I. uluslararasi
Erkin Vâhidov ve Palatkada Yozilgan Doston
Download 3.66 Mb. Pdf ko'rish
|
- Bu sahifa navigatsiya:
- OSMANLI’DA MAHALLE MEKTEPLERİNİN DİNİ YAŞANTI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
- Anahtar Kelimeler
- Keywords
- Osmanlı’da Mahalle Mekteplerinin Genel Görünümü
Erkin Vâhidov ve Palatkada Yozilgan Doston Günümüz Özbek şairlerinden Erkin Vâhidov, 28 Aralık 1936’da Özbekistan’ın Fergana eyaletine bağlı Altıarık kasabasında dünyaya gelmiştir. Küçük yaşta anne ve ba- basız kalan Vâhidov, Taşkent’te yaşayan dayısının himayesinde büyür. Onun Taşkent’te geçen çocukluk ve gençlik yıllarından kalan en güzel hatıraları, Ostrovski adlı pioner 4
3 Gruplar için yemekli sohbetlerin yapıldığı mekânlar. 4 Çocuk komünistler; komünizmin başlangıcını okuyan, öğrenen çocuklara verilen ad. 489
sarayındaki şair Gayretî’nin kursu ve dayısının evinde yapılan edebî sohbetlerle ilişkili- dir. Dayısı Kerim Sâhibayev hukukçu olmakla birlikte, edebiyat ve sanata meraklı, şiir- den anlayan birisidir. Onun evine şair Çüstî, Şâcelilov kardeşler, Marufhoca Bahadırov, âlim ve tercüman Alihan Sağunî sık sık gelmektedir. Erkin’in şiire olan merakını fark eden dayısı onun da bu sohbetlere katılmasını ister. Şiir, şarkı ve söz atışmalarıyla şenle- nen bu sohbetlere katılanlar Hâfız, Nevâî, Bîdil ve Fuzûlî’nin beyitlerini tahlil edip, bu şiirleri kendi birikim ve estetik zevkleri esasında açıklarlar (G‘ofurov vd. 1999: 440- 441). Erkin Vâhidov’da şiire karşı merak, istek ve sevgi işte bu edebiyat meclislerinde filizlenir. Yine bu toplantılara katılanlardan bazıları da ilâhiyatçı aydınlardır. Erkin Vâhi- dov’un doğasındaki Şark medeniyeti ve edebiyatına olan derin ilgi ve hürmet de yine bu din adamları vasıtasıyla şekillenmiştir. 1955 yılında üniversiteye kaydolan Erkin Vâhidov’un hayatında üniversitedeki edebî muhit ve Yozuvchilar Uyuşmasi 5 nın genç şairlere yönelik düzenlediği seminerler derin izler bırakır. Bu seminerlerde hem üzerinden konuşulan mevzular, hem de büyük üstat Aybek, Gafur Gulam, Abdullah Kahhar, Mirtemir, Şeyhzâdeler ile ilk mülâkat ve karşılaşmalar, onun sanatının şekillenmesine ve kendi yönünü tayin etmesine yardımcı olur (Vohidov 1987: 74). Üniversiteden mezun olduktan sonra “Yaş Gvardiya” yayınevinde redaktör olarak çalışmaya başlayan Erkin Vâhidov’un 1961 senesinin sonlarına doğru ilk şiir kitabı olan “Tong Nafasi” yayımlanır. Gerek okuyucu gerekse edebiyat eleştirmenleri (Sharafiddi- nov 1983: 152-155) tarafından takdirle karşılanan şairin Qoshiqlarim Sizga, Yurak va Aql, Mening Yulduzim, Lirika, Yoshlik Devoni ve Hozirgi Yoshlar adlı şiir kitapları arka arkaya yayımlanır. Erkin Vâhidov, milletinin gönlünde bir ukde olarak kalan sözleri büyük bir cesaretle ilk defa “Özbeğim” kasidesiyle 1968 yılında terennüm eder. Şaire en geniş şöh- reti kazandıran bu şiir, düğünlerde ve sohbetlerde terennüm edilen bir şarkı ve ezberden okunan millî bir eser hâline gelmiştir.
meydana gelen büyük depremden sonra Taşkent şehrinin durumunu ve şehrin yeniden
5 Yazarlar Birliği 490
nasıl imar edildiğini; Özbeklerin sebat ve metanetini, ruh güzelliğini ve dostluğa yükle- dikleri anlatmaktadır. Destan, 872 mısradan müteşekkildir ve Palatkada Yozılgan Doston (159), Tram- vaydagi Suhbat (159/1), “T-34” (159/2), Bolalarni Jo’natish (159/3), Kelinchak (159/4), O’zbek Qızi Lyubov’ Timchenko (159/5), Shahar Ijrokomining Raisiga Oshiqlardan Ariza (159/6), Shahri Dilorom (159/7) ve Nihoya (159/8) bölümlerinden oluşur. Des- tanda, anlatıcının tutumu iki şekilde görülmektedir. Bunların ilkinde anlatıcı, Taşkent depremi ve bundan sonra yapılanları dışarıdan takip eden ve bunlar hakkında çeşitli yo- rumlar yapan birisi olarak; diğerinde ise çalışmalara bizzat katılan, devlet yetkilileri ve halk ile görüşen bir Taşkentli olarak konuşmaktadır. Anlatıcı, bunların yanı sıra yine dep- remden sonra milletin yanında yer alarak yardım edenleri görüp övmekte, buna karşın sıkıntılı döneminde Taşkent’i bir an önce terk etmeye çalışanları ise yermektedir. Destanın vak’a terkibi şöyledir: Giriş: Destan, 26 Nisan 1966 tarihinde 05:23 sularında Taşkent’te bir deprem ol- duğu haberinin verilmesiyle başlar. Deprem 7,5-8 şiddetindedir. Deprem anında insanla- rın nasıl can kaygısına düştüklerini, bağırış ve çığlıkların birbirine karıştığını, annelerin çocuklarını beşiğiyle birlikte dışarı çıkarıp güvenli bir yere gidebilme telâşını, can hav- liyle insanların pencerelerden atladığını dile getiren anlatıcı, Taşkent’teki birçok evin de oturulamaz hâle geldiğini belirtir. Anlatıcı, deprem olmasına rağmen hayatın yine de her zamanki gibi devam ede- ceğini vurgular. Bu sebeple esas olan, bu zor günlerde insanların birbirine yardım etme- sinin gerektiğidir. Bunun için evi olmayanlara sahip çıkılmalı ve onlar sokakta bırakılma- malıdır. Ona göre Taşkentlilerin yaşadığı bu zor zamanlar geçecek, güzel günler elbette yine gelecektir.
önce yaşanan depremin yerini futbol sohbetleri almış, deprem fıkralara konu, esprilere malzeme olmuştur. Anlatıcı, halkın içinde bulunduğu durum karşısında duyarsız kalan bir kısım Taşkentliyi eleştirmektedir (Tramvaydagi Suhbat). Anlatıcı destanın “T-34” bölümünde, depremde zarar gören insanlar için çalışan bir tankın ağzından destana devam eder. Taşkentlilere yardım etmek için gönderilen ordu birlikleri arasında bir de savaşlarda uzun yıllar kullanıldıktan sonra savaş görevinden ayrılmış tank vardır. Tank, Taşkent’teki
491
enkazın kaldırılmasında kullanılmaktadır. Savaşlarda insanların canını alan “T-34” adlı tank, yaptığı bu hizmetten dolayı mutludur. Çünkü bir kenarda paslanıp çürümek yerine, insanlara faydalı bir iş yapmaktadır. Depremde yıkılan evlerin enkazının kaldırılması ve Taşkent’in yeniden imarı sü- recinde Taşkentli çocuklar üç ay için Moskova ve Kiev’e gönderilir. Aileler, çocuklarını müşfik kollara emanet ettiklerini ve kısa bir süreliğine olan bu ayrılığın yakın zamanda sona ereceğini düşünmektedirler. Bu sebeple anlatıcı, Moskova ve Kiev’e gönderilen ço- cukların mahzun değil, mutlu olduklarını dile getirir (Bolalarni Jo’natish). Şair, kendi oturduğu caddede evi olan ve zelzele sırasında çocuğunu ve kendisini son anda kurtara- bilen bir gelini anlatır. Yıkılmakta olan evi terk ederken duvara çarpan gelin daha sonra vefat eder. Komşuları hem vefat eden geline, hem öksüz kalan yavrusuna, hem de koca- sına üzülmektedir (Kelinchak).
den Ukraynalı bir kız anlatılmaktadır. Lyubov, II. Dünya Savaşı yıllarında kendisine ba- kacak kimsesi olmadığı için Taşkent’te bir ailenin yanına yerleştirilmiştir. Babası cephe- den döndükten sonra kızını, onun bakımını üstlenen ailenin yanından alarak yeniden Uk- rayna’ya getirmiştir. Bir süre baba kız birlikte yaşarlar; ancak babanın yeniden cepheye çağrılması üzerine Lyubov yine tek başına kalır. Deprem olduğunu duyan Lyubov, ken- disine anne ve babalık eden insanları bulmak ve onlara yardımcı olmak amacıyla Taş- kent’e gelir. Kendisini bir Özbek olarak tanıtan Lyubov, Taşkent’in her yerinde onları aramaktadır.
âşıklar, şehrin yeniden imar edilmesiyle ilgili düşüncelerini belediye başkanına iletirler. Burada şair, kendi düşüncelerini âşıkların ağzından dile getirir. Âşıklar, Taşkent’in bir sevgi şehri olarak imar edilmesini arzulamaktadırlar. Şehrin cadde ve sokaklarına âşıkla- rın duygu ve düşüncelerini ifade eden isimlerin verilmesini, zor günlerinde Taşkent’ten kaçarak Kırım’a giden sözde vatanperverlerin unutulmamasını ve onların yeni şehre so- kulmamalarını istemektedirler.
Taşkent, Taşkentliler ve buranın yeniden imarıyla ilgili düşünceleri anlatılmaktadır. Bu çocuk şehrin imarı için toplanan yardıma, kendisine atlas gömlek almak için biriktirdiği
492
parayı bağışlamıştır. O, gönderdiği bu parayla bir çocuk yuvası yapılmasını istemektedir. On bir yaşındaki çocuğun bu davranışı üzerine duygulanan şair, “Senin gibi Taşkent’i düşünenler olduğu sürece, bu yara en kısa zamanda sarılacaktır,” der. Sonuç: Şair bu bölümde, zelzelenin üzerinden iki ay kadar bir sürenin geçtiğini belirtir. Muhtemelen şair, geçip geçmediği şiirden açıkça anlaşılamayan bu sürenin son- rasındaki bir zamanı hayal etmektedir. Şair, bu destanın toz toprak içinde, çadırda yazıl- dığını ve burada söylenenlerin bütün Taşkentlilerin düşüncesi olduğunu dile getirir. Bu- rada, destanın daha önceki bölümlerine göndermeler yapan şair, Özbek kızı Lyubov’un annesi Şerife Nisâ’yı bulup bulmadığını, Dilâra’nın isteği olan çocuk yuvasının yapılıp yapılmadığını ve âşıkların belediye başkanına mektupla ilettikleri arzularının gerçekleş- tirilip gerçekleştirilmediğini sorgular. Söz konusu hususların gerçekleştiğini gören şair, artık bahtiyardır. Depremin yaraları henüz tamamen sarılmamış olmasına rağmen, önünde sonunda bu sıkıntıların çözüleceğini, fakat zor günlerinde Taşkent’i bırakıp Kı- rım’a gidenlerin döndükleri zaman burada hiçbir itibarlarının olmayacağını belirtir (Ni-
Anlatıcı, vak’anın takdiminde kahramanların ağzından kendi düşüncelerini dile getirmiştir. Bu kahramanlar, sıradan kişiler olmamakla birlikte depremi yaşayan, Taş- kent’in ve Taşkentlilerin hâline üzülen, depremzedeler için çalışan eşya ve insanlardan oluşmaktadır. Anlatıcının destanda düğüm unsurlarına fazla yer vermediği görülmekte- dir.
Sonuç Maksud Şeyhzâde ve Erkin Vâhidov, Taşkent’e farklı sebeplerle sonradan gelip yerleşen ve burada hayatlarını devam ettiren iki şairdir. Bu şairlerden Şeyhzâde ’nin yaz- mış olduğu destanda Taşkent’in mukimleri, onların hayata bakışları; bu insanların yaşa- dıkları şehri doğal görünüşü ve tabiatının oluşturduğu bütünlük esasında sevmeleri, bu mekanı tarihi yönleriyle bilmeleri ve bütün bunların kendilerine yüklediği sorumluluğu taşımaları söz konusudur. Tarihin en eski şehirlerinden birisi olan Taşkent’in adeta her yerinde bunu gösteren deliller bulunmaktadır. Bu yönüyle Özbeklerin atalarının tarihe kalıcı bir iz bırakmak adına bu şehri kurdukları ve sonraki nesillerin de bunun farkında olarak kendilerinden sonrakilere bir bütünlük içerisinde teslim etmek gayretinde oldukları 493
dile getirilmektedir. Erkin Vâhidov’un yazmış olduğu destanda ise doğal bir felaket ne- deniyle neredeyse tamamı yıkılan şehrin durumu anlaması ve yeniden şehri eski hâline getirme gayret ve mücadelesi dile getirilmektedir. Şairin ifadesiyle sıkıntılı günlerinde şehrini terk edenler, buranın mukimlerince unutulmayacaktır.
494
Kaynakça G‘ofurov vd. (1999). XX-Asr O‘zbek Adabiyoti. Toshkent: O‘qituvchi Nashriyoti. Karakaş, Şuayip (2010). “Maksud Şeyhzâde ve Mirza Uluğbek Piyesi”. Gazi Türkiyat 7: 13-64.
Karimov Naim (2010). Maqsud Shayhzoda. Toshkent: Sharq Nashriyoti. Karimov, Naim (2008). “Maqsud Shayhzoda (1908-1967) - Hayoti va Icodi Sahifalari”, XX- Asr Adabiyoti Manzaralari - Birinchi Kitob. Toshkent: Sharq Nashriyoti. Kattabekov, Akram, Vahob Rahmanov (1995). “Maqsud Shayhzoda” O’zbek Adabiyoti. Toshkent. Mirvaliyev, Sobir (1993). O’zbek Adiblari. Toshkent: Fan Nashriyoti. Qosimov, Begali (1997). “Sotsyalistik Realizm Adabiyoti”, O’zbekiston Respublikasi-
Rıza, Helil (1980). Megsud Şeyhzadenin Bedii Yaradıçılığı. Bakı. Sharafiddinov, Ozod (1983). “Izlanish Yo’llarida”, Hayot Bilan Hamnafas. Toshkent: O’zbekiston LKSM Markaziy Komiteti “Yosh Gvardiya” Nashriyoti. Sharafiddinov, Ozod (1983). “Umrlar Bo’ladiki”, Hayot Bilan Hamnafas. Toshkent: O’zbekiston LKSM Markaziy Komiteti “Yosh Gvardiya” Nashriyoti. Vohidov, Erkin (1987). “Qaynoq Hayot Ichida Yashab”. O’zbek Tili va Adabiyoti 6. Vohidov, Erkin (2000). “Palatkada Yozilgan Doston”, Ishq Savdosi. Taşkent: Sharq Nashriyoti. Ғафуров, Иброҳим (1983). “Халқ Шоири”, Мақсуд Шайхзода Замондошлари Хотирасида. Тошкент: Ғафур Ғулом Номидаги Адабиёт Ва Саиъат Нашриёти. Зокиров, Муҳсин (1983). “Тошқентнома’нинг Яратилиш Тарихидан... Ижод Жараени”, Мақсуд Шайхзода Замондошлари Хотирасида. Тошкент: Ғафур Ғулом Номидаги Адабиёт Ва Саиъат Нашриёти. Шарафиддинов, Озод (2003), “Адабиётимиз Фидойиси”, O‘zbekiston Adabiyoti va
Шоабдураҳмонов, Ш. Ш. (1983). “Шайхзода Ҳақидаги Хотиралардан Кичиқ Бир Лавҳа”, Мақсуд Шайхзода Замондошлари Хотирасида. Тошкент: Ғафур Ғулом Номидаги Адабиёт Ва Саиъат Нашриёти. 495
OSMANLI’DA MAHALLE MEKTEPLERİNİN DİNİ YAŞANTI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Ardahan Üniversitesi yaseminapali @ ardahan.edu.tr
Üç kıtada toprakları bulunan Osmanlı İmparatorluğu’nda elbette ki dini yaşantı; hem devlet nezdinde hem de halk nezdinde önemli bir yer teşkil etmekteydi. Bu sebeple dini birtakım uygu- lamalar ve ritüellerin öğretildiği, ailelerin yoğun ilgisinin bulun- duğu köklü eğitim kurumlarından biri olan sıbyan mektepleri, daha yaygın kullanımı ile mahalle mektepleri; gerek İstanbul ve çevresinde gerek de Anadolu’da halk dindarlığının oluşmasında önemli bir yere sahip bulunmaktadır. Osmanlı toplumunda dini yaşayışın ve dindarlığın temelinin atıldığı kurumlar olarak karşı- mıza çıkan mahalle mektepleri, halkın dini algılaması ve dine yüklediği anlamların tezahür biçimleri açısından oldukça etkili görünmektedir. Yüzyıllar boyunca aileden sonra dini eğitimin ve- rildiği ikinci ancak çok önemli bir yere sahip bulunan mahalle mektepleri; Osmanlı halkının yaşamında hem dini açıdan hem sosyal açıdan yaşamın penceresi, halkın çocukluk yıllarının belki de en güzel dönemleri, sosyal ve kültürel açıdan unutulmaz bir dönemdir. Ne var ki, Osmanlı’nın son dönemleri ve Cumhuriye- tin ilk yıllarında ülkemizde yaşanan hızlı değişim ve dönüşüm sü- recinden mahalle mektepleri de payını almış, pek tabi bu durum halkın dini yaşantısını da etkilemiştir. Bu bildirideki amacımız; Osmanlı’daki mahalle mekteplerinin dini yaşantı üzerindeki etki- lerini tespit ederek, hem sosyo-kültürel açıdan hem de dini ya- şantı açısından o dönemin panoramasını gözler önüne sermektir.
Mektebi, Toplumsal Değişim, Halk Dindarlığı, Dini Yaşantı.
The religious life in the Ottoman Empire with the territo- ries in three continents, of course, represented an important place both in the state and for the people. For this reason, Ottoman ele- mentary-primary schools (sıbyan mektepleri) where some reli-
496
gious practices and rituals were taught and families showed in- tense interest, with more widespread use as the local schools; had an important role in the formation of public piety in Istanbul and its around and Anatolia. The local schools as the institutions where the basis of the religious life in the Ottoman society and the religiosity was founded seem to be very effective in terms of the religious perception of the people and the understanding of the religion for people. The local schools which was the second institution but had a very important place where the religious ed- ucation was given after family for centuries, represent perhaps the most beautiful and unforgettable period in the Ottoman public life in terms of social and cultural perspective and is very influential as reflecting the social life of Ottoman people. However, in the late Ottoman period and the early years of the Republic the local schools were affected from the rapid change and transformation in our country; so of course this situation affected the people's religious life. The aim of this report; by identifying its impact on religious life of the local school in the Ottoman Empire, is to re- veal the panorama of that period in terms of religious life as well as socio-cultural aspects.
Change, People's Religiosity, Religious.
Osmanlı Devleti’ndeki eğitim kurumları kendinden önceki Türk-İslam devletleri- nin adeta bir devamı şeklindedir. Örgün eğitim kurumları olarak karşımıza çıkan mahalle mektepleri, ilk eğitim ve öğretimin yapıldığı yerlerdir. Günümüzdeki ilköğretim birinci kademenin karşılığı olarak faaliyet gösteren bu mektepler İslam medeniyetindeki küttab adlı okulların devamı mahiyetindedir (Kırpık ve diğerleri, 2014,102). Sıbyan mektebi, Mekteb-i sıbyan, Taş mektep, Muallimhane, Muallimhane-i sıbyan (Kara ve Birinci, 2012; 7) gibi isimlerle anılan mahalle mektepleri; hemen hemen her mahallede bulun- dukları için bu isimle anılmaya başlamışlardır. Ancak resmi vesikalarda sıbyan mektebi olarak anılmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu’nda, hemen hemen her cami ve mescid biti- şiğinde veya yakınında yüksek kubbeli tavanları olan mektebler inşa edildiği gibi, hayır sahipleri tarafından da yadedilmelerine ve sevap kazanmalarına vesile olmaları maksa- dıyla mektepler yaptırılmış ve bunların hizmetlerini devam ettirmeleri için gelir kaynak- ları vakfedilmiştir (Kara ve Birinci, 2012; 23). Mahalle mektepleri, okuma-yazma, bazı
497
temel dini bilgiler ve basit hesap işlemlerinin öğretildiği ilkokullardır (Demirtaş, 2007; 174). Taştan inşa edildikleri için Taş Mektep olarak da anılan mahalle mekteplerinin örgün eğitimin ilk basamağını oluşturması hasebiyle çocuğa oku yazmanın yanı sıra ah- laki terbiye ve temel dini eğitim verilmesi temel amaçlar arasındadır. Çocukların mahalle mektebine başlama yaşı 5-6 civarındaydı. Her eğitim ve öğretim kurumunda olduğu gibi kötülüklerden koruyup iyiye ve güzel olana sevk etmek, o dönemin mahalle mektepleri için de geçerli idi. Mahalle mekteplerinde umumiyetle yakındaki camilerin, bilhassa Os- manlı tarihinin bir devrinde mahallelerin idarecisi durumunda bulunan ve kadıların o ma- halledeki temsilcisi ve vekili mesabesinde olan imamlar ders verirdi (Kara ve Birinci, 1997; 13). Osmanlı toplumunun genelinin devam ettiği ilkokul seviyesinde eğitim-öğretim veren mahalle mektepleri (Doğan, 1998: 414), dinin ve ahlakın öğretilerek deyim yerin- deyse topluma faydalı birer insan yetiştiren örgün eğitim kurumlarıdır. Bu sebeple Os- manlı’daki mahalle mektepleri aslında çocukluk döneminde dinin ve onun adına yapıl- ması gereken bazı temel ibadetlerin öğretildiği; gelecekteki dini yaşantının şekillenmeye başladığı yerler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tarihte bugüne kadar kurulmuş büyük devletler arasında bulunan Osmanlı Dev- leti, kuruluş döneminden yıkılış dönemine kadar ilme ve ilim adamına çok büyük değer vermiştir. Her ne kadar Osmanlı Döneminde medreseler adından çok sık söz ettirseler de, mahalle mektepleri (sıbyan mektepleri) de eğitim öğretim dairesi içerisinde şahsına mün- hasır faaliyet göstermişlerdir. Osmanlı’nın kuruluşundan ta ki Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar varlığını sürdüren mahalle mektepleri, insanların çocukluk dönemlerinde güzel ha- tıraların kalmasına da vesile olmuştur. Kuruluş yıllarında medreselerin kurulmasıyla baş- layan eğitim ve öğretim faaliyetleri, ilim adamı yetiştirme ve ona değer verme yönünde devletin çabalarını karşımıza çıkarmaktadır. Osmanlıların padişah yetiştirmeden tutun da devlet kademelerine alanında uzman kişilerin yetiştirilmelerine kadar birçok alandaki eği- tim öğretim faaliyeti konusunda takdire şayan nitelikleri mevcuttur (Kazıcı, 2014: 57-76). 498
Bilindiği üzere İslam dini kadın erkek herkesin ilim öğrenmesini mecburi kılmış- tır. Bu sebeple Osmanlı döneminde de ilim konusunda herhangi bir ayrım yapılmadan, tüm çocukların tahsil görmesi gerekmekteydi. Herkes medrese eğitimi almamakla bir- likte, mahalledeki tüm 5-7 yaş arasındaki çocukların mahalle mektebine gittikleri bilin- mektedir. Bu mektebin esas gayesi, İslam dinini adab ve erkanını, bu cümleden olmak üzere Kur’an okumayı, yazı yazmayı, namaz kılmayı ve ilmihal bilgilerini öğretmekti( Kara ve Birinci, 2012: 23). İsteyene tecvid de öğretilirdi. Mahalle mektebine başlama ayrı bir merasim olgusu ve ailelerin maddi durumları ile ilgili bir gösterge şeklindedir. Fakir aile çocukları anne ya da babası tarafından yahut bir yakınları tarafından mahalle mektebine götürülür. “Eti senin kemiği benim” denilerek hoca efendinin eli öptürülür ve çocuğun okutulması için ricada bulunulur idi. Orta halli ailelerde çocuk giydirilip kuşatılır; erkek ise fesine, kız ise saçına süsler takılır, yakın akraba ile mektebe gidilir, derse başlatılarak hocaya dua ettirilirdi. Bundan sonra çocuk- lara birer ikişer kuruş dağıtılır, hoca ile kalfaya da mendil ucuna bağlanmış birkaç meci- diye hediye edilirdi. Anadolu’da ise çocuklara para verilmez, simit ve şeker dağıtılırdı. Yüksek tabaka arasında “Bed’i Besmele”, halk arasında da “Amin Alayı” olarak adlan- dırılan bu merasimler hali vakti yerinde olan aileler tarafından bir düğün kadar ciddiye alınırdı (Kara ve Birinci, 2012: 25-26). Görüldüğü üzere çocukların okula başlamaları bazı sosyo-kültürel ve sosyo-eko- nomik değerler ile birlikte yürütülmektedir. Sosyo-ekonomik düzeyi gayet yerinde olan ailelerin çocuklarını mahalle mektebine göndermeleri adeta görsel bir şölen şeklinde ger- çekleşmektedir. Ancak sosyo-ekonomik düzeyi düşük ailelerde ise durum sadece çocuk- ların okula başlamalarından ibarettir. Çocukların mahalle mekteplerine başlamaları, bir gelenek halinde nesilden nesile aktarılmak suretiyle mektebe başlama kültürü oluşturul- muştur. Amin alayının sokakta gerçekleşmesi ise hem aileler açısından hem de mahalle açısından önemli bir hadise olarak kabul edilmektedir. Aslında Amin alayından daha zi- yade mahallede çocuğun mektebe başlaması, gerçekten çok önemli bir olaydır. Pek tabii Amin alayı ya da diğer ismiyle başlama merasimi, bunlardan ibaret değildir. 499
Merasim günü çocuklar o gün için daha çok itina göstererek giyindikleri temiz kıyafetleriyle mektebe toplanırlar, önlerinde hocaları, kalfa ve bevvabları 1 olduğu halde, ilahici başının idaresindeki ilahici takımını takip ederek ve işaret edilen yerlerde “Amin” diye bağırarak çocuğun evine gelirlerdi (Kara ve Birinci, 2012: 27). Bundan sonra da yine çocuğun evinden alınarak büyük bir kalabalık eşliğinde ve “Amin” nidalarıyla mektebe kadar götürülmesi ve ilk dersin herkes huzurunda yapılması çok önemli görülmektedir. Çocukta büyük bir okuma arzusu uyandıran bu şatafatlı mera- sim, saray çocukları için aynı şeyi ifade etmemektedir. Saray ve özellikle şehzadeler için yapılan bu nevi alay ve törenler çok mutantan olurdu(Kazıcı, 2014;86). Anadolu insanı için oldukça önemli bir yeri olan çocuğun mahalle mektebine başlaması merasimi, çocu- ğun hafızasında önemli bir yer işgal etmektedir. Yahya Kemal de çocukluğunda yaşadığı mektebe başlama merasimini şu şekilde bizlere nakletmektedir: “1889’da, yeni yaptırmış olduğumuz evde mektebe başladım. Mektep, Sultan Murad Camii’nin mihrabı arkasında Yeni Mektep denilir, beş yüz senelik bir vakıftı. Mektebe başlayışım kadim an’aneye tamamıyle uygun oldu. Erkenden muallim-i evvel Sabri ve muallim-i sani Gani efendiler bizim selamlığa geldiler; çarşıdan bana savatlı bir divit, boyundan geçirilir, sırmalı bir cüzdanlık alınmıştı. Gani Efendi kalem açtı, divitin mürekkebine batırdı. Bir “Rabbi yessir” yazdı. Sonra üstüne şeker döktüler, bana o yazı- nın mürekkebini şekerli şekerli yalattılar. Dışarıda, bahçede, meydanda bekleyen mektep çocuklarına birer külah şeker dağıtıldı. Nihayet bu çocuk kafilesi: Şol cennetin ırmakları, Akar Allah deyu deyu… Çıkmış Tanrı melekleri Bakar Allah deyu deyu…
1 Kapıcı manasına gelen bevvab, hocadan sonra mahalle mektebinin en çok fonksiyon icra eden elemanıdır. Sabah mektebi açar, mahalleden çocukları toplar, talebenin yemek çıkınlarını omzundaki sırığına dizer, temizlik, su ve asayiş işleriyle ilgilenir. Amin alayının icrasında bulunur( bkz. Kara ve Birinci, Bir Eğitim Tasavvuru Olarak Sıbyan/Mahalle Mektepleri; Kara ve Birinci, Mahalle Mektebi Hatıraları).
500
İlahisini cumhurca “ırlayarak” yola düzüldüler. Davetliler vardı, onlar şerbet içti- ler, kuşaklarını ve ceplerini şeker külahlarıyla doldurdular, o aralık, zahir ürkmiyeyim diye, beni bir araba ile, ayrı bir yoldan, Saat Bayırı’ndan mektebe ilettiler. Annemin ha- zırlamış olduğu bir şilteyi, muallim Gani Efendi’nin hoca makamı olan, yarım kavis, mih- rabımsı yerin arkasına koydular. Maarif alemine girişimin ilk günü budur” (Kara ve Bi- rinci, 1997: 39-40). Yakın bir tarihe kadar bu şekilde devam eden merasimler hem birey açısından hem de toplum açısından dini ve sosyal yaşantının ihmal edilmeyecek kadar önemli bir yerini işgal etmektedir. Toplum içerisindeki yardımlaşma ve dayanışma duygularını ha- rekete geçirip canlı tutan bu merasimler, birey açısından da artık toplumda ayrı bir fert olma duygusunu da harekete geçirmektedir. Dini yaşantının adeta başlangıcı şeklinde ifade edilen bu merasimler, neredeyse düğün kadar önemli görünmektedir desek yanlış olmaz herhalde. Öte yandan çok gösterişli ve güzel bir şekilse icra edilen bu merasimler anne ve babalarda çocuklarını en iyi şekilde okutma, çocuklarda ise okuma arzusunu or- taya çıkararak körüklemektedir. İslam dinin aslının Kur’an ve sünnet olduğu, ibadetler başta olmak üzere pek çok dini pratiklerin yerine getirilmesinde Kur’an okunması zorunluluğu (Buyrukçu, 2007; 9), daha mahalle mektebi yıllarında öğretilen esaslardandır. İslam