Sevgili Milena


Download 0.97 Mb.
Pdf ko'rish
bet41/71
Sana02.04.2023
Hajmi0.97 Mb.
#1318916
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   71
Bog'liq
Sevgili Milena - Franz Kafka ( PDFDrive )

Pazar


Cumartesi akşamı yazdığım mektuba ne diyeceğini
biliyorum, vereceğin karşılığı beklemem gerekiyor daha
birkaç gün; neyse, bugün işteyim, "pazar nöbeti". (Başkaları
da var, onların da benim gibi, iş yaptıkları yok pek, bu da
alıkça bir düzen işte.) Hava kapalı, yağmur yağdı yağacak,
bulutların ışığı dokunuyor gözlerime, ne yaparsın, her şey
olması gerektiği gibi: üzüntülü ve ağır. İstediğin kadar bana:
yaşamayı seviyorsun, de... Bugün sevmiyorum; dün geceden
sonra, bugünü de görünce nasıl severim? Gene de (gel tılsımlı
sözcük gel!) seviyorum elbet, ama hiç belli olmuyor bu
sevgim. Kendimden de hiç hoşnut değilim bugün, Müdürün
ön odasında oturuyorum, kendisi yok, hiç şaşmazdım, birden
içerden çıkıp: "Ben de hiç hoşlanmıyorum sizden, işten
çıkarıyorum sizi" dese bana. "Sağ olun!" derdim hemen,
"Viyana'ya gidebilmem için bunu bekliyordum işte." "Öyle
mi?" derdi, "şimdi hoşuma gittiniz, geri aldım sözümü!"
"Yazık gidemiyeceğim Viyana'ya" deyince, "Yo gideceksiniz"
derdi, "çünkü gene hoşlanmıyorum sizden işte, kovuyorum
sizi."
Sürer giderdi bu böylece, sonucu olmayan bir öykü olurdu.
Prag'a döneli beri, yanılmıyorsam, ilk bu gece gördüm
düşümde seni. Sabaha karşıydı, kısa ama ağır, kötü geçmiş bir
gecenin sonunda dalınan bir uyku. Çok bir şey
anımsamıyorum: Sen sözde Prag'a gelmişsin, F. Sokağında
dolaşıyoruz.
Vilime'nin karşısında, rıhtımın oralarda... Senin tanıdıkların
geçiyormuş karşıdan, onlara bakıyoruz, sen onlardan söz
açıyorsun, Krasa(*) da varmış aralarında. (Krasa Prag'da


değil, adresini sorup öğrenirim.) Sen her zamanki gibi
konuşuyorsun, gürünürde bir gücenikliğin yok, ben de hiç
sözünü 
etmiyorum, 
kendi 
kendimi 
kargıyorum,
uğursuzluğumdan söz ediyorum. Sonra bir pastaneye
giriyoruz. Union'a yanılmıyorsam (yolun üstündedir ya),
bizim masada bir kızla bir adam oturuyor, hiç ama hiç
anımsamıyorum yüzlerini, sonra biri daha var. Dostoyevski'yi
andıran biri, ama ondan daha genç, saçı sakalı kapkara,
kaşları da öyle. Gücenmişliğini hiç göstermiyorsun, ama gene
de belli.
 (*) Hans Krasa: Ezgiciydi (müzisyen). Toplama kampında
ölmüştü. 
Bir tuhaf boyanmışsın, üzülüyorum, gözümü alamıyorum
senden, beceriksiz, kötü bir boyanıştı bu, hem de çok göze
çarpıyordu... Hava da sıcak olmalıydı, pudralar yanaklarından
parmak parmak akmıştı. Sana doğru eğilip, niçin boyandığını
sormak istiyorum, ama sen soracağımı anlar anlamaz, hemen
davranıyor, "Ne var? diyorsun -dedim ya, saklayabiliyordun
gücenikliğini-soramıyordum, çekmiyordum, beni denemek
için boyandığını sezinliyordum, sorayım diye bir deneme
yapmıştın anlaşılan, istiyordum da sormak, ama çekiniyordum
ben de. Bu üzüntülü düş ezdi bitirdi beni.
Dostoyevski'ye benzeyen o adam da senin gibi
davranıyordu, daha değişik belki, bir şey sorunca çok
sevimli, çok nazikti, masanın üstünden bize doğru eğiliyor,
açık açık karşılıklar veriyordu, soracak bir şey bulamayınca
da - çok sık oluyordu bu - birden geri çekiliyor, kitabına
dalıyordu, gömülüyordu saçının sakalının arasına, unutuyordu
dünyayı, başta beni. Onun bu türlü davranışı beni neden


sıkıyordu bilmiyorum, dayanamıyordum, durmadan - elimde
olmadan - bir şeyler sormak istiyor, adamı kendime çekmeye
çabalıyordum, ama olmuyordu, beceriksizliğinden ötürü
yitiriyordum ilgisini.
Gene de bir küçük avuntum var bugün, onu olsun alma
elimden: "Tribuna" dergisi duruyor önümde(*), sözünü
dinlemeyip satın almadım, eniştem verdi, daha doğrusu
okuduktan sonra gene ona vereceğim. N'olur, çok görme
bunu.
(*) Prag'da çıkan çok önemli bir dergiydi. Milena da bu
dergiye yazı gönderirdi.
Yazılar pek ilgilendirmiyor, gene de bir ses duyuyorum,
kendi sesimi! Yeryüzünün bu gürültüsü içinde bir ses
duyuyorum... Bu mutluluğu alma elimden. Ne güzel
yazdıklarının tümü! Nasıl oluyor bilmiyorum, gözlerimle
okuyorum sözde, ama kanım nasıl etkilenebiliyor? Bütün
vücudumu bir ateştir kaplıyor. Eğlenceli yanları da var: Ben
ikinci topluluğa giriyorum, değil mi? Ayaklarımdaki ağırlık
benden bir parça olmuş artık, özelliğimin böylesine ortaya
konmasından hoşlanmıyorum pek; kuğu gibi yüzüyorsun,
demişti biri bana, bu sözü hoşuma gitsin diye söylemişti
üstelik. Yazılarında kendimi bir dev gibi görüyorum,
kollarımı açmış duruyorum, sokmuyorum okuyucularım içeri
- güç iş, hem okuyucuları oyalamak, hem de tek sözcüğünü
kaçırmamak, bakışını yitirmemek? - bu çok bilmiş, doğuştan
alık okuyucularının çoğu da kadın üstelik, değil mi?
Durmadan çıkışıyorlar: "Moda'dan tek söz yok? Biz modayı
bilmek istiyoruz... Şimdiye dek "yalnız" Milena'nın kendisini
okuduk, yeter." Oysa ben bu "yalnız'la yaşıyorum.


Münchhausen'in Lafettler'i denize attığı gibi, ben de bütün
yeryüzünü elime geçirmek istiyorum. Bütün yeryüzünü mü?
Peki, yalan konusundaki durumum? Müdüre yalan
söyleyemiyorum, değil mi? Evet, işte böyle: oturmuşum
mektup yazıyorum, hava kapalı daha, yarın da mektup gelmez
senden... Seninle ilgili son haber: gece gördüğüm düş.

Download 0.97 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   71




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling