Hazirlayanlar
Download 3.23 Mb. Pdf ko'rish
|
Sancak Müslüman Rum Ermeni Katolik Mektep Talebe Mektep Talebe Mektep Talebe Mektep Talebe Trabzon
1 114 31 109
135 3 581
31 641
3 272
Canik 651
12 298 204
5 204 34 803 1 12 Lazistan 495 12 107
1 15 4 109 4 300 Gümüşhane 164
3 422 58 1 276 5 200
-- -- Toplam 2 424 58 936
398 10 066
74 1 853
8 584
Kaynak: Trabzon Vilâyet Sâlnamesi, 1286, s.70-77. 15 Katolik Ermeni murahhasalığının yetkisi Trabzon’daki Rum metropolitinin yetkileriyle ay- nıydı. Nitekim önceki metropolitin ölümü üzerine yapılan yeni tayin ile ilgili olarak verilen beratta da hemen hemen aynı ifadeler kullanılmaktadır (15 Safer 1246/5 Ağustos 1830). TŞS, 1960, 31/b-32/a.
132 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Cemaatler, devletin belirlediği kurallara göre ihtiyaç duyulduğunda izin almak şartıyla dinî yapıları usûlü dairesinde tamir ederlerdi. Buna dair çok sayıda mahkeme kararından bahsedebiliriz. Yalnız Osmanlı dönemin- de kiliselerin tamirinin belirli formalitelere bağlı olduğunu ifade etmeliyiz. Şayet bir yerin halkı kiliselerinin onarılmaya ihtiyacı olduğunu ileri süre- rek tamiri için müracaat ederlerse vali tarafından tayin edilen mübaşirin yanı sıra mahkeme naibinin de katılımıyla bahis konusu edilen kilisede gerekli incelemeler yapılarak aslına uygun biçimde tamir edilmesine dair emir çıkardı. Mahkeme kayıtlarında bununla ilgili pek çok örneğe rastla- mak mümkündür. Meselâ Gurre Safer 1258 (14 Mart 1842) tarihli mahke- me kaydına göre bir köy halkının talebi üzerine vali tarafından tayin edilen mübaşir ve naip tayin olunan Osman Efendi köye varıp bahsedilen kiliseyi keşf ve muayene etmişlerdir. Buna göre taşçı arşınıyla ölçüldüğünde uzun- luğu 12 arşın bir rub’, genişliği 9 arşın bir buçuk rub’ ve yüksekliği 4 arşın iki parmak olan dört duvarı mamur, fakat çatısı tamamen harap ve tamire muhtaç bulunduğu tespit edilmiştir. Keşif raporu çerçevesinde mahkeme- den yalnız çatısının eski durumu üzere genişletilmeksizin ve yükseltilmek- sizin tamiri yolunda karar çıkmıştır. Bu karar bilâhare valiye arz edilerek tamir için müsaade yazısı yazılmıştır 16 . Trabzon mahkemesine intikal eden yüzlerce davayı incelediğimizde, Müslümanlarla gayrimüslim gruplar arasındaki ilişkilerde; dayanışma ka- dar düşmanlık, ortaklık kadar rekabet, uzlaşma kadar inatlaşma olduğu- nu, yani herhangi bir mahaldeki komşuluk ilişkilerinin bütün unsurlarıyla yaşandığını görmekteyiz. Fakat dinî ayrılıktan kaynaklanan bir tartışma ve mücadele bulunmamakta, ihtilafl ar özellikle sosyolojik sebeplere da- yanmaktaydı. Fermanlarda dile getirilen bir takım dinî faaliyetlere yönelik müdahaleler ise esasında kanunlara aykırı eylemlerde bulunan bazı yöne- ticilerin rüşvet, hediye almak sevdasına dayanmaktaydı. Böyle durumlar- da ise Müslüman ve gayrimüslim grupların ortak şikâyetçiler olduklarını görmekteyiz. XIX. yüzyılın ilk yarısında Trabzon şehrinde bütün cemaatlerin muh- telif mahallelerde karışık olarak yaşadıkları, komşuluk yaptıkları, birbirle- 16 TŞS, 1968, 25/a. Başka bazı örnekler için bkz. Trabzon’da bulunan Katolik Kilisesi’nin tamirine izin verilmesi hakkında İstanbul’dan gelen ferman. Evasıt-ı Muharrem 1252. TSŞ, 1964, 17/b. Yomra Hocdimesya köyündeki kilisenin aslına uygun biçimde tamiri için mahkemece hazırlanan 6 Safer 1257 tarihli ilam gereğince kilisenin aslına uygun olarak tamirine dair verilen 7 Safer 1257 tarihli müsaade için bkz. TSŞ, 1966, 13/b-14/a. Hristo mahallesindeki Rum kilisesinin tamiri için bkz. TSŞ, 1965, 43/b.
133 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM rinden mülk alıp ticarî ortaklıklara giriştikleri, dinî gruplar arasında birbir- lerine mülk satmamak gibi bir taassubun olmadığı, bir Müslümanın malını zımmî erkeğe veya kadına sattığını, komşuları olan Müslümanlardan buna yönelik herhangi bir itiraz gelmediğini, aralarında mülk takası yapabildik- lerini, borç-alacak ilişkisi içinde oldukları, bu konuda ihtilaf yaşandığını, kavga ve küfürleşme gibi meselelerden dolayı birbirleri hakkında dava açtıkları; bir gayrimüslimin İslâm mahkemesinde Müslüman biri aley- hinde açtığı ve davasını Müslüman şahitlerin ifadeleriyle kazanabildiğini, kendisini savunmak üzere bir Müslümanı vekil tayin eden gayrimüslimin bulunduğunu 17 , hatta küçük yaştaki bir zımmî çocuğun her türlü haklarını korumak üzere Müslümanın vasi tayin edilebildiğini görmekteyiz. Müs- lümanlar ile gayrimüslimler arasında önemli sayıda dava konusu yapılan anlaşmazlık bulunduğunu da ilâve etmeliyiz. Ancak bu anlaşmazlıkların hemen hiç biri dinî ayrılıktan ve taassuptan kaynaklanmamaktaydı. Tek tük dine, imana küfretme örneğine rastlamış isek de, burada doğrudan dine saldırıdan ziyade, başka sebeplerden kaynaklanan anlaşmazlığın bir yansı- ması olarak küfürleşmenin olduğunu söylemek mümkündür. Anlaşmazlık konuları ise normalde her mahallede karşılaşılabilen arsa işgali, borcun inkârı, pencerelerin evin harem kısmına bakması, evin saçağından akan suyun komşunun bahçesini veya duvarını tahrip etmesi gibi hususlar idi. Bu kapsamda olarak civar memleketlerden gelip de Trabzon’da ticaret yapan gayrimüslimler, her ihtimale karşı, bir ölüm meydana geldiğinde te- rekelerini memleketlerindeki varislerine ulaştırmak üzere buradaki dostla- rından birini vasi tayin etmekteydiler. Başka yerlerden gelip de Trabzon’da bulunan zımmîlerden kendi dindaşlarından birini vasi tayin edenler olduğu gibi, ikâmet ettikleri han görevlilerini vasi tayin edenler de vardı ki, bu kişiler genelde Müslüman idiler. Gerçekten böyle vefatlar olduğunda söz konusu vasiler, mirasçısı yok zannedilerek terekenin beytülmala intikalini engelleyerek bilâhare bunu sahiplerine ulaştırırlardı 18 . Müslüman-gayrimüslim ilişkilerinin daha iyi anlaşılması için mahke- meye intikal eden bir davayı özetleyelim: Çömlekçi mahallesinden sagir çocuk Yana, kız kardeşi Sona ve valideleri Ruzme veledi Şayane’nin vekil- 17 TŞS, 1966, 18/a. 18 Meselâ aslen Kürtünlü olup Trabzon’daki Hacı Yahyazade hanında ticaret için bulunan Ha- çin adlı Ermeninin vasiyü’l-muhtarı han mültezimi Ahmet Ağa bin Musa Ağa idi. Kürtünlü olup aynı handa bulunan İprit ile Kaspar’ın vasileri de Mehmed Ağa idi. TŞS, 1946, 23/a (28 Rebiyülevvel 1212 ve 29 Rebiyülevvel 1212 tarihli kayıtlar); 1947, 26/a (1 Zilhicce 1213).
134 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER leri olan Şeyh Hasan Efendi bin Mehmed Efendi, aynı mahalleden Haçik Nikola veledi Sava aleyhinde dava açmıştır. Davacı, yedi sene önce Yana ve Sona’nın babaları hayatta iken bir bahçeyi Haçik Nikola’ya 700 kuruşa rehin bırakmıştır. Varisleri şimdi bu parayı Haçik Nikola’ya verip bahçeyi geri almak istemektedirler. Ancak Haçik Nikola, söz konusu bahçeyi 700 kuruşa ilgiliden satın aldığını ve bir sene sonra belirtilen paranın iade edil- mesi halinde bahçenin geri verileceğine dair mukavele yapıldığını, fakat geri ödeme gerçekleşmediğinden artık bahçenin kendi malı olduğunu ifade etmiştir. Bunun üzerine vekil Hasan Efendi, davadan yirmi gün önce Ha- çik Nikola’dan bahçeyi istediğinde onun Bu bahçe 700 kuruş mukabilinde rehindir, o kadar meblağ bana verildiğinde bahçeyi terk ederim dediğini ileri sürmüştür. Bunun üzerine davacıdan söylediklerini ispatlayacak delil istendiğinde, zımmîlerin ileri gelenlerinden olan Dimitri veledi Yana ile Kostantin veledi Filibo, davalının, Bahçe 700 kuruş mukabilinde yedim- de rehindir ifadesini kullandığına şahitlik etmeleriyle bu arazinin Yana, Sona ve Ruzme’nin ortak mülkü olduğuna karar verilmiştir 19 . İsimlerden anladığımız kadarıyla davacı ve davalı Ermeni, davacıların vekili Müs- lüman, şahitler ise Rum idi. Bir başka deyişle Davacı Ermenilerin vekili olan Müslüman, davalı Ermeniye karşı açtığı davayı iki Rumun şahitliği ile kazanmıştır. İşte Osmanlı sisteminde farklılıklara rağmen bir arda ya- şamak bu idi. Daha değişik bir davada ise İskender Paşa mahallesinden Zitar binti Avanes ile validesi, Ovanes’in Rizeli Osman Kaptan’ın yanında çalıştığını ve bu sırada hayatını kaybettiğini ifade ederek ölümünden kaptanı suçla- mışlardır. Osman Kaptan, Ovanes’in hastalıktan öldüğünü, cesedi koktu- ğundan dolayı denize atmak zorunda kaldıklarını ifade ederek kendisinin 145 kuruş parasını mirasçılarına teslim etmek istediğini belirtmiştir. Bu ifadeyi yeterli bulan davacılar belirtilen meblağı alarak davadan vazgeç- mişlerdir 20 . Bir kısım davalarda mahkeme devam ederken araya giren aracıla- rın bir orta yol bulup tarafl arı uzlaştırdığını görmekteyiz. İskender Paşa mahallesinden Rukiye binti Mehmed, babasından intikal eden eve Kakol adlı zımmînin müdahale ettiğini iddia ile dava açmıştır. Kakol cevabında bundan 12 sene önce Rukiye’nin, şimdi mahkemede hazır bulunan Hacı Hüseyin Efendi’yi vekil tayin ederek bahsedilen mülkteki hissesini diğer hisselerle birlikte kendisine sattığını ve bedeli olan 5 000 kuruşu aldığını 19 TŞS, 1962, 23/a (7 Zilkade 1248). 20 TŞS, 1264, 14/b (17 Şevval 1252).
135 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM ileri sürmüştür. Rukiye bunu inkâr etmiştir. Bu sırada aracıların devreye girmesiyle Kakol’un Rukiye’ye 1 500 kuruş vermesi şartıyla anlaşma sağ- lanmış ve dava konusu mülkün tamamının Kakol’a ait olduğu tescil edil- miştir
21 . Aya Vasil mahallesinden Dellâle Şamala diye tanınan Sofi ya binti Ovanes bizzat mahkemeye başvurarak Hacı Sahirzade es-seyid el-hac Sü- leyman Efendi’den davacı olarak üç sene önce aralarındaki alışverişte ona sincap kürkü, çalar saat, kadife, sim kuşak, altın, gömlek gibi çok sayıda mal getirip sattığını, bu satış işlemi sırasında aldatıldığını iddia etmiştir. Mahkemede eşyaların bedel-i misli ile satın alındığına bazı Müslümanlar şahitlik edince tartışmalar büyümüştür. Nihayet aracıların devreye girmesi ile Süleyman Efendi’nin davacıya 1 944 kuruş vermesi şartıyla uzlaşma sağlanmıştır 22 . Bu meblağ oldukça yüksek bir rakamdır. Böyle bir meblağ- la sulha razı olduğuna göre gerçekten Şamala’nın dediği gibi Hacı Süley- man Efendi haksızlık yapmıştı. Şüphesiz tartışmalar ve davalar sadece iki kesim arasında cerayan et- memekteydi. Müslümanlarla Müslümanlar arasında olduğu gibi, zımmî- lerle zımmîler arasında da çok sayıda dava konusu bulunmaktaydı. Yine birkaç örnek verelim: Muhyiddin mahallesinden Sofi ya binti Serendo, mahkemeye bizzat başvurarak komşusu olan Kostanta veledi Braşka’nın kendi evinin duvarına yakın olarak bir kenef inşa ettiğini ve çirkefi nin du- vara zarar verdiğini ifade ile bunun men edilmesini talep etmiştir. Bunun üzerine mahkemeden olay mahalline keşif için gönderilen Mevlâna Veli Efendi tarafından şahitler huzurunda yapılan incelemede, gerçekten de bahsedilen kenefi n duvara çok yakın inşa edildiği ve zarar verdiği tespit edilerek kenef derhal yıktırılmış, kenefi n en az sekiz arşın (yaklaşık altı metre) uzaklıkta yapılması tembihlenmiştir 23 .
Şimya’dan davacı olup davalının kendi duvarına birleştirerek yeniden inşa ettiği ve kendi duvarından dört parmak yükselttiği evin çatısından akan suyun duvarına zarar verdiğini; bu fazlalık kısmın yıktırılmasını talep et- miştir. Yapılan keşif neticesinde iddiaların doğru olduğunun tespit edil- mesiyle davalının duvarının dört parmaklık kısmının yıktırılmasına karar verilmiştir 24 .
22 TŞS, 1946, 19/a (11 Muharrem 1212). 23 TŞS, 1947, 19/b (15 Şevval 1212). 24 TŞS, 1968, 88/b (21 Ramazan 1259). Bu tür tartışmalar Müslümanlar arasında da vardı. Meselâ komşusunun yeni inşa ettiği binanın penceresinin kendi evinin harem kısmına bak- 136 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER XIX. yüzyılın ilk yarısında Trabzon’da cemaatler arasındaki en önemli ideolojik tartışma bizzat Ermenilerin kendi aralarında cerayan etmekteydi. Farklı din ve mezheptekiler arasında çok önemli bir dinî tartışmaya rast- lanılmazken, Ermenilerden bazılarının Katolik misyonerlerinin etkisiyle mezhep değiştirmeye başlamaları, ülke çapında olduğu gibi, Trabzon’da da cemaat temsilcileri arasında huzursuzluk kaynağı olmuştur. Osmanlı Devleti 1829’da Fransa’nın baskılarına boyun eğerek Ermeni Katolikleri- ne millet statüsü verdi ve 1831 yılında da ilk Ermeni Katolik Patriği tayin edildi 25
yetlerde murahhasalıklar teşkil edildi. Murahhasalık kurulan yerlerden biri de Trabzon idi. Trabzon şer’iye sicillerinde yer alan ferman ve kayıtlardan Gregorian ve Katolik Ermeniler arasındaki çekişmelerin meydana geldi- ğini, mezhep değiştirmenin meydana getirdiği sorunların sadece Trabzon ile sınırlı olmadığını, ülke çapında Ermeni nüfusun yaşadığı bütün böl- geleri ilgilendirdiği anlaşılmaktadır. Konu gittikçe bir asayiş ve güvenlik meselesi halini almaya başladı. Nitekim şer’iye sicillerinde yer alan ve Trabzon valisi Osman Paşa tarafından 11 Muharrem 1246 (2 Mayıs 1830) tarihli olarak yazılan yazıdan, bazı Katolik din adamlarının kanunsuz ha- reketlere yönelmesinden dolayı, daha önce birtakım uzak beldelere sürgün edildiklerini öğrenmekteyiz. Aynı yazıda verilen bu ceza sebebiyle sürgün edilen kimselerin artık terbiye olduklarından bahsedilerek, bundan sonra belirlenen nizama aykırı hareket etmemek ve içlerine başka milletlerden kimseleri karıştırmamak ve hiç birisi Rum, Ermeni ve diğer millet kilisele- rine gidip gelmemek, nizama aykırı harekete cesaret edenlere hakkettikleri cezaları vermek ve diğer işleri için kendi mezheplerinden olan papazların çalışmalarına engel olmamak şartıyla affedilmelerine dair ferman çıktığı anlatılmaktadır. Sözü edilen fermanda Trabzon ve havalisinde bulunan Er- meni Katolikleri belirtilen şartlara riayet ve nizama aykırı hal ve hareket- ten uzak durmak kaydıyla; âyinlerinin icrasına, diğer reayadan ve kendi cinslerinden papazların papazlıklarına müdahale olunmaması ve cemaatin korunması hem adı geçen millet papaz ve kocabaşılarına, hem de ilgililere emredilmiştir 26 . tığı için kapatılmasını ya da yeni inşa edilen evin saçağının kendi mülküne zarar verdiği için yıktırılmasının talep edildiği görülmektedir. TŞS, 1970, 65/b, 79/b. 25 Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914), Ankara 1996, s.42. 26 TŞS, 1960, 28/a.
137 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM Osman Paşa’nın burada söz konusu ettiği ferman Katoliklerin bir mil- let olarak kabul edilmesinden hemen sonraya rastlamaktadır. Ancak devlet tarafından sağlanan geniş hoşgörüye rağmen elde ettikleriyle yetinmeyen Katolik kilisesinin misyonerlik faaliyetleri, devleti sürekli rahatsız etmek- teydi. Bu faaliyetler sonucunda bazı Ermenilerin Katolikliği benimseme- leri iki cemaat arasında şiddetli geçimsizliğe yol açmış, Ermeni Patriği bu meseleden dolayı Katoliklerin faaliyetlerini Sultan II. Mahmud’a şikâyet etmiştir. Bunun üzerine Nisan 1835’te iki taraf arasında mezhep değiştirme yasaklandı 27 . Trabzon valisine ve kadısına hitaben gönderilen ve Zilhicce 1250’den sonra mezhep değişikliğini önleyen ferman Evasıt-ı Rebiyüla- hir 1251 (6-15 Ağustos 1835) tarihini taşımaktadır 28 . Yani yasağın başla- masından dört ay kadar sonrasına rastlamaktadır. Fermanda bu yasağın gerekçesi, kapsamı, nasıl uygulanacağı ile ilgili hususlar şu şekilde izah edilmektedir: Katolik ve Ermeni milletlerinin aralarında olan tartışmadan dolayı bundan böyle Katoliklikten Ermeniliğe ve Ermenilikten Katolikliğe geçenlerin iki taraftan da kesinlikle kabul olunmaması konusunda ferman çıktığından bu kararın Trabzon’da da icrası icap etmektedir. Bundan sonra Ermeni reayasından Katolik Ermeniye geçenler olur ise kabul olunmama- sına dair ferman çıkarılmasını Ermeni Patriği Kirkos(?) Padişahtan iste- miştir. Patriğin ifadesine göre Ermeni milletinden olan bazı kimseler şu veya bu sebeple suçlu duruma düştüklerinde, kendilerine ceza verilmesini önlemek için Katolik milletine tâbi olmayı tercih etmektedirler. Dolayı- sıyla hem Ermeni milleti içinde sıkıntılar meydana getirmekteler, hem de devletin nizamı için çok önemli bir uygulama olan nüfus yazımı konusu- na zarar vermekteler. Artık iki millet arasında bu türlü uygunsuzlukların meydana gelmemesi için meselenin kuvvetli bir nizama bağlanması ge- reklidir. Ermeni Patriği’nin bu ifadesine karşılık, Katolik Patriği, samimi bir düşünce ile Ermeni milletinden ayrılarak Katolik milletine geçenlerin reddedilmelerinin kendi âyinlerine aykırı olduğunu, kendilerinin Katolik takımından olup da Ermeni milletine geçenlere bir şey demeyeceklerini ifade etmiştir. 27 Bozkurt, a.g.e., s.42’de yasaklamanın 1834’te söz konusu olduğunu ifade etmekte ise de fermanda Zilhicce 1250 tarihinden öncesinin araştırılıp soruşturulmaması ifade edildiğine göre bizim tespit ettiğimiz tarih yasaklamanın başlangıcı olmalıdır. Nitekim Evahir-i Safer 1255 tarihli olarak Mısır ve Şam valisi Mehmed Ali Paşa’ya, Şam mollasına, bölgedeki kadı ve naiplere yollanan fermanda da Zilhicce 1250 tarihi esas alınmaktadır. Ahmet Refi k, Onüçüncü Asr-ı Hicrî’de İstanbul Hayatı (1786-1882), İstanbul 1988, s.31-33. 28 TŞS, 1958, 39/b-40/a.
138 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Yasaklamaya rağmen iki millet arasındaki çatışma ve çekişme devam edip durdu. Bu yüzden mezhep değişikliğini engellemek için sonraki yıllar- da da fermanlar çıkarıldı 29 . Nitekim Ermeni Patriği İsteban tarafından yapı- lan şikâyetler üzerine Evasıt-ı Cemaziyelahir 1257 (31 Temmuz-9 Ağustos 1841) tarihli olarak Trabzon valisi Osman Paşa’ya, Trabzon naibine, vilâ- yetteki kazaların kadı ve naiplerine, zabıtan ve iş erlerine yollanan hüküm- de şöyle denilmektedir: Ermeni milletinden bazı cezalandırılması lâzım gelenler, Katolik milletine tâbi olduklarından terbiye edilmeleri mümkün olamamaktadır. Bu keyfi yet bazı mülkî nizamların uygulanmasına da zarar vermektedir. Bundan dolayı artık iki millet arasında bu türlü uygunsuz- luk ortaya çıkmaması için meselenin bir usûle bağlanması hususu önceden kararlaştırılmıştır. Bu esnada Trabzon merkezi ile bazı kaza ve köylerde oturan Ermenilerden bir kısmının kasıtlı evlilikler yaparak Katolik ve La- tin milletlerine tâbi olmak düşüncesinde oldukları ihbar edilmiştir. Böyle teşebbüsler, kurulu bulunan mülkî nizama tamamen aykırı olduğundan, Ermeni milletinden Katolik ve Latin olmayı isteyenler çıkarsa asla kabul olunmayacaklardır 30 .
Bu konuda özellikle Fransa ağır baskı yapmaya başladı. Katoliklerin mez- hep değiştirmeyi yasaklayan düzenlemelerin kaldırılması yolundaki talep- lerinin başarıya ulaşması, Tanzimat yöneticilerinin benimsedikleri yeni anlayışla mümkün oldu. Özellikle Fransa tarafından yapılan ağır baskılar ve yasaklamanın esasında pek işe yaramaması dolayısıyla on yıllık uygula- madan sonra 1844’te mezhep değiştirmek serbest bırakıldı. Bu serbestliğe rağmen Trabzon’daki Katolik nüfus, hiçbir zaman büyük çoğunluk oluş- turmadığı bir tarafa oldukça düşük, hatta önemsiz sayılabilecek miktarda idi. İncelediğimiz dönemde bazı gayrimüslimlerin kendi dinlerini terk ederek İslâmiyet’i seçtikleri görülmektedir. Bu husustaki genel uygulama tamamen kişinin kendi hür iradesine göre hareket edilmesi esasına dayanır. Araştırmamızın başında zikrettiğimiz fermanda da kesinlikle kimsenin rı- zası olmadan kelime-i şahadet getirtilmemesi ifade edilmektedir. Öte yan- dan Osmanlı Devleti’nde hiçbir zaman sistematik, devlet destekli bir din değiştirme propagandasının veya zorlamasının yapılmadığı bilinmektedir. Zaten ihtida edenlerin sayısının da fazla olmayışı bunu göstermektedir. Nitekim 1794-1850 yıllarını kapsayan araştırmamızda Trabzon mahkeme- 29 Haziran 1839 tarihli bir ferman için bkz. A. Refi k, a.g.e., s.31-33. 30 TŞS, 1966, 27/b-28/a. 139 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM sine 56 yılda İslâmiyet’i kabul etmek üzere müracaat eden 53 kişi tespit etmiş bulunmaktayız 31 . Bunlardan, kayıtlarda açıkça Ermeni olduğundan bahsedilen muhtedi sayısı yedi olup isimlerinden Ermeni olduklarını tah- min ettiklerimizi de eklediğimizde sayı 13’e çıkmaktadır. İsimlerde yanılgı olsa bile en nihayet yarım asırlık dönemde İslâmiyet’i kabul etmiş olan Ermeni sayısı yirmiye ulaşmaz. Bu ise yoğun sosyal ilişkilerin yaşandığı bir toplumsal hayat için fevkaladelik taşımayan bir miktardır. Osmanlı Devleti’nde Müslümanlaşmaya dair bir zorlama olması ha- linde bunun şikâyet konusu olacağından şüphe edilemez. Zira metropolit veya murahhasa atamasında kendilerine verilen, ayrıca resmî yöneticilere yollanarak şer’iye sicillerine kaydedilen fermanlarda, kimsenin kimseyi cebren din değiştirmeye zorlayamayacağı zaten ifade edilmekteydi. Buna rağmen bazı mutaassıp kimselerin bu durumdan faydalanmaya çalışmış olabileceklerini, ufak tefek tartışma, ağız dalaşı türünden kırgınlıklara sebebiyet verebilecekleri tahmin edilebilir ise de, Seyyah Fallmerayer’in sözleri bu tür hareketlerin de ancak nadiren olabildiğini göstermektedir. Fallmerayer eserinde, Trabzon’daki Müslümanların daha önce gezdiği Su- riye kıyılarında, Selanik’te ve İstanbul’da bulunanlara göre daha ateşli din- darlığa sahip olduklarını belirttikten sonra, Ortahisar Camii’ni gezerken kendisine, bu dindarlığa rağmen bir saldırı veya tacizde bulunulmadığını ifade etmektedir 32 . Bazı gayrimüslimlerin İslâmiyet’i seçmesinde cizye vergisinin bir bas- kı unsuru olarak kullanıldığı iddiası en çok öne sürülen hususlardan biridir. Cizye vergisi, İslâm hakimiyetinde yaşayan ve askerlik yapma mükelle- fi yeti olmayan gayrimüslimlerin can, mal ve ırzlarının korunması karşılı- ğında alınmaktaydı. Bu vergi sağlıklı, çalışabilir, erkek nüfustan alınırdı. 31 1209-1250 (1794-1850) yılları arasındaki Trabzon şer’iye mahkemesine ait 1944-1980 nu- maralı sicil defterleri ile Trabzon mahkemesine ait iken her nasılsa Giresun Şer’iye Sicili olarak kayıtlara geçen 1417 numaralı defteri incelendiğinde belirtilen muhtedilerden 13’ü Trabzon’un merkezindeki mahallelerden, 16’sı Trabzon’a bağlı kaza ve köylerden (merkez kaza-4, Akçaabâd-4, Maçka-5, Vakfısagir nahiyesi 1), 7’si Gümüşhane’den, 3’ü Ordu’dan, 2’si Erzurum’dan, 2’si de Hemşin’den olup bir vesile ile Trabzon’a gelmiş kimselerdir. Ro- dos yakınlarındaki bir adadan olup gemi ile Trabzon’a gelen bir tayfa da burada İslâmiyeti kabul etmiştir. Müslüman olanların içinde 1 Gürcü, 2 de Rusyalı vardır. İhtida edenlerin 44’ü erkek, 9’u ise kadındır. Erkeklerin önemli bir kısmı İslâmî isim olarak Mehmed’i seçerken (15 kişi), 7 kişi Ahmet, 6 kişi Osman, 4 kişi Ali, 3 kişi Hasan, 2’şer kişi Hüseyin ve Mustafa, kalanlar da İsmail, Halil, Abdülaziz, Selim ve Süleyman adlarını almışlardır. Kadınlardan ise 5’i Fatma, diğerleri ise Emine, Zeynep, Havva ve Rukiye adlarını tercih etmişlerdir. 32 Fallmerayer, a.g.e., s.76-77.
140 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kadınlardan, küçüklerden, din adamlarından, sakatlardan kısacası askerlik gibi bir hizmeti yerine getiremeyecek olanlardan tahsil edilmezdi. Müslü- manlar savaşa gidip gerekirse bu uğurda canlarını feda ederlerken gayri- müslimlerin de buna karşılık bir fedakârlıkta bu lunması maksadına dayalı olmak üzere konulmuştur. İslâm ülke sinin müdafaası için bizzat veya tâli şekilde hizmette bulunan gayrimüslimler cizyeden muaf olurlardı. Burada üzerinde durulması gereken nokta, cizye vergisinin insanların dinlerini değiştirecek derecede ağır bir vergi olup olmadığıdır. Normalde cizye, yıllık olarak nakden alınan, miktarı düşük, orta ve yüksek olarak üç sınıf şeklinde belirlenen bir vergidir. II. Mahmud döneminde çeşitli fer- manlarda bildirildiği üzere reayanın zulme uğramaması için gönderilecek cizye evrakının mahkemede ya da uygun bir mahalde hâkim-i memleket, mütesellim (voyvoda veya mutemet bir memur) ve millet reisi olan pa- pazdan (veya kocabaşı) oluşan heyet tarafından dağıtılıp gereken akçenin tahsil edilmesi emredilmiştir. Fermana göre millet reislerinin marifeti ol- maksızın reayadan hiçbir ferde cizye kâğıdı verilmemekteydi. Her cizye kâğıdı görevli bir memurca mühürlenip millet reisleri tarafından da imza- lanmaktaydı 33 .
cizye miktarı olarak zenginlerden 60, orta hallilerden 30 ve fakirlerden 15 kuruş tahsil edilmekteydi 34 . Bu meblağın insanlar için ağır yük oluşturup oluşturmadığı ve bu parayı ödememek için din değiştirme yolunun seçilip seçilemeyeceği önemli bir sorudur. Belirtilen tarihte narh defterlerinden bir takım eşya ve yiyecek fi yatları ile bazı işlerdeki yevmiyelere ilişkin bir derleme yaptık. Buna göre belirtilen tarihte 1 kıyye (1283 gram) sığır eti: 30-38 para (40 para 1 kuruştur) arasında, koyun eti: 46-58 para, fındık: 46 para, kebap: 4 kuruş, 1 adet ciğer: 30 paradır. Yevmiyelere gelince kişi başına günde verilen bir kıyye ekmeği hariç tutacak olursak marangoz us- tasının yevmiyesi 3 kuruş, ırgatınki 2 kuruş, taşçı ustasınınki 3 kuruş 20 para, çırağınki 2 kuruş 20 para idi 35 . Bu demektir ki fakir bir Hıristiyan, Müslümandan farklı olarak yıllık 16-20 kıyye sığır eti, 10-13 kıyye koyun eti, yaklaşık 4 kıyye kebap, 13 kıyye fındık karşılığı bir vergi ile mükellef idi. Bu meblağı ödeyebilmesi için fakir taşçı çırağı için 6 gün yeterli idi. Bugünkü değerlerle zengin bir Hıristiyan, 66.7 kg, orta halli biri 33.4 kg, fakir biri ise 16.7 kg fındık karşılığında bu vergiden kurtulabilmekte idi. 33 TŞS, 1963, 32/b-33/b. 34 TŞS, 1963, 36/a-b. 35 TŞS, 1958, 75/b, 77/b. 141 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM Buna karşılık bu erkek Hıristiyan, beş-altı yıl belki de daha fazla süre as- kerlik yapmayacak, iş ve gücüyle meşgul olacak, ailesiyle birlikte yaşaya- cak, bir savaş veya isyanda tanımadığı bir kıtada hayatını kaybetmeyecek veya sakat kalmayacaktı. Bu mukayese gösteriyor ki, bir kısım insanların sırf cizyeden kurtulabilmek için dinini terk ettiğini iddia etmek hiç de ger- çekçi olmaz. Yaptığımız mukayeseye rağmen gayrimüslimlerin cizye ile ilgili şikâyetlerinin olmadığını söylemek mümkün değildir. Genelde şikâyetler cizyenin bizatihi kendisine değil de, bununla ilgili olarak görevliler ta- rafından yapılan usûlsüzlüklere yönelik idi. Meselâ en fazla tepki çeken husus fakirlerin orta halli, orta halli olanların zengin olarak defterlere kay- dedilmeleriydi. Yine kanunlara aykırı olarak bir kısım görevlilerin cizye toplarken kefi lleme, küşâdiye, kaydiye gibi türlü adlarla para almaları idi. Ayrıca bir kısım papazların halkı cizye ödememek için tahrik ettikleri- ne dair örneklere de rastlamaktayız 36 . Gerek yöneticilerden kaynaklanan yolsuzluklar, gerekse reayadan bazılarının cizye ödemek istememeleriyle ilgili bilgiler İstanbul’a ulaştığında böyle davranışların süratle cezalandı- rılmaları için aralıklarla fermanlar gönderilmekteydi. Fakat onca fermana rağmen yolsuzlukların önünün alındığını söylemek mümkün değil. Yalnız dikkate alınması gereken nokta gayrimüslimlerin şikâyetçi oldukları keyfî davranış ve kanunsuzluklardan Müslümanlar da, hatta bizzat Padişah da şikâyetçi idi 37 . Bütün bu açıklamalardan sonra Müslüman olan gayrimüslimlerin, bu tercihlerinde esas sebebin cizyeden kurtulmak olmadığı ortaya çıkar. Nite- kim Islahat Fermanı ile gayrimüslimlerin askerlik yapmaları ve buna karşı- lık cizyenin kaldırılması esası getirilmiş ise de, gayrimüslimlerin askerliğe ya naşmamaları üzerine bedel-i askeriye adıyla bir bakıma bu vergi tekrar alınma ya başlanmıştı. Askerliğe karşılık bedel alınması, II. Meşrutiyet dö- neminde 7 Ağustos 1909 tarihin de umumî askerlik mecburiyeti getirilerek terk edilmişti 38 .
şantıları ile ilgili olarak elde ettiğimiz bilgilere göre ülke genelinde olduğu 36 Meselâ bazı Ermenilerin cizye ödemediklerine ve bunlara karşı ne yapılması gerektiğine dair yollanan bir ferman için bkz. TŞS, 1957, 41/b-42/a. 37 Geniş bilgi için bkz. Abdullah Saydam, “Trabzon Sancağının Tekâlif-i Örfi ye Yükümlülü- ğü (1830-1840)”, Türk Dünyası Araştırmaları, 127 (Ağustos 2000), s.59-102. 38 Boris Christoff Nedkoff, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Cizye (Baş Vergisi)”, Çeviren Ş. Altundağ, Belleten, 3 (1944), s.630.
142 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER gibi burada ibadet, âyin, eğitim, sosyal statü ve diğer cemaatlerle ilişki- ler bakımından olağandışı bir uygulama olmadığını görmekteyiz. Osmanlı sistemi içerisinde zımmîlere verilen haklara Trabzon’da da riayet edildiği- ni, devletin uygunsuzluklara karşı daima tedbir almaya yöneldiğini, tebaa- nın dinî ve mezhebî farklılığı ne olursa olsun güvenlik ve adalet içerisinde yaşayabilmesi için çaba gösterildiğini söyleyebiliriz. Bir kuralın doğrulu- ğu veya isabetliliği tartışılabilir ise de konulan kuralın ayrım gözetilme- den tatbik edilmesi yolunda gayret gösterildiği görülmektedir. Ermeniler arasında yoğun bir İslâmlaşma hareketi göze çarpmadığı gibi, Türklerle bütün komşuluk, ticaret ve diğer sosyal ilişkilerine ve aralarında oluşan kültürel ve sosyal yakınlaşmalara rağmen kolayca dinlerini bıraktıklarını söylemek de mümkün değildir. Ermenilerin mahkemeye intikal eden veya Patrikhaneleri vasıtasıyla devlete intikal ettirdikleri şikâyetlerinde din de-
lümanlarla Ermeniler arasında arazi gasbı, mülkiyet sınırlarındaki anlaş- mazlıklar, alacak-verecek ihtilafı, su anlaşmazlığı, hakaret, küfür, kavga gibi sebeplerden ötürü birbirleri aleyhinde mahkemelere başvurduklarını; yargılamalar neticesinde doğal olarak bazen bir tarafın bazen diğer tarafın davayı kazanabildiğini; bu çeşit tartışmaların gayrimüslim-gayrimüslim, Müslüman-Müslüman arasında çok daha fazla miktarda olduğunu; İslâm mahkemesinin Müslümanları destekleme gibi bir ön yargıları olmadığı gibi, bir gayrimüslimin Müslüman biri aleyhinde açtığı davayı bir başka Müslümanın şahitliğiyle kazanabildiğini; Müslümanın gayrimüslime ke- fi l, vekil, vasi olabildiğini; yerleşim birimlerinde Müslüman-gayrimüslim ayrımı yapılmadığını, ilk zamanlarda ayrı mahallelerde ikâmet etseler de, incelediğimiz dönemde bütün mahallelerde her dinden insanın ikâmet ede- bildiğini görmekteyiz. ERMENİLERİ KATOLİKLEŞTİRME ÇALIŞMALARI VE SONUÇLARI HAKKINDA 1778 YILINDA HAZIRLANAN BİR RAPOR Dr. Abdurrahman SAĞIRLI Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: asagirli@hotmail.com; Tel: 0 356 252 15 85 |
ma'muriyatiga murojaat qiling