sepicilerin oyalanabildiği ırmağı gözden geçiriyordu. Birkaç günden beri yığın yığın şıra posası
yüzüyordu ırmakta, çünkü artık preslerin kurulduğu yerlerde ve tüm değirmenlerde meyveler
harıl harıl sıkılıp şıraya dönüştürülüyor, mayalanmış meyve suyunun kokusu kasabanın tüm
sokaklarını tutuyordu.
Aşağı değirmende ayakkabıcı Flaig Usta da küçük bir pres kiralamıştı ve meyveler
sıkılırken yardıma çağırdı Hans'ı.
Değirmenin önündeki irili ufaklı presler, arabalar, sepet sepet ve çuval çuval meyveler,
tekneler, gerdeller, fıçılar, kovalar, dağ gibi yığılmış
posalar, tahta kaldıraçlar, kimi boş el arabaları duruyordu.
Presler gıcırtıyla çalışıyor, viyaklar, inilder ve meler gibi sesler çıkarıyordu. Preslerden
büyük çoğunluğu yeşil lakeydi; yeşil renk, kahverengi posalarla, renk renk elma sepetleri, açık
yeşil ırmak, çıplak ayaklı
çocuklar ve parlak sonbahar güneşiyle bir araya gelerek, bu manzarayı seyredenlerde
neşe, yaşam sevinci ve bolluk bereketten oluşan baştan çıkarıcı bir etki uyandırıyordu. Ezilip
öğütülen elmaların kütürtüsü insanın ağzını sulandıran buruk bir sesle yankılanıyordu dört bir
yanda; bu sesi işitip de ilerden yaklaşan
elmalardan birini alıp dişlerini geçirmeden du-ramıyordu. Preslerin borularından oluk olup
akıyordu şıra, taze ve tatlı, kırmızımsı sarı, güneşte kahkahalar atarak. İlerden gelip bu
manzaraya tanık olan kimse, bir bardak rica edip hemen oracıkta şıranın tadına bakmaktan
alamıyordu kendini; bardağı boşalttıktan sonra olduğu yerde dikiliyor, gözleri buğulanıyor, keyif
verici hoş bir tatlılığın çığıl çığıl damarlarında dolaştığını hissediyordu. Ve yine tatlı şıra
çevredeki bütün havayı o neşe saçan güçlü ve nefis kokusuyla dolduru-yordu. Bu enfes koku
Do'stlaringiz bilan baham: |