İzzet Çivgin


ABBASİ HANEDANI (750–1258)


Download 409.43 Kb.
bet5/19
Sana23.01.2023
Hajmi409.43 Kb.
#1113840
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   19
Bog'liq
ORTA ÇAĞ TARİHİ.docx 50ta

ABBASİ HANEDANI (750–1258)

  1. Arap-İslam Uygarlığı’na Pers/İran Katkısı 509

  2. Memluk Sistemi ve Türk Savaşçıların İslam Ordusuna Girişleri 511

  3. İslam Birliği’nde Çözülme ve Bağımsız Devletlerin Doğuşu 514

  4. Abbasi Dönemi’nde İslam Uygarlığı ve Kültürü 515

ONBEŞİNCİ BÖLÜM
TOPLUMSAL KIRILMA: MEZHEPLERİN DOĞUŞU

  1. Peygamber: Müminlerin Rehberi 521

    1. Hadisin işlevi ve sahihliği 523

    2. Caiz mi, değil mi? 525

  2. Sünni Mezhebin Ortaya Çıkışı 527

    1. Sünni İslam’ın ideolojik kuruluşu 528

    2. Fıkıh mezheplerinin/okullarının Sünni İslam içindeki yeri 529

  3. Şiilik 532

    1. Bölünme: Zeydilik, İsmailîlik, 12 İmam Şiiliği ve Babîlik 534

    2. Heterodoks İslam’ın doğuşu ve Şiilikle bağlantısı 535

    3. Fatımilerin düşüşünden sonra Şiilik 538

  4. Haricilik Mezhebi 540

    1. Harici ekolleri 541

    2. Günümüzde Hariciler 543

xiv

  1. İslamiyet, Dürzîlik ve Yezidilik 544

    1. Tarihte ve günümüzde Dürzîlik 545

    2. Yezidiler 548

    3. Anadolulu Yezidilerin yaşam koşulları 553

ONALTINCI BÖLÜM
İSLAMİ FETİHLERDEN ÖNCE VE SONRA MISIR

  1. Mısır’da Bizans Hâkimiyeti (395–642) 557

  2. Mısır ve Kıptilik 563

  3. İstanbul-İskenderiye Çatışması ve Fetih (639–642) 565

  4. Fetihten Sonra Mısır (642–1171) 569

    1. Mısır’da Tulunoğlu (868–905), İhşid (935–969) ve Fatımi

(969–1171) devletleri 571

    1. İslamlaşmanın Mısır’ın güneyine yayılması ve Kahire’de

İslam Uygarlığı 572

  1. Mısır’da Eyyubiler (1171–1250) 575

    1. Şirkuh’tan Selahattin’e: Mısır’da Eyyubi hâkimiyetinin

kuruluşu (1164–1171) 577

    1. Selahattin Eyyubi kimdir? 578

    2. Selahattin’in Mısır ve Orta-Doğu’daki siyasal macerası (1171–1192) 581

    3. Selahattin’den sonra Eyyubi Devleti (1192–1250) 582

  1. Mısır’da Memluklar (1250–1517) 586

    1. Memluk nizamının kuruluşu (1250–1260) 587

    2. Bahr Memlukları Dönemi (1250–1382) 590

    3. Burç Memlukları (1382–1517) 591

  2. Mısır: İbrahimi Dinlerin Karşılaşma Mekânı 592

    1. Hıristiyan hacıların Mısır izlenimleri 594

    2. Mısırlı Musevilerin yaşam koşulları 601

  3. Eyyubi-Memluk Çağlarında (1171–1517) Dinsel Örgütlenme 602

    1. Ulema 603

    2. Şeyhler ve tarikat örgütlenmesi 604

    3. Evliya ve ulemanın toplumsal saygınlıkları arasındaki farklılıklar 607

xv
ONYEDİNCİ BÖLÜM
İSLAMÎ FETİHLERDEN ÖNCE VE SONRA İRAN

  1. İran ve Çevresinde Sassani Hâkimiyeti (224–651) 609

  2. Sassani Kültürü ve Uygarlığı 613

    1. Sassani ekonomisi 614

    2. Sassani siyasal örgütlenmesi ve İranlılık ideolojisi 615

    3. Sassani ilmi ve edebiyatı 617

  3. Sassanilerin Dini: Zerdüştlük 618

    1. Bilge/İyi/Doğru Tanrı Ahura Mazda 619

    2. Zerdüşt kimdir ve nasıl buyurmuştur? 621

    3. Zerdüştlerin Kutsal Kitabı Avesta 624

    4. Günümüzde Zerdüştlük 625

  4. İran’da Dinsel Kriz: Manihaizm’in ve Mazdakizm’in Doğuşu 628

    1. Manes (215–275) ve Manihaizm’in doğuşu 628

    2. Manihaizm’in ahlaki ilkeleri 629

    3. İran’da Mazdakizm fırtınası (V.-VI. yüzyıllar) 630

    4. Manihaizm ve Mazdakizm Orta-Doğu’da niçin tutunamadı? 633

  5. Zerdüştlükten İslam’a: İran’da Toplumsal Değişme 634

    1. Pers kökenli Barmakîler: Abbasi Hilafeti’nin vezirleri 636

    2. Pers edebiyatı ve kültürü Abbasi sarayında 638

  6. Samani Hanedanı (875–999): Maveraünnehir’den İran’a 640

    1. Samanî Devleti’nin Maveraünnehir ve İran’daki görkemli

yılları (892- 943) 641

    1. Horasan sorunu ve Samani Devleti’nin çözülüşü (943–999) 644

  1. İran’da Büveyhi Hâkimiyeti (945–1055) 646

  2. İran ve Gazneliler (962–1187) 648

  3. İran’da Büyük Selçuklu Sultanlığı (1040–1157) 651

    1. Selçukluların Maveraünnehir’e gelişleri (X. yüzyıl) 652

    2. Samanî Devleti’nin çöküşünden sonra Selçuklu-Gazneli

ilişkileri (1000–1035) 656

    1. Selçukluların Horasan’a yerleşmeleri (1035–1040) 658

xvi

    1. Dandanakan Savaşı (1040) ve Büyük Selçuklu Sultanlığı’nın kuruluşu 663

    2. Tuğrul’dan Alpaslan’a: Selçuklu Devleti’nin olgunlaşması (1040–1065) 666

    3. Türkmen sorunu: Oğuz töresi ile devletin savaşı 670

    4. Sultan Alpaslan’ın sistematik Anadolu akınlarını başlatması (1064–1072) 673

    5. Melikşah (1072–1092): Büyük Selçuklu Sultanlığı’nın Altın Çağı 676

ı) Fetret Devri (1092–1105) ve Mehmet Tapar’ın sultanlığı
(1105–1117) ...............................................................................................680

    1. Sultan Sancar’ın taht dönemi (1117–1157) ve İran

Selçukluluğunun sonu 683

  1. Selçuklulardan Sonra İran (1157–1501) 693

11. İran’da Safavi Devleti (1501–1722/1736) 699
SONUÇ 709
KAYNAKÇA 711

xvii


BİRİNCİ BÖLÜM

ROMA VE HIRİSTİYANLIK





İmparator Trajan (98–117) Döneminde Roma İmparatorluğu
Dünyanın tanıdığı en büyük imparatorluk olan Roma, takriben M.Ö. VIII. yüzyılda (Romalıların kendi inanışlarına göre M.Ö. 753 yılın- da) küçük bir site olarak doğdu. Roma mitolojisine inanılacak olunursa, 753–508 yılları arasında krallıkla yönetilen site daha sonra cumhuriyet re- jimine (508–31) geçiş yaptı. Roma Cumhuriyeti, kendilerine Patriciler (ya da Patricienler) adını veren aristokratların güdümündeki Senato eliyle yö- netiliyordu. Başka bir deyişle cumhuriyetin aristokratik karakteri ağır ba- sıyordu. Sitenin aristokratlar dışında kalan sınıfları ise, Pleblerden (avam, soylu olmayan özgür halk) ve kölelerden oluşuyordu. Plebler, kendilerine siyasal hayata katılma izni vermeyen aristokratik yapıya cephe almakta gecikmediler, bir tür sınıf savaşımının sonucunda (sınırlı da olsa) yönetsel makamlarda temsil edilme hakkını kazandılar. Pleb Meclisleri ve Tribünler Senato’nun gücünü dengelemeye başlayınca, soylu olmayan özgür halk

da siyasal yaşama katılma şansı yakaladı. Roma, monarşi rejimi sona er- dikten sonra da yürütme yetkisini kullanan kudretli devlet adamlarına sahip olmayı sürdürdü. Konsül adı verilen ve iki kişiden oluşan bu devlet adamları, seçimle göreve getiriliyor ve yalnızca 1 yıllığına konsüllük ma- kamını işgal ediyorlardı.


Plebler, cumhuriyetin tesis edildiği dönemlerde konsüllerin seçimi- ne katılıyor, ancak bunun dışında siyasal yaşamı belirleme olanağından yoksun bırakılıyorlardı. Monarşiden cumhuriyete geçilen ilk yıllarda kon- süller neredeyse krallar kadar güçlü idiler, ama zamanla aristokratların oluşturduğu Senato ülke yönetimindeki etkisini artırdı ve konsülleri de aşan bir siyasal erkin sahibi oldu. Zaten konsüller de çoğunlukla Roma’nın en kudretli ailelerine mensup kişilerin arasında seçiliyordu. “Cumhuriye- tin bir sınıfın mutlak iktidarı biçiminde kurulmuş olması nedeniyle, cumhuriyet döneminin ilk iki yüzyılı plebler ile patriciler arasında süregelen sınıf savaşımına sahne oldu. Bu süre boyunca, patriciadan çok daha kalabalık olan pleb sınıfı aşa- malı olarak tam yurttaşlık haklarına kavuştu ve Roma’nın yönetiminde gittikçe daha fazla söz sahibi olmayı başardı. Ancak bu kazanımlardan gerçekte yararla- nanlar varlıklı pleblerdi ve bu durum (...) Roma toplumsal yapısının önemli bir değişim geçirmesine neden oldu”. (AĞAOĞULLARI, KÖKER; 1991, s. 7)
Romalılar, M.Ö. IV. yüzyıl itibariyle kendi sitelerine sığamaz hale geldiler ve sınırlarının güvenliğini sağlamlaştırmak amacıyla genişlemeye başladılar. Romalıların ilk hedefi, İtalya’nın orta-batı kesimlerine karşılık düşen Latium bölgesinin güvenliğini sağlamaktı. Bu amaçla Latium’un di- ğer site-devletleriyle Latin Birliği adını verebileceğimiz bir konfederasyon oluşturuldu. Roma, M.Ö. V. yüzyılda kurulan konfederasyonun liderli- ğine geçmekle kalmadı, zaman içinde birliğe kendi siyasetini dayatmaya kalkıştı. Siyasi çekişmeler M.Ö. 340 yıllarında birliği kopma noktasına ge- tirdi ve askeri operasyonlarla müttefiklerini sindiren Roma, Latium böl- gesinin mutlak hâkimi oldu. Roma’nın imparatorluğa dönüşme süreci işte bu Latium bölgesinde başladı, Romalılar ve genel olarak Latium halkı da bölgenin adından esinlenilerek Latinler adıyla anılır oldular.
M.Ö. III. yüzyıl, Roma’nın hızlı bir genişleme sürecine girdiği döne- me denk düşer. İtalya’daki diğer site-devletleri hâkimiyeti altına almaya başlayan Roma, 264’de son bağımsız Etrüsk sitesi Volsinies’i de sindir- dikten sonra tüm İtalyan Yarımadası’nın denetimini ele geçirir. İşte bu tarihten sonra, Batı Akdeniz Havzası’na hâkim olmak isteyen iki büyük güç, yani Roma ve Kartaca, 120 yılı bulan çok uzun soluklu savaşlar dizi- sinin ilkini başlatırlar. I. Roma-Kartaca Savaşı’ndan (264–241) zaferle çıkan Roma, artık İtalya Yarımadası’nın dışına taşmış; Sicilya, Sardunya, Korsi- ka gibi büyük adalarda kendi iktidarını kurmuştur. II. Roma-Kartaca Savaşı (219–201) ise, Roma’nın İber Yarımadası’na kadar genişlemesine izin ve-

recektir. Bu muazzam büyüme, M.Ö. II. yüzyılda katlanarak devam eder. 197’de Makedonya’yı ezerek Balkanlara adım atan Roma, 189’da Suriye Kralı Antioşos’u da yener ve Küçük-Asya’ya (yani Anadolu’ya) girmek üzere olduğunun sinyallerini verir. Artık Roma pek çok cephede savaşabi- len olağanüstü bir askeri güce sahiptir. 146’de Balkan Yarımadası’nın fet- hi tamamlanırken, III. Roma-Kartaca Savaşı’nın (149–146) sonunda Kartaca sitesi tümüyle yok edilir ve Kuzey Afrika kıyıları da Roma’nın hâkimiyeti altına girer. M.Ö. 133 itibariyle, Batı Anadolu’daki Roma siyasi varlığı da kökleşmeye başlamıştır. Başka bir deyişle, artık bütün Batı Akdeniz Hav- zası (Batı Anadolu kıyılarından Mısır’a kadar) Roma Uygarlığı’na dâhil olmuştur.


Peki, bütün bu askeri başarılar toplumsal satıhta ne gibi değişimlere yol açtı? Her şeyden önce, Plebler ile Patriciler arasındaki siyasal müca- dele kızıştı ve fetihlerle gelen ekonomik zenginliklerden pay alma yarışı hızlandı. İtalya bir tür aristokratik cumhuriyet rejimiyle yönetilmeye devam ederken, İtalya dışında kalan topraklar da birer eyalete dönüştürülerek Roma’ya bağlandılar. Romalılar hâlâ kendi sitelerinin yönetimine katılıp yurttaşlık statüsünden yararlanırlarken, Roma çevresindeki Latin şehir- lerinde yaşayanlar da yarım yurttaşlık hakkı kazandılar. “Böylece İ.Ö. II. yüzyıl ortalarına gelindiğinde Roma, hukuki bakımdan bir kent devleti olma ni- teliğini yitirmeye başlamıştı; coğrafi açıdan ise İspanya’dan Batı Anadolu’ya ka- dar uzanan Akdeniz Bölgesine hükmeden bir imparatorluk durumuna ulaşmıştı bile. İlk dönemlerinde daha çok güvenliğini sağlamak amacıyla savaşıp sınırlarını genişleten Roma, daha sonraları fetihlere özellikle ekonomik nedenlerden dolayı devam etmiş ve gücü yettiğince bu politikasını sürdürmüştür”. (AĞAOĞUL- LARI, KÖKER; 1991, s. 11)
Fetihler, Roma ekonomik sisteminde çok büyük değişimlerin ya- şanmasına neden oldu. Savaşlarda esir edilen kimselerin köleleştirilmesi ve tarımsal alanlarda onların işgücünden yararlanılması, ekonomik büyü- me için muazzam bir ortam oluşturuyordu. Batı Akdeniz Havzası’nın (ve giderek tüm Havza’nın) denetimi ise, Roma ticaretinin önünü açmakla kalmıyor, öğrenilen yeni teknikler sayesinde Roma zanaatının çeşitlenip zenginleşmesine de olanak tanıyordu. Roma ekonomik sistemi tekil bir yapıya dayanmaz. Fethedilen bölgeler, üretim ilişkilerini kendi gelenek- sel üretim biçimleri ve koşulları doğrultusunda şekillendirmeye devam etmişlerdir. Roma Uygarlığı’nın kurucuları olan Romalılar ve genel ola- rak Latinler, ilk başlarda bir tür göçebe toplum yapısı göstermişler, ancak buğday tarımıyla meşgul olmaktan da geri kalmamışlardır. VIII. yüzyıl- dan sonra, ticaret de ekonomik etkinliğin başlıca unsuru olarak belirecek- tir. Sayısı hızla artan ve ticaret sayesinde giderek hiyerarşik bir toplumsal örgütlenmeye sahip olan nüfus, Etrüsk Uygarlığı’ndan ödünç aldığı tek- nikleri de kullanarak zanaat sektöründeki açılımlara ayak uydurur. La-

tin halkları, 9 gün arayla kurulan pazarlar sayesinde bir araya gelmekte; ürünlerini satışa sunmak arzusundaki köylüler de şehirlere akmaktadır.


Roma-Kartaca Savaşları sonucunda elde edilen yeni topraklar ise, klasik üretim biçimlerinin sonunu getirecek ve büyük tarımsal alanlarda gerçekleştirilen kitlesel üretimin önünü açacaktır. Üzüm bağları ve buğ- day tarlalarının yanına zeytin ağaçları eklenmiş; büyük toprak sahipliği- nin köle emeğine dayalı üretim koşullarıyla rekabet etme şansı bulamayan küçük toprak sahipliği de ağır yaralar almıştır. Tarlaların köle emeğine açılması, Roma ekonomik sisteminde çok büyük değişimler yaratacaktır. Pek sık patlak veren köle ayaklanmaları bile bu değişimin önüne geçe- memiştir. Geniş alanlara yayılan üretim faaliyeti, devletin merkezi olan Roma’nın gıda ihtiyacını da karşılayan biricik kaynaktır. Roma şehrinin yoksul kesimleri eyaletlerde üretilen ve Roma’ya akan gıda ürünlerinin yolunu gözlemekte ve neredeyse yalnızca devletin yardımlarıyla ayak- ta durabilmektedirler. Fethedilen yeni ülkeler büyük toprak sahiplerini güçlendirirken, onların hizmetini gören yoksul köylüleri ve azat edilmiş köleleri de bağımlı bir statüye mahkûm etmektedir. Toprak sahibi bir pat- rona bağlanan bu kimseler, geçimlerini sağlamak için onun hizmetinde kalmaya zorunlu hissetmektedirler kendilerini.

  • Siyasal yapıdaki değişikliklere koşut olarak toplumsal yapıda da önemli bir dönüşüm yaşanmış ve patrici-pleb ayrımı keskinliğini yi- tirmişti. Zengin pleblerin çeşitli haklar (özellikle patricia üyeleriyle evlenebilme hakkı) elde etmeleriyle yeni bir sınıf doğdu. Optimates adını alan bu sınıf, eski patrici ailelerle birlikte siyasal kurumları elinde bulunduruyordu. Çünkü kamu görevleri ücretsiz olduğun- dan yalnızca zenginler magistra [devlet memuru] seçilebiliyor ve meclislerde oylamalar gruplar şeklinde yapıldığından buralarda da zengin sınıflar etkili oluyorlardı. İktidar ile ekonomik güç arasında doğrudan bir bağlantının kurulmasıyla yönetim tam anlamıyla bir oligarşi [zenginlerin iktidarı elinde tuttuğu rejim] niteliği kazan- mıştı. Bundan başka, belli bir gelire sahip olan plebler, askerlikle- rini süvari olarak yaptıkları için equites (atlılar) denilen bir başka sınıf oluşturmaktaydılar. Yeterli bir mal varlığına sahip olmayan ve hatta ekonomik durumları gittikçe güçleşen diğer pleb-yurttaşlar ise, populares (halk) sınıfı içinde toplanmışlardı. Bundan böyle sınıf çatışmaları, populares-optimates ayrımı üzerinde süregelecekti. Bu arada Roma ekonomisi, yavaş olmakla birlikte sürekli bir gelişim göstermekteydi. İ.Ö. III. yüzyıldan başlayarak yaygın bir biçimde para kullanan Roma, fetih politikasından kaynaklanan dışarıda sö- mürüye, içeride köle emeğine dayanan bir ekonomi sistemi oluştur- du. Kölelerin çalıştığı ve üzüm ile zeytin üretmeye yönelen büyük çiftlikler (latifundia) kuruldu. Toprak sahibi olmadan servet edinme- nin bir başka yolu, çeşitli devlet ihalelerini almak ve kamu toprakla-

rından vergi toplamak hakkını elde etmekti. Bunlara bir de ticaretle zenginleşmeyi eklemek gerekir. Patricia ile optimates bu yollardan sürekli olarak servetlerini arttırırken, küçük üretici köylüler, gerek uzun askerlik süreleri boyunca topraklarıyla ilgilenemediklerinden, gerekse latifundium’larla rekabet edemediklerinden çiftliklerini el- lerinden çıkarmak zorunda kalıyorlar ve Roma kentine göç edip proletarii [Mal varlıkları olmadığı ve yalnızca çoluk-çocuk (proles) ürettikleri için kendilerine proletarii denen sınıf] sınıfının kabarma- sına yol açıyorlardı. Büyüyüp genişleyen Roma, paradoksal olarak [çelişkili biçimde], bir yanda çeşitli halkların zenginliğini kendinde toplarken, öte yanda yurttaşlarının bir bölümünün yoksullaşması- na neden oluyordu. Roma’nın en önemli sorunlarından biri, toprak- ların çok eşitsiz bir biçimde dağıtılmış olması ve bunların giderek küçük bir azınlığın elinde toplanmasıydı. Bu durumu düzeltmeye yönelik çeşitli toprak reformu tasarıları, büyük toprak sahibi pat- ricilerin ve optimates’lerin şiddetli tepkisiyle karşılaşıyordu. Ancak, Roma’nın bir kent devleti sınırlarını aşmasında bu üst sınıfların oynadığı rol hiç de azımsanacak bir şey değildir. Büyük toprak sa- hipleri ile tüccarların, gerek ürünlerine dış pazarlar bulma, gerek güvenlik içinde ticaret yapabilme istekleri, Roma’nın yayılmacı bir politika izlemesinde ve böylece büyük bir imparatorluk durumuna gelmesinde epey etkili olmuştur. (AĞAOĞULLARI, KÖKER; 1991, s. 8–10)


Roma toprakları her geçen gün büyüyor, fethedilen eyaletlerin ve hatta yabancı ülkelerin halkları artık çok büyük bir uygarlık merkezine dönüşen Roma şehrine akın ediyorlardı. Roma nüfusu, azatlı köleler, la- tifundia sisteminin yerleşmesi sonucunda malvarlıklarını yitiren köylüler ve daha pek çok topluluğun şehre dâhil olması sonucunda hızla büyüyor- du. Bu durum, Antik Roma’ya özgü yurttaşlık rejiminin de sonunu getir- di. Yerli Romalılar, yönetime katılmak ve Roma’nın site dönemine özgü siyasal kurumlarını yaşatmak hevesindeydiler. Ancak bu kadar büyük bir nüfusla ve sitenin geleneksel siyasal rejimine yabancı kalan topluluklarla bu hevesleri doyurmak mümkün değildi. Antik Roma’nın temel karak- teristikleri birer birer yok oluyordu. Yoksul sınıflar, orduya katılmak ve fetihlerle birlikte gelen zenginlikten pay almak istiyorlar, askerlik hizme- tine girmek için zorunlu sayılan mal sahibi olma koşulunun esnetilmesini talep ediyorlardı. Fetihlerin daha ileri götürülmesi için orduda daha faz- la askere yer açılması gerektiği de ortadaydı. Konsül Marius, bu sorunu giderecek yönde adımlar attı ve mal sahibi olmayan yoksul kesimlerin de askerlik yapmasına olanak tanıdı (M.Ö. 107): Bu kesimlere hizmetleri karşılığında maaş bağlanacaktı.
Bundan sonra bir adım daha atıldı ve M.Ö. 90 yılında yurttaş olma- yan tebaaya da askerlik yolu açıldı. Bu insanlar Roma Uygarlığı’nın köklü


geleneklerinden nasiplenmemiş oldukları gerekçesiyle barbar sözcüğüyle tanımlanıyorlardı. Daha önceleri Yunanlar da site-devleti (polis) biçimin- de örgütlenmemiş toplulukları (örneğin Pers Kralı’nın tebaasını) tarif et- mek için bu terimi kullanmışlardı. Barbarlık, zaman içinde, uygarlığa içkin sayılan devlet, hukuk, yazılı kültür, kurumsallaşmış din ve şehirleşme olgularını tanımayan toplulukları betimlemeye yarayan bir sözcüğe dönüştü. Roma, aynı Antik Yunan gibi, kendisini uygarlığın merkezine koyuyor ve ge- nellikle göçebe-savaşçı gelenek içinde yetişen toplulukları bu uygarlıktan pay almamış oldukları için barbarlıkla itham ediyordu. Zaten bir süredir Roma cumhuriyet kültürüne yabancı olan kimselere tanındığı için büyük ölçüde işlev kaybına uğrayan yurttaşlık statüsü, barbarlara askerlik yolu- nun da açılmasıyla birlikte, antik anlamından iyice uzaklaştı. Cumhuriyet kültürü çökmek üzereydi, çünkü bu kadar geniş bir imparatorlukta an- tik çağlara özgü yurttaşlık anlayışını sürdürmek o günün koşulları için- de olanaksızdı. Askerliği bir ekmek kapısı olarak gören Barbarlar, antik Roma değerlerini içselleştirmekten çok uzaktılar. “Roma geleneklerine bağlı olmayan ve yaşamlarını orduda geçiren bu paralı askerlerin gözünde yasallığın, anayasanın hiçbir anlamı bulunmuyordu. Res publica’ya [yani Cumhuriyet’e] bağlılığın yerini komutanlara bağlılık aldı. Böylece ordular geç cumhuriyet döne- minde sayıları hiç de az olmayan umursamaz güçlü komutanların elinde siyasal çatışma araçlarına dönüştü. Askeri gücün desteğini sağlamak isteyen iki karşıt
Download 409.43 Kb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   19




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling