Hazirlayanlar


Download 3.42 Mb.
Pdf ko'rish
bet14/41
Sana17.10.2017
Hajmi3.42 Mb.
#18082
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   41
Özet

Bu bildiride, Türklerin Ermenilerle ortak yaşama kültürü-

nün tarihî, sosyal ve dinî-tasavvufî temelleri üzerinde du-

rulacaktır. Türklerin, hakimiyetinde yaşayan gayrimüslim-

lere, özellikle Ermenilere karşı göstermiş oldukları engin 

müsamahanın, geleneksel Türk hoşgörüsü, mistik yorum-

lu İslâm anlayışı ve nihayet Millet Sistemi üzerine bina edil-

diği görülecektir. Avrupa’nın siyasî amaçlarla Osmanlılara 

dayattıkları Tanzimat ve Islahat hareketlerine bakıldığında, 

aslında yapılan düzenlemelerin, köklü birer inkılâp olma-

dığı, sadece eskiden beri mevcut olan temel bazı hakların 

yazıya geçirilmiş halinden ibaret olduğu da görülecektir. 

Anadolu’da geleneksel Türk müsamaha ve toleransının 

oluşmasında, İslâmî değerlerin yanı sıra Türk toplumunun, 

başka din ve etnik unsurlarla bir arada yaşama yetenek-

lerinin örfi leşmiş olması, temel unsur olmuştur. Osman-

lılarda bu temel, Millet Sistemi şeklinde kurumlaşmıştır. 

Türk mistisizmi, İslâmiyet’i, Türk toplumunun hoşgörü 

meziyetleriyle birleştirerek, dinler üstü ve evrensel bir fel-

sefe üretmiştir. Bu düşünce ikliminden gelen İbn Arabî, 

Mevlâna Celâleddin Rumî, Yunus Emre, Hacı Bektaşî Veli 

ve Şeyh Bedreddin gibi sufîlerîn telkin ettiği ve gayrimüs-

lim kitleler tarafından da paylaşılan prensipler, Anadolu’da 

toplumsal ahenge büyük katkılar yapmıştır. Bu bildiride, 

Kayseri ve Maraş kadı sicillerinden de örnekler verilerek, 

Türklerle Ermeniler arasında ortak yaşama kültürünün sos-

yal bir kesitinin verilmesi düşünülmektedir.


175

Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ



Giriş

Selçuklu ve takiben kurulan Osmanlı Devleti’nin, Türklerin doğudan 

getirdiği millî ve medenî unsurlarla, batıdan almış olduğu değerlerin oluş-

turduğu bir sentez, tarihi bir terkip olduğunu belirten Fuat Köprülü

1

, bu 


medeniyetlerin teşekkülünde, Ermeniler de dâhil olmak üzere, Anadolu’da 

birçok yerli unsurun da katkısı olduğunu ifade etmiş olmaktadır. 

1204’teki Dördüncü Haçlı Seferi’ne katılan Katoliklerin, İstanbul’u 

fethi ve yağmalaması, Hıristiyanlık dünyasını doğu-batı diye ikiye ayı-

rırken, İznik’e taşınan Hıristiyanlık merkezi, Anadolu’da Türklerle yakın 

temas için bir dönüm noktası olmuştur. Aynı  şekilde Anadolu Türklüğü 

de benzer bir akıbetle, Moğol istilasıyla sarsılınca, Konya-İznik yakın-

laşması, halkları birbiriyle kaynaştırmaya vesile olmuştur. Bu Türk-Bi-

zans yakınlaşması, Türk destanlarına da yansımıştır. Bizans Sarayı ile 

Türk sarayı arasında akdedilen evlilikler önemlidir. Aydınoğlu Umur Paşa 

Destanı’nda: Üç kızımdan birini alsana, dedi Bizanslı. Paşa onları gördü, 

gözleri kamaştı... O zaman şöyle dedi: İnsan kızını biraderine nasıl verir? 

Tekfur kardeşimdir, kızı kızım, bizim dinimizde yoktur böyle iş

2

. Türklerle 



Hıristiyanlar arasında bu iç içe geçmişlik görüntüsünü çoğu zaman ortak 

1  Mehmet Fuat Köprülü, Osmanlı  İmparatorluğu’nun Kuruluşu, TTK Yayınları, Ankara 

1999, s.110; Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıfl ar, TDİB Yayını, Ankara 1993, 

s.191.


2 Michel 

Balıvet, Ortaçağda Türkler, Çeviren Ela Güntekin, Alkım Yayınevi, İstanbul 2005, 

s.142.


176

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

olan halk inançları ve ibadetleri perçinler; büyü, eskatoloji, veli-aziz kültü, 

hatta Müslümanların da Hıristiyanlar gibi şarap içmesi ve ikonların önünde 

diz çökmesi gibi Osmanlıların son zamanlarına kadar gelen örnekler var. 

Meselâ İstanbul’da surlardaki kiliselerde, Kara Meryem gününde Hıristi-

yan ve Müslüman kadınların o gün beraber olması, bu kaynaşmanın güzel 

örneklerindendir

3

. XV. yüzyılda Alman seyyahı Schiltberger, Hıristiyanla-



rın, Mevlâna’nın mürşidi, Şemseddin Tebrizî’ye kendi ulu kişilerinden biri 

gibi saygı gösterdiklerine işaret eder

4



Anadolu’da çeşitli  şehirlerde bulunan mumyalı cesetler ve birtakım 



heykeller XII. yüzyıldan beri Müslüman ve Hıristiyanlar için müşterek bir 

ziyaretgâh olmuş, aynı süreç Balkanlarda da devam etmiştir. Her kesimden 

ziyaretçinin geldiği bu tür yerlerde Müslümanlar için cami, Hıristiyanlar 

için de kilise vardı. Türklere göre bu cesetler sahabelerden beri Müslüman 

şehitler, Hıristiyanlara göre de kendi azizlerine aitti. Böylece halk arasında 

da iki din arasında bir çatışma olmadan, F. W. Hasluck’un kaydettiği iki 

tarafl ı ziyaretgâhlar oluşuyordu. Herhangi bir hastalıktan kurtulmak için 

Müslüman hocalara başvuran Hıristiyanlar olduğu gibi, rahiplere müracaat 

eden Müslümanlar da vardı. 

XVI. yüzyılda her iki din arasında kesin bir ayırım yapacak bilgiye 

muktedir olamayan Arnavutlar, Pazar günü kiliseye, Cuma olunca da ca-

miye giderlerdi. XIX. yüzyıl sonlarında, çok sayıda Müslüman ve Hıris-

tiyan her gün Bektaşî tarikatının kurucusu Hacı Bektaşî Veli’nin türbesini 

ziyarete geliyor, yerli Hıristiyanlar onu Aziz Haralambos’la özdeşleştiri-

yor. Bu inanç doğrultusunda türbeye girerken Hıristiyan ziyaretçiler haç 

çıkarıyor, Müslüman hacılar ise bitişikteki camiye gidip ibadet ediyor. Her 

iki kesim aynı şekilde iyi karşılanıyor

5

. Anadolu’da Hacı Bektaşî Veli’den 



başka Balkanlarda Şeyh Bedreddin, Gül Baba ve Sarı Saltuk en önemli 

ortak azizler olarak asırlarca kutsanmışlardı. Fuad Köprülü, Ahmet Yaşar 

Ocak, F. W. Hasluck, I. Melikoff’un araştırmaları, bu ortak azizlerin ör-

nekleriyle doludur. 

Sufî dervişlerin açık ve hoşgörülü ideolojisi, Anadolu’da daha Konya 

Selçuklu Sultanlığı bünyesinde bir İslâm-Hıristiyan uzlaşması yaratmayı 

başaran güçlü şahsiyetler tarafından XIII. yüzyıldan itibaren yayıldı. Mev-

levî tarikatının piri Mevlâna Celâleddin (1207-1273), Bektaşî hareketinin 

3  İlber Ortaylı, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, Timaş Yayınları, İstanbul 2006, s.37.

4  J. Schiltberger, The Bondage and Travels’ten naklen Balıvet, Şeyh Bedreddin Tasavvuf ve 

İsyan, Çeviren Ela Güntekin, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2002, s.20.

5 Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.V.



177

Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ

lideri Hacı Bektaşî Veli (öl.1271), Anadolu’da bulunduğu sırada Türk ta-

savvuf hareketinin yönelişine büyük ölçüde damgasını vuran İbn Arabî 

(1165-1240), bu şahsiyetler arasında en önemli olanlarıdır. Yine serbest 

dinî düşüncelere sahip Türkmen kitlelerinin ve bunlara yön veren Yunus 

Emre (öl.1308) gibi Türkmen şeyh ve dervişlerin bu ortak yaşamayı teşvik 

eden aracılar rolünde olduğu tarihî bir vakıadır.

Şeriat katı şekilleriyle Tanrı’nın korkutucu Celal cephesine dayanır-

ken, mistik anlayış onun güzellik Cemal vasfına dayanır. Böylece kişiler 

de temsil ettikleri görüşe göre hepsi aynı tanrı ve dinî benimsemede bir-

birleriyle çatışırlar. Bu anlayışın mümessilleri olan Türk mutasavvıfl arın, 

Hıristiyanlarla olan sıkça temasları ve münasebetleri çok önemlidir. Keza 

sufîler, en geniş ve serbest felsefî düşüncelere sahiptirler. Osmanlı Bal-

kanları gibi XII ve XIII. yüzyıl Anadolu’sunda nüfusun büyük bölümü Hı-

ristiyandır ve Türk sufîleri konumlarını buna göre belirlemek durumunda 

kalmışlardı. Bu ortamı hesaba katmamak, Türk tasavvufuna ve en önemli 

temsilcilerine büyük bir evrensellik, hatta mezhepler ve dinler üstü bir ni-

telik kazandıran alan derinliğinin bir bölümünü göz ardı etmek anlamına 

gelir. Bu açıdan bakıldığında dinleri birleştiren batın ilmi, ibadet ve dogma 

farklılıklarından önemlidir ve ruh nasıl biçimlerin üstündeyse, sufî de din 

sınırlarının ötesindedir. 

Selçuk Türkiyesi’nde yetişen mutasavvıfl ardan  Mevlâna’nın dinler 

arasında nasıl bir yakınlaşma havası yarattığı birçok kaynakta zikredil-

mektedir. Özellikle eserlerini Farsça, Türkçe ve Grekçe yazmış olması 

bütünleştirici, birleştirici felsefesini göstermektedir. Ne olursan ol yine 



gel felsefesiyle timsalleşen Mevlâna, çeşitli din, mezhep ve tarikatlara 

mensup geniş bir mürit kitlesine sahipti. Hıristiyan rahipleri ile dostane 

münasebetlerde bulunuyor, kilise ve manastırlarını ziyaret ediyordu. Hatta 

Hıristiyanların meyhanelerine kadar giderek onlarla sohbet ediyordu. İlâhî 

vecdini sema ile ifade etmesi de onları kendine cezbediyordu. Türlü din ve 

mezhep mensupları dinlerin ve peygamberlerin hakikatini onun sayesinde 

öğrendiklerini söylüyor, cenazesine kendi mukaddes kitapları ile birlikte 

katılıyorlardı. Mevlevîler, her kavmin bir peygamberi, her mezhep ve tari-

katın bir şeyhi tazim ettiğini oysa Mevlâna’yı bütün din ve mezhep men-

suplarının sevip saydığını övünerek söylüyorlardı. Onun müritleri arasında 

Hıristiyan mimar, ressam ve rahipler de bulunuyordu. Mevlâna sayesinde 

İslâmiyet’i kabul eden 18 binden fazla Rum, Ermeni ve Yahudi’nin bulun-



178

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

duğu kaydedilir

6

. Bu konuda Menakıbu’l-Arifîn’de, özellikle Mevlâna’nın 



tesirinde kalan Ermenilerden bahsedilmektedir

7



Mevlâna, yaradanın aşkı her yerde ve ister Mecusî, ister Yahudi, ister 

Hıristiyan, bütün insanların üzerindedir der. Tasavvufa göre, samimi bir 

kafi r, mürai (iki yüzlü) bir mümine evla idi. Tecrit olmuş Hıristiyanların, 

İstanbul’daki Patriklik otoritesi ile ruhanî bağlarının giderek gevşediği bir 

ortamda, bu kadar hoşgörülü bir şeyhin peşinden gitmenin ve Ermenile-

rin esnek ve herkese açık Mevlevî öğretisiyle özdeşleştirdikleri İslâm di-

nini benimsemenin çekiciliği büyüktü. Mevlevîlerin bağdaştırmacı ruhu 



hakikati arayanların yoluna girenlerin manevî cemaatı içinde biçimsel 

dinî farklılıkları önemsiz sayma eğilimindeydi ve bu durum ihtidayı ko-

laylaştırıyordu. Böylece Anadolu’da başlatılan derviş tarikatlarının uzlaş-

tırıcı niteliği, fethedilen halklar arasında İslâm’ın başarısının önemli ne-

denlerinden biri olmuştur. Keza Mevlâna hayranı ve müridi olmanın şartı 

Müslümanlık değildi. Osmanlı Devleti, Anadolu’dan miras aldığı manevî 

kuvvetler sayesinde milliyet, İslâmiyet ve insaniyet duygularını tam bir 

ahenkle terkip etmesini başarmıştır. Mevlâna, Mesnevisi’nde; dinle neyden 



çun hikâyet etmede, ayrılıklardan şikâyet etmede feryadıyla başlarken, Yet-

miş iki millet sırrını bizden dinler, biz, iki yüz millet ve mezhebi tek perdede 

birleştiren ney gibiyiz. Yine başka bir gazelinde, pergel gibi bir ayağımla 

şeriat üstünde sağlamca durduğum halde, diğer ayağımla yetmiş iki milleti 

dolaşıyorum

8

  şeklinde seslenmesi, onun ne kadar evrensel bir düşünce-

ye sahip olduğunu gösterir. Mevlâna’nın bu inancı, dünya işlerine değer 

vermekle beraber ondan kaçınması, para gibi insanları küçülten şeylerden 

tertemiz kalışı ona karşı beslenen sevgiyi, saygıyı attırmıştır. O derece şöh-

reti, ünü yayılmıştı ki o artık yalnız Selçuklu Devleti’nin sınırları arasında 

kalmayarak Bizans’tan ta Semerkant’a kadar bütün İslâm memleketlerin-

de biliniyor, seviliyordu. Zaten o tarihte Asya saltanatının başında Türkler 

bulunuyordu. Farsça yazmış olmasına rağmen bütün okumuşlar, bu dili 

iyi bildikleri için Mevlâna’nın eserlerini asıl kaynağından okuyabiliyorlar, 

ondan zevk ve keyif alabiliyorlardı. İranlı yaşlıların, her köy ve kasaba-

da hemen her evde Kur’an’la birlikte Mesnevî bulundurması, kutsal bir 

gelenek olarak devam etmekte imiş. Hindistan ve Pakistan’daki Mevlâna 

6 Ahmet 

Efl akî, Arifl erin Menkıbeleri, Çeviren Tahsin Yazıcı, MEB Yayını, İstanbul 1989, 

C.II, s.31; C.I, s.531.

7 Efl akî, Arifl erin Menkıbeleri, C.I, s.530.

8  Füruzanfer, Mevlâna Celaleddin, Çeviren F. N. Uzluk, MEB Yayınları,  İstanbul 1963, 

s.IV.


179

Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ

sevgisinin bizim ülkemizden az olmaması, bu tarihî süreçten kaynaklan-

sa gerektir. Hindistan Devleti’nin kurucusu, Mahatma Gandi, her zaman 

Mevlâna’nın Mesnevîsi’nden şu beyti okurmuş: Biz birleştirmek için gel-

dik, ayırmak için gelmedik

9

.



Ortaçağ Türkiyesi’nde Hıristiyanların önemli manastırları var-

dı. Konya’da Akmanastır, Mevlâna’nın da sık ziyaret ettiği bir yerdi

10



Efl akî’nin bilgi verdiği Konya’daki Efl atun manastırı



11

, Müslüman-Hıris-

tiyan ortak yaşama kültürünün canlı bir örneğidir. Manastırda üç kilise ve 

bir de cami bulunmakta, Mevlâna da yılda bir geceyi bu camide dua et-

mekle geçirirdi. Manastır, cemaatlar arası bir buluşma yeri olma özelliğini 

XIX. yüzyıla kadar sürdürmüştür.  İstanbul’da Balıklı Kilisesi, Yenikapı 

Mevlevîhanesi’ne her yıl zeytinyağı gönderirdi. Efl akî’nin anlattığına göre 

Mevlâna’nın cenaze töreni, bağdaştırmacılık yolunda çok ilerlemiş bir 

toplum manzarası sergilemektedir. Hıristiyanlardan, Yahudilerden, Erme-

nilerden, Araplardan, Türklerden vb. bütün milletler, bütün din ve devlet 

sahipleri hazır bulunuyordu. Her biri kendi âdetleri üzere kitapları ellerin-

de önden gidiyorlar, Zebur’dan, Tevrat’tan, İncil’den ayetler okuyorlardı

12



Hatta güvenlik güçleri, bu gayrimüslim güruhu dağıtmak istiyor, fakat mu-



vaffak olamıyorlardı. 

Dinler üstü inancını gür bir sesle ilân eden Yunus Emre: bütün dinler 



bizim için makbuldür demiştir. Samimi âşık kendini herhangi bir ibadet ye-

rinde rahat hissedebilir, çünkü o yerin her köşesinde ve her zaman cananını 

bulabilir: Bir dem varur mescitlere yüz sürer anda yirleri/Bir dem varur 

deyre girer incil okur ruhban olur. Bu tavır gayrimüslimlere karşı çok açık 

bir yaklaşım doğurur. Gökyüzünde İsa ile Tur dağında Musa ile............... 



ol Muhammed mahbub ile çağırayım Mevlam seni.. diye devam eden dize-

lerinde Yunus Emre, üç semavî dinin de peygamberine eşit mesafede bu-

lunmaktadır. Yunus, yetmiş iki millete bir gözle bakmayı insanlığın kemali 

sayıyor ve bu umdeler aynı misyonu günümüze kadar taşıyordu

13

Yetmiş 



iki millete bir göz ile bakmayan/ şer’in evliyası da olsa hakikatte asidir.

9  Füruzanfer, a.g.e., s.VIII.

10  Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, Nakışlar Yayınevi, İstanbul 1980, 

C.II, s.493.

11 Efl akî, a.g.e., C.I, s.321, 609.

12 Efl akî, a.g.e., C.II, s.13-14; Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.19. 

13  Yunus Emre, Risalet: Risalet’ün-Nushiyye ve Divan, Editör Abdulbaki Gölpınarlı, İstanbul 

1965, s.156; Abdulbaki Gölpınarlı, Yunus Emre, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1991, 

s.17.


180

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

Yunus’un; yaradılanı severim yaradandan ötürü hoşgörü umdesiyle 

taçlanmış yaklaşım, Tanzimat dönemi edebiyatımızda ve halk tiyatrosunda 

da görülür. Örneğin Karagöz-Hacivat ortaoyununda, Yahudi ve Hıristiyan 

tiplemeleri, sadece onların konuşma biçimleri ve görüntüleriyle karakteri-

ze edilir. Hiçbir küçümseme niyeti yoktur, çünkü Osmanlılar, bir kimsenin 

ırkından veya dininden dolayı aşağılanmasına izin vermemiştir. Gerçekten 

de bizim edebiyatımızda, kültürümüzde, Ermenilerle ilgili şakalar, aşağı-

layıcı lafl ar pek yoktur.

XIII. yüzyılda Anadolu’da tasavvufi  hayatın önde gelen bir başka tem-

silcisi, İbn Arabî; Bir zamanlar benim dinimden olmadığı için komşumu 



suçlardım. Ama şimdi kalbim bütün biçimlere açık; o artık ceylanlar için 

bir çayır, keşişler için bir manastır, putlar için bir mabet, hacı için bir 

Kâbe, Tevrat levhaları ve Kuran kitabıdır. Ben aşk dinini vazediyorum ve 

hangi yöne yönelirse yönelsin bu din benim dinim ve imanımdır demiş-

tir


14

Taşıdığı felsefî ve tasavvufî fi kirlerinin anlaşılamamasından dolayı İs-



lâm dünyasının diğer toraklarında şeyh-i ekfer olarak telin edilen İbn Ara-

, Anadolu’ya geldiğinde şeyh-i ekber ünvanıyla anılmıştır. Selçukluların, 

Hıristiyan tebaalarına karşı gayet derecede hoşgörülü olmalarına ve onlar-

la sıkı ilişkiler içerisinde olduğunu görünce şaşırmış, bu konuda şaşkınlı-

ğını Sultan Keykavus’a mektupla ifade etmiştir

15

. İbn Arabî’nin kiliseye 



giderek vaaz etmekte olan papazı dikkatle dinlediği ve sonra da itiraz ettiği 

konuda tartıştığına dair rivayetler de bulunmaktadır

16

. İbn Arabî’nin fi kir-



lerinde Hz. İsa’ya verdiği önemden dolayı rakiplerinin onun yeri kilisedir 

demelerine yol açmıştır. 

Mistik şahsiyetler, Selçuklu ve daha sonra da Osmanlı dünyasında çok 

güçlü ve kalıcı etkiler bırakmışlardı. Çünkü burada hükümdarlar derviş et-

kinliğinin siyasal iktidarı tartışma konusu yapmaması gibi kesin bir şartla 

sufîlere çoğu zaman lütufkâr davranmıştır. Ayrıca bu sufi ler, kökeni Orta 

Asya’ya uzanan ve evrenselcilikten rahatsız olmayan Türk-Moğol gelene-

ğinden rahatsızlık duymamışlar, aksine kendi inançlarında bu anlayışın iz-

14 Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.1.

15  Claud Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, E Yayını,  İstanbul 1994, s.251; 

Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.6.

16 Balıvet,  Şeyh Bedreddin, s.10; Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, 

C.II, Nakışlar Yayınları, s.492.


181

Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ

lerini görmek mümkündür

17

. Anadolu’nun dinî ve tasavvufî tarihiyle ilgili 



çalışmalarıyla bilinen Michel Balıvet’e bakılırsa, XIII. yüzyılda Anadolu 

nüfusunun beşte dördü gayrimüslim olan ve çeşitli dinlerden, Müslüman, 

Budist, Şamanist Türklerden geniş bir hoşgörü yelpazesi içinde bir arada 

yaşadığı bu durum, İbn Arabî ile gayrimüslimler arasında bir yakınlaşma 

sebebi olmuştur

18



Sufîlik, mistik mesajın evrenselliğini çeşitli diller kullanarak ifade et-

meye çok sıcak bakmıştır. 1330’larda yazan Âşık Paşa, Garipnamesi’nde 

Ermenice ve İbranice dizelerin yanı sıra, Allah lafzı yalnızca Arapça, Fars-

ça ve Türkçe değil, aynı zamanda Rumca olarak da yer alır. Farklı kültür-

den insanların, insan olarak birbirleriyle anlaşmaları gereğini vurgular ve 

şöyle bir hikâye anlatır: Bir Arap, bir Acem, bir Türk ve bir Ermeni birlikte 

yola çıkarlar; bir yerden üzüm satın almak isterler, fakat birbirine bu istek-

lerini dil ayrılığı yüzünden anlatamaz, kavga ederler. Sonra üzüm gelince 

her biri isteklerinin aynı olduğunu görür. Âşık Paşa, bu hikâyeyi anlattık-

tan sonra; insanlar bir evdendir, bu cümle mevcudat muhtelif düşmüştür, 



illa mahlukat Tanrı birliğine ermek için ikilikten kaçmak gerek hikmetini 

ifade eder

19

. Mevlâna gibi Âşık Paşa’nın bu sözleri, o dönemde özellikle 



bağnazlıktan uzak sufi -derviş çevrelerinde, dinî ve etnik bakımdan karışık 

Anadolu toplumunda uzlaşma ve kaynaşma gereğini ifade etmektedir. 

Orta Asya Şaman ve aşiret gelenekleri ile İslâmî değerleri tasavvuf an-

layışı içinde özgün bir sentez halinde kaynaştıran özerk bir tasavvuf akımı 

olan Bektaşîler, bağdaştırmacı ve evrensel düşüncelerini, bütün Osmanlı 

dönemi boyunca, Mevlevîlerden çok daha geniş çapta yaymayı başarmış-

tır. Hacı Bektaşî Veli’den kaynaklanan bu düşünce, faaliyetlerinin bir bö-

lümünü özellikle gayrimüslimlerle temaslara ayırmıştır. 

Anadolu’daki Türk yayılmasının mızrak başı olan Bektaşî türündeki 

dervişler, daha askerî fetih başlamadan önce, mutasavvıfl arın yaydığı mis-

tik evrenselciliğin çekiciliğine kapılan Hıristiyan yandaşlar kazanabilmiş-

lerdir. Hıristiyan-Bektaşî ilişkileri Osmanlı döneminde gelişecek ve tarikat 

17 Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.2. Bütün dinler aynı elin beş parmağı gibidir, Tatarların tek kay-

gısı, topraklarında Tanrı’ya tapıldığını bilmektir. Eğer Han’a sâdıksanız ve belirlenen ha-

racı ödüyorsanız....... ruhunuza kimse karışamaz, XV. yüzyılda bir Ramazanoğlu beyi, İsa 

ile Muhammed arasında tercih yapmak istemez ve Tatarlar İsa’yı ‘kibirli bir peygamber’ 

olmakla suçlarlar, çünkü o, diğer tanrılarla bir arada olmayı hiç istemez. Bu bağdaştırmacı 

gelenek hakkında, Köprülü, Melikoff ve Ahmet Yaşar Ocak, çeşitli eserlerinde bir hayli 

bilgi vermektedirler

18 Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.3.

19 Âşıkpaşa, Garipname, Hazırlayan Kemal Yavuz, TDK Yayını, Ankara 2001, s.149.


182

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

mensupları gayrimüslimlerle yakın bağlar kuracaktır; amaçları arasında 

onları İslâm’a döndürmek şüphesiz vardır ama, çoğu zaman İslâm’a şek-

len bağlanmayı zorunlu kılmadan dinler üstü bir anlayışla mistik temaslara 

öncelik verirler. Bu duruma imparatorluğun son dönemlerine kadar gayri-

müslim kaynaklar tanıklık etmektedir: Bektaşîler, karma ibadet yerlerini, 

ritüellerin bir birine karışmasını destekler, safl arına Hıristiyanları kabul 

ederler, rahiplerle düzenli temas halindedirler ve kimi zaman açıkça ev-

renselci nitelik taşıyan tüzükler hazırlarlar. 

Selçuklu ortamının bağdaştırmacı uygulamalarının mirasçısı gibi gö-

rünen ve buraya kadar zikrettiğimiz önemli sufi lerin fi kirlerine dayandığı 

anlaşılan Şeyh Bedreddin de (1358-1416) doğup büyüdüğü Rumeli’de Hı-

ristiyan dünyası ile hep iç içe olmuştur. Babası Trakya’yı fetheden gaziler-

den biri, anası eski bir Hıristiyan’dır. Eşi de Hıristiyan olacaktır gelini de. 

Ayrıca o, Müslüman bir azınlığın Hıristiyan kitlelerle sürekli temas halinde 

olduğu darü’l-harpte doğmuştur. Rumeli’deki ilk gaziler olan Hacı İlbeyi 

ve Gazi Ece ile onların silâh arkadaşlarıyla akraba olduğu öne sürülür

20



Papazlara yönelik: Dinde ayrıysak nola iy sırr-ı Hak/Rabbimüz birdür ka-



mumuz abd-i Hak diyen Şeyhin, gayrimüslimlerden de birçok hayranı bu-

lunmaktaydı

21



Aile tarafından Mevlevîlere, tasavvufî açıdan İbn Arabî’ye bağlanan 



ve muhtemelen Bektaşîlerle kaynaşmış bir hareketin kurucusu olan Şeyh 

Bedreddin, Avrupa’da doğan birinci kuşak Türklerdendi. Bir gazi ile bir 

Hıristiyan annenin oğlu olan Bedreddin, Ortaçağın sonunda Balkanlarda 

bağrında kurulmakta olan Türk-Osmanlı dünyasında önemli bir rol oyna-

masını sağlayacak birçok mirası kimliğinde barındırıyordu. Müritlerinin 

en kalabalık olduğu ve varlıklarını halâ kısmen korudukları yerler, devletin 

Avrupa tarafındaki toprakları, Balkanlardı. Balkanlarda İslâm beş yüzyıl 

boyunca çoğunlukta kalan Hıristiyan halklarıyla iç içe, bir kültür kaynaş-

ması ve doktrin bağdaştırmacılığı halinde yaşadı. Bu durum uzun süre söz 

konusu halklar arasında bir denge ve konsensüs de sağlamış oluyordu.

Ağır ağır ilerleyen toplu bir olgunlaşmanın sonucunda ve güçlü mistik 

şahsiyetlerin etkisiyle 1000 yılından sonra Anadolu’da iki dinsel grup, Bi-

zanslılardan ve Ermenilerden oluşan Hıristiyan grup ile Türklerin baskın 

olduğu Müslüman grup tek bir coğrafyayı paylaşmakla yetinmek ve düşün-

20 Balıvet,  Şeyh Bedreddin, s.38; Sencer Divitçioğlu, Osmanlı Beyliği’nin Kuruluşu, Eren 

Yayını, İstanbul 1996, s.48. 

21 Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Menakıbı, Yayına Hazırlayan Gölpınarlı-Sungurbey, 

Eti Yayınevi, İstanbul 1967, s.90.



183

Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ

sel bir yerleşik anlayışla içlerine kapanmak yerine, Selçuklu döneminden 

itibaren karşılıklı bir tahlil süreci başlatmışlar, birbirlerine ayna tutmuşlar; 

karşılıklı alışverişleri içinde kimi zaman çeşitli ibadetleri kaynaştırarak 

yeni bir dinler üstü düzen kurma gibi köktenci, arzular geliştirmişler ve bu 

süreç, sonunda gerçek bir dinsel iç içe geçişe yol açmıştır.

Bizansın kötü yönetimi, Hıristiyan mezhepler arasındaki anlaşmaz-

lıklar, Müslüman-gayrimüslim dostluğunda önemli rol oynamıştır. Hatta 

başlangıçta Türkler, Ortodoks rahipleriyle de anlaşarak Anadolu’ya Türk-

menleri yerleştirmişlerdir

22

. Uzun Hasan, yeni yapılmakta olan iki Ermeni 



kilisesine maddî yardımda bulunmuştu

23

. Osmanlı Devleti’nde, özellikle 



güneydoğuda bulunan Süryanîler, aynı din ve mezhepten oldukları için, 

zaman içerisinde Ermenileşmişlerdir. Ermeniler her dönemde varlıklarını 

korumuşlardır. 

Rum Patrikhanesi’nin Roma’dan ayrılmasından sonra Ortodokslu-

ğun Bizans toprakları üzerinde hızla yayılması ile Ermeni Kilisesi’nin 

Roma’dan ayrılması ve Gregorianlığın Ermeniler arasında kolay ve ça-

buk yayılması arasında büyük benzerlik vardır. Bizce Ortodoks kilisesin-

de olduğu gibi Gregorian kilisesinde de Roma’dan ayrılmanın tek nedeni 

inanç farkı değildir. Hatta bu ayrılmalarda siyasal nedenlerin daha ağır 

bastığı söylenebilir. Bu siyasal nedenler, Ermeni dinî başkanlarının, Er-

meni Devleti’nin ve Ermeni Kralı’nın, Roma’nın dinî nüfuzundan kurtul-

mak istemesinde odaklanır. Diğer yandan Roma ile Ermenistan arasındaki 

coğrafî uzaklık bu ayrılmayı kolaylaştıran başka bir nedendir. Ortodoks 

Rum Patrikhanesi dağılmışken Fatih tarafından yeniden kurdurulmuştu. 

Bursa metropoliti Ovakim’in Patrik seçilmesi (1461), bunların durumları-

nı düzeltmişti. Daha sonra Osmanlı sınırlarındaki Süryanî, Habeş ve Kıptî 

kiliselerinin sorumluluğu da Ermeni Patrikhanesi’ne verilmiştir. İstanbul 

Ermeni Patrikhanesi’nin farklı yanı, yine aynı Padişah tarafından fakat ilk 

kez kurulmuş olmasıdır. Ermeni tarihinde ve dinî hiyerarşisinde, hiç yeri 

olmadığı halde İstanbul bir Patriklik, hem de bütün Ermeni milletini yöne-

ten bir Patriklik olarak teşkilâtlandırıldı. Bu, İslâm Hukuku’na kesinlikle 

aykırı ve İslâm dünyasında görülmeyen bir olay olduğu gibi, Hıristiyan 

22 Paul Wittek, Menteşe Beyliği, Çeviren Orhan Şaik Gökyay, TTK Yayınları, Ankara 1999, 

s.5, 7, 11; Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, TTK Yayını, Ankara 1999, s.77-79; Tu-

ran, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Ankara 1965; Yavuz Ercan, “Türkiye’de 

XV ve XVI. Yüzyıllarda Gayrimüslimlerin Hukukî, İçtimaî ve İktisadî Durumu”, Belleten, 

C.XLVII, Sayı 188, Ankara 1983, s.1126. 

23  W. Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, Çeviren T. Bıyıklıoğlu, Ankara 1948, s.96, 105.



184

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

dünyasında da pek az görülen bir olaydır

24

. Osmanlılarda Fatih’ten itibaren 



kurumlaşan Millet Sistemi sayesinde, geniş bir coğrafyada dağınık halde 

yaşayan Ermeniler, İstanbul başta olmak üzere Osmanlı ülkesinde bir araya 

gelerek, bir millet bilinci ve onuru sayesinde yaşamaya başlamışlardı

25

.



Balkanlar’da Katolik tahakkümüne ve mezhep çatışmalarından çok 

çekmiş yerli halk, Türk hakimiyetini tercih ettiklerini her fırsatta dile getir-

mişlerdi. Türkler ile Macarlar mücadele halinde iken, Sırp Kralı Brankoviç 

Macar Kralı Hunyadi’ye muzaffer olursanız bize ne yapacaksınız sorusu-

na; Katolik mezhebini kuracağız cevabını almıştı. Oysa Osmanlı Padişahı 

ona; Her mescit yanında bir kilise bulunacak, herkes dininde ve ibadetinde 



serbest kalacaktır demişti

26



Bizans İmparatorları, Müslüman Arap ve sonra da Türk istilasına karşı, 

doğu sınırlarını korumak için Ermenileri kalkan olarak uçlarda yerleştirir-

lerken, başlayan haçlı seferleri sırasında Türklerin Doğu ve İç Anadolu’ya 

hâkim olmaları sonucu güneye inerek, ilk kez Çukurova’da bir Ermeni 

Devleti kurmuşlardı

27



Anadolu ve Balkanlarda hakimiyet kuran her Türk devleti zamanın-

da gayrimüslimlere ve özellikle Ermenilere geniş bir müsamaha gösteril-

miştir. Anadolu’ya ilk kez Danişmendliler ve Selçuklu fatihler tarafından 

getirilen Türk İslâmı, Anadolu’da öncelikle Ermeniler arasında yayılmıştı. 

Balkanlardaki  İslâm anlayışı, Hıristiyanlığın Bizans ve Ermeni biçimle-

riyle çok uzun süre (sekiz yüzyıldan çok) birlikte yaşama deneyiminden 

geçmiştir. 

Bu durumda Selçukluların ve Osmanlıların Türk İslâmı, coğrafî ve 

insanî gelişme alanı açısından sürekli olarak Hıristiyanlar iç içe olmuştur. 

Mekân içindeki bu giriftlik Anadolu ve Balkan İslâmına göreceli doktrin 

esnekliği ve kültür bağdaştırmacılığından oluşan o çok özel rengini veren-

lerin deneyimini büyük ölçüde etkilemiştir. 

24  Ercan, “Türkiye’de Gayrimüslimler”, Belleten, 1983, s.1134; Yavuz Ercan, Osmanlı Yöne-

timinde Gayrimüslimler, Turhan Kitabevi, Ankara 2001, s.89.

25 Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi, Ağaç Yayınları, İstanbul 1992, s.107; 

Ercan, “Türkiye’de Gayrimüslimler”, s.1133.

26  Turan, Türk Cihan Hakimiyeti, s.530.

27 Urfalı Mateos, Vakâyiname ve Zeyl, Çeviren H. Andreasyan, Ankara 1962, s.50; Osman 

Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Turan Neşriyat, İstanbul 1971, s.69, 190-191; Fa-

ruk Sümer, “Çukurova Tarihine Dair Araştırmalar”, Tarih Araştırmaları Dergisi, C.I, 1963, 

s.4-19.


185

Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ

Beylik dönemi toplum ve kültür çevresinde dinlerin ve halkların uz-

laşma gereğine inancı, 1354’te tutsak Gregory Palamas’ın bağnazlığı kar-

şısında, Osmanlıların tutumunda, açık ifadesini bulmuştur

28



Bu arada aynı dönemde Anadolu’da kurulmuş çeşitli Türkmen 

Beylikleri’nin, Türkmen kitlelerinin ve bunlar arasında çok kuvvetli birer 

dinî telkin edici olan Türkmen şeyh ve dervişlerinin dinî yelpazeleri çok 

genişti ve gayrimüslimleri de içine alan geniş bir düşünce dünyaları vardı. 

Hatta Papa, Bizans İmparatorları ve İtalyan  şehir devletleri ile ittifaklar 

kuran ve dinî bağnazlık taşımadıklarını gördükleri, Karamanoğlu Alaaddin 

ve Uzun Hasan gibi Türkmen hükümdarlarını Hıristiyanlığa davet ettikle-

rine dair kayıtlar vardır. Uzun Hasan’ın Trabzon Pontus Hanedanı’yla ak-

raba olduğunu da hatırlayalım. Keza birçok Selçuklu ve Osmanlı hanedan 

üyelerinin rakip Hıristiyan devletlerin saraylarından gelin getirmeleri, bu 

yakınlaşmayı perçinlemiştir. 

Müslüman olmayan halkın vicdan özgürlüğü, Selçuklular döne-

minde Bizansa kıyasla daha geniş oldu. Ermeniler, asırlarca Bizans 

İmparatorluğu’nun ve Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin baskısı altında kal-

dı ve her fırsatta Rumlaştırılmaya çalışıldı. Doğal olarak Ermeni toplumu 

Bizansa karşı oldu. Arap istilası ve Haçlı Seferleri gibi olaylar Anadolu’da 

ekonomik ve sosyal çöküntü yaratınca Selçuklu Türklerinin adilâne yö-

netimleri, dinî özgürlük tanımaları, hatta onlara saygı duymaları, Türk 

toplumunun duygularını yansıtan, Mevlâna, Yunus Emre ve Hacı Bektaşî 

gibi sufîlerin her türlü din ve ırk ayrılığını bir yana bırakan insancıl davra-

nışları ta o dönemlerden itibaren Ermenilerin ihtidalarına sebep olmuştur. 

II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in evlendiği Gürcü Prensesi Konya’ya gelirken, 

bir papaz ve kendisine ait kutsal eşyayı da birlikte getirmişti. Kaynakla-

rın belirttiğine göre Prenses için Saray’da küçük bir de kilise yapılmış-

29

. Söz konusu Prensesin daha sonra kendi isteğiyle Müslüman olduğu 



Menakıbu’l-Arifîn’de kaydedilmiştir

30



Türkiye Selçukluları hükümdarlarından, II. Kılıç Arslan, I. Keyhüsrev 

ve en parlak döneminin temsilcisi olan I. Alaaddin Keykubad, Bizansla 

pek sıkı münasebette bulunmak, hatta Bizansta yaşamak bakımından o ge-

leneklere âşina idiler. Alaeddin Keykubad, Yassıçimen Savaşı’nı kazan-

28  Bkz. Selahattin Döğüş, Osmanlı Devleti’nin Doğuşunda Sosyal Kuruluşlar, Basılmamış 

Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1999, s.189, 357. 

29  Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, s.257; Turan, Türk Cihan Hakimiyeti, 

s.483; Gregory Ebu’l-Farac, Tarih, C.I, Çeviren Ö. R. Doğrul, Ankara 1945, s.543

30 Efl akî, a.g.e., s.98, 152, 288.


186

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

dıktan sonra Kayseri’ye döndüğünde, Müslüman alim ve şeyhleri ile bir-

likte Hıristiyan papazları da kendisini karşılamışlardı. Ermeni kaynağına 

göre Müslümanların tebrikine katılamayan ve geride kalan Hıristiyanlar, 

bir tepe üzerine çıkmış; bunları gören Keykubad, onların arasına girmiş, 

merasimlerinde çan çalmalarına ve ilâhîler söylemelerine müsaade etmiş 

ve şenlik içinde şehre girmiş idi. Meclisinde Hıristiyan alimler de çok iti-

bar görüyorlardı

31

. Selçukluların bu serbestçe halleri, komşu sarayların 



mutaassıp muhitinde tabii hiç hoş karşılanmıyor, onların eski putperestli-

ğe, mecusiliğe dönüp dönmedikleri soruluyordu. Ayrıca, mümin bir Müs-

lüman olan Halep emiri Nureddin Zengi, Selçuklu Sultanlarını bu derece 

hoşgörülü olmalarını anlayamamıştır. II.Kılıç Arslan’ın gerçek bir mümin 

olduğuna inanmadığı için onun, elçisinin önünde kelime-i şehadet getirme-

sini şart koşmuştu. Selçukluların Hıristiyanlarla dostça ilişkiler kurması, 

Halife tarafından da kınanmıştır

32

.



II. İ. Keykavus zamanında, Hıristiyan dayıları devlet işlerinde çok nü-

fuz kazanmışlardı. Selçuk Sultanları Hıristiyan dayılarını Saraylarında ba-

rındırmış ve onlar üzerinde hiçbir dinî baskıda bulunmamıştır. 1256 yılında 

Keykavus, Sultan Hanı yenilgisini duyunca karısını ve Hıristiyan dayıları-

nı yanına alarak Alanya tarafl arına gitmiştir. Efl akî; Keykavus’un Sarayın-

da Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında dinî tartışmalar gerçekleştiğini, 

sultanın suallerine Mevlâna’nın ciddi cevaplar verdiğini kaydederek, Hı-

ristiyanların Selçuk Sarayındaki yoğunluklarını teyit etmiştir. Ebu’l-Ferec, 

Keykavus’un 1258’de Barsuma (Malatya’da) Manastırı’nı ziyaret ederek 

rahiplere bir takım vaatlerde bulunduğunu yazar

33

.

Haçlı kaynakları, Keykavus ve II. Kılıç Arslan başta olmak üzere 



birçok Selçuklu Sultanının ve bu arada Ramazanoğlu ve Karamanoğlu 

gibi bazı Türkmen Beylerinin de gizli Hıristiyan olduklarını kaydetme-

leri, Ortaçağ’da Hıristiyan taassubunun ne derece ileri boyutta olduğunu 

gösterirken, Müslüman yöneticilerinin de o derece dinî bağnazlıktan uzak 

bir hoşgörüye sahip olduklarını göstermektedir

34

. Aynı bağnazlık, gayri-



müslimlere tanıdığı geniş toleransı anlayamayan Papa II. Pius’un, Fatih’i 

İstanbul’un fethinden sonra, Hıristiyanlığa davet etmesiyle de görülmüş-

31 Köprülü, Türk Edebiyatında  İlk Mutasavvıfl ar, s.192; Turan, Türk Cihan Hakimiyeti, 

s.484.


32 Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıfl ar, s.192; Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.20.

33  Turan, Türk Cihan Hakimiyeti, s.485.

34  Turan, Türk Cihan Hakimiyeti, s.485.


187

Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ

tür

35

. Ortaçağ’da batılıların Türklerin bu geniş dinî müsamahalarına böy-



le bir mana vermeleri taassupları icabı idi. Meselâ Moğollardan kaçıp 

İstanbul’a sığınan Keykavus’un oğlu da zorla Hıristiyan yapılmış ve Melik 



Konstantin adını almıştı

36

.



Anadolu’ya hâkim olmaya başlayan Türklerin engin merhameti karşı-

sında Haçlı zihniyetinin çok zor durumda kaldığı anlaşılmaktadır. Bir Haç-

lı kroniğinde; Rumların zulmünden kaçan üç bin Haçlı Müslüman oldu. 

Ah merhamet sen hıyanetten daha zalimsin! Çünkü Türkler, Hıristiyanlara 

yardım ve şefkat göstererek dinlerini satın alıyor; bununla beraber asla 

onları din değiştirmeye zorlamıyorlardı

37

.



İbn Bibî, Anadolu’da beş dil konuşulduğunu söyler. Osman Turan’a 

göre bununla Türkçe, Farsça, Rumca, Ermenice ve Süryanîce kastedilmiş-

tir. Bu arada halklar arasındaki kaynaşma o dereceye varmıştır ki, Rumlar 

ve Ermeniler kilise âyinlerini Türkçe yapıyorlardı

38

.

Bizanslı sanatçılar ve memurlar Anadolu Selçuklularının maiyetinde 



çalışırlarken, Yahudi, Müslüman ve Hıristiyan bilginler de Sicilya kralları-

nın koruması altında işbirliği yaparlardı. İki başlı kartallı Bizans bayrağı-

nın Konya’da da dalgalandırılması ve bu sembolün Selçuklu mimarîsinde 

kullanılması, iki başlı kartal ve şahinin silâh ve armalarda kullanılması 

aynı zamanda Müslüman-Hıristiyan kaynaşmasının en önemli sembolü 

oluyordu. Yine Anadolu Selçukluları, üzerlerine hem İsa ve Meryem Ana 

tasvirleri, hem de ayetler basılı sikkeler kullanmışlar, hatta taş üzerine yon-

tulmuş resimli mezar taşlarına rastlanmıştır. Konya’da, İranlılardan, Rum-

lardan, Araplardan, Orta Asya’dan vb. alınmış vergi terminolojisi ve Saray 

unvanları kullanılıyordu

39



Bizans döneminde Ermenistan’dan Çukurova’ya kadar olan bölge-



lerde yayılan Ermeniler, İstanbul’da bir ruhanî merkez kuramadıkları gibi 

İstanbul’a da çok sayıda yerleşememişlerdi. Oysa fetihten sonra çok sayıda 

Ermeninin şehre yerleştirildiklerini görüyoruz. Yavuz ve Kanunî dönemle-

rinde Doğu Anadolu ve Kafkaslardan birçok Ermeni, İstanbul’a gelip yer-

leştiler. Padişahlar da bizzat usta, kuyumcu, sarraf ve sanatkâr Ermenileri 

İstanbul’a getirerek yerleştirdiler. Böylece İstanbul’da kalabalık bir Erme-

35 Halil İnalcık, Doğu Batı (Makaleler I), Cantekin Matbaacılık, Ankara 2005, s.48. 

36  İbn Bibî, El-Evamiru’l-Alaiye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçukname), Hazırlayan M. Öztürk, 

Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1996, C.II, s.161.

37  Turan, Türk Cihan Hakimiyeti, s.496.

38  Turan, Türk Cihan Hakimiyeti, s.522.

39 Balıvet, Ortaçağda Türkler, s.60.



188

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

ni toplumu oluştu

40

. Bizansa karşılık Osmanlı dönemi, İstanbul Ermenileri 



için adeta bir altın devir olmuştur. İstanbul zaman içinde dünyada Ermeni 

nüfusunun en kalabalık olduğu şehir haline gelmişti. Fethedilen yerlerden 

Ermenilerin İstanbul’a getirilmesi, kendilerine verilen önemi de gösteri-

yordu. 1577 yılında yapılan bir sayımda alınan sonuçlara göre İstanbul’da 

485 camiye karşılık 743 kilise bulunuyordu. XIX. yüzyıla gelindiğinde 

İstanbul’da 150 bin Ermeni yaşıyordu. Bu tarihlerde şehirde, Müslüman 

olmayan halk, çoktan sayı bakımından azınlık durumuna düşmüştü

41



Büyük Selçuklular döneminde dostça geçen Türk-Ermeni ilişkileri, 

Anadolu Selçukluları zamanında da sürmüş olmalı ki, Ermeni (veya dön-

me) vezir, Sinop donanmasında komutan ve iğdişbaşıların varlığı bunu 

göstermektedir

42

. Selçuklu Devleti’ni, sarsan büyük ve korkunç Babaîler 



isyanı, ancak Ermeni asilleri ve Frank şövalyelerinin yardımı sağlanarak 

bastırılmıştır

43



Selçuklular zamanında, gündelik hayatta Ermenilerin ticaret, el sanat-



ları, tarım yaptıkları, özellikle üzüm yetiştirdikleri, değirmencilik yaptık-

ları, vakfi yelerdeki kayıtlardan anlaşılmaktadır. Yine halı ve dokumacılık 

yaptıkları seyahatnamelerden anlaşılmaktadır

44

.  Şehirlerde yaşayanlar 



özellikle ticaretle uğraşmaktaydılar. Cacaoğlu Nureddin vakfi yesinde, çe-

şitli Türk pazarları yanında Ermeni pazarı da geçmektedir. Ermeni pazarın-

da kebapçı evinin bulunması, yine Konya’da bir Ermeni esnafının kasaplık 

yapması, ortak yaşama konusundaki güzel örneklerdir

45

. Bunların dışında, 



Osmanlılar döneminde olduğu gibi, İslâm’ın yasakladığı alkollü içkilerin 

ticaretini yapabildikleri, Konya’da Ermenilerin gittiği bir meyhaneden an-

laşılmaktadır

46

.



Selçukluların çöküş sürecinde, özellikle Osmanlı Devleti’nin kuruluş 

döneminde önemli hizmetlerini bildiğimiz Ahi-esnaf teşkilâtı, her zanaat 

şubesinde Ermeni üstatların veya çırakların çalışmasına imkân vermiştir. 

40 Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, s.80.

41 Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, s.89; Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Millet 

Sistemi, s.23.

42  İbn Bibî, a.g.e., C.II, s.529; Nejat Kaymaz, “Anadolu Selçuklularının İnhitatında İdare Me-

kanizmasının Rolü”, TAD, C.II, s.122.

43  Cahen, a.g.e., s.144; Turan, Selçuklular Tarihi, s.228.

44  Metin Ersan, “Selçuklular Döneminde Türk-Ermeni İlişkileri”, Dünden Bugüne Türk-Er-

meni İlişkileri, Nobel Yayını, Ankara 2003, s.66.

45 Ahmet Temir, Kırşehir Emiri Caca Oğlu Nureddin’in 1272 Tarihli Arapça-Moğolca Vakfi -

yesi, TTK 1989, s.125; Efl akî, a.g.e., C.I, s.164-165.

46  Cahen, a.g.e., s.210.



189

Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ

Bursa’nın en eski hayatında Ermeni esnafa bol bol rastlamaktayız. Bursa 

örneğinde görüldüğü üzere, Bizans ahalisinin (Rumların), Ahi teşkilâtı-

nın çalışmasına ayak uyduramadığını, fakat Ermenilerin bu konuda çok 

yatkın oldukları anlaşılmaktadır

47

. Mistik bir renk taşıyan, Sasasaniler za-



manında kurulan ve daha sonra da Abbasî halifeleri tarafından organize 

edilen  fütüvvet teşkilâtı, Anadolu’da Ahi Evren tarafından  Ahilik  adıyla 

teşkilâtlanmıştır. Bir esnaf ve sanatkâr zümresini de ifade eden Anadolu 

Ahi teşkilâtı, bünyesinde Ermeni esnaf ve sanatkârlara da yer vermesin-

de bu mistik yönü etkili olmalıdır

48

. Mevlâna ve onun yanındakiler de ilk 



zamanlardan beri fütüvvet ehli ile kaynaşmışlardı. Mevlâna’nın en önemli 

hayranı, Mesnevî’nin yazılmasına sebep ve Mevlevîlerin kutbu olan Ahi 

Hüsameddin Çelebi, Konya Ahilerinin piri Ahi Türkün oğluydu. Mevlevi 

kaynaklarında da sık geçen bir kuyumcu esnafı olan Salahaddin Zerkub da 

bir Ahi ileri geleni olmasına rağmen, Mevlâna’nın en has müridi idi

49

. Ahi 



tekke ve zaviyelerinde, Mevlevî sema, musiki ve diğer ritüellerin aynısı 

tatbik edilirdi. 

Osmanlı Devleti’ni kuran aşiretin çok erken dönemde, Ermeni Beli, 

Yarhisar, Domaniç, Söğüt ve Bilecik dolaylarında hayvanlarıyla birlikte, 

yaylak-kışlak hayatı yaşadıklarını biliyoruz. Kaynaklarda Ermeni Dağı

Ermeni Derbendi adıyla da anılan yaylak sahada, Osmanlıların daha ilk za-

manlarında Ermenilerle münasebet halinde oldukları anlaşılmaktadır. Ya-

zın hayvanlarıyla birlikte yaylaya çıkan Türkmen aşiretinin ağırlıklarını, 

dönüşte tekrar almak üzere, Ermeni komşularına bıraktıkları anlaşılmak-

tadır. Bu hizmetin karşılığında sonbaharda dönen Türkmenler halı, kilim, 

peynir ve koyun vererek anlaşmış oluyorlardı. Ermeni Derbendi denilen 

yer bugün, Pazarcık ile Bozüyük arasında bulunup eskiden yol üzerinde 

idi


50

Fatih dönemine kadar Osmanlıda gayrimüslimlere özerk bir statü ta-



nınmıştır. Din adeta ikinci derecede dikkate alınmış, hatta Bizansa akın 

yapan kuvvetler içerisinde Hıristiyan komutanlar da yer almıştır. Osman 

Bey zamanında gayrimüslimlerle alışveriş yapılmış, hatta Osman Bey gay-

47 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, C.I, Cem yayınevi, İstanbul 1977, 

s.484.

48 Gölpınarlı, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1983, s.186. 



49 Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatı’nın Kuruluşu, Konya 1991, s.95; Gölpınarlı, 

Mevlâna’dan Sonra Mevlevilik, s.305.

50  R. Paul Linder, Ortaçağ Anadolu’sunda Göçebeler ve Osmanlılar, Çeviren Müfi t Günay, 

İmge Kitabevi, Ankara 2000, s.52; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.I, TTK 

Yayını, Ankara 1988, s.102.


190

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

rimüslim komşularının düğünlerine katılarak hediyeler bile götürmüştür

51



Âşıkpaşazade’ye göre Osman Bey’e Hıristiyanlarla niçin iyi geçindiği so-

rulduğunda, Osman Bey; komşularımızdır, biz bu ile garip geldik geldi-



ğimiz zaman onlar bizi hoş tuttular. Şimdi bize dahi gerektir ki bunlara 

hürmet edelim demiştir

52

. Tuna’dan Fırat’a kadar uzanan sahada bir impa-



ratorluk kuran ve merkeziyetçi politikasıyla merkezkaç kuvvetlerin tepki-

sini çeken, Ankara Savaşı’nda da bu kuvvetlerin ihanetini gören Yıldırım 

Bayezid’in Şehzadelerine İsa, Musa, Süleyman, Mehmed gibi üç semavî 

dinin kurucusunun adını vermesi bir tesadüf olmasa gerektir. 

Osmanlı dönemine geçildikten sonra Anadolu’da Rumca bilmeyen 

Rum ve Ermenice bilmeyen Ermeni halkın varlığı bazı kaynaklarda belir-

tilmektedir. Bu da hiçbir zaman Türklerin asimile faaliyetinde bulunma-

dıklarını göstermektedir. Balkanlarda da Müslüman Boşnak, Arnavut ve 

Pomakların varlığı ve bunların Türkleşmemeleri de bunu göstermektedir. 

Osmanlılar, fütuhatında, istimalet politikasını esas almışlar idi.

Osmanlı Devleti’nin toplumsal, siyasî ve idarî yapısı ırk esasına göre 

değil, Millet Sistemi denilen, düşünce ve inanç temeline göre örgütlenmiş-

ti. Millet, sadece farklı dil ya da ırkı belirten bir kavram değil, bir sosyal 

teşkilâtlanma, bir ruh hali ve tebaanın birbirine bakışını ifade eder. Batının 

Pax Ottomana (Osmanlı nizamı) tabiri, Osmanlı düzenine tâbi milletlerin 

bu idare altındaki uyumunu ifade eder. Ekalliyet (azınlık) sözü, Osmanlı 

devlet hayatında son zamanlarda kullanılmaya başlanmıştır

53

. Dolayısıyla, 



Osmanlılarda nüfus, Müslüman ve gayrimüslim olarak iki sınıfa ayrılmış-

tı, ancak bu şeriatın koyduğu bir sınıfl andırmadır ve toplumdaki gerçek 

toplumsal ve ekonomik ayrılıkları yansıtmaz. Müslüman ve gayrimüslim 

tüccarlarla sanatkârlar gerçekte aynı sınıftandılar ve hepsinin hakları ay-

nıydı. Zengin Yahudi, Rum ve Ermeni tüccarlar Müslümanlar gibi giyinir, 

ata biner ve davranırdı. Padişahlar, III. Murat döneminde olduğu gibi, za-

man zaman gayrimüslimlerin Müslümanlarla aynı biçimde giyinmelerini 

yasaklayan yasalar çıkararak şeriatın şartlarını yerine getirmek isterdi, ama 

bu fermanlar etkisiz kalırdı. Meselâ, gayrimüslimlerin kürk giymeleri ya-

saklandığı halde, bu işin ticareti tamamen onların elindeydi

54

.

51 Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Tebanın Yönetimi, İzmir 1988, s.15-



19.

52 Âşıkpaşazade, Âşıkpaşazade Tarihi, Hazırlayan Ali Bey, Matbaa-i Amire, İstanbul 1332, 

s.12-16.

53  İlber Ortaylı, Osmanlı Barışı, Ufuk Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul 2004, s.29.

54  İsmail Eren, “Hamdiye Kreşevlankoviç ve Eseri”, İstanbul Üniversitesi. İktisat Fakültesi 

Mecmuası, C.17, İstanbul 1960.



191

Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ

Osmanlının klasik çağında bu konuda bir sınırlandırmanın olduğuna 

dair bir belgeye henüz sahip değiliz. III. Murat’a ait 4 Eylül 1577 tarihli bir 

fermanda giyim konusundaki kısıtlamanın Fatih zamanında da olduğu be-

lirtilmiştir. Buna rağmen XV. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı Devleti’nde 

gayrimüslim halkın da büyük ölçüde giyiniş, mesken yapma ve davranış 

serbestisi içinde olduğunu tahmin edebiliriz. Çünkü XV. yüzyıl ortala-

rında Türkiye’ye yerleşmiş olan Musevîlerden İsak Zarfati, Almanya ve 

Macaristan’daki Yahudileri Türkiye’de oturmaya davet etmiş ve bunun ne-

denlerini şöyle anlatmıştır:....Burada en iyi elbiseleri giyebilirsiniz, herkes 

kendi asma ve incir ağacının altında oturabilir. Hıristiyan egemenliğinde, 

çocuklarınızı mosmor dövülme tehlikesi ile karşı karşıya bırakmadan asla 

mavi veya kırmızı renkli elbiseler giydiremezsiniz...

55

.  İslâm Hukuku’na 



göre gayrimüslimler, Müslümanlardan daha büyük ve yüksek ev yaptıra-

mazlarken, bu döneminde böyle bir yasak söz konusu olmamıştır. Ancak 

Müslümanlar için kutsal sayılan yerlerde ve civarlarında mesken yapma 

yasağı konmuştur. Bununla birlikte seyahat özgürlüğü de tamdı. 

İş hayatı dışında mahallede değişik dinde olanlar kentin ayrı bölgele-

rinde, kilise veya sinagogları etrafında kendi dinî önderlerinin başkanlığın-

da yaşarlardı. Osmanlı kentlerinde her zaman, birbirinden ayrı Müslüman, 

Hıristiyan ve Yahudi mahalleleri olmuştur. Çingenelerin de dinleri ne olur-

sa olsun, ayrı cemaat olarak kendi mahalleleri olurdu. Karşılıklı ticarî ve 

meslek alışverişleri konuları, her iki topluluğu daha da kaynaştırırdı. Müs-

lüman erkekler gayrimüslim kadınlarla, kadın dinini değiştirmek zorunda 

kalmaksızın evlenirlerdi; ancak, çocuklar Müslüman olmak zorundaydı

56



Zımmîlerin giyim kuşamı, kilise âyinleri ve çan çalmaları gibi konular 



Selçuklular döneminde de gündeme gelmiş, geniş bir özgürlükle karşılan-

mışlardı. Aynı şekilde gayrimüslimler, Osmanlı ordusunda askerlik, sipa-

hilik, topçuluk yaptıkları gibi, donanmada da görev almışlardı. Ayrıca çok 

önemli resmî işlerde de görev almışlardır. Hassa mimarlığı, tercümanlık, 

hassa tabipliği diplomatik işler yanında daha sonraları da valilik, bakanlık 

gibi en üst devlet görevlerinde bulunduklarını biliyoruz. 

Aile hukuku çerçevesi içinde gayrimüslimler arasındaki evlenme ve 

boşanma tamamen kendi din adamlarının yetkisine bırakılmıştır

57

. İki zım-



mî arasındaki evlenme ve boşanmayla ilgili olarak hemen hemen bütün 

55  Ercan, “Türkiye’de Gayrimüslimler”, s.1140. 

56 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), Yapı Kredi Yayınları, İstan-

bul 2003, s.157.

57  Ercan, “Türkiye’de Gayrimüslimler”, s.1145.


192

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

belgelerde şu kayıt vardır: Bir zımmîye erinden kaçsa veya bir zımmî avret 

almalu ve boşamalu olsa, aralarına rahib-i mezburdan başka hiç kimse 

girmeye ve karışmaya. 

Mahalle imamlarının zımmî çiftlerin nikâhlarını kıydıkları da görül-

müştür. Hatta bunlardan birinde evli gayrimüslim erkek veya kadın ikinci 

kez evlenmiştir. Bunun gibi kilise yasalarında da uymayan durumlar ya-

saklanmıştır. Kadılara zımmî çiftleri boşama yetkisi verilmiştir. Nitekim 

15 Ocak 1584 tarihli bir şer’iye sicili kaydına göre kadı, iki zımmîyi boşa-

yıp ellerine hüccet vermiştir

58



Arazi-yi haraciye tabir edilen topraklarda gayrimüslimler bağ, bahçe 

ve diğer toprak mülklerine sahip olup, özgürce tasarruf hakkına sahipti-

ler. Baştine adı verilen ve mülkiyet üzere Hıristiyanların tasarruf hakkına 

sahip oldukları çiftlikler dikkat çekicidir. Kira ile toprak tasarrufu genel-

likle tımar şeklinde olurdu. Osmanlılarda Hıristiyan halka pek çok tımar 

verilmişti. Bu konuda tapu defterlerinde bir hayli kayıt vardır. Bu arada 

rahiplere bile tımar verildiği olmuştur

59



Tahrir defterlerinin ortaya koyduğu gibi, Hıristiyan nüfusunun azal-

dığı XV. yüzyıldan önce Anadolu’da önemli Rum, Ermeni nüfus bölgeleri 

mevcuttu ve Selçuklu döneminde bu gruplar daha da genişti. Meselâ Ka-

ramanlı Rumların bir bakiyesi olarak Konya civarında Sille, XX. yüzyıla 

kadar bir Rum-Türk Müslüman kasabası durumunu saklamıştır. Derenin 

bir tarafı Rum, öbür tarafı Müslüman mahallelere aitti ve bu insanlar kutsal 

yerleri ortaklaşa ziyaret ederlerdi

60

.



Zımmîler dil bilmeleri yüzünden ticarî hayatta ve devlet hizmetinde 

çok avantajlı yerler edinmişlerdi. İngiliz konsolosu Palgrave 1868’de bir 

raporda şunları yazıyordu: Türkiye’deki Hıristiyanların Müslümanlara kı-

yasla refah içinde olmalarını, onların daha enerjik, çalışkan ve erdemli 

olmalarına yormak yanlıştır. Gerçek şu ki, çalışkanlık, doğruluk, namuslu-

luk ve dürüst iş çıkarma bakımından Müslümanlar şaşmaz biçimde, Rum 

ve Ermeni hemşehrilerinden kesinlikle bir gömlek üstündüler. Ama ne var 

ki Müslümanlar muazzam bir yükün altında sistematik olarak ezilmişler-

dir ve ezilmekteler. Hıristiyanlar ise Osmanlı Devleti’nde ayrıcalıklı du-

rumlarını sürdürerek son yüzyıldan beri sürekli olarak zenginleşmişlerdir. 

58 Ankara Şer’iye Sicili (AŞS), Defter No: 1, Belge No: 1036.

59 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Tapu Defteri, Defter No: 154, s.165, 172, 178.

60  İnalcık, Doğu Batı (Makaleler I), s.149.



193

Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ



Zenginleşmeleri de çok su götürür spekülasyonlarla, apaçık hilelerle ya da 

tefecilikle olmuştur

61

.



Kuyumculuk, sarrafl ık, bankacılık, hekimlik ve mimarlık gibi işler 

genellikle zımmîler tarafından yürütülmüştür. Bu arada gayrimüslimler 

içerisinde kuyumculuk ve sarrafl ıkla uğraşan en önemli nüfus, Ermeniler 

idi. XIX. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da tahvil ve hisse senetleri bor-

sasında egemen olanlar, İstanbul ve ülkenin sair yerlerinde küçük sanayi 

tecrübesini geçirmiş olanlar Ermenilerdi.

Namık Kemal, memur olmak bize ne fayda sağladı? Biz sıkıntılar 

içindeyken Hıristiyanlar sanat ve ticaretle uğraşıp Avrupa seviyesine gel-

diler diye yazıyordu

62

. Gerçekten şer’iye sicillerine bakıldığında, Namık 



Kemal’in serzenişinde ne kadar haklı olduğu görülmektedir. Meselâ Er-

menilerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerden olan Maraş’a ait kadı sicil-

lerinde, incelediğimiz belgelerde, Türk halkı genellikle tarım, hayvancılık 

ve memuriyetle uğraşmaktadırlar. Oysa Ermenilerden, veresesine kalan 

mirasların önemli miktarını gayrimenkûl, para, çeşitli ticarethaneler, şir-

ketler oluşturuyordu ki bunlardan bir tanesinin İngiltere’ye kadar uzanan 

ticarî faaliyetleri vardı. XIX. yüzyılda Maraş’ta beş üyesi bulunan sanayi 

ve ticaret odasının üç üyesi Ermeni idi

63



1912’de İstanbul’da kayıtlı 40 özel bankerin hepsi gayrimüslim iken 



12’si Ermeni idi. Hatta ülkedeki maden işletmelerinde bunlara pek çok fer-

man verildiği görülmektedir. Tanzimat’la getirilen eşitlik ilkesi gereğince 

adliye, eğitim, belediye ve maliye işleri ile barutçuluk, mimarlık, sikke 

darbı yani darphane işleri, Ermenilerin elindedir. Onlara Ermeni amira 

sınıfı denir. Artin Dadyan Paşa, Hazine müsteşarı, Maliye bakanı oldu. 

Abdülhamit’in gözdesi idi. Osmanlı Millet Sistemi içinde konumlarından 

memnun, Ermeni milliyetçiliğiyle ilgisi olmayan Osmanlı idiler

64

. Re-



formlarla bir sivil bürokrasi yaratıldı ve özellikle Ermenilere büyük ölçüde 

yer verildi. Parlamenter hayata geçildiğinde de mecliste gayrimüslimler 

mebus ve bakan olarak görev yaptılar. İngiliz parlamentosunda bir Hint-

li, bir Afrikalı; Fransız parlamentosunda bir Cezayirli mebus olmamasına 

61 Bilal Şimşir, Osmanlı Ermenileri, Ankara 1986, s.15.

62  Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşların Hukukî Durumu, TTK Yayını, An-

kara 1989, s.155.

63 Döğüş, “Maraş  Şer’iye Sicillerine Göre Şehirde Müslüman-Ermeni Münasebetleri”, 

Kahramanmaraş’ta Ermeni Sorunu Sempozyumu, Kahramanmaraş Sütçüimam Üniversi-

tesi Yayınları, Kahramanmaraş 2002, s.133-134.

64 Ortaylı, Osmanlı Barışı, s.123; G. Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî 

Durumu, s.155.



194

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

rağmen, Osmanlı parlamentosunun nerdeyse yarısının gayrimüslim oluşu 

dikkat çekicidir. 1905’ten sonraki Çarlık Rusya Dumalarında bile Rus ol-

mayan milletlerin düşük oranda temsili özel bir statü ile sağlanmıştı

65



1844 yılında dışişlerinde görev yapanların % 71’i Müslüman, % 29’u 

gayrimüslim idi. I. Meşrutiyetten sonra bu oran yarı yarıya, 1893’te ise 

Müslüman oranı % 43’e düştü. Pek çok gayrimüslim yurt dışında elçi 

olarak Osmanlı Devleti’ni temsil ediyordu. Meselâ, 1854’te Topkapı ci-

varında doğan fakir bir Ermeni genci, aldığı bursla Mekteb-i Sultanî’de 

okumuştu. Bu kişi geeleceğin Ermeni Patriği Ohannes Arşaruni’dir. Yine 

başka bir örnek, Divan-ı Hümayun tercümanları içinde Sahak Abro Efen-

di, Osmanlıcası’nın zenginliği ve yaptığı telif ve tercümelerle iktisat ilmi-

ne ait Türkçe karşılık bulduğu yeni kelimeleriyle tanınır.

66

 İlk dönemlerden 



itibaren tercümanlık işlerini yürütürlerken, tercümanlara geniş yetki ve 

vergi muafi yetleri tanınıyordu. Osmanlının Balkan topraklarındaki bürok-

ratlarının ezici çoğunluğunu gayrimüslimler oluşturmuştu

67

.



Cemaatler kendilerine tanınan ayrıcalıklara uygun olarak kendi dinî 

kuruluşları, hastaneleri ve darülacezeleri yanında okullarını da kurmuşlar 

ve eğitimlerini dinî kuruluşlarına bağlı olarak, kendi dillerinde ve devlet 

denetimi dışında sürdürmüşlerdi. 1863’te yürürlüğe giren Ermeni nizam-

namesine göre, Gregorian Ermenilerin başı olan Patrik, bütün Ermeni 

meclislerinin başkanı ve yürütme organıdır. 1868’de açılan Galatasaray 

Lisesi’nde okuyan gayrimüslimlerin çoğu Ermeni idi. Bununla birlikte 

gayrimüslimlerin askerî okullara girmeleri de kolaylaştırılmıştı. Ayrıca 

Ermeni Patriği, açılan Ermeni okullarının teftiş edilmemesini isteyecek 

özgürlüğe de sahipti. 1868’de kurulan Şura-yı Devlet’in (Danıştay) 41 

üyesinden 28’i Müslüman, 13’ü gayrimüslim idi. 1864’te yürürlüğe giren 

vilâyet nizamnamesiyle mülkî idarenin her kademesinde seçimle oluşan 

idare meclislerinde Müslümanlarla birlikte gayrimüslimlerin temsilcileri 

de yer alıyordu

68

. Bütün bu gelişmeler Tanzimat dönemiyle birlikte çıkarı-



lan yasalarla kararlaştırılmış idi. 

İktisadî hayatı ellerinde tutan ve özellikle Ermeni, Rum ve Yahudiler 

bir de zaman zaman vergi konusunda maktua bağlanınca, bu onlar için 

bir bakıma iktisadî özerklik olmuştur. Ayrıca daha geniş anlamda idarî ve 

65  İlber Ortaylı, Osmanlı  İmparatorluğu’nda  İktisadî ve Sosyal Değişim, Turhan Kitabevi, 

Ankara 2000, s.213-14.

66 Ortaylı, Osmanlı Barışı, s.26-27.

67 Ortaylı, Osmanlı Barışı, s.196-199.

68  Bozkurt, a.g.e., s.160; Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi, s.13, 86.


195

Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ

dinî özerklikleri de vardı. Bütün bu özerklikler, Ermenilerin uzun Türk 

egemenliği sırasında dil, kültür ve milliyetlerini yitirmeden yaşamalarına 

en büyük neden olmuştur. Bu durum aynı zamanda imparatorluk içinde 

bir birliğe ve kaynaşmaya engel olmuş ve çöküntü döneminde Ermeniler, 

bağımsızlık isteyerek imparatorluktan ayrılmak isteyen diğer uyrukların 

etkisinde kalmışlardı. 

Bu arada yargı karşısında Müslüman-gayrimüslim ayrımı yapılma-

ması önemlidir. İltizam, emanet, kavga, hırsızlık ve yol kesme ile ilgili 

davalara da ister zımmîler arasında isterse Müslüman ile zımmî arasında 

olsun doğrudan doğruya şer’î mahkemelerce bakılmıştır. Duruşma sırasın-

da Müslüman-gayrimüslim arasında bir fark gözetilmemiştir. Zımmîler de 

büyük bir kolaylıkla ve istedikleri zaman haklarını aramak üzere Müslü-

manları mahkemeye verebilmiştir

69



Kudüs, Osmanlı idaresine geçip de, Yavuz Selim 1516’da bir kısım 

devlet adamı ve askerle şehre girdiğinde, Kudüs Ermeni Patriği III. Serkis 

de Sultanı karşılamaya çıktı ve 1517 tarihli bir fermanla bunlara çok geniş 

ayrıcalıklar verildi

70

. Osmanlı Padişahının bu fermanla Hıristiyan tebaası-



na tanıdığı ayrıcalıklar, insanlık tarihi içinde ve insan hakları konusunda 

gerçekten övgüye değer niteliktedir. 

İslâm Hukuku’nda yeni bir kilise yapılması kesinlikle yasakken, hatta 

onarımı bile pek çok kayıt ve şartlara bağlanmışken, Fatih’ten 60 yıl sonra 

Yavuz’un Kudüs’te yeni bir Ermeni Patrikhane kurdurması çok önemlidir. 

Kudüs’e atanan Ermeni Patriği III. Serkis’e verilen fermanla Ermenilere 

tanınan ekonomik, sosyal, dinsel ve idarî konularda haklar en kesin ve 

güvenilir biçimde sağlanmıştır

71

. Bizans döneminden beri Rumlar Erme-



nilere zulmediyorlardı. Kudüs’te de Ermeni Kilisesi’ne mensup topluluk-

lara Rumlar yine kötü davranınca, Osmanlı yönetimi buradaki Ermeni 

Kilisesi’nin yetkilerini arttırmıştır. Bunun dışında eski Suriye ve Mısır va-

lilerinden Osman Paşa (öl.1686) Balkanlardaki köyüne papaz kardeşleri 

için bir kilise yaptırmıştı. Sokollu Mehmed Paşa da Ortodoks rahibi olan 

kardeşi için bir kilise inşa ettirmişti. Tanzimat’la birlikte kilise inşasına 

müsaade eden fermanlardan sonra bizzat Sadrazam, 80 bin kuruş vere-

rek yardım da ediyordu (1831). Türkler bu sırada Hıristiyan vatandaşlara 

69 Bkz. Döğüş, 25 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes 

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1994.

70  Yavuz Ercan, Kudüs Ermeni Patrikhanesi, TTK Yayınları, Ankara 1987, s.16; Ercan, Os-

manlı Yönetiminde Gayrimüslimler, s.109. 

71  Bkz. Ercan, Kudüs Ermeni Patrikhanesi, s.15-17.


196

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER



kiliseyi yaptınız keşke bir de 4 minare ekleseydiniz diyerek duygularını 

ifade ederken, Manastırlı bir Hıristiyan da böyle devam ederse, Türklerin 

bizimle yortu edeceklerine, bizim de onlarla iftara oturacağımıza eminim 

demiştir


72

.

Türk toplumu ile Ermeni toplumu arasında dil, kültür, edebiyat ve mü-



zik gibi ortak duygu ve düşüncelerin paylaşıldığı çok örnekler vardır. İki 

ayrı Kitap mensubu olmalarına rağmen, her iki toplumun da dinî değerle-

rinde ortak hurafeler, batıl inançlar gelenekselleşmiş âdetler bulunmaktay-

dı. Ermeni harfl eri ile yazılmış, metni Türkçe bir edebiyat türü gelişmiştir. 

Biz müzik aletinin eşliğinde gezginci Ermeni âşıkların söyledikleri halk 

hikâyeleri arasında KöroğluÂşık GaripKerem ile Aslı gibi geniş kitle-

lere mal olanları bulunmaktadır. Ermeni âşıklar (gusanlar), Pir Sultan’dan 

Karacaoğlan’a kadar, ozanların şiirlerini terennüm ederlerdi. Anadolu’daki 

mahallî ağızları kullanarak yöresel ezgi ve türküleri, şölen ve düğünle-

rinde söylerlerdi. Türkçe yazdığı veya ezberlediği  şiirleri ilkin kemençe 

eşliğinde icra eden Ermeni gusanları, daha sonra Türk sazını benimsemiş 

hatta zamanla mahir saz imalâtçılarının Ermenilerin arasından çıktığı gö-

rülmüştür

73

. Ermenilerin Türk mûsikîsi ve tiyatrosuna olan hizmetleri de 



kayda değer. Bugün Türk sanat müziğinde icra edilen pek çok şarkının 

güftesini yazan ve bestesini yapanlar arasında Ermeniler bulunmaktadır. 

Türk atasözleri de Ermeniler arasında aynen, Türkçe olarak kullanılmış-

tır


74

. Halen bugün bile hiçbir ülke, başka milletlerin folklorunda bu kadar 

yoğunlukla anılmaz. Namus sözünün Yunanca nomostan geldiğini hatırla-

mak, Anadolu’da bir arada yaşayan bütün toplumların bu konudaki ortak 

tutumunu görmek için yeterlidir. 

Tarihte Türklerle Ermenilerin ağırlıklı olarak Anadolu’da dostça yaşa-

dıklarının en belirgin vesikaları sözlü edebî ürünlerle, Ermenilerin bizzat 

kendi alfabeleriyle yazıya geçirdikleri çok çeşitli yazılı ürünlerdir. Bundan 

başka pek çok Ermeni, Arap harfl eriyle Türkçe eski Türk edebiyatı (man-

zum, nesir vd.) ürünleri vermişlerdir. İki halk arasındaki dil ilişkilerinin 

karşılıklı gelişmesi şüphesiz Ermeni harfl i Türkçe eserlerin vücuda geti-

rilmesinden çok önce teşekkül etmiş olmalıdır. Büyük şehirlerde yaşayan 

Ermeniler, aktif olarak kültür, ticaret ve medenî hayatın hatta kısmen idarî 

72  Bozkurt, a.g.e., s.41.

73  Zeynelabidin Makas, “Türk Halk Hikâyelerine Ermenilerin Bakış Açıları”, Ermeni Araştır-

maları I.Türkiye Kongresi Bildirileri, C.III, Ankara 2003, s.121.

74  Ahmet Kankal, “Ermeni Öykülerine Göre Osmanlı Türk Toplumunda Ermeniler”, Ermeni 

Araştırmaları I.Türkiye Kongresi Bildirileri, C.III, ASAM, Ankara 2003, s.119.



197

Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ

sistemin içindedirler ve bu yüzden devlet dili olan Türkçe’yi iletişim ve ya-

yın dili olarak kullanmışlardır. Bu arada Ermenilerin matbaayı İstanbul’da 

Türklerden çok önce kullandıklarını belirtmeliyiz

75

.



Türklerle Ermenilerin bir arada yaşamasının âdet olduğunu ve her iki 

toplumun da birbirlerinden şikâyetçi olmadıklarını gösteren bir Ermeni 

vecizesi dikkate değer;... bizde pek uzunca boylu hak, kanun, hukuk düzen-

lemez hayatımızı; yüzlerce yıllık birikmiş ahbaplıklar komşuluklar, mert-

likler ve ahte vefalar tayin eder devamımızı

76

. Anadolu sevda türkülerinde 



rastladığımız: Benim sevdiğimde din var, iman yokgönül ferman dinlemez 

gibi sözler, bir arada yaşayan Türk ve gayrimüslim gençler arasındaki gö-

nül ilişkilerinden bahseder ki, Türklerde derin dinî taassubun olmadığını 

gösteren ve tarihten günümüze kadar gelmiş örneklerdir

77

. Neşrî, tarihinde; 



şer’î nikâhla evlenen Türkmen unsurlar için hazır ev, hazır avrat bulup, 

geçüp saray gibi evlerde oturavardılar diye yazar

78

.



Sonuç


Download 3.42 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   41




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling