I. uluslararasi
Download 3.66 Mb. Pdf ko'rish
|
- Bu sahifa navigatsiya:
- KİMLİK İNŞASINDA ŞEHİR KÜLTÜRÜ: ERZURUM ÖRNEĞİ
- Anahtar Kelimeler
- II. Kimlik İnşasında Şehir Kültürü
- III. Erzurum Örneği
KAYNAKLAR Alyân, Rabhî Mustafa, el-Mektebât fi’l-Hadareti’l-Arabiyyeti’l-İslâmiyye, Amman, 1999. Anat, Hacı Yakup-Almaz, Ahmet, Karahanlılar Tarihi, İstanbul, 2003. Bakır, Abdulhalik, “Ortaçağ İslam Dünyasında Dokuma Sanayi”, Belleten, C. LXIV, Aralık 2000, Sa. 241’den Ayrıbasım, Ankara, 2001, s. 749-826. Bakır, Abdulhalik, Ortaçağ İslam Dünyasında Madencilik ve Maden Sanayi, Ankara, 2002.
Bakır, Abdulhalik, Ortaçağ İslam Dünyasında Tekstil Sanayi, Giyim-Kuşam ve Moda, Ankara, 2005. Bakır, Abdulhalik,“Ortaçağ İslam Dünyasında Deri, Tahta ve Kağıt Sanayi”, Belleten, LXV, Nisan 2001, Sa. 242’den ayrıbasım, Ankara, 2001, s. 75-160. Barthold, V. V., Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, (Haz. Hakkı Dursun Yıldız), Ankara, 1990.
Bloom, Jonathan M., Kağıda İşlenen Uygarlık, (Çev. Zülal Kılıç), İstanbul, 2003. Emîn, Hüseyin, “ed-Devletü’s-Sâmâniyye”, el-Müerrihu’l-Arabî, S. 15, Bağdat, 1980, s. 9-22. İbn Havkal, Ebu'l-Kâsım Muhammed el-Havkalî el-Bağdadî, Suretü'l-Arz, Leiden, 1967. İbn Hurdazbih, Ebu’l-Kâsım Ubeydullah b. Abdullah İbn Hurdazbih, el-Mesâlik ve’l- Memâlik, Leiden, 1889. İbnu’l-Fakîh, Ebu Bekr Ahmed b. Muhammed b. el-Hemedânî, Muhtasaru Kitabi'l-Bul- dan, Leiden, 1302. el-İstahrî, Ebu İshak İbrahim b. Muhammed el-Fârisî, el-Mesâlik ve'l-Memâlik, Leiden, 1927. Kâğıtçı, Mehmet Ali, Kâğıtçılık Tarihçesi, İstanbul, 1936. el-Kazvinî, Zekeriyya b. Ahmed b. Mahmud, Asâru'l-Bilâd ve Ahbâru'l-İbâd, Beyrut, (Trz.).
27
Kılınç, Alparslan, Sâmâniler Döneminde Buhârâ Şehri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Elazığ, 2002. Klo, Andera, Hârûnu’r-Reşîd ve Asruhu, (Arp.Trc. Muhammed er-Rızkî), Tunus, 1997. Kurt, Hasan, Orta Asya’nın İslamlaşma Süreci (Buhârâ Örneği), Ankara, 1998. Lombard, Mourice, el-Cuğrafya et-Tarihiyye lî'l Alemi'l-İslamî Hilâle'l-Kurûni'l-Ar- ba'ati'l-Ulâ, (Çev. Abdurrahman Hamide ), Dımaşk, (Trz.). el-Makdisî, Şemsuddin Ebu Abdullah b. Ahmed b. Ebî Bekr el-Beşşârî, Ahsenü’t-Tekâsî fi Ma’rifeti’l-Ekâlîm, Kahire, 1991. en-Nerşehî, Ebu Bekr, Muhammed b. Ca’fer, Buhârâ Tarihi, (Çev. Mehmet Nurettin Ko- çak), Türk Dünyası Araştırmaları, S. 117, Aralık 1998, s. 9-80. en-Nerşehî, Ebu Bekr, Muhammed b. Ca’fer, Târihu Buhârâ, (Frs. Trc. Emîn Abdul- mecîd Bedevî- Nasrullah Mubeşşir et-Tırâzî), Kahire, (Trz.). es-Sa’âlibî, Abdulmelik b. Muhammed b. İsmail, Simâru’l-Kulûb fi’l-Muzâfi ve’l- Mensûb, (Thk. Muhammed İbrahim Ebu’l-Fadl), Kahire, 1985. Strange, Guy Le Strange, Büldânü’l-Hilâfeti’ş-Şarkıyye, (Arp. Trc. Beşîr Fransîs-Gorgis Avvâd), Beyrut, 1985. eş-Şâmî, Ahmed, “el-İlâkâtu't-Ticâriyye Beyne Düveli'l-Halîc ve Büldâni'l-Şarki'l-Aksâ ve Eserü Zâlike fî Ba'di'l-Cevânibi'l-Hadâriyye fî'l-Usûri'l-Vustâ”, el-Müerrihü'l-
et-Taberî, Ebu Ca'fer Muhammed b. Cerir b. Rüstem, Tarihu'l-Ümem ve'l-Mülûk, Kahire, 1939. Tekin, Şinasi, Eski Türklerde Yazı, Kağıt, Kitap ve Kâğıt Damgaları, İstanbul, 1993. Tez, Zeki, Bilim ve Teknikte Ortaçağ Müslümanları, Ankara, 2001. Vambery, Arminius, Târihu Buhâra münzü Akdemi’l-‘Usûr Hattâ’l-Asri’l-Hâzır, (Trc. Ahmed Mahmud es-Sâdâtî), Kahire, 1987. Yıldız, Hakkı Dursun, İslâmiyet ve Türkler, İstanbul, 2000. Ziya Paşa, Abdulhamit Ziyaeddin, Endülüs Tarihi, (Haz. Yasemin Ödük-Kâzım Masumi- Fatma Şahin), İstanbul, 2004. 28
KİMLİK İNŞASINDA ŞEHİR KÜLTÜRÜ: ERZURUM ÖRNEĞİ
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi asengul@nevsehir.edu.tr
Mekân-kimlik uyumu toplumsal yaşamın en belirgin özel- liklerinden biridir. Bu yüzden son dönemde mekân-kimlik ilişkisi daha dikkatli ele alınmaya başlandı. 1950’li yıllardan itibaren yüzlerce yıl yaşadığımız mekânları terk ederek şehirlere geldik. Önceki mekânlar sadece barındığımız değil; aynı zamanda ken- dimizi ifade ettiğimiz mekânlardı. Bugün şehirlerimizde insan kaynaklı sorunların daha fazla oluşu insan-mekân ilişkisine bak- mayı zorunlu kılar. Mekânın insan için sadece barınma aracı oluşu, onun kimliğine herhangi bir katkı yapamayışı üzerinde du- rulması gereken bir temel sorundur. Özellikle göçlerin sebep ol- duğu temel sorunlar arasında mekânların durumunun kimliğe kat- kısı açısından incelenmesi gerekir. Şehirlerin mimari özellikleri ve sosyal yasam alanlarının yansıra insanların sağlık, kültür ve eğitim gibi bazı temel ihtiyaçlarını karşıladığı mekânlar bireyin kimlik inşasında oldukça önemlidir. Bu yazının sınırları içerisinde mekânın kimliğe katkısını görmek açısından, geleneksel yapının güçlü olduğu şehirlerden biri olan Erzurum örneği ele alacağız. Özellikle şehir kültürünün bireyin kimliğine katkısını görmeye çalışacağız.
One of the most distinctive features of social life is har- mony between place and identity. The relationship between place and identity has been evaluated more carefully in recent times. Beginning 1950s, we left places where we had lived for thousands of years and moved in cities. Previous places were the places where we not only we took shelter, but also explained ourselves. That human-oriented problems are at an all-time high in our cities obliges us to evaluate human-place relationship. The basic issues
29
which should be emphasized is that place was just shelter for hu- man-beings and contributed nothing to human identity. Espe- cially, place as a fundamental problem of migration, should be examined in terms of contribution to human identity. Along with architectural features and public places of cities, the places that meet some basic necessities of human-beings like health, culture and education, are very important in the construction of human identity. In this essay we will asses example of Erzurum which has strong traditional base, from the point of the contribution of places into human-identity. In light of this, we will try to under- stand what city culture contributes to human identity. Key words: City, human, culture, place, tradition. I. Giriş Mekân-insan ve mekân-kimlik ilişkisi son dönemde sosyal bilimcilerin dikkatini çeken en önemli konulardan biridir. Özellikle şehirlerde yaşayan nüfusun artması, bura- larda yaşanan problemlerin de artmasına sebep olur. Bu problemlerin en önemli ayağını insan ve insan etrafında şekillenen problemler oluşturur. Son zamanlarda “millet”in mekâna bağlı olarak tanımlanmasının sebeplerinden biri, mekânın kimlik inşasındaki önemine işaret etmek içindir. Dünden bugüne mekân- kimlik ilişkilerini incelediğimizde gerçekten de yaşadığı mekâna kimliğini sindiremeyen toplumların varlıklarını devam ettirmelerinin mümkün olamadığını görüyoruz. Bu yüzden barınma mekânları, kültür mekânına dönüştükten sonra üzerinde yaşa- yan toplumların kimliklerini sindirdikleri birer tapu belgesi olur. Böylece üzerinde yaşa- yan insanlara kimlik kazandıran sosyal ve kültürel mekâna dönüşür. Şehir-insan ilişkisine bu noktadan yaklaştığımızda şehirlerin üzerinde yaşayan insanların tarihî, siyasî, ahlâkî, kültürel ve sosyal değerlerini temsil ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Eğer şehir böyle bir temsil yeteneğinden mahrumsa, sadece barınma mekânı olma özelliğini aşamamış de- mektir.
Şehirler genellikle kimliğin “tamamlayıcı göstereni” durumundadır. Son zaman- larda kimlik-yer örtüşmesi üzerine kuramsal çalışmalara hız verilmekte, bireyin yaşadığı mekânların, onun hayatı boyunca muhafaza etmek istediği değerler yumağı olduğu fikri ağırlık kazanmaktadır. 30
Kimliğin oluşmasında mekânın katkısı önemlidir. Çünkü şehirler sadece barındı- ğımız yerler değil; aynı zamanda hayaller kurduğumuz, geleceği tasarladığımız mekânlar- dır. Buralarla ilgili anılar, kimlik inşasında şehir kültürünün rolünü belirler. Kant, “Mekân hassasiyetimizin formudur” diyor. Kişilik oluşumunda ve dış dünyada yaşanan olaylara karşı gösterilen reflekslerde mekânın belirleyici unsurlardan biri olduğu kabul edilir (Koç 1984:118). Weber, insanoğlunun şehirlerin dışında olduğundan farklı düşündüğü, hisset- tiği, tepki verdiği fikrinin şehrin kendisi kadar eski olduğunu belirtiyor (Weber 2012:40). Buna göre şehir, bireyin kimliğinin oluşmasında, yarına bakışında, olup-bitene vereceği tepkide genel belirleyicilerden biridir. O zaman şehrin sadece mimari yapılarının değil; sosyal ve psikolojik yapısının önemli olduğu gerçeği ortadadır. Geleneği kuvvetli şehir- lerin güçlü bireyleri yetiştirdiği artık bilinen bir gerçektir. Günümüzde şehirlerin kalitesi buna göre belirlenmektedir. Şüphesiz şehrin sahip olduğu siyasi, sosyal, ekonomik, kül- türel vb imkânlar güçlü gelenek oluşturmayı her zaman sağlamamaktadır. Bu tip imkânları olan şehirlerin günümüzde kontrolsüz büyüdüğü; şehirdeki düzensizlik ve kar- maşanın sosyo-psikolojik açıdan sorunlu bireyleri ortaya çıkardığı bilinmektedir. Bireyin sağlıklı düşünebilmesi, kendini doğru ifade edebilmesinin yollarından biri de sağlıklı şe- hir yapılanmalarından geçer. Sağlıklı şehir yapılanması sadece düzgün yollar, geniş so- kaklar, büyük caddeler, parklar veya güzel binalarla sınırlı değildir. Aynı zamanda sosyal ve kültürel geleneği güçlü psikolojisi sağlam, tarihi dokusu korunmuş ve işlevsel yönü güçlü şehirler demektir. Bu tip şehirler, kültürel kimliğin oluşmasında bireye yardımcıdır. Durkheim’in mekân konusunda oluşturduğu toplumsal kurama göre, “Herkes mekânı benzer biçimde temsil eder” (Urry 1995:19). Buna göre mekânın birey üzerindeki tesiri küçük farklılıklarla da olsa aynı mekânda ve aynı şartlarda yaşayan diğer bireylerle aynıdır. Belli bir birikime bağlı olarak kültür, inanç, tarih, gelenek gibi değerlerin har- manlandığı şehirlerde kimlik inşası bu değerler çerçevesinde oluşur. Geçmişin çok hızlı akmayan yaşantısı içinde oluşan bu kimlik, maalesef Modern dönemden itibaren -post- modern dönemde daha hızlı bir şekilde- şehirlerdeki yaşantıya bağlı olarak eriyip gitmek- tedir. Bu erime ne yazık ki ikinci dünyada daha hızlı ve daha trajik bir şekilde olmaktadır. 31
Gelişmiş toplumların şehir yapılanmalarında gelenekçi davranmalarının sebebi bu noktadan hareketle anlaşılabilir. Anadolu’da fizikî mekânlarıyla tarihe tanıklık eden, kül- türel hayatın sürdürülebilir olmasına imkân veren çok az şehir vardır. Bunlarda başta ce- halet olmak üzere ticarî, siyasî veya benzer kaygılarla hızlı bir şekilde yok edilmektedir. Bireyin kültürel kimlik kazanmasında son derece önemli olan ocak başı sohbetleri, yaren geleneği, köy odası, sıra gecesi gibi değerler yok olmaya yüz tutmuş ve kurumsal kimli- ğinden iyice uzaklaşmıştır. Günümüzde birkaç gönüllünün çabalarıyla yaşatılmaya çalı- şılan değerler haline gelmiştir. Batının önemli toplumbilimcileri bireyin yetişmesinde mekân etkisi üzerine araş- tırmalar yapmakta, mekânın rolünün daha güçlendirilmesi adına yapılabilecek olanların peşine düşmektedir. Günümüzde nüfusun büyük bir kesiminin şehirlerde yaşıyor olması ister-istemez bu dikkati şehirlere yöneltir. Yukarıda, çağdaş toplumlarda şehir yapılan- malarının gelenek mantığı üzerine oturtulduğunu söylerken bu konuya dikkat çekmek is- tedik. Günümüzde kimi sosyologlar, şehirlerin menşei ile kimi, coğrafi yapıları ve eko- nomik verileriyle ilgilenirken; Max Weber ve Gideon Sjoberg gibi sosyologlar farklılık- lardan ziyade genel özellikler üzerinden şehir araştırmaları yapmayı doğru bulurlar. Şe- hirlerin mimari yapılarından güvenliğine, kendini yönetmek için kısmı otonomiye daya- nan kurumsal yapılardan geleneksel yapıya kadar birçok unsurun bireyin yetişmesin- deki/yaşamasındaki rolüne dikkat çekerler (Ergenç 2013:7-8). Aslında Abdülhak Hâmid’le birlikte Sahra’dan itibaren köylü/şehirli (bedevi/be- ledi) konusu bizim de edebiyatımıza girer. Şehrin kalabalık yapısı ve yaşam şartlarının şehirli insanı asık suratlı, mutsuz ve soğuk yaptığı buna karşın köylerde yaşayanların daha paylaşımcı, sıcakkanlı insanlar olduğu anlatılır. Abdülhak Hamid’in bu konuları Türk şi- irinin gündemine taşıdığında bizdeki şehir yaşamının insandaki bu aşınmayı ortaya çıkar- dığını; problemin bizden çok Batı kaynaklı olduğunu biliyoruz. Bu çalışmamızda dikkat- lere sunmaya çalıştığımız, kimlik inşasında şehir kültürünün rolünü söz konusu akıbeti yaşayan şehirlerden biri olan Erzurum üzerinden anlatmaya çalışacağız. III. Erzurum Örneği Avrupa-Asya arasında geçiş güzergâhı olan ve tarih boyunca jeopolitik konu- muyla son derece önemli bir yere sahip olan Erzurum’un Miladi 415-422 yıllarında Bi- zans İmparatoru Teodosyus zamanında, bugünkü Erzurum’a 23 km mesafede ve kuzey- 32
batı istikametinde yer alan Karaz köyünde kurulduğu tahmin edilmektedir. Karaz höyü- ğünde yapılan kazılarda elde edilen yapı kalıntılarının Hitit devrine ait olduğuna dair gö- rüşler vardır. Kafkasya ve İran üzerinden gelen yolların Erzurum’dan geçmesi her dö- nemde bu şehri bir cazibe merkezi yapar. Erzurum bu yüzden; bölgeye hâkim olmak is- teyen güçlerin saldırılarına maruz kalır, defalarca yakılıp yıkılır. Coğrafî şartlardan do- layı bu bölgenin tek göç yolunun Erzurum’dan geçmesi, Doğuyu Batıya bağlayan İpek yolunun da Erzurum’dan geçmesini sağlar ve stratejik açıdan bu şehrin önemini daha da artırır. Erzurum adının nereden geldiği konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. İslâm Ansiklopedisi’nde; “Bugünkü Erzurum adı ise, Erzen’in Selçuklular tarafından tahrip
1955:341-342) şeklinde bir görüş vardır. Diğer kaynaklarda da benzeri görüşler bulun- maktadır. Selçuklular zamanında burada basılan sikkelerde “Arzan-al- Rûm”,” Arzan Rûm” ve “Arzırum” isimlerinin yer alması söz konusu görüşü destekler (Darkot 1955:342). Erzurum, Sasani, Bizans, İran arasında birkaç kez el değiştirdikten sonra, Üçüncü Halife Hz. Osman zamanında Hicri 31/Miladi 651 yılında Habib İbn-i Meslama (Mes- leme) komutasındaki İslâm ordusu tarafından fethedilse de sonradan Araplar, Bizanslılar ve Ermeniler arasında birkaç kez el değiştirir. Türklerin bu şehri fethi, Sultan Melikşah’ın komutanlarından Emir Ahmet tarafından 1080 yılında gerçekleşir. 1230 yılına kadar Sal- tuk Oğulları Beyliği ve Abilistan (Elbistan) Beyi Mugisüddin Tuğrul Şah’a ev sahipliği yapan Erzurum, bu tarihten sonra Sultan Alaaddin Keykubat tarafından Anadolu Selçuklu Devleti’ne katılır (Yinanaç 1955:346). Bazı tarihçilere göre Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine giderken, bazılarına göre de bu seferden dönerken yani 1514/1515 tarihinde Osmanlı Devleti’ne katılan Erzu- rum, özellikle Anadolu ve Karadeniz'den İran'a giden büyük askerî ve ticarî yolun üze- rinde bulunmasından dolayı bu döneminde de stratejik önemini muhafaza eder. Bir kale
33
şehir olmasından dolayı bu tarihten itibaren Osmanlının İran ve Rusya ile olan anlaşmaz- lıklarında bir toplanma merkezi ve askerî üs olur (İnalcık 1955:353). Millî Mücadele hareketinin bu şehirden başlaması bir tesadüf değildir. Söz ko- nusu yıllarda Erzurum’u anlatan Cevat Dursunoğlu, Alparslan’ın beylerinin bu kaleye dayandıktan sonra Anadolu’nun fethine giriştikleri gibi, İşgale karşı ilk ciddî hareketin de yine bu şehirden başladığını söyler. Çünkü şehir geçmişte Türk ordularının olduğu gibi Türk kültürünün de en sağlam kalelerinden biridir. Hatuniye, Yakutiye, Ahmediye med- reselerinin yaktığı ilim ateşi Türk kültürüyle birlikte ticarî ve sosyal hayatın gelişmesine de zemin hazırlar (Dursunoğlu 1998:11-12). Bu yüzden millî duyarlılık geçmişten günümüze bu bölgenin en önemli karakteri- dir. Bölge üzerinde çalışan birçok bilim insanına göre Erzurum sadece bir şehrin adı değil, bu duyarlılığa sahip bölgenin de adıdır. Çalışmamızın bu bölümünde bir şekilde yolu Erzurum’a düşmüş olanların, bu şe- hir ve içinde yaşayan insanlar hakkındaki görüşlerine yer vereceğiz. Bu konuda başta seyyahlar olmak üzere müracaat edeceğimiz birçok kaynak bulunmaktadır. Ancak, mekân-insan ilişkilerine işaret etmelerinden dolayı iki isim çok önemli. Bunlar, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Necip Fazıl Kısakürek’tir. Bu iki isme diğerlerine göre daha geniş yer vereceğiz. Erzurum örneğinden hareketle, şehirlerin kimliğin oluşmasına katkısını anlatmaya Ahmet Hamdi Tanpınar’la başlayalım. Bilindiği gibi, Beş Şehir’de İstanbul, Ankara, Bursa ve Konya’yı daha çok mimari ve coğrafi özellikleriyle anlatan Tanpınar, Erzu- rum’u anlatırken, insan-mekân ilişkisinde önemli gördüğü kültür öğelerini öne çıkarır. Erzurum’un Türk tarihine, Türk coğrafyasına 1945 metreden baktığını söyleyen Tanpı- nar, şehrin macerası anlatmadan önce bu yüksekliğin göz önünde tutulması gerektiğini hatırlatır. Gerçekten de bu yükseklikte kurulmuş başka şehirler vardır ama bu rakımda kurulmuş bir kültür şehri yoktur. Tanpınar, Erzurum’un Türk tarihindeki yerini belirler- ken, Malazgirt ile birlikte yeni vatana giren atalarımızın ilk fethettikleri büyük, merkezi şehirlerden birinin Erzurum olduğuna dikkat çekerek, Türk tarihinin ikinci dönümü kabul edilen Milli Mücadele'nin temelinin de yine Erzurum'da atılmasının bir tesadüf olmadı- ğını düşünür. Ona göre “hür, müstakil yaşamak iradesi” bu şehirde ortaya konur. Tanpı- nar, Tarihimiz açısından son derece önemli bu iki hadise arasında iki imparatorluğun acı, 34
tatlı bir yığın tecrübesinin “bir cemiyet ruhu, bir millet terbiyesi, bir hayat görüşü, bir zevk, sanat anlayışı” meydana getirdiğini belirterek, Erzurum’un dünü ve bugünü biz an- latır der (Tanpınar 1969: 67-68). Çalışmanın ve zenginliğin (varlığın) olduğu yerde sosyal düzenin de kendiliğin- den doğduğuna dikkat çeken Tanpınar, Eski Erzurum’un çok muntazam bir çerçeve içinde olmasını, kültürel kimliğin inşasını kolaylaştıran etkenlerden biri kabul eder. Tan- pınar, Arap dil âlimi Abdullah el-Kalȋ'nin Erzurum’daki medreselerde yetiştiğine dikkat çekerek bu şehirdeki İslami ilim geleneğinin ve buna bağlı olarak gelişen sosyal düzenin Osmanlılardan çok daha öncesine ait olduğunu söyler (Tanpınar 1969: 34). Tanpınar, Beş Şehir isimli eserinde geleneksel yaşantının kimlik inşasına katkısı üzerinde düşüncelerini anlatırken, âşıklık geleneğinin bu bölgedeki varlığına dikkat çe- ker. Şüphesiz bu güçlü gelenek, şehrin kültürüne, bu şehirde yaşayanların kimliğine önemli ölçüde katkı sağlar. Ticaret yolu üzerinde kurulan Erzurum’un ticarî hayatı, güçlü bir esnaf geleneğini de beraberinde getirir. Bu esnaf, şehrin kültürüne, sosyal hayatın ge- lişmesine önemli ölçüde katkı yapar; sağlam bir sınıf şuurunun oluşmasına zemin hazır- lar. Tanpınar, buna bağlı olarak esnaf ve eşrafın birbirlerinin statülerine hürmet ettiklerini, bunun da insanî ilişkileri güçlendirdiğini düşünür. Çalışan üreten bireylerde kendine gü- venin oluştuğunu, nefsine saygının başladığını belirten Tanpınar, bu güçlü gelenek saye- sinde henüz iş hayatına adım atmış çocuklarda bile özgüvenin ve mesuliyet fikrinin ge- liştiğini söyler (Tanpınar 1969: 36-37). Bu çerçevede düşüncelerine yer vereceğimiz ikinci isim Necip Fazıl Kısakürek olacak. Necip Fazıl, 23 Ekim 1939’dan 19 Nisan 1943’e kadar Son Telgraf gazetesinde neşrettiği yirmi bir yazısında Erzurum’u ve Erzurumluyu anlatır. 1943 yılının Ocak-Nisan ayları arasında yaklaşık dört ay Erzurum’da kalır. Bu yazılar daha çok, Erzurum’a yaptığı seyahatler ve burada geçirdiği günlerle ilgili gözlem ve tespitlerinden oluşmaktadır. Söz konusu yazılar, muhtevası itibariyle değerlendirildiğinde, Erzurum’u, insanî, tabiî, mi- marî, ahlâkî, içtimaî, lisanî ve coğrafî özelliklerine varıncaya kadar, geniş bir çerçevede ele aldığı görülür. Anadolu’nun en saffetli yerlerinden biri olarak değerlendirdiği Erzu- rum’un onda bıraktığı ilk izlenim, insanlarıyla ilgilidir. Ömrü boyunca aklından çıkarma- yacağı, saffet ve asaletin bu en yüksek rakımlı şehirdeki temsilcilerine karşı, hiç değiş- meyecek olan bir kanaati ve muhabbeti ömrü boyunca muhafaza eder (Şengül 2014:157). 35
Bu şehir, “serseri kuşlar gibi gagalarından çorak topraklara serptiği” tohumların en gür mahsullerini verir. 1963’te bir konferans vesilesiyle geldiği Erzurum’da bunu “dehşet ve haşyetle” gördüğünü söyleyecektir (Kısakürek 1978: 254). Erzurum’a ikinci defa geldiği 1939’un Ekim ayında, bu şehri; “Anadolu şarkının
şeklinde isimlendirir. Necip Fazıl’ın Erzurum’la ilgili en geniş kanaatlerini Ocak 1943-Nisan 1943 ta- rihleri arasında yazdığı yirmi gazete yazısından öğreniriz. Bu yazılarında dikkat çektiği konulardan biri, tabiatla insan arasındaki müthiş benzerlik ve uyumdur. Tıpkı, insanla, gündüz ve gece gibi... Gündüz ve geceler, ışıkların “vuzuh ve sarahati” (açıklık) bakımın- dan en büyük özelliğidir bu şehrin. Bu yüzden Erzurum’da renkler ve tonlar çok kesindir. “Erzurum” isimli yazısında bu şehrin ufuklarında, gök kubbesinde hiçbir “müphem, bu- lanık, mütereddit ifade”nin olmadığını söyler. Tıpkı havası gibi insan da nettir bu coğraf- yada. Aynı yazının devamında, yerin, göğün, insanın kısacası her şeyin billur gibi berrak olduğunu söyler (Kısakürek 2010b:150). Erzurum’da tespit ettiği bir diğer husus, bu şehrin mimarisiyle ilgilidir. Necip Fa- zıl, Erzurum’da gerek Selçuklunun, gerek Osmanlı’nın bu şehrin tabii şartlarına göre ge- liştirdikleri bir mimariyle karşılaştığını söyler. Üstelik bu mimari, sadece coğrafî özellik- leriyle değil, insanı ile de büyük bir uyum içindedir. Şaire göre, bu şehirdeki insanlar, “tarihî soyluluğu” bütün ihtişamıyla yaşamaktadır (Şengül 2014:158). Tarihî zaman içinde yaşananlar, bu şehirde insanla-tabiatı, insanla-sanatı yan yana ve iç içe yaşar hale getirmiştir. “Yine Erzurum” isimli yazısında Erzurum’un Türk tarihinin en soylu kök baş- larını gösteren bir şehir olduğunu, Şarkî Anadolu Türkünün halis örneği olan bu şehirde mert, samimî, açık, dürüst ve içli insanların yaşadığını belirtir (Kısakürek 2010b:151). Necip Fazıl’a göre Şair Nefi, İbrahim Hakkı gibi nice Türk büyüklerini yetiştiren Er- zurum, bu insanlar sayesinde büyük ve ebedî şehir hüviyetine yükselmiştir (Şengül 2014:159). Necip Fazıl’ın Erzurumlu münevverleri beğenmesinin temel sebebi, gayet ras- yonalist oluşlarıdır. Bu takdire şayan bir durumdur. Tıpkı dünküler gibi, bugünkülerin de aynı çizgide olmasından memnun olan Necip Fazıl, “Avrupa’da Türk Talebesi” isimli yazısında, dün ile bugün arasında değişmeyen bu çizgiden duyduğu memnuniyeti anlatır (Kısakürek 2010b:180-182).
36
Yukarıda da söylediğimiz gibi Erzurum büyük acılar yaşamış bir şehirdir. İlki 1828, ikincisi 1878 ve sonuncusu 1916’da yaşanan büyük acılar şehir-insan-kimlik açı- sından değerlendirildiğinde kadim kültürün ve yaşanan acıların birey kimliğinin gelişme- sini doğrudan etkilediğini görülür. 1878 Rus işgalinde şehrin topyekûn işgale karşı çık- ması, bu kimliğin bir neticesidir. Erzurum Valisi Kurt İsmail Hakkı Paşa, işgal sırasında Saraya gönderdiği telgrafta şehir halkının -çocuk, kadın ve yaşlılar dahil- askere yardım ve düşmana karşı çıkma konusunda çok büyük yararlılıklar gösterdiğini söyler (Tozlu 1991:50). Ahmet Muhtar Paşa’nın işgal sırasında şehir halkı ile ilgili tespitleri aynı doğ- rultudadır (Tozlu 1991:51). Yine 1916’da yaşana Ermeni mezaliminde devletin askeri anlamda yetersiz kal- ması üzerine bölge halkının Ermeni çetelerine karşı direniş birlikleri oluşturdukları ve bulundukları yerlere bu çeteleri yaklaştırmayarak halkı katliamlardan kurtarmış olmaları, (Demirel 1993:116-117) yukarıda ifade etmeye çalıştığımız şehir-insan-kimlik ilişkisinin bir neticesi olarak değerlendirilmelidir. Mustafa Çetin Baydar “Erzurum’u Anlamak ve Anlatmak” isimli yazısında şehir- insan ilişkisine dikkat çekerek en az bin yıllık bu Türk şehrinin aynı zamanda bir seciye şehri olduğuna dikkat çeker. Onu seciye şehri haline getiren tarihinden, kültüründen, coğ- rafyasından süzülüp gelen mükemmel bir terkiptir. Bu terkip Erzurum’u bir “kimlik şehri” yapar. Bu özelliğinden dolayı yaşadığı bunca felakete, yıkımlara rağmen bugün bile iç ve dış sömürüden en az zarar gören şehir olma özelliğini muhafaza etmektedir (Baydar 1989:20-21). Maddî varlığın vakıflar eliyle topluma geri dönmesi gibi bir sosyal kurumun, zen- gin ailelerin aristokrat tavırlarının, İslami ölçüleri aşmamasını sağladığını belirten Bay- dar, toplumu çürüten fena hallerin ve insanı köleleştiren acımasız despotların bu kadim kültürün sağladığı ruh halinden dolayı toplumun gündemine giremediğini belirtir. Baydar aynı yazının sonunda Erzurumlunun izzetinefis sahibi olmayı bir hayat felsefesi haline getirdiği, asırlardır bu kimlikle yaşamayı seçtiği, bugün bile bu ahlaki erdemin örneklerini her yaşta insanda tecrübe etmenin mümkün olduğuna dikkat çeker. Erzurum’u yalnız dadaşların değil, efsanelerin, destanların, türkülerin, koşmaların da vatanı olarak nitelendiren Mehmet Önder, bu tespitleriyle bugüne kadar dikkatlerden kaçan Erzurum insanının sahip olduğu ruh zenginliğine dikkat çeker (Önder 1989:195). 37
Sosyologların Erzurum’u “Töreli bir şehir” olarak isimlendirdiğine dikkat çeken Çetin Baydar, “içtimaî bir yürek” taşıyan bu şehrin, dinî ve mukaddes olanları yaşayarak bir aşk ve şevk oluşturduğunu söyler. Çetin Baydar, Erzurum’u “Şehir kadrosunda yaşattığı büyük ruhları ile bir “dünyevî şehir”den çok “Bu dünyada ol ama bu dünyada olma” esprisine yönelmiş bir “öteler şehri” (Baydar 2000:128-130) olarak isimlendirir. Şüphe- siz bu ruh zenginliği şehir-insan-kimlik kombinasyonunun bir neticesidir. Sağlıklı nesil- ler, sağlıklı mekânlarda yetişir. Sağlıklı mekân pahalı, şaşalı, gösterişli mekân değildir. Söz konusu kombinasyonun oluşmasına vesile olacak üç sacayağının sadece biridir. Download 3.66 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
ma'muriyatiga murojaat qiling