dininin emir ve yasaklarını öğrenmek için gerekli olan Kur’an okuma, yazma ve anlama eğitimi mahalle mekteple- rinde verilmekte idi. Mektebe başlayan çocukların sırasıyla halk arasında “supara” da de- nen elifba cüzü, amme cüzü, Tebareke ve diğer bazı cüzler ve bu arada mevlid ve en sonunda da Mushaf “Kur’an” okutulurdu (Kara ve Birinci, 1997: 12). “Mushafa Çıkma” olarak nitelendirilen çocuğun Kur’an okumaya başlaması ayrı bir sevinç kaynağı olarak görünmektedir. Çocukların Kur’an-ı Kerim’i ilk defa hatmetmeleri çok büyük bir övünç kaynağıdır. Kaynaklara göre “hatim duası” sadece kız çocukları için yapılırdı. Hatim du- asına çocuğun anne ve babası, akrabaları, genellikle de mahalle sakinleri katılmaktadır. Çocuklar yerlere, sıraların veya evden getirdikleri rahlelerin önüne, yine evden getirdikleri minderlerine oturuyorlardı. Derslerin bir kısmı müştereken yani bütün çocuk- ların katılmasıyla sesli bir şekilde, bir kısmı da ayrı ayrı yapılır ve okunan dersin sonuna hoca balmumu parçası yapıştırır; ertesi gün tekrar oradan derse başlanır; konuşmamızın
501
kesildiği yeri veya son söylediğim sözü unutma manasına gelen “Sen buna bal mumu yapıştır” sözü buradan kalmıştır (Kara ve Birinci, 1997: 12-13). Mahalle mektepleri adına bahsedilmesi gereken pek çok konu olmasına karşın, bizim konumuzun sınırları dahilinde mahalle mekteplerinin öğretmenlerinden de bahset- mek uygun olacaktır. Geleneksel düzene göre mahalle mektebi öğretmeni olarak aşağıda belirtilen kişilerden biri olmak yeterliydi (Akyüz, 2003’ten aktaran Demirtaş, 2007: 175): -Cami imam ve müezzinleri, -Biraz okur yazar olan, orta yaşlı ve ağırbaşlı kişiler, -Ölen bir öğretmenin uygun nitelikleri taşıyan oğlu, -Bazı hafız ve okumuş kadınlar. Yukarıdaki niteliklere sahip kişilerin mahalle mekteplerinde öğretmenlik yap- ması, konumuz itibariyle önemli görünmektedir. Çünkü genel olarak bakıldığında ma- halle mekteplerinin temel dersi Kur’an’ın anlamının açıklamadan sadece okunuşunun öğ- retilmesinden ibarettir. Mahalle mekteplerinde eğitim ve öğretimin içeriğinin değişmesi ve genişletilmesi Osmanlı zamanına tekabül etmektedir. Osmanlı döneminde mahalle mekteplerinde çocuklara Kur’an’ın okutulması haricinde temel dini bilgiler, ahlaki bilgi- ler, ibadetlerle ilgili bilgiler, bazı temel matematiksel işlemler ve anne ve babaların isteği dahilinde yeteneği bulunan çocuklara hafızlık da öğretilirdi. Tekrar mahalle mektepleri- nin öğretmenlerine dönecek olursak, özellikle mahalle mektebi öğretmeni olarak yetişen ya da bu konunun eğitimini alan kişiler değillerdir. Yani; genelde okur-yazar (okur-ya- zardan kasıt pek muhtemel ki Kur’an-ı Kerim okumasını ve yazmasını bilen kimseler olsa gerek), ahlaklı, dini bilgiye sahip, öğretmen vasfı taşıyan ve toplum içerisinde az çok itibara sahip kimseler olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzdeki ilköğretimin birinci kademesine tekabül eden mahalle mektepleri, çocukların ilk çocukluk döneminde devam ettikleri bir okul olması hasebiyle; yaşamları- nın geri kalan dönemlerinde burada öğrenilen bilgiler ve uygulamaları devam ettirmeleri söz konusudur. Çünkü Osmanlı eğitim sistemine gelen olarak bakıldığında, imparatorluk topraklarında yaşayan herkes medrese eğitimi ya da benzeri bir eğitim alamamaktadır. İleriki konumuzda bahsedeceğimiz üzere Anadolu ile İstanbul çevresinde yaşayan halkın aldıkları eğitim-öğretim ile sosyal yaşam kapsamındaki değerler farklılık arz etmektedir.
502
Bir sonraki konumuzda Osmanlı’da dini yaşantı çerçevesinde mahalle mekteplerinin ko- nuya katkısını da zikredeceğiz.
Download 3.66 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
ma'muriyatiga murojaat qiling