Sevgili Milena
Download 0.97 Mb. Pdf ko'rish
|
Sevgili Milena - Franz Kafka ( PDFDrive )
(*) Anlaşılan Milena böyle bir telgraf çekmek istemiş.
Geldi bir mektup ama, böylesiymiş, ne çıkar? Akşamki mektuplarına sözüm yok; dediğim gibi, bu rahat - rahatsızlığım onlarla da geçmiyor, yerleşti bir kez. İyi olacak seni görmem. Yarın ya da öbür gün telgrafı çekerim sana (Ottla bugün pasaport işini yola koyacak.) Bu cumartesiye gelebilirim bile, belli olmaz (ama, Viyana olamaz bu hafta, geç kaldım, dönüş biletimin önceden alınması gerekir de ondan), sen de gelip gelemeyeceğini telgrafla bildirirsin. Telgrafı vaktinde alabilesin diye, gece de olsa giderim postaya. Şöyle yapacağım demek ki: "Olamıyor" diye yazarsam, bu hafta gelemeyeceğimi anlarsın, Bu telgrafa senden karşılık beklemem o zaman, mektupla anlaşırız gene. (Önümüzdeki ay içinde nasıl buluşacağımız, senin iznini nerede geçireceğine bağlı... Anlaşılan daha uzaklara gideceksin, öyle olursa, bir ay göremeyeceğiz birbirimizi, ne yapalım.) Bir de bakarsın ki, "Cumartesiye Gmünd'deyim" diye bir telgraf çekerim. Ozaman senden, ya: "Gelemiyorum", ya da "Cumartesiye oradayım", ya da "Pazara oradayım" diye bir karşılık beklerim. Bu iki son durum karşısında telgraf karşılığı istemez artık. (Hayır, çektiğin telgrafın elime geçtiğini bilmen için, ben sana gene bir telgraf çekerim.) Gmünd'de buluşmak için yola çıkıyoruz. Milena, cumartesiye ya da pazara görüyoruz birbirimizi! Söylemesi ne kolay, değil mi? İki saatim gitti, mektubu, bırakmak zorunda kaldım. Otto Pick(*) gelmişti. Yorgunum. Ne zaman görüyorum seni? Yarım saat içinde üç kez bile duyamıyorum adını, ne kötü. Nerdesin? Yola mı çıktın? Kulübenin olduğu köye mi gidiyorsun? Ben de yoldayım, uzun bir yolculuk bu. Sakın üzme kendini bundan ötürü, yalvarırım, ne de olsa yolda sayılırız artık, daha olmazsa kaçıp gider insan. (Devinmeye kalıyor iş.) (*) Prag'h bir ozan. "Prag Basını" adlı gazetenin sahibi ve Kafka'nın eski bir arkadaşı. Salı Doktor nerede? Baştan sona okuyorum mektubu, doktorun sözünü bulurum diye, ama bulamıyorum. Nerede o? Uyuyamıyorum; uykusuzluğum bundan demek istemiyorum, çünkü yalnız ezgiden yoksun olanlara uyumayı sağlarmış üzüntü; gene de uyuyamıyorum ben. Viyana yolculuğundan bu yana çok mu zaman geçti? Çok mu övdüm mutluluğumu? Sütle tereyağ değil de sen mi gerekiyorsun bana? Nedenlerin hiçbiri bunlar değildir belki, ama, güzel geçmiyor günlerim. Üç gündür tek başına oturmanın mutluluğunu da yitirdim, bizimkilerin yanına taşındım gene. (Onun için çabuk geçti elime telgrafın.) Tek başıma oturmak değildi beni mutlu kılan belki, yalnız o değildi, elimin altında iki evimin olması önemliydi: Birinde günü, ötekinde, daha uzak olanında akşamı ve geceyi geçirmek. Anlayabiliyor musun? Ben anlamıyorum, ama böyle işte. Ah, odandaki o dolap! İlk çekişmemiz onun yüzünden olacak, biliyorum. Ben: "Atalım şunu diyeceğim, sen: "Hayır" diyeceksin. Ben: "Ya o, ya ben" diyeceğim, sen: "Benziyorsunuz birbirinize, ama ben dolabı isterim" diyeceksin. "Peki" diyeceğim, ağır ağır basamakları (hangi basamakları dersin?) ineceğim. -Tuna'yı boylamadımsa, daha yaşıyorum demektir! Sevmiyor da değilim dolabını, ama giyme her gün p giysiyi. Eskiteceksin, bana bir şey kalmayacak. Demek çıkıyorsun yolculuğa, ama vizeni alamamışsın daha. "Gel" dediğimde gelemeyeceksin anlaşılan, bu güveni de yitirdim böylece. Bir de uyuyayım istiyorsun. Ya doktor? Nerede o? Yok ortalarda gene. Kongre için özel bir pul çıkarmışlar, bende var sanıyordum. Ama bugün "Kongre pullan" diye bayağı pul getirdiler, üstlerine kongre damgası vurulmuş, o kadar; bu damgadan ötürü de epey pahalı, delikanlının anlayacağını sanmıyorum. Bir tane koyacağım her mektuba, pahalılığından ötürü hem her gün teşekkürünü duyayım diye! Gördün mü işte, kalem ucun bitmiş! Neden Viyana'daki vaktimizi daha iyi geçirmedik? Sözgelişi, neden hep o kâğıtçıda kalmadık? Ne güzeldi orası, biz ne türlü yakındık birbirimize. Alıkça ettiğim şakaları anlatma sakın dolaba. Odanda duran her şeyi seviyorum, çılgın gibi. bil bunu. Doktor ne oluyor? O pul toplayan delikanlıyı çok sık mı görüyorsun? Kurnazca sorulmuş bir soru değil, öyle görünüyorsa da. Uyumayınca insan, ne sorduğunu bilmeden sorar. Durmadan sormak gelir insanın içinden, uyuyamamak demek, bir şeyler öğrenmek demektir, zaten; sorulara karşılık bulunsa kaçar mı kişinin uykusu? İpe sapa gelmeyen bu sözler ne saçma, değil mi? Alabildin mi pasaportunu? Salı Cuma günü yazdığın bir mektup geldi; perşembe günü yazdınsa sorun yok, yolda yitirilmiş olmasın da. Benim için yazdıkların korkunç bilgiççe şeyler, bir şey ekleyecek değilim onlara, dokunmayacağım, olduğu gibi kalsın. Bir yerine dokunmak istiyorum yalnız, senin söylediğinden daha açık söylemek için: Mutluluğum surdadır benim! Bütün insanlar - önemli bulduklarım başta gelir elbet - iyidir bence, kafamla, yüreğimle inanırım iyi olduklarına... (Biri girdi içeri, korktu beni görünce, boşluğa dalmış bu konuyu yansıtan bir yüzle oturmuşum da...) Ama bedenimi inandıramam nedense, gerektiği zaman bütün insanların iyi olabileceklerine inandıramam bedenimi, ürker, siner, bu korkusundan kurtulmak için bir denemeye girişmektense saklanacak delik arar. Mektup yırtmaya başladım gene, dün gece yırttım bir tane. Benim yüzümden çok mutsuzsun öyle mi? (Başka şeylerin de payı olmalı bunda, birbirini etkiler her şey.) Çekinmç, giderek daha açık söyle, birden olmaz elbet. Dün doktora gittim. Umduğum çıkmadı, doktor da terazi de iyileşmiş bulmadı beni, ama kötüleşmiş de bulmadılar. Hemen gitmeliymişim buradan, Güney İsviçre'yi salık verdi, durumu anlatınca aklı yattı, ben bir şey demeden, Avusturya'da iki sanatoryum adı verdi: Dr. Frankfurter'in yönettiği Grimmenstein'dakiyle, Wiener Wald Sanatoryumunu; posta durumlarını söyleyemedi. Sen öğrenebilir misin? Bir eczaneden, ya da bir doktordan? Telefon defterinden de bilgi edinebilirsin, ama acelesi yok. Gideceğim de belli değil zaten. Yalnız ciğer hastalarını alan yerlerdir buraları, gece gündüz öksüren, durmadan ateşi çıkan büyük yapılar. Eti zorla yedirirler insana, zorla iğne yaparlar, karşı koyacak olsan, cellat kılıklı adamlara tutturup gene de yaparlar iğneyi, sakalını sıvazlayan Yahudi doktorlar da ses çıkarmadan bakarlar, acımazlar, ne Yahudiye, ne Hıristiyana. Son mektuplarının birinde (yeniden okumayı göze alamıyorum bu mektuplarını, şöyle bir okuduğum için iyi anlamamış olabilirim, öyle sanıyorum) işin bitmeye yüz tuttuğunu yazıyorsun. Gerçek mi bu? Yoksa geçici bir üzüntünün payı mı ağır basıyor? Bir daha okudum mektubunu, "korkunç" sözünü geri alıyorum, ne de olsa kimi yerini eksik, kimi yerini de çok yazmışsın; öyleyse mektubun yalnız "bilgiççe" yazılmış. Güçtür yaşayanlara hortlaklarla "köşekapmaca" oynamak. Blei'la (*) birlikteydin, demek. Ne âlemde o? Anlıyorum saçma buluşunu, iki yön arasmda bocalanır, haklısın! Çünkü güzel yanı vardır, yalnız, aşağı yukarı elli bin kilometre ötede olur da gelmemek için direnirse... Hele Salzburg'un çanları da çalmaya başlayınca bin kilometre daha öteye kaçar... ne olur ne olmaz diye! (*) Franz Blei: Romana. Download 0.97 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling