yükümlü kılındılar; doğru yoldan şaşmamak koşuluyla her birinin geleceği devlet baba
tarafından güvence altına almıyordu. Bu güvence
karşılığında ödenecek ücreti ise ne salondaki oğlanların düşündüğü vardı, ne de
babalarının.
Ayrılış saati gelip çattığında anne ve babalarıyla vedalaşmaları, oğlanlar için kabul
töreninden daha ciddi ve duygulandırıcıydı. Anne ve babaların bir bölümü yaya, bir bölümü posta
arabasıyla, bir bölümü de o aceleyle yakalanmış rasgele bir araçla manastırdan ayrılarak
oğullarını geride bırakıp gözden kayboldu.
Yumuşak eylül havasında mendiller sallandı uzun uzun, sonunda evlerine dönen anne ve
babaları orman yuttu, oğullar da suskun ve düşünceli yüzlerle manastıra döndü.
"Evet, saygıdeğer anne ve babalarınız da gitti artık," dedi görevli.
Bunun üzerine, birbirini süzüp tanışmalar başladı oğlanlar arasında, ilkin aynı odada
kalanlar birbiriyle tanıştı. Mürekkep hokkalarına mürekkep, gaz lambalarına gaz dolduruldu,
kitap ve defterlere çekidüzen verildi, yeni mekânlar içinde yerleşilmeye çalışıldı. Meraklı
gözlerle birbirini incelemeye başladı herkes, birbiriyle söyleyişe koyuldu, nereden geldiğini,
şimdiye kadar hangi okullarda okuduğunu sordu birbirine. Hepsini fena halde terletmiş giriş
sınavını da anımsadılar hep birlikte. Odadaki masalardan kiminin
çevresinde gruplar oluştu, boşboğazlıklar başladı, çın çın kahkahalar tüm ürkeklikleri
yenerek yükseldi yer yer; akşam olduğunda manastırın yeni sakinleri bir deniz yolculuğunda
aynf gemide seyahat etmiş yolculara oranla çok daha yakından tanımıştı birbirini.
Hans'la Hellas odasında kalan dokuz arkadaştan dördü kişilik sahibi oğlanlardı, kalanı az
çok vasat kimselerdi. Bir kere Otto Hastner vardı; babası Stuttgart'ta profesör olan, sakin ve
kendinden emin biriydi; davranışları kusursuz, geniş omuzlu, boylu poslu bir oğlandı; iyi
Do'stlaringiz bilan baham: |