İzzet Çivgin


Download 409.43 Kb.
bet15/19
Sana23.01.2023
Hajmi409.43 Kb.
#1113840
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   19
Bog'liq
ORTA ÇAĞ TARİHİ.docx 50ta

Eski Ahit’te yansıtılan Musevi Tarihi, Büyük İskender’in Mısır ve İran’ı fethinden sonra başlayan Helenistik Dönem’e kadar götürülür. Sür- gün, Musevi toplumsal hafızasında derin izler bırakmıştır. Dini kaynaklar Sürgün’ün üç aşamada tamamlandığını ifade ediyorlar. Buna göre, ilk sür- gün Yahuda Krallığı’nın hezimete uğradığı 597’de (II. Nabuşodonosor’un
7. taht yılı) gerçekleşmiş, onu 586 Kudüs Yenilgisi’nden sonraki sürgün izlemiş, 581’deki 3. sürgünle de süreç tamamlanmıştır. Sürgüne ilişkin bu tarihlemeyi, Büyük Peygamberler adını taşıyan kutsal metinlerin Yeremya Peygamber’e ayrılmış olan bölümünden çıkarıyoruz. Nebukadnessar’ın sür- güne götürdüğü halkın sayısı şudur: Yedinci yıl 3 023 Yahudi; Nebukadnessar’ın on sekizinci yılında Yeruşalim’den [yani Kudüs’ten] 832 kişi; yirmi üçüncü yılında, muhafız birliği komutanı Nebuzaradan’ın sürdüğü 745 Yahudi. Hepsi 4 600 kişiydi (Büyük Peygamberler, Yeremya, 52, 28–30).
Görüldüğü gibi, sürgüne gönderilen Musevilerin sayısı 4600 kişi- den ibarettir. Ancak gidenler Yahuda ülkesinin hemen bütün dinsel/eko- nomik/siyasal seçkinlerini oluşturdukları için, Musevi toplumsal yapısı bu sürgünden büyük bir yara almış; Yahuda’da artık yalnızca kırsal nüfus kalmıştır. Öyle anlaşılıyor ki her açıdan başsız kalan pek çok Musevi gru- bu onları takip etmiş ve Babil’de yeni bir yaşam kurmayı ummuşlardır. Babil toprakları Pers Kralı Sirus tarafından fethedilince, sürgün edilen Musevilerin yurtlarına dönmelerine ve Kudüs’teki Tapınaklarını yeniden inşa etmelerine izin verilir. Musevilerin bir kısmı Kudüs’e döner, ancak önemli bir kısmı da Babil’de kalarak tarihin ilk büyük Musevi Diasporası’nı (Yunanca kökenli diaspora sözcüğü, saçılma, tohum saçma, zerreler halinde dağılma anlamına gelir ve anayurdundan çıkarak başka ülkelere dağılan kavimleri tarif eder) oluşturur.
Persler, Asurluların ve Babillilerin aksine, fethettikleri toprakların yerel otoriteler tarafından yönetilmesine izin verdikleri için, geri dönen seçkinler Perslere bağlı kalarak Yahuda siyasal yaşamı üzerinde etkin bir rol oynamayı başarmışlardır. Fırtınalı yılların ardından yeniden huzur bulmuş görünen Yahudalılar (Babil Sürgünü’nden sağ çıkanlar), kendile- rini artık İsrailoğullarının biricik temsilcileri olarak görmektedirler. Çün- kü krallıkları Asurlularca yıkılan ve sürgün edilen İsrail Krallığı Musevi- leri (722), yurtlarına geri dönmemişler ve gittikleri yörelerde kimliklerini yitirmişlerdir. Ancak kendilerini İsrailoğullarının biricik varisleri sayan Yahudalıları da çok farklı bir sorun beklemektedir. Uzun sürgün yılların- dan sonra yurtlarına yeniden kavuşanlar ile oradaki yerli halk arasında derin bir kültürel uçurum açılmıştır.
Gidenler, Babil’de yeni peygamberlere sahip olmuşlar ve bu pey- gamberlerin söylemleri doğrultusunda dinsel sistemlerindeki sürekliliği koruyabilmişlerdir. Kalanlar ise, (işgalci merkezi otorite tarafından) böl-

geye yerleştirilen yabancı halkların da etkisiyle çoktanrıcı dinlere yak- laşmışlar, Yehova inancından uzaklaşmışlardır. Yahuda topraklarındaki Musevi söylemi ağır bir yara almıştır (Kuzeydeki İsrail toplumu zaten çok zaman önce aynı akıbete uğramıştı). Yabancı topluluklarla yapılan evlilik- ler, Musevilerin kendi krallıklarına sahip oldukları dönemlerdeki dinsel tutarlılıklarına zarar vermektedir. İşte bu durum, Yahuda toplumu içinde büyük dinsel çatışmaların çıkmasına zemin hazırlayacaktır.


Musevi inancını derinden sarsan bu krizi çözmek için çaba gösteren şahısların başında Nehemya gelir. Pers Kralı Artakserkses’in (465–424) iz- niyle, Kral’ın 20. taht yılında (M.Ö. 445) sürgünde bulunduğu Babil’den Kudüs’e dönen Nehemya, Kudüs’teki Musevi Tapınağı’nı onaran kişidir. Nehemya, artık bir Pers eyaletine dönüşmüş olan Yahuda’nın Musevi halkının Yehova’nın yolundan uzaklaşmış olduğunu görür ve Musevile- rin komşu halklarla kurdukları ilişkiler sonucunda asimilasyona maruz kaldıkları gerekçesiyle onların diğer kavim mensuplarıyla evlenmelerini yasaklar. Nehemya, Musevilere sözünü geçirebilecek denli saygın et et- kin bir isimdir. “O günlerde Aşdotlu, Ammonlu, Moavlı kadınlarla evlenmiş Yahudiler gördüm. Çocuklarının yarısı Aşdot dilini ya da öbür halkların dilini konuşuyor, Yahudi dilini bilmiyorlardı. Adamları azarladım, lanet okudum. Ba- zılarını dövüp saçlarını yoldum. Tanrı’nın adıyla onlara ant içirdim ve “Yaban- cılara kız verip kız almayacaksınız” dedim, “Kral Süleyman bu yabancı kadınlar yüzünden günaha girmedi mi? Onca ulusun kralları arasında Süleyman gibisi yoktu. Tanrı onu öyle sevdi ki, bütün İsrail’e kral yaptı. Ama yabancı kadınlar onu bile günaha sürükledi. Şimdi de siz yabancı kadınlarla evlenerek Tanrımıza ihanet ediyorsunuz. Yaptığınız bu büyük kötülüğe göz yumalım?” (...) Halkı bütün yabancılardan arındırdım (Tarihi_Kitaplar,_Nehemya'>Tarihi Kitaplar, Nehemya, 13, 23–27, 30). Öldüğü güne kadar (M.Ö. 424) Musevi halkına önderlik eden Nehemya, Musevi dinsel söyleminin yeniden yapılandırılmasında çok önemli bir rol oynamış görünüyor.
Musevi Tarihi’nin M.Ö. VI. yüzyılın sonlarından M.S. 70 yılına ka- dar uzanan dönemine 2. Tapınak Dönemi adı verilir. Çünkü 600 yıla yayılan bu süreçte, Musevi inancı onarılan Kudüs Tapınağı’nda yeniden yapılan- dırılmış ve bambaşka bir safhaya geçmiştir. Komşu kavimlerle evliliklerin yasaklandığı bu dönem, Musevilerin tümüyle içlerine kapandıkları ve ilk başlarda henoteist (başka tanrıların varlığını yadsımamakla birlikte, tek bir tanrıyı öne çıkaran inanç formu) bir yapı gösteren Yehova tapıncının mo- noteist/tektanrıcı bir yapıya büründüğü zaman dilimine işaret eder. Kuzey- deki Yahudi topluluklar (eski İsrail Krallığı halkının torunları) da bu yeni Musevi cemaatine dâhil olmak istemişler, ancak Yahudalı önderler tara- fından Musevi Meclisi’ne kabul edilmemişlerdir. Eski Ahit’in Samaritler (İsrail Krallığı toprakları Samariye olarak da bilinir) adıyla tanımladığı bu

halk, Musevi ideolojisine göre Musevi topluluğundan bütünüyle kopmuş, Yehova inancından sapmıştır.



  • İsrailliler kendi topraklarından Asur'a sürüldüler. Bugün de orada yaşıyorlar. Asur Kralı İsraillilerin yerine Babil, Kuta, Avva, Hama ve Sefarvayim'den insanlar getirtip Samiriye kentlerine yerleştirdi. Bunlar Samiriye'yi mülk edinip oradaki kentlerde yaşamaya baş- ladılar. Oralara ilk yerleştiklerinde RAB'be tapınmadılar. Bu yüz- den RAB aslanlar göndererek bazılarını öldürttü. Asur Kralı'na, "Sürdüğün ve Samiriye kentlerine yerleştirdiğin uluslar Samiriye ilahının yasasını bilmiyorlar. O da üzerlerine aslanlar gönderiyor" diye haber salındı, "Bu yüzden aslanlara yem oluyorlar. Çünkü ülke ilahının yasasından haberleri yok." Bunun üzerine Asur Kralı şu buyruğu verdi: "Samiriye'den sürülen kâhinlerden birini geri gön- derin, gidip orada yaşasın ve ülke ilahının yasasını onlara öğret- sin." Samiriye'den sürülen kâhinlerden biri gelip Beytel'e yerleşti ve RAB'be nasıl tapınacaklarını onlara öğretmeye başladı. Gelgelelim Samiriye kentlerine yerleşen her ulus kendi ilahlarını yaptı. Sami- riyelilerin yapmış olduğu tapınma yerlerindeki yapılara bu ilahları koydular. (...) Böylece hem RAB'be tapınıyorlar, hem de aralarından geldikleri ulusların törelerine göre kendi ilahlarına kulluk ediyorlar- dı. Bugün de eski törelerine göre yaşıyorlar. Ne RAB'be tapınıyorlar, ne de RAB'bin İsrail adını verdiği Yakup'un oğulları için koymuş olduğu kurallara, ilkelere, yasalara, buyruklara uyuyorlar. RAB Yakupoğulları'yla antlaşma yapmış ve onlara şöyle buyurmuştu: "Başka ilahlara tapmayacak, önlerinde eğilmeyecek, onlara kulluk etmeyecek, kurban kesmeyeceksiniz. (...) Sizinle yaptığım antlaşma- yı unutmayacak ve başka ilahlara tapmayacaksınız. Yalnız Tanrınız RAB'be tapacaksınız. O sizi bütün düşmanlarınızın elinden kurtara- cak." Ne var ki Samiriye'ye yerleşenler buna kulak asmadılar ve eski törelerine göre yaşamaya devam ettiler. Bu uluslar aynı zamanda hem RAB'be, hem de putlarına tapıyorlardı. Çocukları ve torunları da bugüne dek ataları gibi yaşıyorlar (Tarihi Kitaplar, Kralların 2. Kitabı, 17, 23–29, 33–35 ve 38–41)

M.Ö. V. yüzyıl, Musevi Tarihi’nde bir dönüm noktası oluşturur. Pers Kralı Artakserkses’in desteğini alarak Yahuda Ülkesi’nde kendi ya- salarıyla yönetilebilme olanağına sahip olan Museviler, Tevrat’ın büyük bölümünü yazılı hale getirdiler, diğer kutsal metinleri ve sözlü yasaları da derlemeye başladılar. Yahudalılar, Büyük İskender’in 332’de Filistin’i fethetmesiyle birlikte ise, Helenistik Dönem’e adım attılar. Artık Museviler iki yüzyıl boyunca (M.Ö. II. yüzyıl başlarına kadar) Yunan Kültürü ve Uygarlığı’nın etkisi altında yaşayacaklardır. Helenistik Kültür’ün etkisi sonraki yüzyıllarda da belirgin bir nitelik kazandı ve Yahuda’nın yöne- timine gelen Kral I. Herodes (M.Ö. 37 – M.Ö. 4) zamanında doruğa çıktı.

Bu arada Musevi hukukunun nasıl yorumlanacağına ilişkin tartışmalar alevlendi ve sözlü yasaların da birer vahiy gibi algılanması gerektiğini öne süren Ferisiler ile Tevrat’ta zikredilenler dışındaki yasaları tanıma- yan Saddukiler arasındaki bölünme keskinleşti. Miladi yıllara geçilirken, Musevi kültürü bütün Orta-Doğu’ya yayılmış; Suriye, Anadolu, Babil ve İskenderiye’de yetişen ruhban ve entelektüeller eliyle olgunlaşmıştı. Mu- sevi kutsal metinleri Yunancaya çevrilmiş, Musevi seçkinleri şiir, tarih ve felsefede önemli yapıtlar vermeye başlamışlardı.





  1. Download 409.43 Kb.

    Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   19




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling