelleştiklerine  mi  şahit  olacaktı.  “Bak,  sana  kimi  getirdim,”
dedi sımsıkı kavradığı eli karnına götürürken.
Şimdi  annesinin  eli,  Reyyan’ın  karnının  üzerinde  duruyordu.  Sevinmesi  gerekmez  miydi?  İlk  defa
hissediyordu  yavrusunun  yavrusunu.  Ama  hiçbir  tepki  vermiyordu.  Reyyan  bir  umut  bekliyordu  ama
annesinin  gözleri  kıpırdamıyordu.  “Kızının  kızı  oluyor  anne,”  dedi  kısık  sesle.  “Aslında  ben  de,  artık  sen
oluyorum.”
Karnından  çektiği  eli  dudaklarına  bastırdı  bu  sefer.  Uzun  uzun  öptü  kokladı.  Böyle  olmamalıydı  aylardır
hasret  çektiği  kadına  kavuşması.  Gözlerini  açsaydı,  kollarını  bedenine  sarsaydı,  saçlarını  koklasaydı  ne
olurdu sanki?
Gözyaşları  içinde  kapandı  annesinin  dizlerine.  Bu  kadın  gözlerini  ne  zaman  açar,  Reyyan’ın  yaralarını  ne


zaman sarar hiç bilmiyordu ama takati kalmamıştı daha fazla.
“Aslında seni esas şimdi anlıyorum anne.” Bir kadın karnına ilk can düştüğünde, o canın derdine düşüyordu
dünya denilen kalleş serüvende. Reyyan, bu dünyaya bir bebek getireceğini ilk öğrendiği an şüphesiz aklına
gelen  ilk  şey  annesiydi.  Ellerini  karnına  bastırdığında  gözlerinden  yaşlar  boşaldı.  “Benim  yaşadıklarımı  o
yaşarsa ben ölürdüm. Sen bana nasıl dayandın anne?”
***
İnsan en çok sevdiğine kırılırmış bu hayatta. Hiçbir şeyin onu avutmadığı bu çıkmazda onu iyi edebilecek
tek  yürek  Reyyan’ındı.  Fakat  Miran,  kırgınlıktan  bin  parçaya  bölünmüş  durumdaydı.  Her  şey  bir  yana,
Reyyan’a olan küskünlüğü saatler geçtikçe büyüyordu.
Yukarıya  asansörle  çıkmak  istemiyordu,  bakışlarını  merdivenlere  dikti.  Attığı  her  adımda,  tırmandığı  her
basamakta  zaten  derman  kalmayan  bedenini  iyice  yordu,  odasının  bulunduğu  son  kata  kadar  merdivenleri
kullanarak ulaştı.
Bir  şeyler  yapmalıydı.  Durup  düşündüğü  vakit  aklını  yitirebilecek  raddeye  geliyordu  çünkü  aklı  mantığı
almıyordu hiçbir şeyi. Dağa taşa, uçan kuşa haykırası vardı ama nafile. Bir Allah’ın kulu da her şeyin kötü bir
kâbustan ibaret olduğunu söylemiyordu ona.
Saat sabahın altısını gösteriyordu, gökyüzü hâlâ zifiri karanlıkken araladı odasının kapısını. Kan çanağına
dönen  gözlerinin  değdiği  her  bir  noktada  yaşanmışlıklar  diziliyordu  zihnine.  Çıldırmak  üzereydi.  Bedenini
koltuğa attığı an yine düşünme eylemine geçti. Ne o adamın söyledikleri, ne teyzesinin anlattıkları... Hiçbiri
bir mantık çerçevesine oturmuyordu kafasında. Fakat Reyyan’ın oldukça suçlu bakan kuzguni hareleri... İşte
onlar bu zamana kadar yaşadığı hayatın rezil bir yalandan ibaret olduğunun tek kanıtıydı.
Onsuz  olamayacağını  ona  deliler  gibi  haykıran  kalbine  söz  geçiremese  de  kırgınlığı  devasaydı.  Öyle  ki,
Reyyan’ın attığı her çaresiz bakış ve sarf ettiği her kabulleniş sözü onulması imkânsız yaralar açtı Miran’a.
Sarılmasının mümkünü yoktu, Reyyan artık en büyük yarasının sahibiydi.
Odasının  kapısı  gıcırdayarak  açıldığında  bakışları  o  tarafa  çevrildi.  İçeriye  giren  Arda’nın  elinde  birkaç
parça temiz kıyafet vardı. Yanına geldiğinde acır gibi baktı Miran’a.
“Üstün  başın  rezil  durumda,”  dedi  elindeki  temiz  eşofmanı  ve  tişörtü  masanın  üzerine  koyarken.  “Kalk
değiştir üstünü.” Sarf ettiği sözleri değil umursamak, duyduğuna bile şüpheliydi Miran’ın. “Kendini toparla
Miran.”
İçi yanıyordu, içi. Nasıl göründüğünün bir önemi var mıydı? Oturduğu koltukta dizlerine serdiği geçmişiyle
cebelleşiyor ve kabullenmek istemediği doğrularla savaşıyordu. Mavi harelerinin değdiği o kör noktada kim
bilir kaç hayal can veriyordu?
Dağılmış siyah saçları alnına perçem perçem dökülmüş, gözaltları mora dönmüştü. Bir gecede yıkılmışlığın
tablosu  duruyordu  sanki  karşısında.  Birkaç  adımda  yanına  varıp  parmağını  toza  toprağa  bulanmış  beyaz
gömleğinin üzerine bastırdı. “Kalksana oğlum. Gelen giden seni böyle mi görsün istiyorsun?”
Umursamazca  gözlerini  kapattı  genç  adam  ve  ağrıdan  kopan  boynunu  uzatarak  kafasını  koltuğun  başına
yasladı.
O an aklına gelen düşünceyle içini bir huzursuzluk kapladı Arda’nın. “Belli ki amcan hiçbir şey bilmiyor,”
dedi kısık sesle. Kaşları çatılmıştı. “Ama Vahit Karaman o.” Bir zaman sonra başlayacak olan çetin arbedenin
sinyallerini  veriyordu  şimdiden.  “Gerçekleri  öğrendiği  zaman  alenen  düşman  kesilecek  sana,  elindeki  her
şeyi almak için savaş başlatacak. Anlıyor musun?”
Miran gözleri kapalıyken sessizce mırıldandı. “Başlatsın.”
Bu  umursamaz  cümle  Arda’yı  kızdırmıştı.  Bu  kadar  kolay  mı  vazgeçiyordu  her  şeyden?  “Ne  demek
başlatsın?”
Miran  gözlerini  araladı  yavaşça.  “Ben  zaten  buraya  ait  değilim.”  Bakışları  ona  ilk  defa  bu  denli  yabancı
gelen odada gezindi. “Burada olan hiçbir şeyin sahibi değilim.”
Babası sandığı adamın aslında hiçbir şeyi olmamasıydı Miran’a bunları düşündüren. O bir Karaman değil,
Şanoğlu’ydu. Bu sebeptendi kendini hiçbir yere ait hissedemeyişi. “Dünyaya gelmene sebep olan adama mı
denir baba diye? Yoksa seni büyütüp sana sahip çıkana mı?” Arda, boş bakışlarla bakarak kendisini dinleyen
Miran’ın yenilgiyi bu şekilde kabul etmesine izin vermeyecekti.
“Eğer yaşasaydı sana hâlâ babalık edecek, seni canından çok sevecek bir adam değil miydi senin baban?
Teyzen demiyor muydu sana hep, baban seni kendinden çok seviyordu diye?”
Miran gülümsedi. O kadar alay dolu bir gülüştü ki bu. “Beni kendi oğlu sandığı içindir o.”
“Nereden  biliyorsun  Miran?”  diye  sordu  Arda.  Neticede  neyin  ne  olduğunu  bilmiyorlardı.  Araladıklarını
sandıkları  geçmişin  ardında  kim  bilir  daha  neler  saklıydı?  “Belki  de  her  şeyi  biliyordu  ve  senin  kendisinin
oğlu olmadığını bile bile kabul ediyordu seni.”
Miran  reddedercesine  kafasını  salladı.  Ona  göre  bunun  bir  cevabı  yoktu  fakat  Ahmet  Karaman  onu
gerçekten evladı bilmişti. Eğer yaşasaydı, yine bilirdi. Sen onun değil, benim oğlumsun derdi.
“Kalk,” dedi Arda bir kez daha. İtirazı reddedecek kadar sertti sesi. “Hiç kimse için değilse de, benim için
kalk lan!”
Miran  istemsizce  gözlerini  yumduğunda  rahatladı  genç  adam.  Birazdan  şirketten  ayrılıp  eve  uğramayı  ve
Elif’le  Reyyan’ın  ne  durumda  olduğunu  kontrol  etmeyi  düşünüyordu.  Öncesinde  bir  arayıp  sormakta  fayda
vardı. Gerçi, ters bir durum olsaydı Elif onu arardı ama tedbiri elden bırakmıyordu o.
Cebinden çıkardığı telefonun şarjının bitmek üzere olduğunu fark ettiğinde acelece rehberi açtı ve Elif’in
ismini bulup aradı. Bu kızla konuşacağı zaman kalbinin neden bu kadar hızlı attığına bir anlam veremiyordu.
Heyecanlanıyordu işte, bir sebep olmaksızın sesini duymak istiyordu. Bir de ona attığı adımlara bir karşılık
verebilse...


Miran  ayağa  kalkıp  üzerindeki  gömleği  çıkarma  telaşına  düştüğünde,  Arda  bir  sağa  bir  sola  geziniyordu
odanın  içinde.  Kimi  aradığını  bilmiyordu  Arda’nın  ancak  tahmin  etmesi  zor  değildi.  Bu  vesileyle  Reyyan’ın
nasıl olduğunu da öğrenecekti. Şu an Reyyan’a duyduğu hislere bir ad koyamıyordu, kızgınlığın ve kırgınlığın
ateşlerde  pişirilip  aşkla  harmanlanışı  kadar  yamandı  duyguları.  Onu  görmek  istiyordu  ama  onu  görmeye
tahammülü  yoktu.  Ona  sarılmak  istiyordu  ancak  içinden  gelmiyordu.  Reyyan  da  böyle  mi  hissetmişti
kendisini  affedemediği  günlerde?  Üstelik  Miran’ın  ihaneti  hiçbir  kandırmacaya  denk  tutulamayacak  kadar
ağırdı.
Arda’nın  ağzından  Reyyan’ın  ismini  duyması  düşüncelerini  tuzla  buz  ettiğinde  elindeki  tişörtü  kafasına
hızlıca geçirip tüm dikkatini karşısındaki adama verdi Miran. Reyyan’ın nerede olduğunu soruyordu. Tam da
o sırada yüzünde gezinen oldukça garip ifade ve ne diyeceğini bilemez bir halde Miran’a bakması genç adamı
işkillendirdi.
“Ben  seni  sonra  arayacağım,”  dedi  telefonunu  kapatırken.  Fakat  nafileydi  saklama  çabaları.  Miran’ın
kendisine bakan keskin bakışlarının altında nefes almak dahi zordu. Nasıl söyleyecekti ona duyduğu şeyleri?
Miran bir de bunun altından kalkamazdı ki.
“Ne oluyor?” diye sordu Miran. Bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydı ve o şey her neyse Reyyan’la ilgiliydi.
Bir  anda  aklına  değen  kötü  ihtimaller  yüreğini  ağzına  getirdi.  Arda  ile  aralarındaki  mesafeyi  hızla  kat
ettiğinde korku içinde bağırdı. “Söylesene! Reyyan’a bir şey mi oldu?”
“Hayır,”  dedi  Arda  sessizce.  Birazdan  hissettiği  bu  korkunun  şiddeti,  öfkeye  meyledecekti.  “Reyyan’ın
annesi bir kaza geçirmiş.” Telaşlı başlayan ses tonu dingindi. Nasıl söyleyeceğini bilemiyordu ama nasıl olsa
öğreneceğini bildiğinden lafı gevelemeyecekti. “Reyyan, Mardin’e gitmiş.”
Miran  aldığı  kötü  haberle  bir  an  için  duruldu,  Reyyan’ın  bu  durum  karşısında  ne  denli  üzülebileceğini
düşünerek kahroldu. “İyi miymiş Zehra Hanım?” diye sordu tuhaf bir suçlulukla. “Peki Reyyan?”
“Kadının durumu iyiymiş, Reyyan da iyidir sanırım.”
Derin  bir  nefes  aldı  Miran.  Orada  olabilmeyi,  Reyyan’a  destek  olabilmeyi  ne  çok  isterdi  ama  kahretsin  ki
yapamazdı. O adamın yüzünü görüp bu duruma tahammül edebileceği tek bir saniyesi bile yoktu.
O an içinden geçen fakat bir türlü cesaret edemediği şeyi Arda dillendirdi.
“Reyyan’ı aramalısın.”
Miran  kafasını  salladı.  Dün  gece  şarjı  biten  telefonunu  şarj  etmekle  uğraşamazdı  şimdi.  İş  telefonunun
başına yürürken duraksayıp arkasını döndü ve Arda’nın korktuğu o soruyu sordu.
“Kiminle  gitmiş?”  Tek  başına  gittiğini  sanmıyordu  Reyyan’ın  ve  gittiği  kişinin  Hazar  Şanoğlu  olmasından
şüphe  ediyordu.  Neticede  o  evden  çıkıp  gittiğinde  o  adam  hâlâ  oradaydı  ve  kötü  haber  ulaştığında  büyük
ihtimalle birlikte gitmiş olmalıydılar. Miran derince soludu, kanı damarlarından çekiliyordu sanki.
O  an  Arda’nın  bakışları  yere  devrildi.  Bunu  Miran’a  söyleyip  ortalığı  ateşe  vermektense  salağa  yatıp  onu
kandırmayı tercih edecekti. Kaç saniye sürerdi bilmiyordu. “Bilmiyorum Miran, sormadım.”
“Ara sor o halde.” Miran dudaklarını öfkeyle ezdi. “Ya da ben sorarım.”
Uzanıp Arda’nın elindeki telefonu çekip aldı. Arda, Miran’ın Elif’i aramaya niyetlendiğini fark ettiğinde geri
çekip aldı telefonunu Miran’ın elinden. Hiç değilse kendisi bunu alıştırarak söylerdi. Miran bu durumda ne
kadar sakin kalabilirdi hiçbir fikri yoktu gerçi. Kendisine odaklanmış, kocaman açılmış mavi bakışlara çekine
çekine baktı.
“Dur  tamam.”  Telefonu  cebine  koyduğunda,  “Azat,”  diye  fısıldadı.  Sanki  normal  bir  şeyden  bahsedermiş
gibi telaşsızdı. “O götürmüş Reyyan’ı.”
Duymayı beklemediği isimle sarsıldı genç adam. Canını alsalar bu denli acı çekeceğini düşünmezdi. Azat’ın
Reyyan’ı  alıp  götürmesi,  her  ne  sebepten  ötürü  olursa  olsun  dünyanın  başına  yıkılmasına eş değerdi. Keyfi
yere değildi elbet Reyyan’ın gidişi. Ama şu yıkık dökük yüreğine söz geçiremiyordu.
“Azat’la...” Sessiz sessiz konuştu. Arkasını dönüp boş bakışlarıyla etrafa bakarken, kefenini yırtan öfkesi ses
tonuna  sirayet  etti.  “Azat  götürdü  öyle  mi?”  Yuvalarından  fırlayacak  olmuştu  gözbebekleri.  Hızlı  adımlarla
önüne vardığı masanın üzerinde ne varsa eğilip yere savurduğunda boğazını patlatıncaya dek haykırdı. Aklı
tamamen  yoksundu  kıskançlığın  zirvede  olduğu  bu  duygu  karmaşasında.  Hazmedemiyordu  Miran.  Azat’ın
gözünün  Reyyan’a  değmesine,  dudaklarından  dökülecek  tek  bir  sözün  kulaklarına  ilişmesine...  Şu  an
kendisinin yanında değil de onun yanında olmasına ve daha nicesine.
“Sakin ol Miran!”
Miran, Arda’yı umursamadı. Döküp saçtığı eşyalardan çıkaramadığı öfkesini kuvvetli bir tekme darbesiyle
savurduğu  sandalyeden  çıkardı.  Ama  olmuyordu,  hiçbir  şey  yüreğini  kasıp  kavuran  bu  tehlikeli  tufandan
kurtarmıyordu onu.
“Neye  sakin  olayım?”  diye  sordu  arkasını  dönüp  Arda’ya  bakarken.  “Aylar  öncesinde  yapmak  istediğini
yaptı, aldı götürdü Reyyan’ı!”
“Bak  Miran,”  dedi  Arda  kızgınlıkla.  “Reyyan  küçük  bir  çocuk  değil,  herhangi  bir  eşya  veya  oyuncak  da
değil. Karın o senin, karın! Hiç mi güvenmiyorsun sen ona?”
“Sorun bu değil!” Takati bedenini tamamen terk edince sırtını duvara yasladı. “Benim Reyyan’a ihtiyacım
var  ama  o  benim  yanımda  değil!  Azat  görüyor  Reyyan’ı,  o  duyuyor  sesini...  Reyyan  bilmiyor  ama  Azat  onu
köpek gibi seviyor!”
Miran gerçekten çıldırmıştı. Böyle bir zamanda bile anormal tepkiler verebildiğine göre aklıselim değildi.
Arda dudak uçuklatan bir şaşkınlıkla seyrediyordu Miran’ı. Resmen kıskançlıktan deliye dönüyordu.
Sırtını  duvardan  çekip  önünü  döndü,  kafasını  yasladı  duvara.  “Evim  barkımdın  sen  benim,”  dedi
yumruklarını duvara geçirirken. Yürek acısı içinde yanan bir ateş gibiyken, teninin acısı umurunda değildi.
“Şimdi ben senin olmadığın o eve nasıl gideyim lan nasıl gideyim!”


Gitmek  isteyip  gidemeyişi,  görmek  isteyip  göremeyişiydi  onu  bu  denli  kahreden.  Miran,  Mardin’e
dönemezdi bir daha ama Reyyan’sız da olamazdı. Bu ne hazin bir çelişkiydi?
“Git  o  zaman,”  dedi  Arda.  Ne  diyeceğini,  ne  söyleyeceğini  şaşırmıştı  artık.  “Madem  bu  kadar  deli
oluyorsun, git karının yanında ol!”
Gidemezdi. Peki Reyyan döner miydi? Durdu, düşündü Miran. Reyyan, gözünün içine baka baka gizlemişti
bu gerçeği ondan. Bu sır gizlenecek bir sır mıydı? Bunu ona nasıl yapmıştı?
“Telefonunu  ver,”  dedi  Arda’ya.  Halsiz  parmaklarını  uzatıp  beklediğinde  dilinin  ucunda  virane  kelimeler
uçuşuyordu. “Reyyan’ı arayacağım.”
Arda cebinden çıkardığı telefonu Miran’a uzattığında, Miran doğrulup aldı ve parmakları tuşlarda ezbere
bildiği  numarayı  çevirirken  odanın  kapısını  açıp  koridora  çıktı.  Karanlık  koridoru  hafiften  aydınlatmaya
meyleden  şafağa  döndü  yüzünü.  Gözlerinin  önüne  serilen  deniz  manzarasını  seyrederken,  Reyyan’ın
kendisinden  kilometrelerce  uzakta  olduğunu  iliklerine  kadar  hissetti.  Sanki  her  şey,  bu  yitik  hikâyenin  en
başa dönmüş haliydi. Reyyan ondan şehirlerce uzaktaydı ve Miran yine yapayalnızdı.
Telefonu o kadar sıkı tutuyordu ki eli titriyordu. Sancılı bir bekleyişin sonunda, kulağına her an ulaşmasını
beklediği o nefes kesen sesi işitti. Sımsıkı kapattı gözlerini genç adam. Ölürcesine sevdiğinden ama öfkesine

Download 1.49 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   68




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling