Ankara üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ
J. Ortak Kültüre Rağmen Anlaşmazlık
Download 6.7 Mb. Pdf ko'rish
|
- Bu sahifa navigatsiya:
- Sonuç
J. Ortak Kültüre Rağmen Anlaşmazlık:
Osmanlı-Safevi sosyal iliĢkileri soy birliği, ortak kültürü, Ġslamiyet ve baĢlangıçları aynı düĢünceyle tarih sahnesine çıktılar. Ama neden ġia ve Sünnet adıyla iki kutup olarak karĢı karĢıya gelip ve kendilerini ikilemde bıraktılar. Öyle ki bir tarih öğrencisi ilk görüĢünde sanki bu iki Devlet‟te hiçbir ortaklık, birlik yok sanıyor ve onların kökten zıtlık içinde ve barıĢmayan düĢmanlar gibi görürler. Genel yargıçlık dıĢında ortak din, soy ve kültürü olan Osmanlı ve Safeviler her ikisi de gücünü arttırmak ve geliĢtirmek istiyordu. Bu iki Devlet güce eriĢmek için herkesi yoldan kaldırıyorlar ve bunların iç siyasetlerine baktığımız zaman da Ģunu görmekteyiz. Hz. Ali veya diğer sehabelerle ilgileri olmayan dünya saltanatı için iki Devlet de kendilerini onların soyuna bağlıyorlardı. Kendi saltanatlarına uygun olarak her ikisi de din de aĢırı yapıyorlardı. Maalesef biri ġia diğeri Sünni adıyla birbirini tehdit ederek ellerinde kılıçla karĢı karĢıya geldiler. 2854
Bu sır Ģimdiye kadar açılmadı ama bizim araĢtırmamız iki kardeĢ Habil ve Kabil‟in çatıĢmalarının nedeni ve bu sorunun çözmesine yardım edecektir.
2854 Hamer Purgsthal, Tarih İmparatoriye Osmanı, çev. Mirza Zeki Veliabadi, CemĢid Kiyanfar çalıĢması Zarrin Yayınları, I.baskı, Tahran 1988, s 832.
925
Tarih, rastgele sıralanan bir olaylar zinciri değildir. Tarihçinin görevi de kronolojik bir liste düzenler gibi sadece meydana gelen olay ve olguları tarihsel olarak aktarmak değildir. Tarihçinin tarihsel olay ve olgulardan yola çıkarak teori üretmesi olağan bir durumdur. Ancak tarihçinin gerçeklere ulaĢması, çeĢitli özellikleri olan bütün toplum ve kavimleri aynı teoriyle açıklaması, açımlaması ve serimlemesi mümkün değildir. Tarihteki olay ve olguların kendi varoluĢ ortamlarından soyutlanıp günümüz olay ve olguları çerçevesinde yorumlanması yaĢanılan kavram karmaĢasının en büyük nedenidir.
Ġnsanın manevi durumunu etkileyen Tarih Felsefesi, insanın tarihten gelen ortak yaĢanmıĢlıklarını, geleceğe dönük ülkü birliğine çevirir. Fakat Ġslam dünyasında Ġbni Miskeveyh ve Ġbni Haldun gibi istisnalar dıĢında bilimsel bir tarih yazımı geliĢmemiĢtir. Onun yerine Müslümanlar, Tarih Felsefesi alanında Bâtınî-irfanlık gruplardan etkilendiler. Tarih yazımında ise dönemin hâkim olan hükümdarları temel alınarak kiĢisel ve öznel bir tarihsel sistematik anlayıĢ benimsendi. Böyle bir düĢünce dünyasında ise tıpkı Mezopotamya‟da ve Glasnotic algılayıĢta hâkim olan bir tarih felsefesi geliĢmiĢtir. Tarihin önemi insanlara sorumluluk duygusu yüklemesidir. Bu da insanın ve toplumun kendi kiĢisel, toplumsal, bölgesel ve evrensel durumunun farkında olmasını sağlar. Tarih geçmiĢten günümüze dek halkların ardında bıraktığı tecrübelerdir. Tarihi tecrübeler yani halkın yaĢadıkları bize Ģimdi ve gelecekte ne yapacağımızı gösteren bir pusuladır. Bizim geçmiĢte ne yaptığımız gelecekte ne yapacağımızın göstergesidir. Her toplum tarihi mirasını kuĢanarak geleceğini var eder. Tarihsiz bir gelecek köksüz bir ağaca benzer. Toplumlar kendilerini 926
anlamlandırmak ve tanımlamak için köklerine yani geçmiĢine dönmek zorundadır. Tarih bu bakımdan istikbalin kıblesidir. Bizim için tarih, günümüz dünyasındaki konumumuzu ve durumumuzu anlamaktır. Bu anlama çabası sadece tarihten kalan geleneklere uymak değildir. Tarihin asıl anlamı, nasıl bir düĢünce değiĢimine uğrandığını anlamak ve bu sayede zaman içinde kendimizi nasıl konumlandırmamız gerektiğini idrak etmektir. Tarihsel olay ve olgulara ya da Ģahsiyetlere keskin bir Ģakilde doğru\yalnıĢ yargıları içinde bakmamak gerekir. Tarih araĢtırmalarında, bir olgu ve olaya veya Ģahsiyete zaman içindeki değiĢimleri çerçevesinde bakmamız gerekmektedir. Bir olay hakkında doğru bir yargıda bulunabilmek için o dönemin siyasi, ictimai ve iktisadi koĢullarını bütüncül, kuĢatıcı bir Ģekilde idrak etmemiz gerekmektedir. Tarihi kiĢileri ilahlaĢtırmak ve onları övmek bizi bilimsellikten uzaklaĢtırır ve siyasi görüĢümüzü özgürce ifade etmemize engel olur. Tarih derslerini yaĢamımıza uygulamak, tarihi kiĢileri ilahlaĢtırmamak ve olaylardan ders ve ibret almaya bağlıdır. Zaten ibret kelimesinin anlamı bir yerde duraklamamak, geçit ve ilerlemektir. Eski çağlarda kimin güçlü bir ordusu olmuĢsa kendini güçlü hissetmiĢtir. Ama yaĢadığımız çağ bilgi ve bilim çağıdır. Siyasi bilincini ve yeni siyasi teorisini üreten bir millet kendini fikri gerilikten kurtaracak ve fikir olarak ilerleme kaydedecektir. Tarih konusundaki tabuları ve zihni engelleri kırmak istiyorsak bunu tarihten aldığımız derslerle gerçekleĢtirebiliriz. Yukarda söylenenlerin ıĢığında Osmanlı-Safevi dönemi olayları ve o dönemdeki Ģartları değerlendirelim. Buna göre, bu iliĢkilerin iyi öğrenilmesi ve bu ikili iliĢkide yaĢananların günümüz olaylarıyla karĢılaĢtırılarak ders alınması gerekir. 927
Böylece o dönemde yaĢanan olayları sıhhatli bir Ģekilde tahlil ederek onların yaptıkları yanlıĢları tekrar etmez ve doğru iliĢkiler kurabiliriz. Sultan Selim ve ġah Ġsmail zamanından baĢlayıp süregelen bu anlamsız savaĢla birlikte, Osmanlı-Safevi arasında uzun süren barıĢ dönemleri de vardır. Bu savaĢlardan dolayı birçok insanın kanı döküldüğü gibi ülkesini terk etmek zorunda kalanlar da olmuĢtur. SavaĢtan kurtulanlar da hüzün içinde sevdiklerinin ve yakınlarının eksiklikleriyle hayatlarını devam ettirmeye çalıĢtılar. Bu halklar gelecekte de aynı kaderi paylaĢtılar ve savaĢan her iki devletin toprakları batılı ülkeler tarafından parçalandı ve iĢgal edildi. Bu savaĢlardan dolayı her iki devlet de dünyadaki nüfuzlu konumlarından çok zayıf bir konuma gerilediler. Daha öncede bu iki kardeĢin arasını bozan Batı dünyası sonradan bu ülkelerin iç iĢlerine müdahale ederek onların zayıflamalarına neden oldu. Osmanlı-Safevi iliĢkilerinden almamız gereken ders ise savaĢı geçmiĢte bırakmak bugün olduğu gibi gelecekte de her daim barıĢı savunmak olmalıdır. Çünkü bir millet geliĢimini, sadece barıĢ ortamı içinde tamamlayabilir.
Bugünkü dünyada hükümdarların kim olduğu önemli değil; ülkelerini hangi yöntemle yönettikleri önemlidir. Ancak Osmanlı-Safevi döneminde imparatorluk sistemi hâkim olduğu için yöntemler yerine hükümdarın kiĢisel özellikleri önem taĢımaktadır. Ġmparatorluk sisteminin ana temelleri kiĢiye bağlı ve Ģahıslara tabi olduğu için hükümdar liyakatli bir kiĢiliğe sahipse, imparatorluk da tarih sahnesinde o nispette hayatına devam edebilmiĢtir. Ancak bu sistemi sürdürmeye yarayacak özellikler hükümdarda bulunmazsa imparatorluk duraklamaya baĢlayacaktır. Osmanlılar için Kanuni‟den sonra ve Safeviler için de I. Abbas‟tan sonra duraklama süreci bu sebeple baĢlamıĢtır. 928
Eski çağlarda hükümdarlar halkların kaderlerini tayin edebiliyorlardı. YaĢadığımız çağda ise halklar kendi kaderilerini kendileri tayin edebiliyorlar. Günümüzde liderlerin kaderlerini halklar belirleyecektir. YaĢadığımız çağda milletler siyasi kaderlerini belirleyebiliyorlar ve ülke yönetimlerini değiĢtirebiliyorlar. Her iki ülkenin de bugünkü halkları bu yönetim Ģeklini fazlasıyla hak etmektedirler. Bu iki ülkenin eski konumlarını koruyamamaları, günümüzde sadece küçük çaplı güçler olarak kalmalarına sebep olmuĢtur. Bu durum günümüzde Osmanlı ve Safevi Devletleri yerine kurulan Türkiye ve Ġran‟ın batıya olan güvenlerinin boĢa çıkmasına ve her iki ülkenin kendilerine olan güvenlerinin de olumsuz yönde etkilenmesine neden olmuĢtur. Bilgi olarak geçmiĢ nesiller, günümüzden daha geriydiler, fakat bu durum aynı zamanda onların sorumlu davranmalarını engellemiyordu. Dönemin her iki devletinin halkı da günümüzden çok daha fazla sorumluluk sahibiydiler. Günümüzdeki nesiller bilgi açısından daha ileri olmalarına rağmen eski halklar gibi sorumluluk sahibi değildirler. Günümüzdeki nesiller sorumluluk bilinciyle yaĢamazlarsa gelecek nesillerin geri kalmalarının müsebbibi olacaklardır. Bunu sağlayabilmek ancak özgür düĢünce ve adaletle elde edilebilir. Böylece bir millet özgürlükler sayesinde, gerekli geliĢme ve yaratıcılığa ulaĢabilir. Bu açıdan geliĢebilmek için kendi özümüze dönmeliyiz. Bir ülke veya toplumun sorunlarını o ülkenin tarihçileri iyi bilirse bu sorunlar kolaylıkla çözülebilir. Bugün Ġslam ülkelerinde bu sorunları çözebilmek için tarihçilere hak ettikleri değer yeteri kadar verilmemektedir.
Onaltıncı yüzyılda iki büyük güç vardı. Bunlardan biri Hıristiyanlığı temsil eden Batı, diğeri de Ġslam‟ın resmi gücü olan Osmanlıydı. Ġran bu iki kutbun arasında yer aldığı için özel bir mevkiye sahipti. Bu yüzden doğu-batı çatıĢmaları bu iki gücün 929
ekseninde devam etmekteydi. Bu arada Batı ve Orta Avrupa yeni yeni canlanmaya baĢlamıĢ ve Orta Çağı geride bırakmıĢtı. Yeni bir coĢku, devrim, hareket ve ilerleme batıyı baĢtan aĢağı sarmıĢtı. Batı teknolojik güce tam anlamıyla sahip olmadığı için Osmanlı, cihat gücüyle sürekli olarak Hıristiyan topraklarını (Ġtalya, Yunanistan ve doğu Avrupa ve Avusturya) kolaylıkla ve etkin biçimde kuĢatabiliyordu. Nitekim 16. yüzyılda Doğu Avrupa tamamen Osmanlı egemenliğindeydi ve Osmanlı gücü Akdenizdeki en büyük güç konumundaydı. Bu dönemde Osmanlı Ġmparatorluğu tamamıyla Ġslami ölçülere göre hareket etmemekteydi buna rağmen Osmanlı Ġmparatorluğu islamı yıkmak isteyen batı dünyasına karĢı büyük bir set ve aĢılmaz bir engel oluĢturmuĢtu. Bu açıdan araĢtırmamızı sadece Osmanlı gözüyle değil her yönüyle değerlendirmemiz gerekmektedir. Ġranlılar ve Türkler eskiden beri birbiriyle komĢu ve iç içe yaĢamıĢ ve iliĢkileri uzun bir süreçte sulh içinde kalmıĢtır. Gazneliler, Selçuklular, HarezmĢahlılar, Moğollar, Timurlar, Osmanlılar, Akkoyunlu ve Karakoyunlu zamanından beri birlikte yaĢıyorlardı. Öyleki tarihçilerin saptamasına göre örneğin Ġranlı Tarihçi Bastani Parizi bunları birbirinden ayırt etmek mümkün değildir demektedir. Bu iki devletin tacirleri komĢu ülkelere gidip geliyorlardı ve uzak ülkelerle ticaret yapmak için birbirlerinin topraklarından geçiyorlardı. Ġran ve Osmanlı elçileri yoldaĢlarıyla sınırdan geçtiği zaman birbirinin toprağına girerken masraflarını baĢkente kadar karĢılaĢıyorlardı ve birbirlerini misafir ediyorlardı. Her ikisi de Ġslamiyete inanıyorlardı ve ortak kültür, ortak dertleri ve her iki halkın ortak noktaları vardı. Bunun da nedeni bu halkların uzun zamandan beri iletiĢim halinde olmaları ve atasözleri, Ģiir, edebiyat, tasavvuf, irfan ve aĢık kültürü gibi konularda ortak olmalarıydı. Osmanlı Sultanlarının, örneğin II. Mehmed ve II. Bayezid‟in, Ġran‟ın seçkin ve arifleriyle mektuplaĢmaları vardı.
930
Batılılar kendi menfaatleri için bu halklar arasında ihtilaflar çıkarmıĢlardır. Hıristiyanlar Ġslam dünyasının pazarını ve topraklarını ele geçirmek için Ġslam dünyasıyla ilgili ikili bir politikayı izlemiĢ ve kendileri için büyük bir engel olarak gördükleri Osmanlı‟yı yıkabilmek için Safaviler ile anlaĢma yoluna gitmiĢlerdir. Ancak bu antlaĢmadan herhangi bir sonuç alamadıysalar da iki devletin birbirleriyle olan iliĢkilerini bozmuĢlardır. Batılıların bu iki Devlete karĢı yaptığı antlaĢmanın temelinde ise Ġslam‟ın iki büyük gücü olan Osmanlı ve Safavileri yıpratarak yok etmek vardı. Batı‟nın bir planı da Memlükleri ortadan kaldırmak için Moğolları ve Osmanlılara karĢı Uzun Hasan‟ı desteklemektir. Moğollar Ayn-ı Calut‟ta ve Uzun Hasan Otluk Beli‟de yenildikten sonra onları desteklemeyi bırakmıĢ hatta Çaldıran savaĢından sonra Safevileri dahi ciddiye almamıĢlardır.
Ġstanbul ve Trabzon‟un fethinden sonra Osmanlı‟nın Batı‟nın merkezi gücüne karĢı paralel bir güç olarak ortaya çıkması Batılıları etkilemiĢ bunun üzerine Cenova, Venedik ve diğer Avrupa ülkeleri Osmanlı‟ya karĢı ilk önce Ġskender Bey ile sonrasında da Akkoyunlularla askeri anlaĢmalar yapmıĢlardır. Batılıların Ġran ve Osmanlı Devletlerinin arasına girmeleri bu iki devletin karĢılıklı diplomasilerini etkiledi. Siyasi antlaĢma dıĢında Uzun Hasanla yapılan anlaĢmanın diğer nedeni de, Ġran‟ın Trabozan vasıtasıyla Venedik‟le ticaret yapmasıydı. Uzun Hasan‟ı Osmanlı‟yla karĢı kıĢkırtmalarına rağmen Akkoyunlularla Osmanlılar daimi barıĢ yapmakla tekrar dostluklarına devam ettiler. Hatta barıĢtan önce Uzun Hasan‟ın zamanında da kültürel ilĢkiler kesilmemiĢti ve Ġran bilginlerinin Osmanlıyla irtıbatları vardı. Uzun Hasan‟ın yerine yönetime geçen hanedan, Safeviler‟le düĢmandı. II. Bayezid‟i Ġran‟a karĢı kıĢkırtmalarına rağmen II. Bayezid onlara direkt bir yardımda bulunmadı. II. Bayezid‟in Ġslam Devletleri ile dıĢ politikası, atası II. 931
Fatih Sultan Mehmet gibi savaĢtan uzak durmak ve Ġran‟a karĢı kontrollü ve mutedil bir duruĢ sergilemek üzerine kurulmuĢtu. ġah Ġsmail ve II. Bayezid zamanındaki bazı siyasi gerginlikler, Sultan Selim zamanında siyasi-askeri çatıĢmalara ve dini gerginliğe dönüĢmüĢtü. Safevilerin ġiilik propagandaları, Anadolu Türkmeneri üzerinde etkili olmuĢtu ve halk vergi memurlarının sert davranıĢlarından dolayı Safeviler‟e yöneliyordu. Aslında Doğu Anadoludaki Türkmenlerin Safevilere yönelmesinin sebebi mali durumlarının zayıf olması ve Osmanlılar‟a Ġstanbul‟un
fetihinde yardım etmelerine rağmen fetihten sonra Fatih Sultan Mehmed‟in onları bürokrasiye almamasıdır. Bu yönelme II. Bayezid‟in dıĢ politikasında da etkisini göstermiĢtir. II. Bayezid‟in öncelikli siyaseti Batı‟yla ilgiliydi. II. Bayezid‟in Safevilerle ilgili politikası, öncelikle Osmanlı‟nın dini ve idari çerçevesinin dengesini sağlamak ve Safeviler‟in Anadolu halkı üzerindeki etkisini kırmaktı. O Safevilere karĢı ılıman bir politika izlemeyi seçmiĢti. II. Bayezid, “Diyar-ı ġark‟ta zuhur eden fitne” söylentisine önem göstermesine rağmen, henüz Safevilerle olan sorunlar, dini ve askeri bir çatıĢmaya dönüĢmemiĢti. Buna rağmen her iki devlet de aralarında kalan topraklara hakim olmak ve Türkmen nüfusu kontrol altına almak istiyorlardı. Bu nedenle ġah Ġsmail‟in Merv SavaĢı‟ndan sonra yaptığı kıĢkırtıcı iĢler, Sultan Selim‟in ġah Ġsmail‟e tepki göstermesine neden oldu. Bu çekiĢmenin en temel sebebi Batı devletlerinin fitnesi görünse de iki devletin Güney Anadolu, Kuzey Suriye ve Ġran‟ın batısında bulunan Türkmenlere gerçekçi bir siyaset yerine kendi ideallerini uygulama hevesi yatar. Bu çekiĢmeler arasında kalan halk bu bölgelerin hâkimiyetinin Osmanlı-Safevi arasında hangi devlete bağlanacağını bilmiyordu. Bu nedenle her iki devlet de bu bölgelere sahip 932
olmak için her Ģeyden önce toprak kavgasına giriĢmiĢtir. Ortaya çıkan bu çekiĢmeye tarih sosyolojosi açısından bakmak önemlidir. Sosyal tarih açısından devletle halk arasında oluĢan boĢluk ve kesintiler, devletle halkın yaĢam tarzlarının, mezheplerinin ve geleneklerinin farklı olup olmamasına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Böylelikle Anadolu Türkmenleri‟nin Osmanlı‟dan ziyade neden Safeviler‟e yöneldiği daha anlaĢılır olacaktır. Safeviler, Cüneyd‟in zamanından beri, Hz. Ali ‟ye mensup olanların davranıĢları yerine, kendi has görüĢlerini her yerde sürdürdüler. Diğer taraftan da Safevilerin bu yaptıklarına karĢı Osmanlılar da kendi gücünü korumak için Safeviler‟in ġiizm‟ini bütün ġiilere Ģamil ediyorlardı. Bunu uygulamak için âlimlerin fetvalarından ve mezhep farklılığından destek almıĢlardır. Ortaya çıkan bu mezhepçilik krizi nedeniyle Osmanlı-Safevi iliĢkisinde yer alan Avrupalılar, onların arasına girip, iliĢkilerini bozmaya ve bu durumu kendi lehlerine çevirmeye çalıĢtılar. Ġslam tarihinde âlimler tarafından padiĢahlar ve sultanlara itaat etmenin, imanın bir ĢartıymıĢ gibi yorumlanması, onların herkesten üstün tutulmalarına ve halktan uzaklaĢmalarına neden olmuĢtur. Böylece hükümdarların kendilerini halkın eleĢtirilerinden korumaları, onları kiĢisel özellikleri ve siyasi tavırları arasında çeliĢkide bırakmıĢtır. Hz. Muhammed‟in tebliğ, hâkimlik ve hükümdarlık olmak üzere üç görevi bulunmaktaydı. Hz. Muhammed‟den sonra gelen Hûlefa-i RaĢıdîn ve altı ay halifelik yapan Ġmam Hasan da bu üç görevi üstlendi; fakat Muaviye döneminde bu üç görev gittikçe birbirnden ayrılmaya baĢladı. Özellikle Hicri 5. Yüzyılda tam manasıyla bu üç görev tek bir Ģahıstan ayrılarak görev ayrımına gidilmiĢtir. Gazzâli, bu durumu tespit ederken bunun din ve devlet iĢlerinin birbirinden ayrılması nedeniyle ifade etmektedir. Böylece gittikçe Ġslam dünyasında kılıca dayanan hükümdarların iktidarları baĢlamıĢtır. Bu da gücün esaretinde kalan ulemaların kılıç sahibi hükümdarların
933
etkisinde kalarak bilim bağımsızlığından ödün vermelerine sebep oldu. AraĢtırdığımız çağın âlimlerinde de bunu görmrkteyiz, onlar Sultanlara bağlılıklarından dolayı dönemin gücüne tabii olmak üzere fetvalar vermiĢlerdir.
ġah Ġsmail, kendisini dedesi Uzun Hasan‟ın mirasçısı olarak görüp Azerbaycanla birlikte Doğu Anadolu‟nun topraklarını talep ederek tahta oturmuĢtu. ġah Ġsmail‟in dedesi Cüneyd zamanından beri siyasi amaçla bu bölgelere sahip olmak için Türkmenler‟in aĢırı fikirlerine uyarak Türkmenleri kendilerine çekmeye çalıĢtılar. ġah Ġsmail de Memlükler ve Osmanlılar arasında dağılmıĢ olan Türkmenlerle bu bağları korumayı baĢarmıĢtır. Sonrasında ġah Ġsmail baĢa geçtiği zaman Anadolu‟da isyanlar baĢlamıĢtır ve bu isyanların bazılarında ġah Ġsmail‟in de parmağı vardır. Buna karĢı Osmanlı Devleti, Türkmenler‟in Safevilerle birleĢmelerine engel olmaya çalıĢmıĢ ancak bu engellemeye rağmen ġah Ġsmail‟in Anadolu halkı üzerine yayılan popüler ġiizm‟ine engel olamamıĢtı. Ġsmail bu popüler ve aĢırı ġiizmi Azeri Türkçesinde söylediği Ģiirlerle destekleyerek, Türkmenler üzerinde çok etkili olmuĢtu. ġah Ġsmail kendisinin aĢırı görüĢlerini kabul etmeyen ve halkla sağlam bağları olan Ġran‟ın ġii âlimleri dinlememiĢ bunun yerine kendisini destekleyen ve halkla hiçbir iletiĢimi olmayan ġii âlimleri Lübnan‟dan Ġran‟a getirtmiĢtir. Bu Lübnan, Irak, Bahreyn ve Suriye‟den gelen Arap âlimler I. Tahmasb zamanında yüksek bir sayıya ulaĢmıĢ ve Osmanlı-Safevi iliĢkilerini olumsuz yönde etkilemiĢtir. Buna rağmen ġii âlimlerin hiçbiri Osmanlı‟ya karĢı olumsuz bir fetva vermemiĢtir. Çünkü ġii âlimler verdikleri fetvaları bağımsız bir Ģekilde, hiçbir siyasi gücün otoritesine dayanmadan vermeye çalıĢmıĢlardır. Bu siyasi-mezhebi çatıĢmalar, jeopolitik açıdan bu bölgelerle ilgilenen Batıyı da ilgilendiren politikalar olmuĢtur. 934
Bu açıdan Batıyla bölge arasında oluĢan jeopolitik bir kırılma Batı‟nın iĢine gelmiĢtir. Bu iki devletin iliĢkisini etkileyen bir diğer neden de Ġran‟ın Özbekler ve Osmanlı arasında yer almasıdır. Zira bu ülkeler Safeviler‟e karĢı birleĢmiĢlerdir. Ġran steratejik açıdan bu iki güçlü devletin arasında yer aldığı için Memlüklere yakınlaĢmaya çalıĢmıĢ fakat bir ittifak meydana gelmemiĢtir. Bu da bize bu devletlerin her birinin sadece kendi gücünü korumaya çalıĢtığını göstermektedir. Bunun en büyük göstergesi Sünni Memluklar‟ın Osmalılar tarafından tamamen ortadan kaldırılması buna karĢın ġii Safevi devletinin varlığını devam ettirmesidir. Diğer taraftan arada kalan Türkmenler üzerine çıkan gerginlikten dolayı Safeviler I. Selim‟in Osmanlı dıĢ politikasını Batı‟dan Doğu‟ya yöneltmesine neden oldu. ġah Ġsmail‟in politikası görünüĢte barıĢ ve dostluğu sağlamlaĢtırmaktı ama Sultan Selim‟in meĢruiyetini tanımadı ve II. Bayezid‟in diğer oğlu Ahmet‟in saltanatını kabul edip onu destekledi. Bunun yanında Nur Ali Halife ve Ustaclu Muhammed‟in bazı yaptıkları da Sultan Selim‟i Ġran‟a saldırmak için kıĢkırttı. Sultan Selim‟in dıĢ politikasında Ġslam‟ı yayma düĢüncesi atası II. Mehmet‟ten kaynaklansa da aralarında bir fark vardı. II. Mehmet bunu gayrımüslimler üzerine uygulamıĢ fakat Sultan Selim ise bunu Doğu‟ya uygulamıĢtır. Sultan Selim‟in ve ġah Ġsmail‟in mezhepçiliği yayma politikası bu devletleri karĢı karıĢıya getirmiĢti. Bununla birlikte ġah Ġsmail kendisine düĢman yaratmak istemiyordu. ġah Ġsmail‟in Çaldıran SavaĢı‟ndan sonra yaptığı barıĢ teklifinin I. Selim tarafından reddedilmesi, Safeviler‟in Batıyla yakınlaĢmasına neden oldu. Fakat bu yakınlaĢma sadece mektuplaĢmalarla sınırlı kalmıĢ hayata geçirilememiĢtir. Buna rağmen Batı bu iki devletin arasını bozmak için uğraĢmaktan vazgeçmemiĢtir. Sonuçta ise Ġranlılar I. Tahmasb döneminde Osmanlıyla barıĢ yapmayı baĢarmıĢlardır. Bu barıĢtan önce
935
Avrupalılar bu iki müslüman devletin birbiriyle savaĢmasını fırsat bilerek güçlerini toplayıp ittifak kurdular. Meydana gelen geliĢmelerden dolayı, Kutsal Rum imparatoru V. Karl yayılmacı bir siyaset izledi ve bunun etkisiyle Macaristan Bohemya Habsburg hanedanlığıyla birleĢti. Bu arada Portekizler Ümit Burnu‟ndan geçti ve Hint Okyanusuna ulaĢtıktan sonra bu sahilleri ele geçirdi. Aynı dönemlerde Ġslam ülkeleri birbiriyle savaĢ halindeydi. Bu nedenle bir boĢluk meydana gelmiĢ, Avrupa devletleri bu fırsatı değerlendirerek güçlenmiĢlerdi. Müslüman devletler ise Avrupalılar‟ın bu güçlenmesini önleyememiĢ ve buna karĢılık verememiĢlerdi. Müslümanlar da Ġslam‟ın özünde olan seçme hakkının ortadan kaldırılmasıyla gayrimüslim akımlara umut bağlayarak bugüne geldiler. Müslümanlar, tarihi diyalektik metodla anlamadıkları ve birbirlerine karĢı diğerkâm olmadıkları için Ġslam topluluklarında çıkan sorunlar bütün Ġslam dünyasını sarmıĢtır. Eğer Müslümanlar karĢılıklı gösterilen çaba ve gayretlerle hareket etmiĢ olsalar duraklamalarına son vereceklerdir. Dini taassup azaldığında “insan kendi durumunu iradesiyle değiĢtirebilir” düĢüncesi her zaman egemen olacaktır. Bir topluluk dini açıdan aĢırı bir taassuba sahip olduğu zaman, o topluluk kendi durumunu değiĢtirmeye çaba gösteremez ve ilerleyemez hale gelir. Bu da Müslümanların zorunlu ve kalıplaĢmıĢ düĢüncelere sahip olmalarına yol açmıĢtır. Çağımızda Müslüman toplumlar halen taasub içinde debelendiklerinden kendi coğrafyalarında bölük pörçük bir halde yaĢamaktadırlar. Bütün bu geliĢmeler sonucunda, müslümanların ilerleyiĢi durmuĢ ve gerileme dönemine girilmiĢtir. Bu durum Ġslam dünyasını derinden etkilemiĢtir. Bir zamanlar dünyada en güçlü konuma sahip olan müslümanlar, neden bu duruma düĢtüklerini hâlâ sorgulamakta ve buna bir cevap aramaktadırlar.
|
ma'muriyatiga murojaat qiling