T. C. Erciyes üNİversitesi sosyal b


Download 1.24 Mb.
Pdf ko'rish
bet61/66
Sana23.04.2023
Hajmi1.24 Mb.
#1385861
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   66
Bog'liq
2ш3 сипат сабуни

 
 
 
 
 
bilinen manasıyle temenni konumudadır. Allah Teâlâ böyle bir nitelikten münezzehtir.” Maturîdî, 
Kitabü’t- Tevhîd,
s. 390
772
Şu ayet-i kerîmelerde olduğu gibi:
“De ki: Gökleri ve yeri yaratan, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah’tan başkasını mı dost 
edineceğim?” En’âm 6/14 
“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk 
ediyorsanız O’na şükredin.” Bakara 2/172
773
Maturîdî, Kitabü’t- Tevhîd, s. 306-307. Yazıcıoğlu, Maturîdî ve Nesefî’ye Göre İrade Hürriyeti, s. 
32, 111,114, Sönmez Kutlu, “Ebu Mansur el-Maturidi’nin Kelamî Görüşleri”, İmam Maturidi ve 
Maturidilik, Haz. Sönmez Kutlu, Kitabiyat, Ekim, 2003, s. 48
774
Taftazânî, Şerhu’l-Akaid, s. 53.


153 
 
 
 
 
 
SONUÇ
 
Mevlâna, XIII. asırda yaşamış, mutasavvıf yönü ağır basan bir âlim iken, 
Maturîdî IX. ve X. asırda yaşamış, kelamcı yönüyle ön plana çıkmış diğer bir İslam 
âlimidir. Her ikisinin yaşadığı dönemler, kendine özgü şartlar ihtiva etmekle 
birlikte, ikisinin de ortaya koyduğu eserlerde ortak bir yön bulunmaktadır: Her iki 
İ
slam âlimi, yaşadığı dönemde (siyasî, ilmî ve sosyal şartlardan dolayı) itikadî 
anlamda İslam’a zarar vereceğine inandıkları mezhep ve akımlarla mücadele ederek 
sünnet ve cemaat yolu olarak nitelendirilen Ehl-i Sünnet inancını muhafaza ve 
müdafaa etmişlerdir. İmam Maturîdî, İslam’ın gücüne güç katarak, yeni toprakların 
da ilhakıyla sınırlarını genişlettiği, yeni kültürler ve inançlarla tanıştığı, bu arada 
Beytü’l-Hikme ile vücut bulan tercüme faaliyetleriyle bilikte, Yunan felsefesiyle 
hemhal olmaya başladığı IX. asırda dünyaya gelmiştir. Abbasî devletinin, sınırlarını 
Maveraünnehir’in içlerine kadar ilerlettiği bu dönemde, yarı otonom olarak varlığını 
sürdüren Samanîler bir müddet sonra (M. 875) bölgede güçlü bir devlet olarak 
inkişaf edecektir. İlmî hoşgörüsüyle bilinen Samanî Devleti aslında bölgedeki çeşitli 
din, inanaç ve mezheplerin mirası üzerinde bir hoşgörü ortamı oluşturmuştur 
diyebiliriz. Zerdüştlük, Maniheizm, Mazdeizm, Hinduizm, Budizm, Hristiyanlık ve 
Yahudilik gibi dinlerin İslam öncesinde hüküm sürdüğü Horasan ve Maveraünnehir 
bölgesinde, İslam sonrası ilk faaliyet gösterenler Hariciler, Mürcie, Şia, Mutezile, 
Zeydiye ve İsmailîlik olmuştur.
775
İmam Maturîdî’nin yetiştiği çevre, siyasî ve idarî 
açıdan sakin olmakla beraber, bid’at içeren fikirlerin, farklı din ve mezheplerin 
bolca bulunduğu bir yerdir. Maturîdî’nin, eserlerinde kelam ekolü olarak (Mürcie, 
Ş
ia, Zeydiye ve Cebriyye’den) daha fazla mücadele ettiği Mutezile, kendisinin 
doğup büyüdüğü dönemlerde, Mihne sonrası siyasal iktidardan uzaklaştırılmış, buna 
rağmen Bağdat ve Basra ekolleriyle yeniden güç kazandığı ve ileride, Büveyhiler 
775
Sönmez KutluTürklerin İslamlaşma sürecinde Mürcie ve Tesirleri, TDV Yay., Ankara, 2002, s. 
156-58


154 
dönemindeki parlak günlerine hazırlık yaptığı bir evreden geçiyordu.
776
Aslında 
Mutezile kelamcılarının akaid konlarında aklı tek kaynak olarak kabul etmeleri ve 
nakle güvenmekle yetinen hadisçileri eleştirmeleri, akıl ve nakli birlikte telif etmeyi 
gerektirecek bir ilmî zemini de doğurmuştur.
777
İmam Maturîdî, ehl-i sünnet 
akaidinin temellerini atan düşüncelerini, işte böyle bir ortamda, bir ihtiyaca binaen 
ortaya koymuştur. Yani Maturîdî, ortaya çıkan farklı kelam ekollerinin 
görüşlerinden bir sentez üretmiş, yeni bir akaid metodu geliştirmiş, bu da 
beraberinde yeni bir inanç sistemi getirmiştir.
Öte yandan XIII. asır Anadolu’sunda yaşamış olan Mevlâna’nın dönemi, 
siyasî karışıklıkların had safhaya çıktığı, önce Haçlı Seferleri, devamında Şiî-Batınî 
kökenli Baba İshak isyanı, sonra Moğol istilası ile Anadolu Selçuklu Devleti’nin 
kötü akibete doğru ilerlediği, dirlik düzenin kalmadığı ve kaosun hüküm sürdüğü bir 
asırdır.
778
Halkın savaşlarda alınan yenilgilerden, işgallerden yorulup ümitsizliğe 
kapıldığı, kaza, kader ve tevekkül gibi konularda tembelliğe sürüklendiği bir 
ortamda, Mevlâna’nın, eserlerinde en fazla eleştirdiği ve hatta kâfir olarak 
yargıladığı itikadî düşünce Cebriyye olmuştur. Savaş zamanlarında ortaya çıkan 
mehdîci hareketlerin halk üzerindeki etkileri göz önüne alındığında, Mevlâna’nın 
Cebriyye üzerinde neden bu kadar ısrarla durduğunu tahmin etmek zor değildir. 
Maturîdî, siyasî ve sosyal açıdan güçlü, ilmî açıdan da serbest bir ortam sunan 
Samanîler döneminde gücü hızla artan Mutezile’nin fikirlerine karşı kelam 
sahasında yeni bir sentez üretirken, Mevlâna, siyasî ve sosyal açıdan zayıf, ilmî 
açıdan da dış baskılara ve sapık tasavvufî cereyanlara açık bir ortamda, Ehl-i Sünnet 
itikadını koruyan ve duvara yapışan çamurları temizleyen bir gönül eri olarak büyük 
hizmetlere imza atmıştır. 1243’teki Kösedağ bozgunu sonrası Anadolu’da yayılan 
Moğol tehdidi, beraberinde can, mal ve namus korkusu getirmiş, Moğolların 
girdikleri şehirleri yakıp yıkmaları, erkekleri öldürüp kadınları esir almaları, taş 
üstünde taş bırakmadıklarına dair rivayetler, Moğollar daha Konya önlerine 
gelmeden Konya’da neşv-ü nema bulmuştur. Kösedağ’da Selçuklu ordusunu 
776
Muharrem AkoğluBüveyhiler Döneminde Mutezile, İlahiyat, Ankara, 2008, s. 91
777
Bekir ToplaoğluKitabü’t-Tevhîd Terc., s. XXI 
778
Can, Mevlâna, Hayatı, Eserleri, Fikirleri, s. 23. Gölpınarlı, Mevlâna, Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, s. 
6-7 


155 
yenilgiye uğratan Moğol hükümdarı Baycu Noyan komutasındaki ordu, Konya’nın 
etrafını kuşatırken, halkı büyük bir korku sarmış, insanlar birbirleriyle helalleşmeye 
başlamışlardı. Hatta kadınların bazılarının, kocalarına bizzat kendileri hançer verip 
“Beni bununla öldür, ama Moğol askerlerine teslim etme.” şeklinde yalvardıklarına 
dair rivayetler de bulunmaktadır.
779
Tam bu döneme ait, Mevlâna’nın Moğol 
askerlerinin bulunduğu yere yakın bir tepeye gittiği, Moğol askerlerinin ok atsalar 
da oklarının geri geldiği, sultan Bacu Noyan’ın da aynı şekilde Mevlâna’nın 
kerametiyle, hem oklarının geri gelmesi, hem atının toprağa saplanıp kalması, hem 
de kendi ayaklarının bağlanıp kalması sonucu, şehri zaptetmekten vazgeçtiğine dair 
bir menkıbe de bulunmaktadır.
780
Mevlâna hakkında (“Moğol ajanıydı, Moğolların 
Anadolu’da güçlenmesini istiyordu” gibi) iftiralara da neden olan bu tür rivayetlerde 
esas bakış açısı, Allah dostlarının, zor zamanlarda halkı teskin etmekte gösterdikleri 
gayret, düşmanla verilen mücadelede halka moral, azim ve cesaret aşılamakla yerine 
getirdikleri vazifenin büyüklüğüne işaret olmalıdır ve Mevlâna da Moğol tehlikesine 
karşı, gerek sohbet ve vaazları, gerek eserleriyle Konya’da böyle bir misyonu 
başarıyla yerine getirmiştir.
781
Mevlâna’nın yaşadığı dönemdeki ekonomik zorluklar, Moğol tehlikesi, 
isyanlar ve ülkenin felakete sürükleniyor olmasından kaynaklanan çaresizliklerin 
ürettiği, her şeyi kadere yükleme anlayışının güçlenmesi ve insanların kendi akıl ve 
iradelerine olan güvensizliğinin artması gibi tehlikeler, onun en çok (asıl tehlike 
olarak gördüğü) Cebriyye üzerinde durmasına sebep olmuş, itikadî açıdan kaza ve 
kaderin önemini teslim etmekle birlikte, insanın kendi iradesinin, hayatındaki 
etkisinin büyüklüğüne vurgu yapmasına neden olmuştur. Bu durum hem Maturîdî, 
hem Mevlâna, hem de diğer büyük İslam âlimlerindeki bir özelliği ön plana 
çıkarmaktadır: İslâm alimleri, iman, itikad ve amel konusunda, bulundukları 
bölgedeki halkın eksikliklerini görüp, ona göre bir metod geliştirerek, halkın severek 
kabullenebileceği şekilde onlara bu fikirleri sunmaktadırlar. Türk insanının şiire 
olan düşkünlüğü Mevlâna’nın şiir yazmasını izah eden en güçlü etkendir. İmam 
779
Eflâkî, Menakibü’l-Arifîn, s. 241 
780
Eflâkî, Menakibü’l-Arifîn, s. 24041 
781
Mevlâna’nın Moğollar’la ilgili fikirleri, verdiği mücadele, hakkındaki iddialar ve cevaplar için 
bkz.: Osman Nuri KüçükMevlâna ve İktidar, Rumî Yay. İstanbul 2007, s. 88-108


156 
Maturîdî’nin yaşadığı dönem ise, felsefî metinlerin tercümeleriyle felsefenin ağırlık 
kazandığı, itikadî konuların izahında aklın naklin önüne geçtiği ve Mutezile 
âlimlerince yegâne kriter kabul edildiği bir dönemdir. Bu yüzden Maturîdî, aklın 
nakil karşısındaki konumunu hakkıyla teslim edip, akıl ile nakil arasında uyumlu bir 
sentez geliştirmeyi gerekli görmüştür. Bu anlamda Mevlâna’nın ve Maturîdî’nin, 
itikadî konularda (kendi dönemlerinin siyasî, fikrî ve ilmî şartlarını göz önüne 
alarak) akıl ve nakil uyumuna özen göstererek bugünlere kadar gelen Ehl-i Sünnet 
akaidinin temellerini atmada ve sağlam bir şekilde varlığını devam ettirmesinde 
büyük katkılarda bulunduklarını söyleyebiliriz. Daha önce kısaca zikrettiğimiz bir 
hususu izah etmek istiyoruz: Mevlâna ve Maturîdî biri mutasavvıf yönü ağır basan, 
diğei ise mütekellim sıfatıyla anılan iki büyük şahsiyettirler. İki farklı ilmî disipline 
mensup bu iki büyük âlimin fikirlerini karşılaştırırken bazı problemlerle 
karşılaşmadık diyemeyiz. Aynı kavramın kelam ilmindeki karşılığı ile tasavvuf 
ilmindeki karşılığının farklı oluşu ve her iki ilmin metodoloji farkları bazı neticeleri 
elde etmemizde zroluklarla karşılaşmamıza neden olmuştur. Örneğin, istitaat 
kavramı ve fiil için gerekli kudretin fiilden önce mi, fiil anında mı ortaya çıktığı 
konusu tasavvuf ilmi içinde önemli bir yer tutmamaktadır ve Mevlâna’nın 
eserlerinde bu konu (kelam kitaplarındaki şekliyle) ayrı bir bahis olarak işlenmez. 
Biz bunu, Mevlâna’nın irade hürriyeti konusundaki fikirlerinden yola çıkarak elde 
etmeye çalıştık. Bir başka örnek, kâfir, fasık, münafık gibi kavramların itikadî 
anlamda başka, edebî anlamda başka manalarda kullanılıyor olmasıdır. Biz bu 
meseleyi, Maturîdî’nin küfür olarak gördüğü durumu Mevlâna da aynı anlamda 
kullanıyor ise benzer manalarda değerlendirme yolunu deneyerek çözmeye çalıştık.
Son bir noktayı da belirtmekte fayda görüyoruz. Mevlâna ile Maturîdî’nin 
itikadî fikirlerinin birbirine benzeyip benzemediğine dair kaygımızda, Mevlâna ile 
ilgili yazılmış eserlerin çoğunda varolan Eş’ârî izah tarzlarının varlığı önem 
kazanmıştır. Tabi ki bunda, itikadî açıdan bir Eş’ârî ekol temsilcisi olan Gazalî’nün 
büyük etkisi, kullandığı Arapça’nın zorluğu nedeniyle Maturîdî üzerinde yapılan 
çalışmaların azlığı, Osmanlı Devleti’nin, medrese sisteminde kelam ilmine XV. 
yüzyıldan sonra fazla ehemmiyet vermemesi, telif eserler yerine tercüme, şerh ve 
haşiye geleneğinin ağırlık kazanması ve mesresede uygulanan Eş’ârî eğitim 


157 
metodunun önemli rol oynadığını
782
söylemek mümkündür. Fatih Sultan Mehmet 
döneminden itibaren, Sahn-ı Seman medreselerinde kelam ilmine verilen önem, 
maalesef daha sonraki asırlarda devam etmemiş, tefsir ve hadis ilmi ağırlık 
kazanmıştır.
783
Bunun yanı sıra Mevlâna üzerine çalışma yapan kişilerin, onun 
fikirlerini (Osmanlı medrese sisteminde ekili olan) Eş’ârî metodla izah etmeleri de 
Mevlâna’nın itikadî olarak Eş’ârî’ye yakın olduğuna dair kanaati güçlendirmiştir. 
Yine sufîlerin Eş’ârî mezhebine mensup olduklarına dair
784
yaygın kanaat de bunda 
önemli rol oynanıştır. Her iki âlimin de itikadî anlamda ortak noktalarını tespit 
amacıyla ele aldığımız irade hürriyetine bakışlarını detaylı olarak inceledikten sonra, 
bu meselede benzer yaklaşımlar sergilediklerini karşılaştırmalı olarak görelim:
Mevlâna, “Bizim fiillerimizi meydana getiren Hakk’ın yaratmasıdır.
785
diyerek yaratma eylemini Allah’a has kılmakta, ilâhî iradenin dilediğini yapmakta 
hür olduğuna vurgu yapmakta bu görüşünü ortaya koymak için Kur’ân’dan yola 
çıkmaktadır: “O hakîmdir, “Allah, dilediğini yapar.”
786
Derdin kendisinden devayı 
çekip çıkarır.”
787
Kelamî anlamda ifade edersek, Mevlâna’ya göre kul fiilini 
yaratmaz, yaratmak Allah’a mahsustur. Aynı şekilde Maturîdî de, “O yaptığından 
sorumlu tutulmaz ama insanlar sorguya çekilirler.”
788
ayetini örnek gösterek ilahî 
iradenin mutlak hürriyetine işaret etmektedir.
789
Mevlâna’ya göre kul muhtar 
suretinde muzdar değildir, ilâhî iradenin kuşatıcılığı ve her şeyi muhîd olması, yani, 
Hakk’ın muhtariyeti, insanın muzdariyetine yol açmaz. “Âlemin batınında hürriyet 
vardır.”
790
Maturîdî için de aynı durum söz konusudur. İnsanın yaptıklarının Allah 
tarafından yaratılıyor olması kulun iradesini etkilemez.
791
Her iki âlimin ilahî 
782
M. Sait Yazıcıoğlu, İslam Düşüncesinin Tarihsel Gelişimi, Akçağ Yay., Ankara, 2000, s. 201. 
783
Yazıcıoğlu, İslam Düşüncesinin Tarihsel Gelişimi, s. 143, 156. 
784
Sufiyye mezhebi, Eş’âriyye mezhebine muvafıktır, çünkü kaza feyz-i akdes, kader feyz-i 
mukaddestir. Feyz-i akdes ile âyân-ı sâbite (mâhiyyat), âyân-ı sâbitenin isti’dadât-i asliyyeleri hasıl 
olur. Feyz-i mukaddes ile şu âyân-ı sâbit hariçte levâzımı ile, levâhıkı ile sabit olur.”İzmirli, Yeni İlm-

Download 1.24 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   66




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling