I. uluslararasi
Yrd. Doç. Dr. Tuğrul BALABAN
Download 3.66 Mb. Pdf ko'rish
|
Yrd. Doç. Dr. Tuğrul BALABAN Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi tugrulbalaban@nevsehir.edu.tr
Kaynaklar, Amasya’ya ilk yerleşim hakkında 7500 ilâ 8500 yıl- lık bir tarihlendirme yapmaktadırlar; ancak yapılan kazılarda ortaya çı- kan yeni bulgularla çok daha eski dönemlere ulaşmak mümkün görül- mektedir. M.Ö. 13. binden veya Paleolitik çağın sonlarından itibaren iskân edildiği anlaşılmıştır. Amasya ve çevresinde bulunan höyüklerde Kalkolitik, Erken Tunç Çağları ve Hatti Çağı kültürlerinin yerleşimle- rinin yoğun olarak bulunduğu tespit edilmiştir. Kuzey Kapadokya Bölgesi içerisinde kalan Amasya’daki ilk yerleşmeler mevcut bilgilerimiz ışığında Kalkolitik Çağa (M.Ö. 5500- 3000) kadar uzanmaktadır. Geleneksel dönemde Amasya’nın bilhassa kültürel manada önemli bir marka olarak karşımıza çıktığı görülür. İm- paratorluğu temsil eden İstanbul’a nazaran bir taşra kenti olması şöyle dursun, İstanbul’un imparatorluk şehri olmasındaki aslî mimarlardan birisi ve belki en önemlisi Amasya’dır. Bu çalışma ile Amasya’nın kül- tür aktarma işlevi ve bunu hazırlayan ortam tespit edilmeye çalışılmış- tır.
Kuzey Kapadokya Bölgesi içerisinde kalan Amasya, Hititler döneminde büyük bir uygarlık kenti olmuştur. Hitit egemenliği Kaşgaların veya içinde Friglerin de bulun- duğu ve Balkanlardan Anadolu’ya gelen bazı kavimlerin akınları neticesinde MÖ 1190 tarihi civarında etkisini kaybeder. MÖ 750’den sonra tarih sahnesine çıkan Frigler, Kral Midas döneminde sınırlarını genişletir ve bu yolla Amasya ve dolayları Friglerin egemen- lik sahası içerisinde kalır. Kafkaslar üzerinden gelen Kimmerler’in saldırılarına dayana- mayan Frigler de MÖ 676 yılında yıkılma sürecine girerler. (Doğanbaş 2007: 150) Kim- merleri de Skythler (İskitler) bu topraklardan sürerler. (Herodotos 1973: 60) Amasya daha sonra sırasıyla Med, Pers ve Pontus hâkimiyetinde kalır, MÖ I. yüzyılda ise Roma ege- menliğine geçer. 609’da Sasanîler Perviz tarafından işgal edilmiş; 628 yılında Avarlar
431
tarafından kuşatılmışsa da daha sonra Bizans idaresine geçmiştir. İslâm orduları tarafın- dan Emevî ve Abbasî dönemlerinde de ele geçirilmeye çalışılmışsa da XI. yy’da Selçuk- lular tarafından Türk egemenliğine alınmıştır. Amasya, Türklerin Anadolu’daki ilk yerleşim merkezlerinden birisidir. Selçuklu- lar tarafından 1075 tarihinde Amasya’daki Bizans hâkimiyetine son verilir. 1071 tari- hinde Anadolu’ya giren Sultan Alparslan’ın kumandanları Anadolu içlerine doğru akınlar başlatmış ve Melik Danişmend tarafından Amasya’nın fethi gerçekleştirilmiştir. Daniş- mend-nâme’ye göre Melik Danişmend, Sivas’ı aldıktan sonra mücadele ettiği ve yendiği bir Hıristiyan gencini (Artuhı) Müslüman olmaya davet eder. Müslüman olursa tüm sı- kıntılarını gidereceğini söyler. Artuhı da Müslüman olur. Artuhı’nın sevdiği kız Amasya şahının kızıdır. Melik Danişmend, Artuhı’ya “Ya Artuhı! Ol kızı senün içün almayınca ve bu vilayeti feth itmeyince karar itmeyem. ” der ve uzun süren bir mücadeleden sonra sözünü yerine getirerek kızı alır ve Amasya’yı fetheder. Fethi müjdeleyen de bu kız ola- caktır. “Efromiya: Bir gece bir düş gördüm... O mübarek şahıs bana: - Selam, ey Efro-
Amasya’nın fethi Danişmend Gazi Destanından başka diğer iki önemli İslâmi des- tanlar Sarı Saltık ve Battal Gazi anlatmalarına da konu olur: Fetih, Battal Gazi destanında, “O gün akşam oldu, o gazilerin sultanı Aşkardiv- zade'ye binip Harcın tarafına yöneldi. Birkaç gün gidip ulaştı. Gördü ki bir yüksek kale, etrafı ve kuleleri çok yüksek.” (Demir ve Erdem, 2006: 167) ve Saltık Gazi Destanında, “Şerif oradan çıktı, iki orduyu arkasına aldı. Amasiyye tarafına yöneldiler. Türk orduları kaleye erişince gördüler ki kâfirler burçları ve surları donatmışlar, cenge hazır duruma getirmişler. Amasya' da iki kale vardı. Birisi dağ üzerinde birisi de aşağı şehirde idi. Şerif in ordusu, dağ tarafını alıp kaleyi kuşattı. Zira Şemmas, onun içine girmişti. Şerif bu- yurdu, cenge yürüdüler. Çok sayıda Müslüman şehit oldu. Kaleyi alamadılar. Şerif, yük- 432
sek bir yere çıkıp bir taşa İshak Peygamber' in kemendini bağladı ve o taşı attı. Çok sa- yıda kâfiri ortadan kaldırdı. Aciz olup aman dediler, hisarı verdiler. Şemmas, boğazına kefen takıp bağlılığını bildirdi. Haraca kestiler. İçine müminlerden emin on kişi koydular, ıslah olup oturdular.” (Demir ve Erdem, 2007: 62-63) ifadeleriyle yer bulur. Emir Danişmend bu bölgede merkezi Sivas olmakla birlikte Amasya, Yozgat, Ca- nik, Çorum, Divriği ve Arapgir’i de içine alan yedi sancaktan müteşekkil bir eyalet kurar (Wittek, 1971: 84) Bir asır Danişmendlilerin egemenliğinde kalan kent daha sonra Sel- çuklu hâkimiyetine girer. Selçuklu hâkimiyetinde I. Kılıçarslan’ın ölümünden sonra Amasya merkezli Babaî hareketi baş gösterir. Selçuk-nâmede “Hicretin 638. Yılında (1240-1241) Amasya'da bir Türkmen meydana çıktı. Peygamberlik daveti kıldı, hile ile yanıcı şekilde nesneler gösterip, çok kimseyi cehaletten azdırdı, başına hayli adam top- ladı... Baba ile İshak esir edildi. İkisini de Sultan Gıyâse’d-din’in huzuruna getirdiler, boyunlarını vurdular.” (Merçil, 1977: 153) şeklinde aktarılan bu hareket daha sonraki dönemde halk sufiliğini geniş bir şekilde etkiler ve birçok dinî harekete öncülük eder. Selçukluların 1243 Kösedağ Savaşı’nda Moğollar karşısında bozguna uğraması ile kent İlhanlıların yönetimine geçer. Ebu Said Bahadır Hanın 1335 yılında vefatıyla bozulan düzeni değerlendiren İlhanlıların Anadolu valisi Uygur kökenli Alaeddin Eretna bağımsızlığını ilan eder ve 1341 yılında Eretna Beyliğini kurar. Bu beylik de kendisini çevreleyen toplum tarafından giderek emilir ve şu ya da bu ölçüde yeniden Türkleşir. (Cahen, 2012: 308) Eretnalıların veziri Kadı Burhanettin elde ettiği güçle Eretna Beyli- ğini yıkar ve kendi hanedanını ilan eder. Bu durum Kadı Burhanettin’in 1398 yılında Akkoyunlu Karayülük Osman Bey tarafından öldürülüşüne kadar on yedi yıl devam eder. (Zeyrek, 2007: 164) Bu tarihten itibaren Amasya, Osmanlı toprağı olarak anılır. AşıkPa- şazede, bu durumu “Amasya’yı Sultan Bayezid’e asıl sahibi (Amasya halkı) verdi. Bur- haneddin Amasya’nın sahibini incitmişti. Bayezid Han’ın idaresinde iken Kadı Burha- neddin Hakk’ın rahmetine kavuştu. (...) Bu yüzden vilayetin ileri gelenleri Sultan Baye- zid’e, “Gel!” diye adamlar gönderdiler. Bayezid Han yürüyüp Sivas’ ageldi. Şehrin önde gelen adamları tarafından karşılandı. Padişahlığın kanunu ne ise yerine getirildi.” (Ya- vuz ve Saraç, 2003: 137) sözleriyle nakleder. 14. yüzyılın sonundan itibaren şehzade sancağı olarak kullanılmaya başlanan Amasya, Osmanlı döneminde Amasya Eyalet-i Rum’un (Samsun, Sivas, Tokat ve Ço- rum) merkezi konumundadır. Çelebi Mehmet, 1393 yılında sancakbeyi olarak gittiği
433
Amasya’yı fetret devrinde hareket merkezi olarak görmüş ve 1413 yılına kadar burada kalmış, Osmanlı’nın bozulan düzenini yeniden sağlamıştır. (Baykara, 1988: 87-96) 1386- 1566 yılları arasında on iki şehzade Amasya’da valilik yapmış, bunlardan sırasıyla Yıldı- rım Bayezid, Çelebi Mehmet, II. Murat, Fatih Sultan Mehmet, II. Bayezid ve III. Murat Osmanlı padişahı olarak tahta çıkmıştır. Özellikle kuruluş devri padişahlarının birçoğu Amasya’da valilik yapmıştır (Uzunçarşılı, 1975: 679). 1523 yılına ait Amasya Sancağı’na dair ilk nüfus bilgilerine göre 989 hane (1.555 nefer) Müslüman, 414 hane (435 nefer) Yahudi ve Rum (74 nefer Yahudi, 361 nefer Hı- ristiyan) ahali vardır. Tahmini nüfusu belirleyebilmek için hane sayıları kabul gören beş sayısı ile çarpıldığında, ortalama nüfus 4.945 Müslüman, 2.070 gayrimüslim ile toplam tahmini nüfus 7.015’tir. (Çatal, 2009: 55) Anadolu'da ilk fethedilmiş yerlerden olan Amasya, Selçuklu, İlhanlı, Anadolu beylikleri ve Osmanlı dönemlerinde de önemli bir merkez olarak görülür ve Amasya ismi bu dönemlerde herhangi bir değişikliğe uğramadan günümüze değin kullanılmaya devam eder. Kentin insanlar üzerinde bıraktığı tesir sebebiyle çeşitli kaynaklarda birçok farklı isimle de anıldığı görülür: Rûmiyye-i Suğra (Küçük Roma), Medînetü'l Hü-kemâ (Bil- ginlerin Medînesi-Bilginler şehri), Hayber-i Rûm (Anadolu'nun Hay-ber'i), Bağdâdü'r- Rûm (Anadolu'nun Bağdat'ı), Dârü'l-İzz (Kıymetli/Kutsal yer), Dârü'n-Nasr (Nusret/Za- fer ülkesi), Dârü'l-Fütûh (Fetih ülkesi), Kasru's-Selâtîn (Sultanların Köşkü), Hısnü'l- Mir'at (Aynalı Hisar), Kubbetü'l-Ulemâ (Âlimlerin kubbesi/merkezi) ve Türbetü'l-Evliyâ (Evliyânın türbesi) bunlardan bazılarıdır. (Abdîzâde Hüseyin Hüsameddin Efendi, 1986: 17-21) Amaseia sözcüğü, “Âna” anlamına gelen ve özellikle “Âna Tanrıça”yı kasteden Ama ve onun çeşitlemesi olan Mâ ibaresi ile bağlantılıdır. Bu yönüyle Amaseia “Âna Tanrıçanın şehri” anlamına gelebilir. Amaseia, Persler zamanındaki asıl söyleniş şeklinin Hellen ağzına uydurulmuş biçimidir. (Umar, 1993: 59) Şehrin Amazonlar tarafından ku- rulduğu ismini de Amesseia adlı Amazon kraliçesinden aldığını dabir diğer iddiadır (Menç, 2000: 7). Kentin açık olarak Amasya (AMACIAC) adı ile yazılı olarak anılması ilk kez Helenistik dönem şehir sikkelerinde görülür. Roma mitolojisinde Zeus’un oğlu Hermes, Amasya kentinin kurucu tanrısı olarak kabul edilir. Stabon, Geographika isimli eserinin Anadolu coğrafyası ile ilgili verdiği bilgilerin yer aldığı 12, 13 ve 14. ciltlerinde Amasya için Amaseia kavramını kullanır (Strabon, 2000: 42). 434
Her ne kadar medeniyetler arasında bir köprü hüviyeti gösteriyorsa da Amasya, geçmiş kültürleri aşarak bin yıldır toprağında ağırladığı yeni ev sahipleri Türklerin bütün yönleriyle sirayet ettiği bir şehirdir. Üzerinde misafir ettiği tüm unsurların izlerini doku- sunda taşıyan Amasya'ya son bin yıl içerisinde Türkler tarafından, özellikle bir ilim mer- kezi olması dolayısıyla önem verilmiştir. Geçmiş medeniyetlere dair kaynaklardan akta- rılan bazı bilgilerin dışında kent İslami bir gelenek etrafında şekillenmiş Türk kültürünün özelliklerini taşır. Türk egemenliği öncesi medeniyetler gibi Selçuklular ve Osmanlılar ile daha sonra yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti de Amasya’yı merkez kentlerden birisi olarak görmüştür. Amasya Doğulu ve Batılı birçok araştırmacı ve seyyahın hakkında bilgi verdiği önemli bir kenttir: M.Ö. 64 veya 64 yılında Amasya’da doğmuş olan dünyanın bilinen ilk coğrafya- cısı Strabon, yaşadığı dönemde eskiçağ dünyasını (Avrupa, Karadeniz, Akdeniz havzala- rını, Kafkasya, İran, Hindistan, Mezapotamya, Kuzey Afrika’yı çevreleyen ülke halkla- rını, coğrafyası ve tarihini anlatan ünlü eseri 17 ciltlik “Geographika”sını Amasya’da ta- mamlamıştır. Geographika’nın 12, 13 ve 14. ciltleri Anadolu’yu anlatmaktadır. Geograp- hika Rönesans döneminden zamanımıza kadar eskiçağ dünyasını tanıtan, yazarıyla bir- likte Amasya’nın adını dünyaya duyuran önemli bir eserdir. Eserde Amasya, “Benim ken-
51) ifadeleri ile tasvir edilir. İbni Batuta’nın “Sivas yönünden/oradan Amasya’ya gittik. Amasya büyük bir ır-
lebi Seyahatnamesi’nde “Buradan sekiz saatte meşhur Amasya şehrine yetiştik. Daha sonra (Amalika kavminden sonra) 476 [1083] tarihinde Danişmendoğullarından Sultan 435
M elik Gazi, Rum keferesi elinden feth etmiştir.” (Kahraman ve Dağlı, 2008: 212) diyerek tanıtılır. Bunlardan başka Plinius Caius-Secondus, Anna Komnana, (Şerif) İdrisi, İbn-i Sait, Tüccar Basil, Ogier Ghselin De Busbecg, Hans Dernschwam, Âşık Mehmet, Polon- yalı Simeon, Jean-Baptiste Tavernier, Boullaye Le Gouz, Macarius, Domeniko Sestini, Kâtip Çelebi, James Morier, Colonel Rottiers, (Sir) Robert Ker Porter, Victor Fontainer, Charles (Felix-Marie) Texier, William John Hamilton, Helmuth Von Moltke, V.F.Ainsworth, R. (Robert) W. Stevens, Dr. Perunak Feruhan Bey, Henry John Van Len- nep, Karl Ritter, A.D.Mordtmann, Dr. Heinrich Barth, Georges Perrot, William Gifford Palgrave, Osman Hamdi Bey, Henry Franshawe Tozer, Vitale Cuinet, Ernst Von Der Nahmer, Âşık Ahmet Cemal, W.J. Childs, Albert Luis Gabriel gibi otuz sekiz araştırmacı ve seyyah eserlerinde Amasya’yı önemli bir kent olarak tanıtırlar (Tuzcu, 2007). Kadim tarihi sebebi ile birçok açıdan derinlemesine incelenebilecek bir kent olan Amasya’yı Türkler ve daha sonraki dönemde Osmanlılar için kültür başkenti yapan un- surlar ile şahsiyetler incelememizin esasını oluşturmaktadır. Bu yönüyle öncelikle ele alınması gereken yapı fethe zemin hazırlayan kurumlar olan tekkeler ve mensupları ol- malıdır. Amasya halk anlatıları içerisinde menkabe yoluyla nakledilen velilerin Ana- dolu’ya geliş menşei “Horosan” adı ile açıkça ortaya konur. Yerleşim birimlerinin onlar tarafından kurulduğu ya da yörenin içme suyunun onlar tarafından getirildiği, buna bağlı olarak da yörenin de korunduğu yaygın inanış biçimlerindendir. Bunlardan bir kısmı ta- rihi olarak doğruysa da halkın bu veliler etrafında oluşturmuş oldukları anlatmalar onların tarihi olarak bu bölgeyi tercih ettiklerini değil geldikleri yerden dolayı ne kadar kutsal şahıslar olduğunun özellikle vurgulanmaya çalışılmasındandır. Bu anlatmalarda Hora- san’ın kutsandığı dolayısıyla Horasan’dan gelen şahısların büyük veliler olarak kabul edildikleri görülür. Amasyalılar, içerisinde doksan dokuz türbe ve yatır bulunduğu için kenti kutsal sayarlar. Doksan dokuz değil de yüz tane türbe olsaymış burasının tıpkı bir “Kâbe” gibi ziyaret edilebileceğine dair inanış, halk arasında yaygındır. Merzifon Hırka köyünde ben- zer bir örneğe rastlarız: “Hz. Peygamber Ukkaşe Sultan’ın hırkasını bu yana (Merzifon'a) 436
atınca seni ziyaret etmeden hacca gelenin haccı kabul olmasa gerek demiş.” Kanuni Sul- tan Süleyman Amasya'ya gelince atından bir türlü inmez. Ona niçin inmediği soruldu- ğunda “Burada öyle çok evliya var ki ayağımı basacak bir yer bulamadım.” (Dağlı, 2012: 103) der. İslâmiyetin kabulüyle birlikte seyyid, baba, veli, dede, ahi, eren gibi isimlerle anı- lan ve dini kimliğiyle toplumlarına önderlik eden manevi önderlerin Oğuz Türkmenleri- nin Anadolu’yu yurt edinme mücadelelerinde ve fetihlerinde, çok önemli rolleri vardır. Bu önderlerin nezaretinde, tekke ve zaviye adı verilen kurumlarda ortaya çıkan kültürel olgunlaşma ile göçer Türkmenler yerleşik hayatın gereklerini öğrenir ve yeni bir kültür dairesine girerler. Bu yapılar, eğitim dışında sürekli iskânı temin etmek, güvenliği sağla- mak, haberleşmek ve sosyal yaşamı düzenlemek gibi hayati işlevleri ile Anadolu’nun Türkleşmesine katkı sunmuşlardır. İslâm heterodoksisi açısından da en önemli kent şüphesiz Amasya’dır. Selçuklu devrinde Sultan Mesud tarafından Amasya’da yaptırılan Şeyh Kırık Tekkesi’nin (Mesu- diye Tekkesi) başına getirilen Şücaeddin Ebul Baki İlyas b. Ali el Horasani (Baba İlyas) ve halifesi Kefersutlu Baba İshak tarafından başlatıldığı kaynaklarca ifade edilen Babaî isyanının çıkış sebebi olarak Baba İlyas’ın peygamberlik ya da mehdîlik iddiasında bu- lunması gösterilmekteyse de asıl sebebin siyasî ve iktisadî olduğu açıktır. Bu isyan Türk tarihindeki pek çok olaya tesir etmiştir. Babai isyanı Anadolu’daki heterodoks hareketlerin ortaya çıkmasındaki temel neden olmuştur. Aynı zamanda bu olay Selçuklu devletinin zafiyetlerini ortaya çıkarmış olup Moğolların Anadolu’ya saldır- malarına neden olmuştur. Elvan Çelebi’nin Menakıbü’l-Kudsiyye fi Menasıbi’l-Ünsiyye adlı eserinden hareketle Baba İlyas’ın halifeleri olarak öne çıkan Hacı Bektaş Veli ve Şeyh Edebali gibi önemli şahsiyetler, ileride kurulacak olan Osmanlı devletinin yapılan- masında önemli roller oynamışlardır. Amasya kökenli bir başka tasavvufi hareket de Halvetîlik’tir. Aslında İran ve Azerbaycan Şirvan’da Ebu Abdillah Siracüddin Ömer b. Şeyh Ekmelüddin el-Gilani el- Halvetî ile ortaya çıkan hareketin Yahya Şirvânî ile yayıldığı kabul edilir. Bu sebeple “piri sani” olarak anılan Yahya Şirvani döneminde Azerbaycan’da gelişen Bâtınilik kar- şısında Ehl-i Sünnet inancını savunarak tarikatının Sünnî çizgide kalıp devam etmesini sağlar. 437
Halvetîliği Amasya’ya getiren ve bu şehrin âdeta bir Halvetî merkezi olmasına sebep olan kişi, Pîr İlyas el-Amâsî’dir. Pir İlyas da Yahya Şirvani ile birlikte Sadreddin Hıyavi’nin halifelerindendir. Anadolu’da Halvetîyye adına kurulan ilk tekke Pir İlyas’ın Amasya’daki Gümüşlüoğlu Tekkesidir. Halvetiye tarikatinin Cemaliye kolunun kurucusu Cemâl Halvetî’dir. II. Bayezid’in yakın ilgi gösterdiği ve beraberinde İstanbul’a götür- düğü pir ve tarikatı için başkente taşınmak bir milat kabul edilebilir. Burada elde ettiği nüfuz sayesinde Halvetîlik, Osmanlı kültür hayatına önemli katkılar sağlamış bunun öte- sinde siyasi ve idari konularda da etkin bir rol oynamıştır. II. Bayezid döneminden sonra da sarayda en yaygın tarikat olarak uzun süre etkili olmuştur (Budak, 2015: 87-88). Pir İlyas el-Amâsî’nin bir diğer halîfesi olan ve “Kurtboğan” namıyla maruf “Hamza-i Şâmi”nin de II. Mehmed’in hocası “Ak Şemseddin”in babası olması konuyla bağlantılı bir diğer önemli noktadır. Amasyalı meşhur tarihçi Hüseyin Hüsâmeddin’in Amasya Tarihi adlı eserinde ka- yıtlı 19. Yüzyıla ait 78 türbe ve 31 tekke kentin tasavvufî durumunu göstermek için önem- lidir. Ayrıca 8 Darülkurra’nın da bunlara ilave edilmesi gerekir. Amasya’da etkili bir diğer tasavvufî akım ise Mevlevîliktir. Ahmet Eflâki Mena- kıbül Arifin isimli eserinde Amasya Mevlevihanesini Anadolu’da inşa edilen ilk Mevle- vihanelerden sayar. Yine en önemli Mevlevilerden biri olarak da Amasyalı Şeyh Cui (Mehmed) Dede’yi kabul eder. Celâlî isyanları sırasında yakılan Amasya Mevlevihanesi Sadrazam Bayram Paşa’nın emriyle yeniden inşa edilmiştir. Amasya’yı önemli bir kent yapan unsurların başında eğitim gelmektedir. Özellikle Selçuklular döneminde Anadolu’nun çeşitli merkezlerine medreseler açılmıştır. Bu mer- kezlerden birisi de Amasya’dır. Fransız Arkeoloji Profesörü, bilim adamı, Villeneuve-Saint Georges Perrot (1832- 1915) gezip gördüğü Amasya’yı anlatırken “Eskiden Selçukluların bu bölgeye egemen olduğu yıllarda Amasya bir üniversite (medrese)ler, bilginler şehri, bir bilim merkezi idi. Deyim yerindeyse Amasya Anadolu’nun Oksford’u olarak da adlandırılabilir/anılabilir. Medreseler hala görkemli, ihtişamlı dönemlerini canlı birer tanığı, artık eski gençlik dö- nemlerini özleyen, kocamış, küçülmüş, bir ihtiyarlar gibi yarı harabe halde ayaktalar.” (Tuzcu, 2007: 225) ifadelerini kullanır. Hüseyin Hüsameddin tarihinde kayıtlı 36 medrese bu bilgiyi teyit eder mahiyettedir.
438
Amasya yalnızca dinî ilimlerde değil fennî ilimlerde de merkez kabul edilebilir. Özellikle tıp sahasında Selçuklular devrinde Bimarhâne (Anber Bin Abdullah Darüşşi- fası, 1222-1232) adıyla bilinen darüşşifa zaman içerisinde “tımarhane”ye dönüşerek Ana- dolu’daki ilk tıp merkezi olur. Bimarhane’de akıl hastalıklarının müzik ile tedavisi ise dünyada ilk olması yönüyle başka bir anlamı daha ifade eder. Evliya Çelebi’nin “Miskin- ler Tekkesi” olarak ismini andığı kurum, hastane olmasının yanında tıp eğitimi de verilen bir medrese olarak faaliyet gösterir. Ünlü “Cerrahname”nin (Cerrahiyetü'l-Haniye) yazarı Sabuncuoğlu Şerefeddin bin Ali bin Elhac İlyas da Amasya bimarhanesinde baştabiplik yapmıştır. Sabuncuoğlu eserinde geçmiş dönemlerde yazılan kaynaklardan tıbbi bilgi ve tedavi yöntemleri hak- kında bilgi verdiği gibi yalnızca Amasya Bimarhanesinde edindiği tecrübelerle önerdiği tedavilere de yer verir. Üç bölümden oluşan eserin birinci bölümü dağlama, ikinci bö- lümde yarmak, delmek ve pansumanları ve üçüncü bölümde de kırık ve çıkıklara yer ve- rilir. Bildiri sınırları içerisinde yer veremediğimiz ancak isimlerini anmadan da geçe- mediğimiz nice meşhur Amasyalı, Amasya ile ilgili ya da Amasya hizmetkârı daha vardır. Bunlardan bazıları: Lokman Hekim, Elvan Çelebi, Kadı Burhaneddin, Tarihçi Aşıkpaşa- zade, Hattat Pir Hamdullah, Şair Mihri Hatun, Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Mutasarrıf Ziya Paşa, Mutasavvıf Mir Seyyid Hamza Nigari vd. Download 3.66 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
ma'muriyatiga murojaat qiling