T. C. Erciyes üNİversitesi sosyal b
Download 1.24 Mb. Pdf ko'rish
|
2ш3 сипат сабуни
(Allah’ın kazası, hileye azmedip sihirler göstermek ahengine başlayınca,
cahil bir köylü, malumatlı ve bilgili bir şehirliyi alt eder.) - Binlerce hazm ile efendi mat oldu; o seferden ma’rîz-ı âfâta gitti, (Şehirli binlerce tedbiri ile beraber mağlup oldu, köye olan o seferde birçok afete maruz kaldı) - O’nun itikadı kendi sebâtı üzerinde idi; Gerçi dağ idi, yarım sel, onu kaptı, (Efendi, köye gitmenin uygun olmayacağını biliyor ve kararında sebat 40-41. “Ne kadar çalışsan takdir tedbiri bozar; onun düzeni bizim gibi yüzlercesinin kilimini de aldı götürdü.” Mevlâna, Divan-ı Kebîr, a.g.e., c. 1, b.: 2194, s. 282. 398 Mevlâna, Fî Hi Mâ Fîh, Kırküçüncü Fasıl, s. 147-48. Ayrıca Mevlâna’ya göre kaza-kader ilişkisi için Bkz.: Konuk, Mesnevî Şerhi, c. 10, s. 322 399 Mevlâna, Mesnevî, c. 3, b.: 236-281, 412-431, 439-473, 497-566, 598-720 86 ediyordu; ancak, Allah’ın kazasının tesiriyle bir dağ gibi olan itikadı, yarım selin etkisiyle yıkıldı) - Kazâ-yı ilâhî felekten başını dışarı çıkardı; âkiller hep kör ve sağır olurlar. 400 Madem ki böyledir, insanın niyetleri ile Allah’ın takdîri farklı olabilmektedir, Allah’ın kazası yeri geldiğinde insanı kör ve sağır edebilmektedir, o halde başka bir soru çıkıyor karşımıza ve bu soruyu Mevlâna kendisi zikrediyor: “Her kazaya her Müslüman’ın rıza göstermesi lazımdır” ve “Küfre razı olmak küfürdür” hadislerini düşündüğümüzde, küfür ve nifâk da Allah’ın kazası değil midir? Ben bu kazaya razı olursam küfre girmiş olmaz mıyım? Eğer kazaya rıza göstermezsem o da bana zarar verir, o halde bu ikisi arasındaki çare nedir? 401 Mevlâna, burada bir çözüm üretiyor ve “kaza” ile “makzî” sözcüklerini birbirinden ayırıyor. Kaza “hüküm” manasındadır, makzî ise ism-i mef’ûl sigasıyla “mahkûm” manasındadır. “Kaza, Allah’ın eşyada hükmüdür ve Allah’ın eşyada hükmü, Allah’ın eşyaya ve eşyada olan ilminin haddi üzerinedir.” 402 Makzî ise, kazanın eseri olandır. Mevlâna’ya göre kazanın iki ciheti vardır; Allah’ın hüküm ve kazası itibariyle bir küfre razı gelmek gerekir, ama kendi fenalığımız ve kötülüğümüzden meydana gelen küfre razı olmamak gerekir. Konuyu daha âşıkâr kılmak için Mevlâna, bir benzetme yaparak sadeleştirmeye çalışır; örneğin rüya anlamına gelen HULM kelimesi ile yavaşlık anlamına gelen HILM kelimeleri aynı köktendir ama mânâları farklıdır. Başka bir örnek verilecek olursa; bir resmin çirkin olması ressamın acemiliğine veya sanatının kötülüğüne delâlet etmez; belki, ressamın maksadı çirkinliği resmetmektir. Böyle olunca ressamın maharetini ortaya koyar. Burada Mevlâna, Hakk’ın hayır ve şerri yaratmasındaki inceliğe de güzel bir örnek vermiş oluyor. 403 Kaza-Kader konusunda can alıcı bir noktaya daha işaret etmekte fayda görüyoruz ki, o da ahkâm-ı ezeliyyenin ve Hakk’ın takdir ettiği şeyin değişip değişmeyeceği, eğer değişiyorsa bunun niteliği sorunudur. Mevlâna kendisine direkt olarak sorulan böyle bir soruya şöyle cevap veriyor: “Hak Teâla’nın iyilik için 400 Mevlâna, Mesnevî, c. 3, b.: 466-69, Konuk, a.g.e., c. 5, s. 138 401 Mevlâna, Mesnevî, c. 3, b.: 1361-65 402 Konuk, Mesnevî Şerhi, s. 364 403 Mevlâna, Mesnevî, c. 3, b.: 1366-74, Konuk, Mesnevî Şerhi, c. 5, s. 364-66, Mevlevî, Mesnevî Ş erhi, c. 9, s. 353-56, İzbudak, Mesnevî Terc. a.g.e., c. 3, s. 110. 87 iyilik, kötülük için kötülük olsun diye ezelde hükmettiği şey asla tebeddül etmez. Zira Hak Teâla hakîmdir… Hiç iyilik bulmak için kötülük et der mi? Hiçbir kimse buğday ekip arpa veya arpa ekip buğday biçer mi? Bu olmaz. Bütün enbiyâ ve evliyâ iyiliğin cezası iyilik ve kötülüğün cezâsı kötülüktür demişlerdir. “İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa, kim de zerre ağırlığınca şey yaparsa onu görür.” 404 Eğer hükm-i ezelîden muradın, dediğimiz ve şerh eylediğimiz ise, aslâ tebeddül etmez. Maâzallah, eğer murâdın iyiliğin ve kötülüğün cezası, artar ve kesilir ve tebeddül eder, yanî iyiliği ne kadar ziyade yaparsan, iyilikler ziyade olur; ve zulmü ne kadar çok yapar isen, kötülükler de, ziyâde olur, demek ise bu tebeddül eder; fakat asl-ı hüküm tebeddül etmez.” 405 Hal böyleyken, kâinatta öyle bir düzeni vardır ki Allah’ın, zıtların izdivacı 406 insanı hayran bırakır. 407 Bu, her şeyin Allah’ın elinde ve onun dilediği gibi olduğu, kula yalnızca başına gelene râzı olan bir dilenci olmak kaldığı anlamına gelmez. İ nsanda var olan tereddüt onda kudret olduğuna delildir. 408 Tevekkül, mü’min olmanın bir gereğidir 409 , bu doğru ama asla dilencilik değildir 410 ki Mevlâna, her ne amaçla olursa olsun, dilenmeyi kabul etmemektedir. “Biz o kapıyı dostlarımızın yüzüne kapattık.” diyen Mevlâna, talebelerine elinin emeği ve alnının teriyle kazanmayı tavsiye etmiştir. 411 “Çalışıp çabalamadan (kesb vasıtasına başvurmadan) rızık dileyen bir fakirin hikâyesini” 412 anlatır Mevlâna, hırs ve tama’ ile kısa yoldan 404 Zelzele 99/7-8 405 Mevlâna, Fî Hi Mâ Fîh, Konuk Terc., Onaltıncı Fasıl, s. 63-64 406 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3423-38 407 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 908-934 “Her şey, her varlık, ilâhî aşkla hareket halindedir.” Can, a.g.e., c. 5-6, s. 412 408 Gölpınarlı, Mevlâna, Hayatı, Eserleri, Felsefesi, s. 183-184. 409 Mâide 5/23 “Eğer Mü’minlerden iseniz Allah’a tevekkül ediniz.” 410 “Tevekkül sahibi olmak demek, sebeplere tevessül etmekten geri kalmak demek değildir. Tevekkül, ilim ve marifet yolunda çalışanlara layıktır. Bu kimseler, Allah’a taatte yarışırlar. Allah u Teâla kesbde tembellik edenleri sevmez.” İsmail Ankaravî, Minhacu’l-Fukara (Fakirlerin Yolu), Haz. : Saadettin Ekici, İnsan Yay., İkinci Baskı, İstanbul 2005, s. 196-97. “Bir Mevlevî olan Ankaravî’nin, tarikat âdâb ve erkânını anlatan bu eseri, Mevlevîlerce çok meşhurdur.” (Saadettin Ekici, Önsöz’den). Ayrıca bkz.: İsmail Ankaravî, Nisâbü’l-Mevlevî, (Mevlevilik Yolunun Esasları), Haz.: Bekir Şahin, Damla Yayınevi, İstanbul 2007, s. 135-36 411 Gölpınarlı, Mesnevî Celaleddin, s. 187-188. 412 Mevlâna, Mesnevî, c. 6, b.: 1834-2043, “Çalışıp çabalamadan define arayan fakirin hikâyesi.” Mevlâna, tevekkül ve kanaat ilişkisi bağlamında gördüğü rüya üzerine Mısır’a gidip define arayan Bağdatlı bir adamın sonunda defineyi Bağdat’ta kendi evinde bulmasını konu edinen başka bir hikâye nakleder ki, bir dönem bu hikâyenin Paul Coelho’nun “Simyacı” isimli romanına ilham kaynağı olduğu ve roman konusunun bu hikâyeden çalıntı olduğu tartışmaları hepimizin malûmudur. Hikâye özetle şöyledir: “Bir adam, bir gece rüyasında kendisine bir definenin mahalle ve ev olarak tam 88 define bulup zengin olmayı dileyen bu fakirin başına gelmedik kalmaz. Bir define uğruna ömrünü harcayan fakir, kendi gayretiyle çalışmamanın bedelini (beyhude bir ömürle) ağır öder. “Bedava sofraya oturup yemek yok; Sünnet yolu, çalışmak ve kazanmaktır” diyen Mevlâna’ya göre kulda ihtiyar vardır; fakat kul yaptığı iyi veya kötü işi Allah’ın verdiği güçle yapar; ayrıca bu iş yapıldıktan sonra da sorumluluk kalkmaz, gayret kul kendi iradesini Hakk’ın iradesine teslim edinceye değin sürmelidir. 413 Mevlâna tedbir-takdir ilişkisini anlattığı bir bölümde bu konuyu şöyle anlatır: “Cenâb-ı Hakk’ın lütfu ve ihsanı bir kuluna başka bir yerden, başka bir iş sebebiyle erişebilir. Kulun bu ilâhî lütfu vehmine bile getirmediğini bildiği halde, yine de çalışıp çabalamayı elinden bırakmaması, bütün ümidini, vehmini belli bir yola bağlaması ve böylece çalışıp çabalaması gerekir! Kul, hâcet kapısını çalar durur. Belki de Cenâb-ı Hakk, o hâceti, o rızkı başka bir kapıdan ona ulaştırır. Halbuki kul, ona dair hiçbir tedbirde bulunmamıştır. “Allah, kulunu, hesaplamadığı yerden rızıklandırır!” Kul tedbirde bulunur, Allah takdir eder. Olabilir ki kul, kulluğu, âcizliği yüzünden vehme düşer de; “Ben bu kapıyı çalıyorum ama Hakk, bana bu kapıdan ihsanda bulunmuyor” der. Cenâb-ı Hakk o kulunu bu kapıdan rızıklandırır. Zaten bütün kapılar, bir sarayın kapıları gibidir.” 414 Kaza ve kader konusu tartışılırken bahsi geçen önemli kavramlardan birisi de tevekküldür. Mevlâna bu konuyu ele alırken cehd ve gayretin karşısına tevekkül anlayışını çıkarır. Gayreti (çalışıp kazanmayı) terk etmeyi savunan kaderci anlayışı tevekkül inancını (tembelliğin mazereti şeklinde) yanlış yorumlamak ve bu (yanlış) inancın arkasına sığınmakla suçlayan Mevlâna, cehd ve tevekkülü karşı iki kutup olarak resmeder. Yine bu bağlamda “Eşek ile tilki” 415 hikâyesinden bahsedeceğimizi daha önceden zikretmiştik. Hikâye kısaca şöyledir; Bir Gâzur’un (çamaşır yıkayıcı) adresinin verilmesi üzerine, hazine bulma ümidiyle Bağdat’tan kalkıp Mısır’a kadar gider. Mısır’da başından birçok olay geçen adam, rüyasında kendisine tarif edilen adresi bulur ve oranın sahibi de kendisine Bağdat’ta bir evin adresini verir. Adam bakar ki, verilen adres kendi evidir. Şaşırır, kendi evinde, ona bu kadar yakın hazineyi bulmak için bunca yol ve maceraya katlanması gerekmiştir. Diğer yandan da, bütün bunları öğrenmesi için bu kadar zahmete katlanmasının gerekli olduğunu düşünür. Mevlâna, Mesnevî, c. 6, b.: 4206-4360 413 Gölpınarlı, Divan-ı Kebîr, Terc.,c. 1, s. Ixx-Ixxi 414 Mevlâna, Mesnevî, c. 6, b.: 4175’den önceki başlık. (Tercüme Şefik Can’a aittir.) 415 Mevlâna, Mesnevî, c. 6, b.: 2326- 2877 89 sırtı yara bere, karnı boş ve zayıf bir eşeği vardır. Otsuz bir taşlık arasında, gıdasız ve çaresiz yaşamının sürdürmektedir. İşi gücü avlanmak olan bir arslan ise (bir fille boğuşmuş ve çok bitkin olduğundan) bir gün tilkiyi yanına çağırır ve kendisine bir eşek avlamasını söyler. Eşek (varlığa erişmiş bir kanaati değil, yokluktan kaynaklanan zorunlu bir) tevekkülü temsil eder hikâyede, tilki ise cehdi savunur. (Ahmet Avni Konuk, tilkinin insan-ı kâmilin müridini, eşeğin ise cahil ve ahmak dervişi temsil ettiğini söyler 416 ). Tilkinin cehdi savunması da eşeği tuzağa düşürmek içindir. Tilki, yemyeşil çayırlardan, ırmaklardan bahsederek eşeği kandırır ve arslanın bulunduğu yere doğru götürür, arslan eşeği görür görmez sabredemez ve kükremeye başlar. Fakat bitkin olduğu için de eşeği yakalayamaz kaçıp kurtulur eşek. Artık kimsenin sözüne aldanmayacağına söz vermiş, aynı hatayı bir kez daha işlemeye tövbe etmiştir. Tilki bir kez daha gelir, eşeğin bütün inatlarına rağmen, gördüğü şeyin bir vehim olduğuna ve böyle yemyeşil bir çayırlığın tılsımsız olmasının beklenemeyeceğine ikna ederek, kanaat etmek isteyen eşeği (yemyeşil çayırlar umuduyla) tekrar arslanın yanına götürür. Arslan eşeği parçalar ve yer, susayıp biraz su içmeye kaynağa gidince, tilki bu arada eşeğin ciğerini ve yüreğini yer. Arslan döndüğünde bakar ki, eşeğin ciğeri yok. Öfkeyle sorar tilkiye, kurnaz tilki cevabı yapıştırır: “Eğer eşeğin ciğerleri yahut yüreği olsaydı, yine kalkar bir kez daha senin yanına gelir miydi?” Şimdi eşeğin ve tilkinin cehd ve tevekkül yönündeki fikirlerine bakalım. Tilki, eşeği kandırmak için şöyle söyler: - Tilki dedi; “Esas olan aramaktır rızk-ı helâl; farz oldu maksad-ı İmtisâl Download 1.24 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling