Ankara üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ


J. Ortak Kültüre Rağmen Anlaşmazlık


Download 6.7 Mb.
Pdf ko'rish
bet53/55
Sana21.10.2017
Hajmi6.7 Mb.
#18398
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   55

J. Ortak Kültüre Rağmen Anlaşmazlık

     

 Osmanlı-Safevi  sosyal  iliĢkileri  soy  birliği,  ortak  kültürü,  Ġslamiyet  ve 



baĢlangıçları  aynı  düĢünceyle  tarih  sahnesine  çıktılar.  Ama  neden  ġia  ve  Sünnet 

adıyla iki kutup olarak karĢı karĢıya gelip ve kendilerini ikilemde bıraktılar. Öyle ki 

bir  tarih  öğrencisi  ilk  görüĢünde  sanki  bu  iki  Devlet‟te  hiçbir  ortaklık,  birlik  yok 

sanıyor ve onların kökten zıtlık içinde ve barıĢmayan düĢmanlar gibi görürler. Genel 

yargıçlık  dıĢında  ortak  din,  soy  ve  kültürü  olan  Osmanlı  ve  Safeviler  her  ikisi  de 

gücünü  arttırmak  ve  geliĢtirmek  istiyordu.  Bu  iki  Devlet  güce  eriĢmek  için  herkesi 

yoldan  kaldırıyorlar  ve  bunların  iç  siyasetlerine  baktığımız  zaman  da  Ģunu 

görmekteyiz. Hz. Ali veya diğer sehabelerle ilgileri olmayan dünya saltanatı için iki 

Devlet de kendilerini onların soyuna bağlıyorlardı. Kendi saltanatlarına uygun olarak 

her ikisi de din de aĢırı yapıyorlardı. Maalesef biri ġia diğeri Sünni adıyla birbirini 

tehdit ederek ellerinde kılıçla karĢı karĢıya geldiler.

2854


 Bu sır Ģimdiye kadar açılmadı 

ama  bizim  araĢtırmamız  iki  kardeĢ  Habil  ve  Kabil‟in  çatıĢmalarının  nedeni  ve  bu 

sorunun çözmesine yardım edecektir.  

 

 



 

 

 



 

 

                                                 



2854

 Hamer Purgsthal, Tarih İmparatoriye Osmanı, çev. Mirza Zeki Veliabadi, 

        CemĢid Kiyanfar çalıĢması Zarrin Yayınları, I.baskı, Tahran 1988, s 832. 


925 

 

Sonuç

       

 

   Tarih,  rastgele  sıralanan  bir  olaylar  zinciri  değildir.  Tarihçinin  görevi  de 

kronolojik bir liste düzenler gibi sadece meydana gelen olay ve olguları tarihsel olarak 

aktarmak  değildir.  Tarihçinin  tarihsel  olay  ve  olgulardan  yola  çıkarak  teori  üretmesi 

olağan  bir  durumdur.  Ancak  tarihçinin  gerçeklere  ulaĢması,  çeĢitli  özellikleri  olan 

bütün  toplum  ve  kavimleri  aynı  teoriyle  açıklaması,  açımlaması  ve  serimlemesi 

mümkün değildir. Tarihteki olay ve olguların kendi varoluĢ ortamlarından soyutlanıp 

günümüz olay ve olguları çerçevesinde yorumlanması yaĢanılan kavram karmaĢasının 

en büyük nedenidir.

  

   Ġnsanın manevi durumunu etkileyen Tarih Felsefesi, insanın tarihten gelen ortak 



yaĢanmıĢlıklarını, geleceğe dönük ülkü birliğine çevirir. Fakat  Ġslam dünyasında Ġbni 

Miskeveyh  ve  Ġbni  Haldun  gibi  istisnalar  dıĢında  bilimsel  bir  tarih  yazımı 

geliĢmemiĢtir.  Onun  yerine  Müslümanlar,  Tarih  Felsefesi  alanında  Bâtınî-irfanlık 

gruplardan etkilendiler. Tarih  yazımında ise dönemin hâkim olan hükümdarları temel 

alınarak kiĢisel ve öznel bir tarihsel sistematik anlayıĢ benimsendi. Böyle bir düĢünce 

dünyasında  ise  tıpkı  Mezopotamya‟da  ve  Glasnotic  algılayıĢta  hâkim  olan  bir  tarih 

felsefesi geliĢmiĢtir. 

   Tarihin  önemi  insanlara  sorumluluk  duygusu  yüklemesidir.  Bu  da  insanın 

ve  toplumun  kendi  kiĢisel,  toplumsal,  bölgesel  ve  evrensel  durumunun  farkında 

olmasını  sağlar.  Tarih  geçmiĢten  günümüze  dek  halkların  ardında  bıraktığı 

tecrübelerdir. Tarihi tecrübeler yani halkın yaĢadıkları bize Ģimdi ve gelecekte ne 

yapacağımızı  gösteren  bir  pusuladır.  Bizim  geçmiĢte  ne  yaptığımız  gelecekte  ne 

yapacağımızın göstergesidir. Her toplum tarihi mirasını kuĢanarak geleceğini var 

eder.  Tarihsiz  bir  gelecek  köksüz  bir  ağaca  benzer.  Toplumlar  kendilerini 



926 

 

anlamlandırmak  ve  tanımlamak  için  köklerine  yani  geçmiĢine  dönmek 



zorundadır. Tarih bu bakımdan istikbalin kıblesidir.   

Bizim  için  tarih,  günümüz  dünyasındaki  konumumuzu  ve  durumumuzu 

anlamaktır.  Bu  anlama  çabası  sadece  tarihten  kalan  geleneklere  uymak  değildir. 

Tarihin asıl anlamı, nasıl bir düĢünce değiĢimine uğrandığını anlamak ve bu sayede 

zaman içinde kendimizi nasıl konumlandırmamız gerektiğini idrak etmektir.  

Tarihsel  olay  ve  olgulara  ya  da  Ģahsiyetlere  keskin  bir  Ģakilde  doğru\yalnıĢ 

yargıları  içinde  bakmamak  gerekir.  Tarih  araĢtırmalarında,  bir  olgu  ve  olaya  veya 

Ģahsiyete  zaman  içindeki  değiĢimleri  çerçevesinde  bakmamız  gerekmektedir.  Bir 

olay  hakkında  doğru  bir  yargıda  bulunabilmek  için  o  dönemin  siyasi,  ictimai  ve 

iktisadi  koĢullarını  bütüncül,  kuĢatıcı  bir  Ģekilde  idrak  etmemiz  gerekmektedir.     

Tarihi kiĢileri ilahlaĢtırmak ve onları övmek bizi bilimsellikten uzaklaĢtırır ve siyasi 

görüĢümüzü  özgürce  ifade  etmemize  engel  olur.  Tarih  derslerini  yaĢamımıza 

uygulamak,  tarihi  kiĢileri  ilahlaĢtırmamak  ve  olaylardan  ders  ve  ibret  almaya 

bağlıdır.  Zaten  ibret  kelimesinin  anlamı  bir  yerde  duraklamamak,  geçit  ve 

ilerlemektir.  Eski  çağlarda  kimin  güçlü  bir  ordusu  olmuĢsa  kendini  güçlü 

hissetmiĢtir.  Ama  yaĢadığımız  çağ  bilgi  ve  bilim  çağıdır.  Siyasi  bilincini  ve  yeni 

siyasi  teorisini  üreten  bir  millet  kendini  fikri  gerilikten  kurtaracak  ve  fikir  olarak 

ilerleme  kaydedecektir.  Tarih  konusundaki  tabuları  ve  zihni  engelleri  kırmak 

istiyorsak bunu tarihten aldığımız derslerle gerçekleĢtirebiliriz. 

Yukarda  söylenenlerin  ıĢığında  Osmanlı-Safevi  dönemi  olayları  ve  o 

dönemdeki  Ģartları  değerlendirelim.  Buna  göre,  bu  iliĢkilerin  iyi  öğrenilmesi  ve  bu 

ikili iliĢkide yaĢananların günümüz olaylarıyla karĢılaĢtırılarak ders alınması gerekir. 



927 

 

Böylece  o  dönemde  yaĢanan  olayları  sıhhatli  bir  Ģekilde  tahlil  ederek  onların 



yaptıkları yanlıĢları tekrar etmez ve doğru iliĢkiler kurabiliriz. 

       Sultan Selim ve ġah Ġsmail zamanından baĢlayıp süregelen bu anlamsız savaĢla 

birlikte,  Osmanlı-Safevi  arasında  uzun  süren  barıĢ  dönemleri  de  vardır.  Bu 

savaĢlardan  dolayı  birçok  insanın  kanı  döküldüğü  gibi  ülkesini  terk  etmek  zorunda 

kalanlar  da  olmuĢtur.  SavaĢtan  kurtulanlar  da  hüzün  içinde  sevdiklerinin  ve 

yakınlarının  eksiklikleriyle  hayatlarını  devam  ettirmeye  çalıĢtılar.  Bu  halklar 

gelecekte  de  aynı  kaderi  paylaĢtılar  ve  savaĢan  her  iki  devletin  toprakları  batılı 

ülkeler tarafından parçalandı ve iĢgal edildi. Bu savaĢlardan dolayı her iki devlet de 

dünyadaki nüfuzlu konumlarından çok zayıf bir konuma gerilediler. Daha öncede bu 

iki  kardeĢin  arasını  bozan  Batı  dünyası  sonradan  bu  ülkelerin  iç  iĢlerine  müdahale 

ederek  onların  zayıflamalarına  neden  oldu.  Osmanlı-Safevi  iliĢkilerinden  almamız 

gereken ders ise savaĢı geçmiĢte bırakmak bugün olduğu gibi gelecekte de her daim 

barıĢı  savunmak  olmalıdır.  Çünkü  bir  millet  geliĢimini,  sadece  barıĢ  ortamı  içinde 

tamamlayabilir.  

        

Bugünkü  dünyada  hükümdarların  kim  olduğu  önemli  değil;  ülkelerini  hangi 

yöntemle  yönettikleri  önemlidir.  Ancak  Osmanlı-Safevi  döneminde  imparatorluk 

sistemi  hâkim  olduğu  için  yöntemler  yerine  hükümdarın  kiĢisel  özellikleri  önem 

taĢımaktadır.  Ġmparatorluk  sisteminin  ana  temelleri  kiĢiye  bağlı  ve  Ģahıslara  tabi 

olduğu için hükümdar liyakatli bir kiĢiliğe sahipse, imparatorluk da tarih sahnesinde o 

nispette  hayatına  devam  edebilmiĢtir.  Ancak  bu  sistemi  sürdürmeye  yarayacak 

özellikler  hükümdarda  bulunmazsa  imparatorluk  duraklamaya  baĢlayacaktır. 

Osmanlılar için  Kanuni‟den sonra ve Safeviler için de  I. Abbas‟tan sonra duraklama 

süreci bu sebeple baĢlamıĢtır.    



928 

 

Eski  çağlarda  hükümdarlar  halkların  kaderlerini  tayin  edebiliyorlardı. 



YaĢadığımız  çağda  ise  halklar  kendi  kaderilerini  kendileri  tayin  edebiliyorlar. 

Günümüzde liderlerin kaderlerini halklar belirleyecektir. YaĢadığımız çağda milletler 

siyasi kaderlerini belirleyebiliyorlar ve ülke yönetimlerini değiĢtirebiliyorlar. Her iki 

ülkenin de bugünkü halkları bu yönetim Ģeklini fazlasıyla hak etmektedirler. Bu iki 

ülkenin  eski  konumlarını  koruyamamaları,  günümüzde  sadece  küçük  çaplı  güçler 

olarak  kalmalarına  sebep  olmuĢtur.  Bu  durum  günümüzde  Osmanlı  ve  Safevi 

Devletleri yerine kurulan Türkiye ve Ġran‟ın batıya olan güvenlerinin boĢa çıkmasına 

ve  her  iki  ülkenin  kendilerine  olan  güvenlerinin  de  olumsuz  yönde  etkilenmesine 

neden olmuĢtur. Bilgi olarak geçmiĢ nesiller, günümüzden daha geriydiler, fakat bu 

durum aynı zamanda onların sorumlu davranmalarını engellemiyordu. Dönemin her 

iki  devletinin  halkı  da  günümüzden  çok  daha  fazla  sorumluluk  sahibiydiler. 

Günümüzdeki nesiller bilgi açısından daha ileri olmalarına rağmen eski halklar gibi 

sorumluluk  sahibi  değildirler.  Günümüzdeki  nesiller  sorumluluk  bilinciyle 

yaĢamazlarsa  gelecek  nesillerin  geri  kalmalarının  müsebbibi  olacaklardır.  Bunu 

sağlayabilmek  ancak  özgür  düĢünce  ve  adaletle  elde  edilebilir.  Böylece  bir  millet 

özgürlükler  sayesinde,  gerekli  geliĢme  ve  yaratıcılığa  ulaĢabilir.  Bu  açıdan 

geliĢebilmek için kendi özümüze dönmeliyiz. Bir ülke veya toplumun sorunlarını o 

ülkenin  tarihçileri  iyi  bilirse  bu  sorunlar  kolaylıkla  çözülebilir.  Bugün  Ġslam 

ülkelerinde  bu  sorunları  çözebilmek  için  tarihçilere  hak  ettikleri  değer  yeteri  kadar 

verilmemektedir.  

 

 Onaltıncı  yüzyılda  iki  büyük  güç  vardı.  Bunlardan  biri  Hıristiyanlığı  temsil 



eden Batı, diğeri de Ġslam‟ın resmi gücü olan Osmanlıydı. Ġran bu iki kutbun arasında 

yer aldığı için özel bir mevkiye sahipti. Bu yüzden doğu-batı çatıĢmaları bu iki gücün 



929 

 

ekseninde devam  etmekteydi.  Bu arada  Batı ve  Orta Avrupa  yeni  yeni  canlanmaya 



baĢlamıĢ ve Orta Çağı geride bırakmıĢtı. Yeni bir coĢku, devrim, hareket ve ilerleme 

batıyı baĢtan aĢağı sarmıĢtı. Batı teknolojik güce tam anlamıyla sahip olmadığı için 

Osmanlı, cihat  gücüyle sürekli olarak Hıristiyan topraklarını (Ġtalya, Yunanistan ve 

doğu Avrupa ve Avusturya) kolaylıkla ve etkin biçimde kuĢatabiliyordu. Nitekim 16. 

yüzyılda  Doğu  Avrupa  tamamen  Osmanlı  egemenliğindeydi  ve  Osmanlı  gücü 

Akdenizdeki  en  büyük  güç  konumundaydı.  Bu  dönemde  Osmanlı  Ġmparatorluğu 

tamamıyla  Ġslami  ölçülere  göre  hareket  etmemekteydi  buna  rağmen  Osmanlı 

Ġmparatorluğu  islamı  yıkmak  isteyen  batı  dünyasına  karĢı  büyük  bir  set  ve  aĢılmaz 

bir  engel  oluĢturmuĢtu.  Bu  açıdan  araĢtırmamızı  sadece  Osmanlı  gözüyle  değil  her 

yönüyle değerlendirmemiz gerekmektedir. Ġranlılar ve Türkler eskiden beri birbiriyle 

komĢu  ve  iç  içe  yaĢamıĢ  ve  iliĢkileri  uzun  bir  süreçte  sulh  içinde  kalmıĢtır. 

Gazneliler, Selçuklular, HarezmĢahlılar, Moğollar, Timurlar, Osmanlılar, Akkoyunlu 

ve  Karakoyunlu  zamanından  beri  birlikte  yaĢıyorlardı.  Öyleki  tarihçilerin 

saptamasına göre örneğin Ġranlı Tarihçi Bastani Parizi bunları birbirinden ayırt etmek 

mümkün  değildir  demektedir.  Bu  iki  devletin  tacirleri  komĢu  ülkelere  gidip 

geliyorlardı  ve  uzak  ülkelerle  ticaret  yapmak  için  birbirlerinin  topraklarından 

geçiyorlardı. Ġran ve Osmanlı elçileri yoldaĢlarıyla sınırdan geçtiği zaman birbirinin 

toprağına  girerken  masraflarını  baĢkente  kadar  karĢılaĢıyorlardı  ve  birbirlerini 

misafir  ediyorlardı.  Her  ikisi  de  Ġslamiyete  inanıyorlardı  ve  ortak  kültür,  ortak 

dertleri  ve  her  iki  halkın  ortak  noktaları  vardı.  Bunun  da  nedeni  bu  halkların  uzun 

zamandan  beri  iletiĢim  halinde  olmaları  ve  atasözleri,  Ģiir,  edebiyat,  tasavvuf,  irfan 

ve aĢık kültürü gibi konularda ortak olmalarıydı. Osmanlı Sultanlarının, örneğin  II. 

Mehmed  ve  II.  Bayezid‟in,  Ġran‟ın  seçkin  ve  arifleriyle  mektuplaĢmaları  vardı. 


930 

 

Batılılar  kendi  menfaatleri  için  bu  halklar  arasında  ihtilaflar  çıkarmıĢlardır. 



Hıristiyanlar  Ġslam  dünyasının  pazarını  ve  topraklarını  ele  geçirmek  için  Ġslam 

dünyasıyla ilgili  ikili bir politikayı  izlemiĢ ve kendileri  için büyük bir engel  olarak 

gördükleri  Osmanlı‟yı  yıkabilmek  için  Safaviler  ile  anlaĢma  yoluna  gitmiĢlerdir. 

Ancak bu antlaĢmadan herhangi bir sonuç alamadıysalar da iki devletin birbirleriyle 

olan  iliĢkilerini  bozmuĢlardır.  Batılıların  bu  iki  Devlete  karĢı  yaptığı  antlaĢmanın 

temelinde  ise  Ġslam‟ın  iki  büyük  gücü  olan  Osmanlı  ve  Safavileri  yıpratarak  yok 

etmek vardı. Batı‟nın bir planı da Memlükleri ortadan kaldırmak için Moğolları ve 

Osmanlılara  karĢı  Uzun  Hasan‟ı  desteklemektir.  Moğollar  Ayn-ı  Calut‟ta  ve  Uzun 

Hasan  Otluk  Beli‟de  yenildikten  sonra  onları  desteklemeyi  bırakmıĢ  hatta  Çaldıran 

savaĢından sonra Safevileri dahi ciddiye almamıĢlardır. 

 

Ġstanbul ve Trabzon‟un fethinden sonra Osmanlı‟nın Batı‟nın merkezi gücüne 



karĢı paralel bir güç olarak ortaya çıkması Batılıları etkilemiĢ bunun üzerine Cenova, 

Venedik  ve  diğer  Avrupa  ülkeleri  Osmanlı‟ya  karĢı  ilk  önce  Ġskender  Bey  ile 

sonrasında  da  Akkoyunlularla  askeri  anlaĢmalar  yapmıĢlardır.  Batılıların  Ġran  ve 

Osmanlı  Devletlerinin  arasına  girmeleri  bu  iki  devletin  karĢılıklı  diplomasilerini 

etkiledi. Siyasi antlaĢma dıĢında Uzun Hasanla yapılan anlaĢmanın diğer nedeni de, 

Ġran‟ın  Trabozan  vasıtasıyla  Venedik‟le  ticaret  yapmasıydı.  Uzun  Hasan‟ı 

Osmanlı‟yla  karĢı  kıĢkırtmalarına  rağmen  Akkoyunlularla  Osmanlılar  daimi  barıĢ 

yapmakla  tekrar  dostluklarına  devam  ettiler.  Hatta  barıĢtan  önce  Uzun  Hasan‟ın 

zamanında  da  kültürel  ilĢkiler  kesilmemiĢti  ve  Ġran  bilginlerinin  Osmanlıyla 

irtıbatları  vardı.  Uzun  Hasan‟ın  yerine  yönetime  geçen  hanedan,  Safeviler‟le 

düĢmandı. II. Bayezid‟i Ġran‟a karĢı kıĢkırtmalarına rağmen II. Bayezid onlara direkt 

bir  yardımda  bulunmadı.  II.  Bayezid‟in  Ġslam  Devletleri  ile  dıĢ  politikası,  atası  II. 



931 

 

Fatih Sultan Mehmet gibi savaĢtan uzak durmak ve Ġran‟a karĢı kontrollü ve mutedil 



bir duruĢ sergilemek üzerine kurulmuĢtu.  

            ġah Ġsmail ve II. Bayezid zamanındaki bazı siyasi gerginlikler, Sultan Selim 

zamanında siyasi-askeri çatıĢmalara ve dini gerginliğe dönüĢmüĢtü. Safevilerin ġiilik 

propagandaları,  Anadolu  Türkmeneri  üzerinde  etkili  olmuĢtu  ve  halk  vergi 

memurlarının  sert  davranıĢlarından  dolayı  Safeviler‟e  yöneliyordu.  Aslında  Doğu 

Anadoludaki  Türkmenlerin  Safevilere  yönelmesinin  sebebi  mali  durumlarının  zayıf 

olması  ve  Osmanlılar‟a  Ġstanbul‟un

 

fetihinde  yardım  etmelerine  rağmen  fetihten 



sonra  Fatih  Sultan  Mehmed‟in  onları  bürokrasiye  almamasıdır.  Bu  yönelme  II. 

Bayezid‟in dıĢ politikasında da etkisini göstermiĢtir. II. Bayezid‟in öncelikli siyaseti 

Batı‟yla  ilgiliydi.  II.  Bayezid‟in  Safevilerle  ilgili  politikası,  öncelikle  Osmanlı‟nın 

dini  ve  idari  çerçevesinin  dengesini  sağlamak  ve  Safeviler‟in  Anadolu  halkı 

üzerindeki etkisini kırmaktı. O Safevilere karĢı ılıman bir politika izlemeyi seçmiĢti. 

II.  Bayezid,  “Diyar-ı  ġark‟ta  zuhur  eden  fitne”  söylentisine  önem  göstermesine 

rağmen, henüz Safevilerle olan sorunlar, dini ve askeri bir çatıĢmaya dönüĢmemiĢti. 

Buna rağmen her iki devlet de aralarında kalan topraklara hakim olmak ve Türkmen 

nüfusu kontrol altına almak istiyorlardı. Bu nedenle ġah Ġsmail‟in Merv SavaĢı‟ndan 

sonra  yaptığı kıĢkırtıcı iĢler, Sultan Selim‟in ġah Ġsmail‟e tepki göstermesine neden 

oldu. 

             Bu  çekiĢmenin  en  temel  sebebi  Batı  devletlerinin  fitnesi  görünse  de  iki 



devletin  Güney  Anadolu,  Kuzey  Suriye  ve  Ġran‟ın  batısında  bulunan  Türkmenlere 

gerçekçi  bir  siyaset  yerine  kendi  ideallerini  uygulama  hevesi  yatar.  Bu  çekiĢmeler 

arasında  kalan  halk  bu  bölgelerin  hâkimiyetinin  Osmanlı-Safevi  arasında  hangi 

devlete  bağlanacağını  bilmiyordu.  Bu  nedenle  her  iki  devlet  de  bu  bölgelere  sahip 



932 

 

olmak için her Ģeyden önce toprak kavgasına giriĢmiĢtir. Ortaya çıkan bu çekiĢmeye 



tarih  sosyolojosi  açısından  bakmak  önemlidir.  Sosyal  tarih  açısından  devletle  halk 

arasında oluĢan boĢluk ve kesintiler, devletle halkın yaĢam tarzlarının, mezheplerinin 

ve geleneklerinin farklı olup olmamasına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Böylelikle 

Anadolu  Türkmenleri‟nin  Osmanlı‟dan  ziyade  neden  Safeviler‟e  yöneldiği  daha 

anlaĢılır  olacaktır.  Safeviler,  Cüneyd‟in  zamanından  beri,  Hz.  Ali  ‟ye  mensup 

olanların  davranıĢları  yerine,    kendi  has  görüĢlerini  her  yerde  sürdürdüler.  Diğer 

taraftan  da  Safevilerin  bu  yaptıklarına  karĢı  Osmanlılar  da  kendi  gücünü  korumak 

için  Safeviler‟in  ġiizm‟ini  bütün  ġiilere  Ģamil  ediyorlardı.  Bunu  uygulamak  için 

âlimlerin fetvalarından ve mezhep farklılığından destek almıĢlardır. Ortaya çıkan bu 

mezhepçilik krizi nedeniyle Osmanlı-Safevi iliĢkisinde yer alan Avrupalılar, onların 

arasına girip, iliĢkilerini bozmaya ve bu durumu kendi lehlerine çevirmeye çalıĢtılar. 

Ġslam  tarihinde  âlimler  tarafından  padiĢahlar  ve  sultanlara  itaat  etmenin,  imanın  bir 

ĢartıymıĢ  gibi  yorumlanması,  onların  herkesten  üstün  tutulmalarına  ve  halktan 

uzaklaĢmalarına  neden  olmuĢtur.  Böylece  hükümdarların  kendilerini  halkın 

eleĢtirilerinden  korumaları,  onları  kiĢisel  özellikleri  ve  siyasi  tavırları  arasında 

çeliĢkide bırakmıĢtır. Hz. Muhammed‟in tebliğ, hâkimlik ve hükümdarlık olmak üzere 

üç görevi bulunmaktaydı. Hz. Muhammed‟den sonra gelen Hûlefa-i RaĢıdîn ve altı ay 

halifelik yapan Ġmam Hasan da bu üç görevi üstlendi; fakat Muaviye döneminde bu üç 

görev gittikçe birbirnden ayrılmaya baĢladı.  Özellikle Hicri 5. Yüzyılda tam manasıyla 

bu üç görev tek bir Ģahıstan ayrılarak görev ayrımına gidilmiĢtir. Gazzâli, bu durumu 

tespit  ederken  bunun  din  ve  devlet  iĢlerinin  birbirinden  ayrılması  nedeniyle  ifade 

etmektedir. Böylece gittikçe Ġslam dünyasında kılıca dayanan hükümdarların iktidarları 

baĢlamıĢtır.  Bu  da  gücün  esaretinde  kalan  ulemaların  kılıç  sahibi  hükümdarların 


933 

 

etkisinde kalarak bilim bağımsızlığından ödün vermelerine sebep oldu. AraĢtırdığımız 



çağın  âlimlerinde  de  bunu  görmrkteyiz,  onlar  Sultanlara  bağlılıklarından  dolayı 

dönemin gücüne tabii olmak üzere fetvalar vermiĢlerdir.        

             

ġah  Ġsmail,  kendisini  dedesi  Uzun  Hasan‟ın  mirasçısı  olarak  görüp 

Azerbaycanla  birlikte  Doğu  Anadolu‟nun  topraklarını  talep  ederek  tahta  oturmuĢtu. 

ġah  Ġsmail‟in  dedesi  Cüneyd  zamanından  beri  siyasi  amaçla  bu  bölgelere  sahip 

olmak  için  Türkmenler‟in  aĢırı  fikirlerine  uyarak  Türkmenleri  kendilerine  çekmeye 

çalıĢtılar.  ġah  Ġsmail  de  Memlükler  ve  Osmanlılar  arasında  dağılmıĢ  olan 

Türkmenlerle  bu  bağları  korumayı  baĢarmıĢtır.  Sonrasında  ġah  Ġsmail  baĢa  geçtiği 

zaman Anadolu‟da isyanlar baĢlamıĢtır ve bu isyanların bazılarında ġah Ġsmail‟in de 

parmağı  vardır.  Buna  karĢı  Osmanlı  Devleti,  Türkmenler‟in  Safevilerle 

birleĢmelerine  engel  olmaya  çalıĢmıĢ  ancak  bu  engellemeye  rağmen  ġah  Ġsmail‟in 

Anadolu halkı üzerine yayılan popüler ġiizm‟ine engel olamamıĢtı. Ġsmail bu popüler 

ve  aĢırı  ġiizmi  Azeri  Türkçesinde  söylediği  Ģiirlerle  destekleyerek,  Türkmenler 

üzerinde çok etkili olmuĢtu. ġah Ġsmail kendisinin aĢırı görüĢlerini kabul etmeyen ve 

halkla  sağlam  bağları  olan  Ġran‟ın  ġii  âlimleri  dinlememiĢ  bunun  yerine  kendisini 

destekleyen  ve  halkla  hiçbir  iletiĢimi  olmayan  ġii  âlimleri  Lübnan‟dan  Ġran‟a 

getirtmiĢtir. Bu Lübnan, Irak, Bahreyn ve Suriye‟den gelen Arap âlimler I. Tahmasb 

zamanında  yüksek bir  sayıya ulaĢmıĢ ve Osmanlı-Safevi  iliĢkilerini olumsuz  yönde 

etkilemiĢtir.    

              Buna  rağmen  ġii  âlimlerin  hiçbiri  Osmanlı‟ya  karĢı  olumsuz  bir  fetva 

vermemiĢtir. Çünkü ġii âlimler verdikleri fetvaları bağımsız bir Ģekilde, hiçbir siyasi 

gücün otoritesine dayanmadan vermeye çalıĢmıĢlardır. Bu siyasi-mezhebi çatıĢmalar, 

jeopolitik  açıdan  bu  bölgelerle  ilgilenen  Batıyı  da  ilgilendiren  politikalar  olmuĢtur. 



934 

 

Bu  açıdan  Batıyla  bölge  arasında  oluĢan  jeopolitik  bir  kırılma  Batı‟nın  iĢine 



gelmiĢtir. Bu iki devletin iliĢkisini etkileyen bir diğer neden de Ġran‟ın Özbekler ve 

Osmanlı arasında yer almasıdır. Zira bu ülkeler Safeviler‟e karĢı birleĢmiĢlerdir. Ġran 

steratejik  açıdan  bu  iki  güçlü  devletin  arasında  yer  aldığı  için  Memlüklere 

yakınlaĢmaya  çalıĢmıĢ  fakat  bir  ittifak  meydana  gelmemiĢtir.  Bu  da  bize  bu 

devletlerin  her  birinin  sadece  kendi  gücünü  korumaya  çalıĢtığını  göstermektedir. 

Bunun  en  büyük  göstergesi  Sünni  Memluklar‟ın  Osmalılar  tarafından  tamamen 

ortadan  kaldırılması  buna  karĢın  ġii  Safevi  devletinin  varlığını  devam  ettirmesidir. 

Diğer taraftan arada kalan Türkmenler üzerine çıkan gerginlikten dolayı Safeviler I. 

Selim‟in  Osmanlı  dıĢ  politikasını  Batı‟dan  Doğu‟ya  yöneltmesine  neden  oldu.  ġah 

Ġsmail‟in  politikası  görünüĢte  barıĢ  ve  dostluğu  sağlamlaĢtırmaktı  ama  Sultan 

Selim‟in  meĢruiyetini  tanımadı  ve  II.  Bayezid‟in  diğer  oğlu  Ahmet‟in  saltanatını 

kabul edip onu destekledi. Bunun yanında Nur Ali Halife ve Ustaclu Muhammed‟in 

bazı  yaptıkları  da  Sultan Selim‟i  Ġran‟a saldırmak için kıĢkırttı. Sultan Selim‟in dıĢ 

politikasında  Ġslam‟ı  yayma  düĢüncesi  atası  II.  Mehmet‟ten  kaynaklansa  da 

aralarında  bir  fark  vardı.  II.  Mehmet  bunu  gayrımüslimler  üzerine  uygulamıĢ  fakat 

Sultan  Selim  ise  bunu  Doğu‟ya  uygulamıĢtır.  Sultan  Selim‟in  ve  ġah  Ġsmail‟in 

mezhepçiliği yayma politikası bu devletleri karĢı karıĢıya getirmiĢti. Bununla birlikte 

ġah  Ġsmail  kendisine  düĢman  yaratmak  istemiyordu.  ġah  Ġsmail‟in  Çaldıran 

SavaĢı‟ndan  sonra  yaptığı  barıĢ  teklifinin  I.  Selim  tarafından  reddedilmesi, 

Safeviler‟in  Batıyla  yakınlaĢmasına  neden  oldu.  Fakat  bu  yakınlaĢma  sadece 

mektuplaĢmalarla  sınırlı  kalmıĢ  hayata  geçirilememiĢtir.  Buna  rağmen  Batı  bu  iki 

devletin  arasını  bozmak  için  uğraĢmaktan  vazgeçmemiĢtir.  Sonuçta  ise  Ġranlılar  I. 

Tahmasb  döneminde  Osmanlıyla  barıĢ  yapmayı  baĢarmıĢlardır.  Bu  barıĢtan  önce 


935 

 

Avrupalılar bu iki müslüman devletin  birbiriyle savaĢmasını fırsat  bilerek güçlerini 



toplayıp  ittifak  kurdular.  Meydana  gelen  geliĢmelerden  dolayı,  Kutsal  Rum 

imparatoru  V.  Karl  yayılmacı  bir  siyaset  izledi  ve  bunun  etkisiyle  Macaristan 

Bohemya  Habsburg  hanedanlığıyla  birleĢti.  Bu  arada  Portekizler  Ümit  Burnu‟ndan 

geçti ve Hint Okyanusuna ulaĢtıktan sonra bu sahilleri ele geçirdi. Aynı dönemlerde 

Ġslam  ülkeleri  birbiriyle  savaĢ  halindeydi.  Bu  nedenle  bir  boĢluk  meydana  gelmiĢ, 

Avrupa  devletleri  bu  fırsatı  değerlendirerek  güçlenmiĢlerdi.  Müslüman  devletler  ise 

Avrupalılar‟ın bu güçlenmesini önleyememiĢ ve buna karĢılık verememiĢlerdi. 

            Müslümanlar da Ġslam‟ın özünde olan seçme hakkının ortadan kaldırılmasıyla 

gayrimüslim akımlara umut bağlayarak bugüne geldiler. Müslümanlar, tarihi diyalektik 

metodla  anlamadıkları  ve  birbirlerine  karĢı  diğerkâm  olmadıkları  için  Ġslam 

topluluklarında  çıkan  sorunlar  bütün  Ġslam  dünyasını  sarmıĢtır.  Eğer  Müslümanlar 

karĢılıklı  gösterilen  çaba  ve  gayretlerle  hareket  etmiĢ  olsalar  duraklamalarına  son 

vereceklerdir.  Dini  taassup  azaldığında  “insan  kendi  durumunu  iradesiyle 

değiĢtirebilir” düĢüncesi her zaman egemen olacaktır. Bir topluluk dini açıdan aĢırı bir 

taassuba  sahip  olduğu  zaman,  o  topluluk  kendi  durumunu  değiĢtirmeye  çaba 

gösteremez  ve  ilerleyemez  hale  gelir.  Bu  da  Müslümanların  zorunlu  ve  kalıplaĢmıĢ 

düĢüncelere  sahip  olmalarına  yol  açmıĢtır.  Çağımızda  Müslüman  toplumlar  halen 

taasub  içinde  debelendiklerinden  kendi  coğrafyalarında  bölük  pörçük  bir  halde 

yaĢamaktadırlar.  

Bütün bu geliĢmeler sonucunda, müslümanların ilerleyiĢi durmuĢ ve gerileme 

dönemine girilmiĢtir. Bu durum Ġslam dünyasını derinden etkilemiĢtir. Bir zamanlar 

dünyada  en  güçlü  konuma  sahip  olan  müslümanlar,  neden  bu  duruma  düĢtüklerini 

hâlâ sorgulamakta ve buna bir cevap aramaktadırlar. 


936 

 


Download 6.7 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   55




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling