T. C. KÜLTÜr ve turizm bakanliği tüRKİye küLTÜr portali projesi
Download 17.59 Kb. Pdf ko'rish
|
- Bu sahifa navigatsiya:
- TÜRKİYE KÜLTÜR PORTALI PROJESİ ARKEOLOJİ VE SANAT TARİHİ BİR İMPARATORLUĞUN SANATI: OSMANLI MİMARİSİNİN
- BİR İMPARATORLUĞUN SANATI: OSMANLI MİMARİSİNİN KİMLİĞİ SİNAN’IN SANATI Doç.Dr. Z. Kenan BİLİCİ
- KİMLİĞİ KLASİK ÇAĞIN MİMARİ BEZEMESİ Doç. Dr. Z. Kenan BİLİCİ
- EL SANATLARI Doç.Dr. Z.Kenan BİLİCİ
- 6.5. El Sanatları Anahtar Kelimeler
Kaynak: O.Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarîsi, İstanbul. 1986 E.H.Ayverdi, Osmanlı Mimârîsinde Fâtih Devri 755-886 (1453-1481), III-IV, İstanbul.1973, 1974 G.Goodwin, A History of Ottoman Architecture, London. 1971 D.Kuban, Çağlar Boyunca Türkiye Sanatının Anahatları, İstanbul.2004 İ.A.Yüksel, Osmanlı Mimârîsinde II.Bâyezid, Yavus Selim Devri (886-926/1481-1520), V, İstanbul.1983 Haklar (Rights): (Telif ve kullanım hakları ile ilgili bilgiler.) 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca hazırlanan tüm içeriğin her türlü ortamda umuma arz yetkisi sınırsız süreyle Kültür Turizm Bakanlığına devredilmiştir. Bakanlık sonraki zamanlarda hazırlanan içerikle ilgili düzeltme, ekleme, silme veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Kaynağı Hazırlayan Konu Editörü Proje Yöneticisi Doç. Dr. Z. Kenan BİLİCİ Prof. Dr. Kıymet GİRAY Prof.Dr. Hale KÜNÜÇEN T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI TÜRKİYE KÜLTÜR PORTALI PROJESİ ARKEOLOJİ VE SANAT TARİHİ BİR İMPARATORLUĞUN SANATI: OSMANLI MİMARİSİNİN KİMLİĞİ İSTANBUL, KANUNÎ VE MİMAR SİNAN: KLASİK ÇAĞIN KÜLTÜREL PANORAMASI Doç. Dr. Z. Kenan BİLİCİ ARALIK - 2009 ANKARA 6.2. İstanbul, Kanunî ve Mimar Sinan: Klasik Çağın Kültürel Panoraması Anahtar Kelimeler: Osmanlı, mimari, İstanbul, Kanunî Sultan Süleyman, Mimar Sinan 15.yüzyılda, İstanbul’un fethiyle başlayıp bir sonraki yüzyılda klasik çağına ulaşan Osmanlı İmparatorluk sanatını, 16.yüzyılda, Türkler için adeta özümleyen dört ad öne çıkar: Kanuni Sultan Süleyman, İstanbul, Süleymaniye ve bunları görsel bir simgeye dönüştüren Sinan. Kanunî döneminin başlangıcında başkent İstanbul, büyük fetihlerle genişleyen bir İmparatorluğun, fetihler sonucunda kazandığı yeni topraklardan elde edilen vergilerle inşa edilmiş Fatih ve II.Bayezid’in inşa ettirdiği külliyeler gibi anıtsal yapı ve yapı alanlarıyla, Ortaçağ sonrasının en büyük kentlerinden biri haline dönüşmüştü. Bu yapılara, daha sonra Yavuz Sultan Selim tarafından yapımına başlanan, fakat oğlu Kanunî zamanında inşaatı tamamlanan külliye de katılmıştır. Hanedanın mutlak iktidarını sergileyen anıtsal külliye ve camilerin İstanbul’da yoğunlaşması, bir bakıma, Anadolu’dan yönelen göçlerle artan başkent nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamaya da yöneliktir. Fakat İstanbul’un 16.yüzyılın ilk yarısındaki halini ve yapı alanlarını gösteren Matrakçı Nasuh’un minyatürleri, yine de sur içinde hâlâ iskân edilmemiş kentsel mekânlar olduğunu gösterir. Hiç şüphe yok ki, 16.yüzyılın ortalarında inşa edilen ve kentin tümünü kapsayan bir etkinlik odağı olarak Süleymaniye külliyesinin orada yapılma nedeni de, bu bölgenin cami ihtiyacından değil, fakat Sultan’ın kentin toplumsal yaşamına ve fiziksel görünümüne hükümdarlığının gereklerini katmak istemesi ile açıklanabilir. Matrakçı Nasuh’un minyatürleri, tarihsel yarımadada ve sur içi yerleşmesinde, kentin merkez ekseni üzerinde sıralanan anıtsal camileri, kapalıçarşıları, meydanları, çoğu iki katlı konutları, büyük yapıların çevresini kuşatan kurşun kubbeli dükkânları ve hamamları ile başkentin, tarihsel süreç içinde henüz Boğaz kıyılarında sahil sarayların inşa edilmediği ve denizle fiziksel olarak bütünleşmesi tamamlanmamış bir sur içi yerleşmesinden ibaret olduğuna tanıklık eder. Bu ortam içinde, 16.yüzyılda kurulan Hassa Mimarlar Ocağı’nın başına geçen Mimar Sinan için başkent, adeta bir büyük şantiyeye ve sayısı 500’e yaklaşan yapı projesini kapsayan olağandışı uzun sayılabilecek yaratıcılık döneminin en belli başlı yapıtlarını birbiri ardınca verdiği bir mekân haline dönüşmüştür. İstanbul’un fiziksel çevresine 16.yüzyılın ortalarından itibaren katılan Üsküdar-Mihrimah Sultan, Beşiktaş-Sinan Paşa, Tophane-Kılıç Ali Paşa, Eminönü-Rüstem Paşa ve 16.yüzyılın sonlarına doğru Üsküdar’da deniz kıyısında bir burun üzerinde inşa ettiği Şemsi Paşa gibi külliyeleriyle, İmparatorluğun mimarî üslûbunu Boğaz kıyılarına taşıyan da, Sinan olacaktır. Kaynak: O.Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarîsi, İstanbul.1986 A.von Gladiss, “Architecture”, Islam, Art and Architecture, 2000, s.544-565 D.Kuban, Sinan’ın Sanatı ve Selimiye, İstanbul.1997 A.Kuran, Mimar Sinan, İstanbul.1986 Haklar (Rights): (Telif ve kullanım hakları ile ilgili bilgiler.) 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca hazırlanan tüm içeriğin her türlü ortamda umuma arz yetkisi sınırsız süreyle Kültür Turizm Bakanlığına devredilmiştir. Bakanlık sonraki zamanlarda hazırlanan içerikle ilgili düzeltme, ekleme, silme veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Kaynağı Hazırlayan/ Emeği Geçen Konu Editörü Proje Yöneticisi Doç. Dr. Z. Kenan BİLİCİ/ Dr. Mesut DÜNDAR Prof. Dr. Kıymet GİRAY Prof. Dr. H. Hale KÜNÜÇEN T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI TÜRKİYE KÜLTÜR PORTALI PROJESİ SANAT TARİHİ BİR İMPARATORLUĞUN SANATI: OSMANLI MİMARİSİNİN KİMLİĞİ SİNAN’IN SANATI Doç.Dr. Z. Kenan BİLİCİ ARALIK - 2009 ANKARA 6.3. Sinan’ın Sanatı Anahtar Kelimeler: Mimar Sinan, Şehzade Camii, Süleymaniye Camii, Selimiye Camii İstanbul’u, 16.yüzyılda, sınırları Globus Ottomanorum diye nitelendirilen bir Dünya İmparatorluğunun başkentine yakışır maddi çehreye büründüren ve kent fiziğine tasarım gücü yüksek yapıtlarıyla kalıcı bir görünüm kazandıran Sinan’ın sanatı, dünya mimarlık tarihinin en ilgi çekici konularından biri olmaya devam ediyor. Sinan’a ilişkin otobiyografik belgelerin, yaşadığı çağ ve o dönemin yapım süreci üzerine ayrıntılı bilgiler vermediği bilinir. Yakın dostu Mustafa Saî Çelebi tarafından kaleme alınmış Tezkiretü’l-Bünyan ve Tezkiretü’l- Ebniye, ünlü mimarın sanatına ilişkin ayrıntılar içermez. Ünü olağanüstü bir düzeye erişmiş bir sanatçı konusunda, batı dünyasında iyi bilinen örneklerinin aksine, çağdaşlarının bu denli ilgisiz kalmış olması, Osmanlı kültürünün düşünce yapısıyla açıklanabilir. Tarihsel kaynaklara göre, Sinan’ın, Orta Anadolu’dan, Kayseri’den devşirme olarak alınıp acemi oğlanlar mektebine verildiği, Kanunî Sultan Süleyman’ın askerî seferlerinde yeniçeri olarak çeşitli teknik beceriler kazanıp dönemin pek çok yapı ustası arasından sivrilerek 1538’de Cemâٴat-i Mimârân’ın (Hassa Mimarlar Ocağı) başına getirildiği anlaşılmaktadır. Bir tasarımcı olarak yetişmesinde, Yavuz Sultan Selim ve Kanunî ile çıktığı Mısır, İran ve Irak’tan Dalmaçya ve Orta Avrupa’ya uzanan seferlerin de görsel kültürünü arttırdığı varsayılabilir. 50 yaşına doğru, Ser-Mimârân-ı Hassa (Hassa Mimarbaşı) olarak seçildikten sonra, sürekli bir inşaat etkinliği içinde, 100 yıla yaklaşan ömrünün sonuna kadar sayısı 500’e varan inşaat ve onarımların tasarlayıcısı ya da sorumlusu olmuştur. Sinan’ın İstanbul’da üstlendiği ilk işi olan Hürrem Sultan için yaptığı Haseki Külliyesi, tek kubbeli camisi, revaklı bir avludan ibaret medresesi, anıtsal revağı ve düz tavanlı örtüsü ile Osmanlı konutunun özgün bir yorumu sayılabilecek sıbyan mektebi ve sekizgen planlı açık bir avlu etrafında düzenlenen mekân düzenlemesiyle Osmanlı mimarlık tarihinde eşi olmayan darüşşifa gibi yapıları ile, kubbeli mekân modüllerinden oluşan yaratıcı bir tasarım olarak belirmektedir. Sinan’ın yarattığı maddi çevrede rol alan her bina için , şüphesiz bu yargı genelleştirilebilir. Fakat onun dehasını tanımlayan üç anıtsal inşaat etkinliği, Osmanlı kültürü içinde, bir mimarın kendi yaşamı boyunca geçirdiği evrim sürecinin anlaşılabilmesine daha çok imkân verir. İnşaatı dört yılda tamamlanan Şehzade Külliyesi’nin ana yapısı konumundaki cami, 19 metrelik kubbe çapı ve 37 metrelik kubbe kilidi yüksekliğiyle, mimari rasyonalizm gösterisine dönüşmüş bir tasarım gücünün ifadesidir. Usta mimar, daha ilk anıtsal uygulamasında, iç ve dış biçimlenişiyle, dört yarım kubbeyle desteklenmiş baldaken kuruluşuyla merkezî kubbeli planın ideal şemasına ulaşmıştır. Sinan’ın Kanunî Sultan Süleyman için yaptığı Süleymaniye Camii’nde, büyük bir mimarın, Kanunî gibi bir Sultanın hükümdarlık iradesini ifade etmek üzere, etkili bir iç mekân yaratma kaygılarının ön planda olduğu anlaşılır. Külliyeyi oluşturan her yapının ve elbette bu topluluğun ana yapısı olarak özellikle caminin, Sultanın eşsiz azametinin bir göstergesi olarak, onun fetihleri kadar önemli olduğuna şüphe yoktur. Nitekim, Sultanın cihan hükümdarı kimliği ve İslâm’ın hamisi rolü, caminin ana taçkapısındaki kitâbede de vurgulanmaktadır. İnşaatına ilişkin resmî belgelerden, külliyenin, ülke içinde adeta büyük bir yapım seferberliğine dönüşerek, İmparatorluk coğrafyasına dağılmış hemen her kaynağı ve kol işçisinden taş ustası ve duvar örücüleri gibi vasıflı usta zenaatkârlara kadar yetişmiş insan gücünü örgütleyerek yapım süreci içinde değerlendiren bir etkinlik sonucu inşa edildiği anlaşılmaktadır. Caminin planında, Ayasofya ve II.Bayezid Camii’nden gelen kimi etkilerden bahsetmek mümkünse de, merkezi kubbesi, yarım kubbe ve eksedra gibi eğrisel öğelerden oluşan piramidal düzenli etkili bir örtü ve cephe tasarımlarına sahiptir. Şüphesiz, bu nefes kesici atılımların en dikkat çekici yapısı, Sultan II.Selim için Edirne’de inşa edilen Selimiye Camii’dir. Aynı adla bilinen külliye içinde yer alan yapı, sekiz ayaklı bir destek sisteminin taşıdığı ve merkezi kubbeyi öne çıkaran tasarımı, bu özelliğin bina içi ve dışından aynı güçte ifade edilmesi ve tek merkezliliğin dört köşeye yerleştirilen minarelerle güçlendirilmesi gibi çarpıcı mükemmelliği ve mutlak simetrisiyle, Osmanlı mimarlığı kadar, kubbeli yapı geleneğinin de vardığı en yüksek aşama sayılabilir. Osmanlı tarihi, üç kıtaya yayılmış İmparatorluğun büyük coğrafyasında yaşayan ve farklı inançlara sahip halkların yazgılarıyla örüntülü bir zaman kesitidir. Sinan, bu zaman kesitinin bir yerinde, 16.yüzyılda, Osmanlı maddi kültürünün çehresini, yaratıcı tasarımlarıyla belirlemiş bir İmparatorluk mimarı olduğu kadar, aynı zamanda, karşılığını Avrupa sanatında bulabileceğimiz, Osmanlı kültürünün ürettiği bir Rönesans insanı profili ve sembolüdür. Kaynak: O.Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarîsi, İstanbul.1986 Ö.L.Barkan, Süleymaniye Cami ve İmareti İnşaatı, 1550-1557, C.1, Ankara. 1972 Ö.L.Barkan, Süleymaniye Cami ve İmareti İnşaatı, (1550-1557), C.2, Ankara. 1979 A.Batur, Osmanlı Camilerinde Örtü ve Geçiş Öğeleri, İstanbul. 1980 A.von Gladiss, “Architecture”, Islam, Art and Architecture, 2000, s.544-565 D.Kuban, Osmanlı Dini Mimarisinde İç Mekân Teşekkülü, İstanbul. 1958 D.Kuban, Sinan’ın Sanatı ve Selimiye, İstanbul.1997 A.Kuran, Mimar Sinan, İstanbul.1986 Haklar (Rights): (Telif ve kullanım hakları ile ilgili bilgiler.) 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca hazırlanan tüm içeriğin her türlü ortamda umuma arz yetkisi sınırsız süreyle Kültür Turizm Bakanlığına devredilmiştir. Bakanlık sonraki zamanlarda hazırlanan içerikle ilgili düzeltme, ekleme, silme veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Kaynağı Hazırlayan Konu Editörü Proje Yöneticisi Doç.Dr. Z. Kenan BİLİCİ Prof.Dr. Kıymet GİRAY Prof. Dr. Hale KÜNÜÇEN T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI TÜRKİYE KÜLTÜR PORTALI PROJESİ ARKEOLOJİ VE SANAT TARİHİ BİR İMPARATORLUĞUN SANATI: OSMANLI MİMARİSİNİN KİMLİĞİ KLASİK ÇAĞIN MİMARİ BEZEMESİ Doç. Dr. Z. Kenan BİLİCİ Aralık 2009 ANKARA 6.4. Klasik Çağın Mimari Bezemesi Anahtar Kelimeler: 16.yüzyıl, taş, çini, kalemişi, malakârî, cam. Osmanlı Klasik çağ mimarlığının ana yapı malzemesi taştır. Yapıların dış cephelerinde, avlu taçkapıları ve pencerelerin profilli silmeler halinde, bazen mermer malzemeler de kullanılarak tasarlandıkları görülür. Dönemin ender sayılabilecek renkli taş uygulamalarının en çarpıcı örneği Gebze’deki Çoban Mustafa Paşa Külliyesi’nin camisidir. Klasik çağın en görkemli bezeme malzemesi ise, yapıların iç duvar kaplamalarında kullanılan çinidir. Yapımına Yavuz Sultan Selim zamanında başlanıp, oğlu Kanunî Sultan Süleyman tarafından tamamlanan İstanbul’daki Sultan Selim Külliyesi’nin cami ve türbesinde, renkli sır tekniğinde üretilmiş çini kaplamalar kullanılmıştır. Bozöyük-Güzelce Kasım Paşa Camii, İstanbul’da Haseki Medresesi ve Şehzade Mehmed Türbesi’nde de aynı teknikteki çinilerin kullanıldığı bilinir. Yüzyılın ikinci yarısında, iç mekân tasarımının bir parçası olarak, çini kaplamanın yapılardaki yer ve düzeninde anlamlı değişiklikler oluşur. Renkli sır tekniğindeki üretilmiş kaplamanın yerini sıraltı tekniğinde üretilmiş çiniler alır; çini desenleri, farklı bir yaratıcılıkla, çiçek ve bitki motiflerinin stilizasyonu halinde değişime uğrar. Süleymaniye Camii’nin mihrap duvarında, Kanunî ve Hürrem Sultan türbelerinde adeta duvar resmi gibi tasarlanmış kaplamada, çini deseni, tek bir levhanın üzerinden büyük panolara doğru gelişmeye başlar. Rüstem Paşa Camii, bu yeniliklerin tümünü içeren ve çininin iç mekânı kubbeye kadar saran bir kaplama malzemesi olarak kullanıldığı Sinan çağının ilgi çekici ve ünik bir uygulamasıdır. Çini desenlerinin gittikçe daha yüksek bir estetik düzeye doğru gelişmesi, Kadırga Sokollu Camii ile yüzyılın son çeyreği içinde inşa edilmiş Kasımpaşa- Piyâle Paşa ve Tophane-Kılıç Ali Paşa camilerinde de devam etmiştir. Osmanlı mimarlığının en görkemli anıtı konumundaki Edirne-Selimiye Camii’nin bezeme programının uygulanmasına ilişkin resmî kayıtlar, çini kaplamanın konumu ve içeriğinin Sultan tarafından bizzat belirlenmiş olduğunu ortaya koymuştur. Çini malzeme ile birlikte tercih edilen öğeler arasında, 16.yüzyılın neredeyse bütün anıtsal yapılarının bezeme programı içinde yer alan kalemişleri ile zengin tekniklerle işlenmiş ahşap kapı ve pencere kanatlarının da bulunduğu, ayrıca bu dönemde, Topkapı Sarayı Harem Dairesi’ndeki III.Murad Odası’nın kubbesinde olduğu gibi, malakârî bezemenin kullanıldığı bilinir. Osmanlı Klasik çağından ve 16.yüzyıldan kaldığı varsayılan renkli özgün pencere camlarının örneklerine ise Süleymaniye ve Üsküdar’daki Mihrimah Sultan camilerinde rastlanmaktadır. Kaynak: O.Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarîsi, İstanbul. 1986 N.Atasoy-J. Raby, Iznik, The Pottery of Ottoman Turkey, London/Istanbul. 1989 E.Atıl, The Age of Sülayman the Magnificent, Washington/New York.1987 Bir Şaheser, Süleymaniye Külliyesi, Ed.S.Mülayim, Ankara.2007 G.Goodwin, A History of Ottoman Architecture, London. 1971 J.Frelly, Sinan: Architect of Süleyman the Magnificent and the Ottoman Golden Age, London/New York.1992 Haklar (Rights): (Telif ve kullanım hakları ile ilgili bilgiler.) 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca hazırlanan tüm içeriğin her türlü ortamda umuma arz yetkisi sınırsız süreyle Kültür Turizm Bakanlığına devredilmiştir. Bakanlık sonraki zamanlarda hazırlanan içerikle ilgili düzeltme, ekleme, silme veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Kaynağı Hazırlayan Konu Editörü Proje Yöneticisi Doç.Dr. Z.Kenan BİLİCİ Prof.Dr. Kıymet GİRAY Prof.Dr. Hale KÜNÜÇEN T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI TÜRKİYE KÜLTÜR PORTALI PROJESİ SANAT TARİHİ EL SANATLARI Doç.Dr. Z.Kenan BİLİCİ ARALIK- 2009 ANKARA 6.5. El Sanatları Anahtar Kelimeler: Beylikler, bezeme, ahşap, alçı, çini, halıcılık Osmanlı çağının en yaratıcı sanat kollarından biri ve belki de en önemlisi çini üretimidir. Çininin mimaride kullanıldığı ilk örneklerin, İznik’te ve 14.yüzyıla ait Sultan Orhan İmareti duvar kaplamaları ile Yeşil Cami’nin minaresi olduğu bilinir. Bununla birlikte, Erken Osmanlı çini sanatı ve üslûbunun mimari bezemedeki ilk anıtsal uygulaması, 15.yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiş Bursa-Yeşil Cami ve türbesinin zengin renk repertuvarına sahip, ayrıca bazı örneklerde altın yaldız bezemelerin uygulandığı, mercan kırmızısı renginin de kullanıldığı renkli sır ve mozaik tekniğinde üretilmiş çinileridir. Erken Osmanlı çini sanatındaki diğer bir yenilik, sıraltı tekniği ile yapılmış mavi-beyaz çinilerdir. İstanbul’un fethinden sonra, 16.yüzyılın ilk yarısı içinde yapılmış Yavuz Sultan Selim Camii ve Türbesi ile Şehzade Mehmed Türbesi çinileri, renkli sır tekniği ile üretilmiş çinilerin son büyük örneklerini oluştururlar. Aynı yüzyılın ortalarından itibaren, Osmanlı çağı çiniciliğinin en yüksek aşamasını oluşturan İznik çiniciliğinin yükselişi gözlemlenir. Yenilik, içinde yer aldığı yapıyı adeta bir duvar resmi halinde bir renk âlemine dönüştüren çini desenlerinin yaratıcı tasarım ustalığı ve estetik düzeyidir. Dönemin neredeyse bütün dinî ve sivil mimarlık yapıtlarının bu tür çinilerle kaplandığı bilinir. Çinicilik dışında, kullanma eşyası olarak dönemin seramik üretiminin de benzer bir estetik düzeye ulaştığı anlaşılmaktadır.Erken örneklerin, İznik atelyelerinde üretilmiş slip tekniğinde ve tek renk sırlı kaplar olduğu bilinir. 14.yüzyılın son yarısı ile 15.yüzyıl başlarında “Milet İşi” diye de bilinen İznik seramikçiliğinin ikinci yaratıcı evresi başlar. 15.yüzyılın ortalarından itibaren kentteki seramik üretimi, mavi-beyaz örneklerle 16.yüzyılın ikinci yarısına kadar ince bir zevk ve estetik düzeyle sürekli gelişerek devam etmiştir. Osmanlı çağı cam üretimine ilişkin bilgiler sınırlı olmasına karşılık, 16.yüzyılın sonlarında, Sultan III.Murad’ın oğlu Mehmed için düzenlenen sünnet düğününü anlatan Sûrnâme-i Hümâyûn minyatürlerinde, geçit törenine katılan camcı esnafının yer aldığı çeşitli sahneler, önemli bir görsel kaynak olarak Osmanlı çağı camcılığına ilişkin bilgi vermektedir. Osmanlı dokuma sanatının en gelişmiş olduğu dönem 16.yüzyıldır. Bunlar arasında, Holbein halıları diye bilinen ve Uşak’ta dokunmuş bir grup halı, madalyonlu, yıldızlı ya da kuşlu gruplarıyla, dokuma sanatının en tanınmış örneklerini oluştururlar. Kumaş desenlerinin ise, genellikle dönemin çinileri üzerinde görülen motiflerin, daha değişik proporsiyonlar ve bezemesel düzenler içinde kullanıldığı örnekler olduğu bilinir. III.Murad döneminde, İstanbul’da 200’e yakın dokuma tezgâhı olduğu ve bunların bir bölümünün de Osmanlı Sarayı’na bağlı bulunduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı çağının en erken minyatürlü yazmaları, Fatih dönemine mâledilen Muhammed Siyah Kalem Albümü’dür. Bir kitap için hazırlanmadığı belli olan minyatürlerin, Türk resim geleneğine bağlı olarak, Herat’da ya da Türkistan’daki çeşitli kültür merkezlerinde 14. ve 15.yüzyıllarda üretilmiş çeşitli resimlerden oluşan bir albüm halinde Osmanlı Sarayı’na ulaştığı söylenebilir. İstanbul’un fethinden önceye ait minyatürlü yazmalar arasında Amasya’da 15.yüzyılın başlarında tamamlanan Ahmedî’nin Türkçe manzum bir yazma eseri olan İskendernâme’si ile yüzyılın ikinci yarısına ait Şerefeddin Sabuncuoğlu’nun Cerrâhiyet’ü-l İlhâniye adlı Türkçe tıp kitabı sayılabilir. Şüphesiz Osmanlı minyatür sanatının en seçkin örnekleri arasında, Kanunî Sultan Süleyman döneminden kalma Selimnâme, Pirî Reis’in Kitab el-Bahriyye, Matrakçı Nasuh’un Beyân-ı Menazil-i Sefer-i Irâkeyn, Tarih-i Sultan Bayezid ve Süleymannâme ile yüzyılın sonlarına doğru ressam Nigârî tarafından yapılmış portreler, Lokman’ın Süleymannâme’si ve Nakkaşbaşı Osman’a mâledilen Sûrnâme- i Hümâyun ve Hünernâme gibi yazmalar ile aynı dönemin Saray müzehhiblerinden nakkaş Karamemi ile “Saz Üslûbu”nun yaratıcısı Şah Kulu’nun adları özellikle hatırlanabilir. Osmanlı hat sanatının kurucusu 15.yüzyılın büyük hattatı Şeyh Hamdullah’tır. Onun, altı yeni yazı üslûbuyla meydana getirdiği “Aklâm-ı Sitte”, Osmanlı yazısını kurallara bağlayarak klasiğe ulaştırma yolunda önemli bir rol oynamıştır. Fatih döneminin en önemli hattatının Ali bin Yahya Sofî, Kanunî döneminin ise Ahmed Karahisarî olduğu bilinir. Download 17.59 Kb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling