I. uluslararasi


Yrd. Doç. Dr. Tuğrul BALABAN


Download 3.66 Mb.
Pdf ko'rish
bet39/46
Sana01.12.2017
Hajmi3.66 Mb.
#21258
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   46

Yrd. Doç. Dr. Tuğrul BALABAN 

Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi 

tugrulbalaban@nevsehir.edu.tr 

 

Kaynaklar, Amasya’ya ilk yerleşim hakkında 7500 ilâ 8500 yıl-



lık bir tarihlendirme yapmaktadırlar; ancak yapılan kazılarda ortaya çı-

kan yeni bulgularla çok daha eski dönemlere ulaşmak mümkün görül-

mektedir. M.Ö. 13. binden veya Paleolitik çağın sonlarından itibaren 

iskân edildiği anlaşılmıştır. Amasya ve çevresinde bulunan höyüklerde 

Kalkolitik, Erken Tunç Çağları ve Hatti Çağı kültürlerinin yerleşimle-

rinin yoğun olarak bulunduğu tespit edilmiştir. 

Kuzey  Kapadokya  Bölgesi  içerisinde  kalan  Amasya’daki  ilk 

yerleşmeler mevcut bilgilerimiz ışığında Kalkolitik Çağa (M.Ö. 5500-

3000) kadar uzanmaktadır. Geleneksel dönemde Amasya’nın bilhassa 

kültürel manada önemli bir marka olarak karşımıza çıktığı görülür. İm-

paratorluğu temsil eden İstanbul’a nazaran bir taşra kenti olması şöyle 

dursun,  İstanbul’un  imparatorluk  şehri  olmasındaki  aslî  mimarlardan 

birisi ve belki en önemlisi Amasya’dır. Bu çalışma ile Amasya’nın kül-

tür aktarma işlevi ve bunu hazırlayan ortam tespit edilmeye çalışılmış-

tır. 

Anahtar Kelimeler: Amasya, Strabon, Kültür Mimarlığı 

 

GİRİŞ 

Kuzey Kapadokya Bölgesi  içerisinde kalan Amasya, Hititler döneminde büyük 

bir uygarlık kenti olmuştur. Hitit egemenliği Kaşgaların veya içinde Friglerin de bulun-

duğu ve Balkanlardan Anadolu’ya gelen bazı kavimlerin akınları neticesinde MÖ 1190 

tarihi civarında etkisini kaybeder. MÖ 750’den sonra tarih sahnesine çıkan Frigler, Kral 

Midas döneminde sınırlarını genişletir ve bu yolla Amasya ve dolayları Friglerin egemen-

lik sahası içerisinde kalır. Kafkaslar üzerinden gelen Kimmerler’in saldırılarına dayana-

mayan Frigler de MÖ 676 yılında yıkılma sürecine girerler. (Doğanbaş 2007: 150) Kim-

merleri de Skythler (İskitler) bu topraklardan sürerler. (Herodotos 1973: 60) Amasya daha 

sonra sırasıyla Med, Pers ve Pontus hâkimiyetinde kalır, MÖ I. yüzyılda ise Roma ege-

menliğine  geçer.  609’da  Sasanîler  Perviz  tarafından  işgal  edilmiş;  628  yılında  Avarlar 


 

431 


 

tarafından kuşatılmışsa da daha sonra Bizans idaresine geçmiştir. İslâm orduları tarafın-

dan Emevî ve Abbasî dönemlerinde de ele geçirilmeye çalışılmışsa da XI. yy’da Selçuk-

lular tarafından Türk egemenliğine alınmıştır. 

Amasya, Türklerin Anadolu’daki ilk yerleşim merkezlerinden birisidir. Selçuklu-

lar  tarafından  1075  tarihinde  Amasya’daki  Bizans  hâkimiyetine  son  verilir.  1071  tari-

hinde Anadolu’ya giren Sultan Alparslan’ın kumandanları Anadolu içlerine doğru akınlar 

başlatmış ve Melik Danişmend tarafından Amasya’nın fethi gerçekleştirilmiştir. Daniş-

mend-nâme’ye göre Melik Danişmend, Sivas’ı aldıktan sonra mücadele ettiği ve yendiği 

bir Hıristiyan gencini (Artuhı) Müslüman olmaya davet eder. Müslüman olursa tüm sı-

kıntılarını gidereceğini söyler. Artuhı da Müslüman olur. Artuhı’nın sevdiği kız Amasya 

şahının kızıdır. Melik Danişmend, Artuhı’ya “Ya Artuhı! Ol kızı senün içün almayınca 

ve bu vilayeti feth itmeyince karar itmeyem. ” der ve uzun süren bir mücadeleden sonra 

sözünü yerine getirerek kızı alır ve Amasya’yı fetheder. Fethi müjdeleyen de bu kız ola-

caktır. “Efromiya: Bir gece bir düş gördüm... O mübarek şahıs bana: - Selam, ey Efro-

miya! dedi. Ben Seyyid-i Sadad, Arasat'ta kalanların şefeatçisi, Peygamberlerin önderi, 

yaratılmışların efendisi, en şereflisi Muhammed Mustafa (s.a.s.)'yım. Bu oturanlar Ha-

san, Hüseyin, Hamza ve Abbas'tır. Hepsi Rasulün yanında oturuyorlardı. Sonra Resül 

(s.a.s.) : - Gel Müslüman ol ki cennete layık olasın, dedi. Allah Teala Artukî'yi sana helal 

kıldı, sizin elinizle Rum diyarı fethedilecek, Müslüman olacaklar. Yarın seni gelin olarak 

götürürlerken iki yiğitle karşılaşacaksın. Bunlardan biri Danişmend, diğeri de Artukî'dir, 

dedi.” (Demir, 2004: 69-200) 

Amasya’nın fethi Danişmend Gazi Destanından başka diğer iki önemli İslâmi des-

tanlar Sarı Saltık ve Battal Gazi anlatmalarına da konu olur:  

Fetih, Battal Gazi destanında,  “O gün akşam oldu, o gazilerin sultanı Aşkardiv-



zade'ye binip Harcın tarafına yöneldi. Birkaç gün gidip ulaştı. Gördü ki bir yüksek kale, 

etrafı ve kuleleri çok yüksek.” (Demir ve Erdem, 2006: 167) ve Saltık Gazi Destanında, 

Şerif oradan çıktı, iki orduyu arkasına aldı. Amasiyye tarafına yöneldiler. Türk orduları 



kaleye erişince gördüler ki kâfirler burçları ve surları donatmışlar, cenge hazır duruma 

getirmişler. Amasya' da iki kale vardı. Birisi dağ üzerinde birisi de aşağı şehirde idi. Şerif 

in ordusu, dağ tarafını alıp kaleyi kuşattı. Zira Şemmas, onun içine girmişti. Şerif bu-

yurdu, cenge yürüdüler. Çok sayıda Müslüman şehit oldu. Kaleyi alamadılar. Şerif, yük-

 

432 


 

sek bir yere çıkıp bir taşa İshak Peygamber' in kemendini bağladı ve o taşı attı. Çok sa-

yıda kâfiri ortadan kaldırdı. Aciz olup aman dediler, hisarı verdiler. Şemmas, boğazına 

kefen takıp bağlılığını bildirdi. Haraca kestiler. İçine müminlerden emin on kişi koydular, 

ıslah olup oturdular.” (Demir ve Erdem, 2007: 62-63) ifadeleriyle yer bulur. 

Emir Danişmend bu bölgede merkezi Sivas olmakla birlikte Amasya, Yozgat, Ca-

nik, Çorum, Divriği ve Arapgir’i de içine alan yedi sancaktan müteşekkil bir eyalet kurar 

(Wittek, 1971: 84) Bir asır Danişmendlilerin egemenliğinde kalan kent daha sonra Sel-

çuklu  hâkimiyetine  girer.  Selçuklu  hâkimiyetinde  I.  Kılıçarslan’ın  ölümünden  sonra 

Amasya  merkezli  Babaî  hareketi  baş  gösterir.  Selçuk-nâmede  “Hicretin  638.  Yılında 



(1240-1241) Amasya'da bir Türkmen meydana çıktı. Peygamberlik daveti kıldı, hile ile 

yanıcı şekilde nesneler gösterip, çok kimseyi cehaletten azdırdı, başına hayli adam top-

ladı... Baba ile İshak esir edildi. İkisini de Sultan Gıyâse’d-din’in huzuruna getirdiler, 

boyunlarını vurdular.” (Merçil, 1977: 153) şeklinde aktarılan bu hareket daha sonraki 

dönemde halk sufiliğini geniş bir şekilde etkiler ve birçok dinî harekete öncülük eder. 

Selçukluların 1243 Kösedağ Savaşı’nda Moğollar karşısında bozguna uğraması 

ile  kent  İlhanlıların  yönetimine  geçer.  Ebu  Said  Bahadır  Hanın  1335  yılında  vefatıyla 

bozulan düzeni değerlendiren İlhanlıların Anadolu valisi Uygur kökenli Alaeddin Eretna 

bağımsızlığını ilan eder ve 1341 yılında Eretna Beyliğini kurar. Bu beylik de kendisini 

çevreleyen toplum  tarafından  giderek emilir ve şu  ya da bu ölçüde  yeniden Türkleşir. 

(Cahen, 2012: 308) Eretnalıların veziri Kadı Burhanettin elde ettiği güçle Eretna Beyli-

ğini  yıkar  ve  kendi  hanedanını  ilan  eder.  Bu  durum  Kadı  Burhanettin’in  1398  yılında 

Akkoyunlu Karayülük Osman Bey tarafından öldürülüşüne kadar on yedi yıl devam eder. 

(Zeyrek, 2007: 164) Bu tarihten itibaren Amasya, Osmanlı toprağı olarak anılır. AşıkPa-

şazede, bu durumu “Amasya’yı Sultan Bayezid’e asıl sahibi (Amasya halkı) verdi. Bur-



haneddin Amasya’nın sahibini incitmişti. Bayezid Han’ın idaresinde iken Kadı Burha-

neddin Hakk’ın rahmetine kavuştu. (...) Bu yüzden vilayetin ileri gelenleri Sultan Baye-

zid’e, “Gel!” diye adamlar gönderdiler. Bayezid Han yürüyüp Sivas’ ageldi. Şehrin önde 

gelen adamları tarafından karşılandı. Padişahlığın kanunu ne ise yerine getirildi.” (Ya-

vuz ve Saraç, 2003: 137) sözleriyle nakleder. 

14.  yüzyılın  sonundan  itibaren  şehzade  sancağı  olarak  kullanılmaya  başlanan 

Amasya, Osmanlı döneminde Amasya Eyalet-i Rum’un (Samsun, Sivas, Tokat ve Ço-

rum)  merkezi  konumundadır.  Çelebi  Mehmet,  1393  yılında  sancakbeyi  olarak  gittiği 


 

433 


 

Amasya’yı fetret devrinde hareket merkezi olarak görmüş ve 1413 yılına kadar burada 

kalmış, Osmanlı’nın bozulan düzenini yeniden sağlamıştır. (Baykara, 1988: 87-96) 1386-

1566 yılları arasında on iki şehzade Amasya’da valilik yapmış, bunlardan sırasıyla Yıldı-

rım Bayezid, Çelebi Mehmet, II. Murat, Fatih Sultan Mehmet, II. Bayezid ve III. Murat 

Osmanlı padişahı olarak tahta çıkmıştır. Özellikle kuruluş devri padişahlarının birçoğu 

Amasya’da valilik yapmıştır (Uzunçarşılı, 1975: 679). 

1523 yılına ait Amasya Sancağı’na dair ilk nüfus bilgilerine göre 989 hane (1.555 

nefer) Müslüman, 414 hane (435 nefer) Yahudi ve Rum (74 nefer Yahudi, 361 nefer Hı-

ristiyan) ahali vardır. Tahmini nüfusu belirleyebilmek için hane sayıları kabul gören beş 

sayısı ile çarpıldığında, ortalama nüfus 4.945 Müslüman, 2.070 gayrimüslim ile toplam 

tahmini nüfus 7.015’tir. (Çatal, 2009: 55) 

Anadolu'da  ilk  fethedilmiş  yerlerden  olan  Amasya,  Selçuklu,  İlhanlı,  Anadolu 

beylikleri ve Osmanlı dönemlerinde de önemli bir merkez olarak görülür ve Amasya ismi 

bu dönemlerde herhangi bir değişikliğe uğramadan günümüze değin kullanılmaya devam 

eder. Kentin insanlar üzerinde bıraktığı tesir sebebiyle çeşitli kaynaklarda birçok farklı 

isimle de anıldığı görülür: Rûmiyye-i Suğra (Küçük Roma), Medînetü'l Hü-kemâ (Bil-

ginlerin Medînesi-Bilginler şehri), Hayber-i  Rûm (Anadolu'nun Hay-ber'i), Bağdâdü'r-

Rûm (Anadolu'nun Bağdat'ı), Dârü'l-İzz (Kıymetli/Kutsal yer), Dârü'n-Nasr (Nusret/Za-

fer  ülkesi),  Dârü'l-Fütûh  (Fetih  ülkesi),  Kasru's-Selâtîn  (Sultanların  Köşkü),  Hısnü'l-

Mir'at (Aynalı Hisar), Kubbetü'l-Ulemâ (Âlimlerin kubbesi/merkezi) ve Türbetü'l-Evliyâ 

(Evliyânın türbesi) bunlardan bazılarıdır. (Abdîzâde Hüseyin Hüsameddin Efendi, 1986: 

17-21) 

Amaseia sözcüğü, “Âna” anlamına gelen ve özellikle “Âna Tanrıça”yı kasteden 



Ama  ve  onun  çeşitlemesi  olan    ibaresi  ile  bağlantılıdır.  Bu  yönüyle  Amaseia  “Âna 

Tanrıçanın şehri” anlamına gelebilir. Amaseia, Persler zamanındaki asıl söyleniş şeklinin 

Hellen ağzına uydurulmuş biçimidir. (Umar, 1993: 59) Şehrin Amazonlar tarafından ku-

rulduğu  ismini  de  Amesseia  adlı  Amazon  kraliçesinden  aldığını  dabir  diğer  iddiadır 

(Menç, 2000: 7). Kentin açık olarak Amasya (AMACIAC) adı ile yazılı olarak anılması 

ilk kez Helenistik dönem şehir sikkelerinde görülür. Roma mitolojisinde Zeus’un oğlu 

Hermes, Amasya kentinin kurucu tanrısı olarak kabul edilir. Stabon, Geographika isimli 

eserinin Anadolu coğrafyası ile ilgili verdiği bilgilerin yer aldığı 12, 13 ve 14. ciltlerinde 

Amasya için Amaseia kavramını kullanır (Strabon, 2000: 42). 



 

434 


 

Her ne kadar medeniyetler arasında bir köprü hüviyeti gösteriyorsa da Amasya, 

geçmiş kültürleri aşarak bin yıldır toprağında ağırladığı yeni ev sahipleri Türklerin bütün 

yönleriyle sirayet ettiği bir şehirdir. Üzerinde misafir ettiği tüm unsurların izlerini doku-

sunda taşıyan Amasya'ya son bin yıl içerisinde Türkler tarafından, özellikle bir ilim mer-

kezi olması dolayısıyla önem verilmiştir. Geçmiş medeniyetlere dair kaynaklardan akta-

rılan bazı bilgilerin dışında kent İslami bir gelenek etrafında şekillenmiş Türk kültürünün 

özelliklerini taşır. Türk egemenliği öncesi medeniyetler gibi Selçuklular ve Osmanlılar 

ile daha sonra yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti de Amasya’yı merkez kentlerden birisi 

olarak görmüştür.  

Amasya Doğulu ve Batılı birçok araştırmacı ve seyyahın hakkında bilgi verdiği 

önemli bir kenttir: 

M.Ö. 64 veya 64 yılında Amasya’da doğmuş olan dünyanın bilinen ilk coğrafya-

cısı Strabon, yaşadığı dönemde eskiçağ dünyasını (Avrupa, Karadeniz, Akdeniz havzala-

rını, Kafkasya, İran, Hindistan, Mezapotamya, Kuzey Afrika’yı çevreleyen ülke halkla-

rını, coğrafyası ve tarihini anlatan ünlü eseri 17 ciltlik “Geographika”sını Amasya’da ta-

mamlamıştır. Geographika’nın 12, 13 ve 14. ciltleri Anadolu’yu anlatmaktadır. Geograp-

hika Rönesans döneminden zamanımıza kadar eskiçağ dünyasını tanıtan, yazarıyla bir-

likte Amasya’nın adını dünyaya duyuran önemli bir eserdir. Eserde Amasya, “Benim ken-

tim,  içinden  İris  Irmağı'nın  (Yeşilırmak)  aktığı  geniş  ve  derin  bir  vadide  kurulmuştur. 

İnsan emeği  ve doğa buraya hem kent  hem de kale karakterini  olağanüstü  bir  şekilde 

sağlamıştır. Çünkü burası yüksek ve çok sarp bir kaya olup dimdik ırmağa doğru iner ve 

ırmak tarafında, kentin kurulmuş olduğu yerde, kıyıda bir duvar ve her iki tarafta sivri 

tepelere doğru uzanan duvarlar vardır. Bu tepeler iki tane olup doğal bir şekilde birbir-

lerine bağlıdırlar ve görkemli birer kule halinde yükselmektedirler.” (Strabon, 2000: 50-

51) ifadeleri ile tasvir edilir.  

İbni Batuta’nın “Sivas yönünden/oradan Amasya’ya gittik. Amasya büyük bir ır-

mak kenarında, çevresi  bağ ve bostanlarla kaplı, meyvelik ve  ağaçlık bir şehir. Irmak 

üzerine kurulan dolaplarla çekilen su, evleri ve bostanları sulamaktadır. Cadde ve çarşı-

ları gayet geniş. Buraya Irak sultanı hükmediyor.” (2000: 417) anlattığı kent Evliya Çe-

lebi  Seyahatnamesi’nde  “Buradan  sekiz  saatte  meşhur  Amasya  şehrine  yetiştik.  Daha 



sonra (Amalika kavminden sonra) 476 [1083] tarihinde Danişmendoğullarından Sultan 

 

435 


 

M elik Gazi, Rum keferesi elinden feth etmiştir.” (Kahraman ve Dağlı, 2008: 212) diyerek 

tanıtılır. 

Bunlardan  başka  Plinius  Caius-Secondus,  Anna  Komnana,  (Şerif)  İdrisi,  İbn-i 

Sait, Tüccar Basil, Ogier Ghselin De Busbecg, Hans Dernschwam, Âşık Mehmet, Polon-

yalı Simeon, Jean-Baptiste Tavernier, Boullaye Le Gouz, Macarius, Domeniko Sestini, 

Kâtip Çelebi, James Morier, Colonel Rottiers, (Sir) Robert Ker Porter, Victor Fontainer, 

Charles  (Felix-Marie)  Texier,  William  John  Hamilton,  Helmuth  Von  Moltke, 

V.F.Ainsworth, R. (Robert) W. Stevens, Dr. Perunak Feruhan Bey, Henry John Van Len-

nep, Karl Ritter, A.D.Mordtmann, Dr. Heinrich Barth, Georges Perrot, William Gifford 

Palgrave,  Osman  Hamdi  Bey,  Henry  Franshawe  Tozer,  Vitale  Cuinet,  Ernst  Von  Der 

Nahmer, Âşık Ahmet Cemal, W.J. Childs, Albert Luis Gabriel gibi otuz sekiz araştırmacı 

ve seyyah eserlerinde Amasya’yı önemli bir kent olarak tanıtırlar (Tuzcu, 2007).  

Kadim tarihi sebebi ile birçok açıdan derinlemesine incelenebilecek bir kent olan 

Amasya’yı Türkler ve daha sonraki dönemde Osmanlılar için kültür başkenti yapan un-

surlar  ile  şahsiyetler  incelememizin  esasını  oluşturmaktadır.  Bu  yönüyle  öncelikle  ele 

alınması gereken yapı fethe zemin hazırlayan kurumlar olan tekkeler ve mensupları ol-

malıdır. 

Amasya  halk  anlatıları  içerisinde  menkabe  yoluyla  nakledilen  velilerin  Ana-

dolu’ya geliş menşei “Horosan” adı ile açıkça ortaya konur. Yerleşim birimlerinin onlar 

tarafından kurulduğu ya da yörenin içme suyunun onlar tarafından getirildiği, buna bağlı 

olarak da yörenin de korunduğu yaygın inanış biçimlerindendir. Bunlardan bir kısmı ta-

rihi olarak doğruysa da halkın bu veliler etrafında oluşturmuş oldukları anlatmalar onların 

tarihi olarak bu bölgeyi tercih ettiklerini değil geldikleri yerden dolayı ne kadar kutsal 

şahıslar  olduğunun  özellikle  vurgulanmaya  çalışılmasındandır.  Bu  anlatmalarda  Hora-

san’ın  kutsandığı  dolayısıyla  Horasan’dan  gelen  şahısların  büyük  veliler  olarak  kabul 

edildikleri görülür. 

Amasyalılar, içerisinde doksan dokuz türbe ve yatır bulunduğu için kenti kutsal 

sayarlar. Doksan dokuz değil de yüz tane türbe olsaymış burasının tıpkı bir “Kâbe” gibi 

ziyaret edilebileceğine dair inanış, halk arasında yaygındır. Merzifon Hırka köyünde ben-

zer bir örneğe rastlarız: “Hz. Peygamber Ukkaşe Sultan’ın hırkasını bu yana (Merzifon'a) 



 

436 


 

atınca seni ziyaret etmeden hacca gelenin haccı kabul olmasa gerek demiş.” Kanuni Sul-

tan Süleyman Amasya'ya gelince atından bir türlü inmez. Ona niçin inmediği soruldu-

ğunda “Burada öyle çok evliya var ki ayağımı basacak bir yer bulamadım.” (Dağlı, 2012: 

103) der. 

İslâmiyetin kabulüyle birlikte seyyid, baba, veli, dede, ahi, eren gibi isimlerle anı-

lan ve dini kimliğiyle toplumlarına önderlik eden manevi önderlerin Oğuz Türkmenleri-

nin Anadolu’yu yurt edinme mücadelelerinde ve fetihlerinde, çok önemli rolleri vardır. 

Bu önderlerin nezaretinde, tekke ve zaviye adı verilen kurumlarda ortaya çıkan kültürel 

olgunlaşma ile göçer Türkmenler yerleşik hayatın gereklerini öğrenir ve yeni bir kültür 

dairesine girerler. Bu yapılar, eğitim dışında sürekli iskânı temin etmek, güvenliği sağla-

mak,  haberleşmek  ve  sosyal  yaşamı  düzenlemek  gibi  hayati  işlevleri  ile  Anadolu’nun 

Türkleşmesine katkı sunmuşlardır. 

İslâm heterodoksisi açısından da en önemli kent şüphesiz Amasya’dır. Selçuklu 

devrinde Sultan Mesud tarafından Amasya’da yaptırılan Şeyh Kırık Tekkesi’nin (Mesu-

diye Tekkesi) başına getirilen Şücaeddin Ebul Baki İlyas b. Ali el Horasani (Baba İlyas) 

ve halifesi Kefersutlu Baba İshak tarafından başlatıldığı kaynaklarca ifade edilen Babaî 

isyanının çıkış sebebi olarak Baba İlyas’ın peygamberlik ya da mehdîlik iddiasında bu-

lunması gösterilmekteyse de asıl sebebin siyasî ve iktisadî olduğu açıktır. 

Bu isyan Türk tarihindeki pek çok olaya tesir etmiştir. Babai isyanı Anadolu’daki 

heterodoks  hareketlerin  ortaya  çıkmasındaki  temel  neden  olmuştur.  Aynı  zamanda  bu 

olay Selçuklu devletinin zafiyetlerini ortaya çıkarmış olup Moğolların Anadolu’ya saldır-

malarına neden olmuştur. Elvan Çelebi’nin Menakıbü’l-Kudsiyye fi Menasıbi’l-Ünsiyye 

adlı eserinden hareketle  Baba  İlyas’ın halifeleri  olarak öne  çıkan Hacı  Bektaş Veli ve 

Şeyh Edebali gibi önemli şahsiyetler, ileride kurulacak olan Osmanlı devletinin yapılan-

masında önemli roller oynamışlardır. 

Amasya  kökenli  bir  başka  tasavvufi  hareket  de  Halvetîlik’tir.  Aslında  İran  ve 

Azerbaycan Şirvan’da Ebu Abdillah Siracüddin Ömer b. Şeyh Ekmelüddin el-Gilani el-

Halvetî  ile ortaya çıkan  hareketin Yahya Şirvânî ile  yayıldığı  kabul  edilir. Bu sebeple 

“piri sani” olarak anılan Yahya Şirvani döneminde Azerbaycan’da gelişen Bâtınilik kar-

şısında Ehl-i Sünnet inancını savunarak tarikatının Sünnî çizgide kalıp devam etmesini 

sağlar.  



 

437 


 

Halvetîliği Amasya’ya getiren ve bu şehrin âdeta bir Halvetî merkezi olmasına 

sebep olan kişi, Pîr İlyas el-Amâsî’dir. Pir İlyas da Yahya Şirvani ile birlikte Sadreddin 

Hıyavi’nin halifelerindendir. Anadolu’da Halvetîyye adına kurulan ilk tekke Pir İlyas’ın 

Amasya’daki Gümüşlüoğlu Tekkesidir. Halvetiye tarikatinin Cemaliye kolunun kurucusu 

Cemâl Halvetî’dir. II. Bayezid’in yakın ilgi gösterdiği ve beraberinde İstanbul’a götür-

düğü pir ve tarikatı için başkente taşınmak bir milat kabul edilebilir. Burada elde ettiği 

nüfuz sayesinde Halvetîlik, Osmanlı kültür hayatına önemli katkılar sağlamış bunun öte-

sinde siyasi ve idari konularda da etkin bir rol oynamıştır. II. Bayezid döneminden sonra 

da sarayda en yaygın tarikat olarak uzun süre etkili olmuştur (Budak, 2015: 87-88). Pir 

İlyas  el-Amâsî’nin  bir  diğer  halîfesi  olan  ve  “Kurtboğan”  namıyla  maruf  “Hamza-i 

Şâmi”nin de II. Mehmed’in hocası “Ak Şemseddin”in babası olması konuyla bağlantılı 

bir diğer önemli noktadır. 

Amasyalı meşhur tarihçi Hüseyin Hüsâmeddin’in Amasya Tarihi adlı eserinde ka-

yıtlı 19. Yüzyıla ait 78 türbe ve 31 tekke kentin tasavvufî durumunu göstermek için önem-

lidir. Ayrıca 8 Darülkurra’nın da bunlara ilave edilmesi gerekir. 

Amasya’da etkili bir diğer tasavvufî akım ise Mevlevîliktir. Ahmet Eflâki Mena-

kıbül Arifin isimli eserinde Amasya Mevlevihanesini Anadolu’da inşa edilen ilk Mevle-

vihanelerden  sayar.  Yine  en  önemli  Mevlevilerden  biri  olarak  da  Amasyalı  Şeyh  Cui 

(Mehmed) Dede’yi kabul eder. Celâlî isyanları sırasında yakılan Amasya Mevlevihanesi 

Sadrazam Bayram Paşa’nın emriyle yeniden inşa edilmiştir. 

Amasya’yı önemli bir kent yapan unsurların başında eğitim gelmektedir. Özellikle 

Selçuklular döneminde Anadolu’nun çeşitli merkezlerine medreseler açılmıştır. Bu mer-

kezlerden birisi de Amasya’dır. 

Fransız Arkeoloji Profesörü, bilim adamı, Villeneuve-Saint Georges Perrot (1832- 

1915) gezip gördüğü Amasya’yı anlatırken “Eskiden Selçukluların bu bölgeye egemen 



olduğu yıllarda Amasya bir üniversite (medrese)ler, bilginler şehri, bir bilim merkezi idi. 

Deyim yerindeyse Amasya Anadolu’nun Oksford’u olarak da adlandırılabilir/anılabilir. 

Medreseler hala görkemli, ihtişamlı dönemlerini canlı birer tanığı, artık eski gençlik dö-

nemlerini özleyen, kocamış, küçülmüş, bir ihtiyarlar gibi yarı harabe halde ayaktalar.” 

(Tuzcu, 2007: 225) ifadelerini kullanır. Hüseyin Hüsameddin tarihinde kayıtlı 36 medrese 

bu bilgiyi teyit eder mahiyettedir. 


 

438 


 

Amasya yalnızca dinî ilimlerde değil fennî ilimlerde de merkez kabul edilebilir. 

Özellikle tıp sahasında Selçuklular devrinde Bimarhâne (Anber Bin Abdullah Darüşşi-

fası, 1222-1232) adıyla bilinen darüşşifa zaman içerisinde “tımarhane”ye dönüşerek Ana-

dolu’daki ilk tıp merkezi olur. Bimarhane’de akıl hastalıklarının müzik ile tedavisi ise 

dünyada ilk olması yönüyle başka bir anlamı daha ifade eder. Evliya Çelebi’nin “Miskin-

ler Tekkesi” olarak ismini andığı kurum, hastane olmasının yanında tıp eğitimi de verilen 

bir medrese olarak faaliyet gösterir.  

Ünlü  “Cerrahname”nin  (Cerrahiyetü'l-Haniye)  yazarı  Sabuncuoğlu  Şerefeddin 

bin Ali bin Elhac İlyas da Amasya bimarhanesinde baştabiplik yapmıştır. Sabuncuoğlu 

eserinde geçmiş dönemlerde yazılan kaynaklardan tıbbi bilgi ve tedavi yöntemleri hak-

kında bilgi verdiği gibi yalnızca Amasya Bimarhanesinde edindiği tecrübelerle önerdiği 

tedavilere de yer verir. Üç bölümden oluşan eserin birinci bölümü dağlama, ikinci bö-

lümde yarmak, delmek ve pansumanları ve üçüncü bölümde de kırık ve çıkıklara yer ve-

rilir. 

Bildiri sınırları içerisinde yer veremediğimiz ancak isimlerini anmadan da geçe-



mediğimiz nice meşhur Amasyalı, Amasya ile ilgili ya da Amasya hizmetkârı daha vardır. 

Bunlardan bazıları: Lokman Hekim, Elvan Çelebi, Kadı Burhaneddin, Tarihçi Aşıkpaşa-

zade, Hattat Pir Hamdullah, Şair Mihri Hatun,  Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, 

Mutasarrıf Ziya Paşa, Mutasavvıf Mir Seyyid Hamza Nigari vd. 



Download 3.66 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   46




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling