Hercai II meftun hercai II / meftun
Download 1.49 Mb. Pdf ko'rish
|
Sümeyye Koç - Meftun
Gülme öyle! Gülerek beni delirtme. İzin ver, izin ver bir kez daha öldüreyim seni içimde... İnan bana,
senden nefret etmeyi özledim! İçinden geçenler Azat’ı yakıyordu fakat diline yansımıyordu. “Bedirhan ve Havin. Ne kadar büyüseler de, benim için hâlâ öyleler.” Reyyan da büyümüştü evlendiğinde. Hatta öyle ki, tek bir gecede, kalleş bir sabahta. “En çok sen düşerdin, hep paramparça olurdu dizlerin. Bir de öyle nazlıydın ki, bir ağlardın, kimse susturamazdı seni.” Azat bunları söylerken habire gülüyordu. Ancak Reyyan’ın yüz ifadesi gittikçe değişiyordu. Solan yüz rengi, ıslanmaya yüz tutmuş gözleriyle yarış içerisindeydi. Gözleri yere çevrilirken sessizce mırıldandı. “En azından o zamanlar, sadece dizlerim kanıyordu...” Ağlamamak için ne kadar direnirse dirensin, onu herkes terk ediyordu da bir tek gözyaşları kalıyordu yanında. Tüm bunlara sebep olan Miran’a karşı büyük bir savaş başlatmıştı sol yanında. Kafasını ve omuzlarını diğer tarafa çevirip yüzünü Azat’tan gizledi. Görmesin istiyordu ağladığını. “Reyyan?” dedi Azat. Ne olmuştu şimdi anlamıyordu. Buraya oturduğuna da şu lafları ettiğine de bin pişman olmuştu. Dokunursa yanacağını bile bile kaldırdığı parmaklarını Reyyan’ın omzuna yaklaştırdığında duyduğu hıçkırık sesiyle gerisin geri çektiği parmaklarını ve elini yumruk haline getirdi. “Hepiniz haklıydınız,” dedi Reyyan içi yana yana. “Canım yanıyor, uzak durun benden.” Azat dudaklarını birbirine bastırdı uzunca. Ne söyleyebilirdi böyle bir durumda? Arkası dönük olan kıza bakıyordu umarsızca. Birkaç adım ötede, bir pencerenin ardında onu aynı acıyla izleyen bir yaralı kalbin daha varlığından habersizce. Benim de canım yanıyor Reyyan, bu hayatın adaletsizliğine, dünyanın kalleşliğine... Ama ben, uzak duramıyorum senden. Bir itiraf daha dillenmişti gurursuz yüreğinden. Fakat dudaklarından uçamamış, kor olup düşmüştü içine. Reyyan, hiçbir zaman bilmeyecekti. *** Ellerini masaya bıraktığında titreyen parmaklarının bedenine verdiği bitkinlikten ziyade, zihninin çürüdüğünü hissediyordu. Aklı yorgun, gözleri yorgun, parmakları yorgundu. Ağzından çıkabilecek her kelime bitkindi. Her şey, o gerçeği öğrenmekle başlayıp acıyı en derinlerinde hissetmesiyle sonsuz olmuştu. Geçen saatlerin ve akıp giden zamanın bir ehemmiyeti yoktu artık. Saniyeler hükümsüzlüğe hapsolmuştu, dakikalar ebedi bir karmaşaya. Ne de olsa uğruna savaşabileceği bir hayatı kalmamıştı avuçlarında. Her şey ne kadar da boştu… Haklıydı Reyyan. Zaman riyakâr, sabır nankördü! Senelerini isyana sürükleyen şuursuzluğu, içine mıh gibi çakılıp kalan zalim hissiyatlarla birleştiğinde ona kaybettiklerini kazandırmamıştı ama biliyordu. Yaşama yüz çevirtecek kadar deli bir aşk, kimsesiz gecelerde yüreğine usul usul işlenirken, hiçbir zaman kazanamayacak oluşunun acısını iyi biliyordu. Nasıl da yakıcıydı tadı. Bilirsiniz, ana baba gibi sevdiyseniz bir insanı, kaybetmenin tadı zehrin devasızlığı kadar ıstıraplıdır. Gidecek bir yol, binecek bir otobüs kalmamıştı. Bu nasıl bir acıydı ki, etten kemikten örülü bedeninde tek bir yara yokken acıyabiliyordu her zerresi? Yapamıyordu onsuz. Yaşayamıyordu, nefes bile alamıyordu! Ama affedemiyordu da! Dudaklarından dökülemeyen her kelime ağzının içinde ezildi, sözcükler titredi, cümleler inledi. Allahım, nasıl affedeceğim? Zihninin içindeki gürültülü düşünceler dışında her sese sağır olan kulaklarına içli bir şarkının ilk tınısı dolduğunda kafasını kaldırıp etrafına şöyle bir göz attı. Canının ne kadar yandığı belli oluyor muydu dışarıdan bakılınca? Sazın telleri, nağmelerle tellendi. Her bir vuruş, içini titretti. Gözleri doldu. Eskiden bir adım vardı, Ümidim feryadım vardı. Şimdi ben, o ben değilim. Yolumu bilmiyorum, Ölmüyor gülmüyorum, Bu hayat yordu beni, Bildiğin gibi değil... Ali Kınık’ın en sevdiği türkülerinden biri çalıyordu mekânda. Hem de hiç sırası değilken. Miran nasıl dayanacaktı bu sızıya? Duyduğu her içli tınıda ağlayası geliyordu. Sanki herkes acısını hissediyordu da tuz biber olmaya çalışıyordu. Merhemi yok muydu bu hayatın? Niye her şey ona Reyyan’ı hatırlıyordu? Dallarım devriliyor, Gençliğim savruluyor, Bir ayaz vurdu beni, Bildiğin gibi değil... Kaderler farklı farklı nakşedilirdi yazgıya fakat kederler ortak paydada buluşurdu. Bu nedenledir ki, tek bir yürekten dökülen içli figanlar milyonlarca insanın yüreğini titretirdi. Çünkü hissedilen sızı aynıydı. Yumruklarını sıktı, sıktı, sıktı. Parmaklarında derman kalmayıncaya dek titretti ellerini. Eskiden mevsim seçerdin, Solardın çiçek açardın, Şimdi ben, o ben değilim. Bir nefes bir ahım var, Bilmem ne günahım var, Vedalar sardı beni, Bildiğin gibi değil... Türkü çalmaya devam ettikçe perişan oluyordu genç adam. Daha fazla dayanamayacaktı. Zaten kanıyorken, defalarca kurşun sıkmanın bir manası yoktu bu yüreğe. Vuran vurmuş, öldüren öldürmüştü zaten. Şehrin en karanlık yerinde duruyorum haydi durma Hiç ümidim kalmadı, tutunacak bir dalım, Başımı yere eğme benim, mazlum yerine koyma! Allı pullu düşlerim vardı oysa, Bir hayat böyle tersine dönmez, bir yiğit böyle harcanmaz... Dağlara taşlara bağırasım geliyor, İçim yanıyor içim, Bildiğin gibi değil… Bu, bir hikâyenin bitişi midir? Bu, kanlı bir veda mıdır? Bu, son savaşçının yediği kurşun, Bu, son kaleninde düşüşü müdür? Dalgaların çekilişi, bayrakların yıkılışı, Bu, şarkıların susuşu mudur? Ömrüm kanıyor ömrüm, Bildiğin gibi değil… Ben bu hayata asiydim, böyle değildim. Bir yıldız kaydı ömrümden, ben dilemedim. İşte herşeye sırtımı dönüp koşuyorum. Sarı güller kahrolsun, Islak gözler, beyaz mendil kahrolsun. Kahrolsun bu kaldırım, bu nezaket, mutluluk dilekleri! Canım yanıyor canım, Bildiğin gibi değil… * *Ali Kınık – Bildiğin Gibi Değil “Yeter lan!” diye bağırdı birdenbire. “Yeter, ölüyorum ben!” Ayağa kalkıp oturduğu sandalyeyi iteklediğinde ortalığa saldığı gürültü etraftaki insanların dikkatini çekmişti. Sanki bir ateş değmişti sırtına, yanıp tutuşuyordu dört bir yanı. Çare sokakta, çare gecenin koynunda, çare avaz avaz haykırmaktaydı belki. Deli divane bir halde dışarıya fırladığında nereye sığacağını bilmiyordu. Çare onun nefesi, onun kara gözleriydi. Gururunu bir kenara atmalı, yeminleri çiğnemeli, asla dönmem dediği o şehre yüreği için gitmeliydi. Islanmaya yüz tutmuş kirpiklerinin arasından çaresizlik akıyordu. Ölümü tattığı şu sayılı günler boyunca nasıl dayanabildiğini de bilmiyordu. Ona gidecekti, başka yolu yoktu. “Gidip Reyyan’ı getireceğim,” dedi yana yakıla. “Ne pahasına olursa olsun...” Bakışları uzaklara takılıp gittiğinde omzuna dokundu dostunun elini. “Canımı geri alacağım!” “Geç bile kaldın,” dedi Arda gülümsercine. Seviniyordu çünkü Miran’ın günlerdir sürdürdüğü saçma sapan direniş nihayet son buluyordu. Miran önünde durduğu arabanın kapısını açıp bedenini içeriye savurdu. Tamamen savunmasız olduğu bir şehre aylar sonra hesapsız ve kitapsızca dönecekti. Sonlarının ne olacağı, bu gidişatın hangi kapıları açacağı belirsizdi. |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling