Hazirlayanlar


Ermeni Tarih-i Vukuatı’ndan Bazı Örnekler


Download 3.23 Mb.
Pdf ko'rish
bet6/42
Sana17.10.2017
Hajmi3.23 Mb.
#18083
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   42

Ermeni Tarih-i Vukuatı’ndan Bazı Örnekler

Zikredilen örneklerde Zaptiye Nezareti’nin inisyatif alarak sadık Er-

menilere yapılan haksızlıkları düzeltmeye çalışması, Ermeniler hakkın-

daki en doğru istihbaratın bu nezarette bulunduğunu göstermektedir. Bu 

olayların çoğunun meydana geldiği sırada Zaptiye Nazırı, Hüseyin Nazım 

Paşa’dır (Temmuz 1890-Kasım 1896).

Dönemin önemli bir tanığı olan Hüseyin Nazım Paşa, Zaptiye Nazır-

lığı yaptığı dönemdeki olayları, iki ciltlik bir rapor halinde, 1897 yılı baş-

larında Ermeni Tarih-i Vukuatı adıyla Sultan II. Abdülhamit’e sunmuştur. 

Bu eserde Ermeni komitacılarından zarar gören Ermeni memurlarla ilgili 

olaylar bulmak da mümkündür. Meselâ, 1894’te geçen bir olayda, aslen 

Arapkirli olup Zaptiye Nezareti’nin heyet-i tahkikiyesinde çalışan yirmi-

yedi yaşındaki Agop oğlu Sitrak ifa-yı vazife zımnında, daha sonra anlaşı-

lacağı üzere Ermeni müfsitleriyle düşüp kalkan Kadıkaryeli bir meyhaneci 

Serkiz, uşağı ve manevî evlâdı Karabet ile Ermeni komitalarıyla düşüp 

kalktığı gibi komitaları terğib ve teşvik ile müştehir olan Galata Kilisesi 

kapukethudası Vartan tarafından öldürülmüştür

12

.



Bu olaydan birkaç gün sonra Polis Komiseri Markar Efendi Kumkapı’da 

bir Ermeninin revolver endahtıyle vurulmuş, onu vuran yazmacı çırağı Sa-

matyalı Sampik Patrikhane Kilisesi’ne iltica etmiştir. Patrik zanlının ki-

liseye sığındığını başlangıçta reddetmişse de, daha sonra ikna edilmiş ve 

kiliseye girmesine müsaade edilen zabıta eliyle Samatyalı Sampik teslim 

alınmıştır. Bunun üzerine, Zaptiye Nazırı Nazım Paşa;

Öteden beri erbab-ı fesaddan ferce-yâb-ı fi rar olanlar Patrikhane kili-

selerine dehalet ve kiliseler papaz ve hademesi bunları bi’l-ihfa muhafaza 

ve himayelerine ve fi rarları esbabını tehyi’e ve ihzara müsara’at eylemekte 

bulunduklarına ve ibadethane olan kiliselerin erbab-ı mefâsid ve cinayâ-

11 BOA, İrade-i Rüsumat, Belge No: 385-7, 28 R 1315.

12 Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi I, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdür-

lüğü Yayını, Ankara 1994, s.214-231.



77

Dr. Abdülhamit KIRMIZI



ta melce’ olması ve telkinat-ı mezhebiyye ile mükellef bulunan kiliseler 

papaz ve hademesinin de erbab-ı ceraim ve şekaveti himaye ve muhafaza 

ile emsali avanenin cüretlerine hizmet eylemesi münasib olmayacağına ve 

bu halin devamı muamelat ve teşebbüsat-ı zabıtayı işgal edeceğine binaen 

zikrolunan Patrikhane ve Gedikpaşa Kiliseleri papazlarıyla hademesinin 

acilen tebdilleri zımnında Patrikhane’ye tebliğat-ı kat’iyye ifası hususu-

nun Adliye Nezaret-i Celilesi’ne ve keyfi yetin savb-ı acizaneme emr u iş’ar 

buyurulması hususunda sadarete bir tezkire sunmuştur. Bu tezkire Ermeni 

Kilisesi’nin olaylardaki etkisi konusunda devlet yetkililerinin izlenimleri-

ni açıkça ortaya koymaktadır

13

.



Bir başka tezkirede, aralarında Zabıta memuru Sitrak ve Kumkapı polis 

komiseri Markar Efendilerden başka, Erzurum’da polis memuru Mıgırdıç 

Efendi’nin vurulması olaylarının da bulunduğu birçok vukuat sayıldıktan 

sonra,  refi klerine su-i kast eden Ermeni canilerin mahbusiyyetten başka 



ceza görmemeleri memurîn-i zabıtanın füturunu ve daha doğrusu insılab-ı 

cür’etlerini mucib olmakta bulunduğundan, vakit fevt edilmeyerek icra-

yı icabı … iş’ar kılınmıştır

14

. Başka bir yerde, komitacıların itibar sahibi 



Ermenilere tehtitnameler göndererek para talep ettikleri ve vermeyenleri 

öldürmeye cüret ettikleri belirtilmektedir

15

. Belgelerde Bitlis Vakası adıyla 



geçen olayda, fesat komitası canibinden ber-muceb-i talimat idama mah-

kûm olan Meclis-i İdare azasından rifatlu Ağacan Efendi’ye bedel biraderi 

Kiğork… sokakta revolver ile vurulmuştur

16

.



Sonuç

II. Abdülhamit devri araştırmacılara Ermeniler ile ilişkiler açısından 

zengin malzemeler sunmaktadır. Bu dönemde Osmanlı başkenti, bir yan-

dan taşrada Ermenilerle Müslüman ahali arasında vuku bulan şiddet olay-

larının haberleri ile sarsılırken

17

, diğer yandan devlet hizmetini sürdüren 



sadık Ermenilerin nişanlarla taltif edildiğine şahit olmuştur

18



13 Hüseyin Nazım Paşa, a.g.e., C. II, s.232-233, 17 Mayıs 1312 tarihli tezkire sureti.

14 Hüseyin Nazım Paşa, a.g.e., C. II, s.235, 25 Mayıs 1312 tarihli tezkire sureti.

15 Hüseyin Nazım Paşa, a.g.e., C. II, s.237.

16 Hüseyin Nazım Paşa, a.g.e., C. I, s.175.

17 Meselâ, Uşak’ta müfsid bir papazın yeğeni olan Ohannes namında bir Ermeninin altı ya-

şında bir Müslüman kızın bikrini izale ettiğinden dolayı ayaklanan ahalice öldürülmesi

BOA, Y.MTV., Belge No: 78/25, 78/53, 79/200.

18 Meselâ, Babıâli hukuk müşaviri Gabriel Noradunkyan’ın nişan ile taltif edildiğine dair 

BOA, Y.MTV., Belge No: 161/80; Hariciye müsteşarı Artin Paşa’ya murassa nişan verildi-

ğine dair BOA, Y.MTV., Belge No: 175/65, 4.11.1315. Kerimesine de şefkat nişanı ihsan 


78

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

Ermeni memurlar ise, Hamidiye bürokrasisinde sadece sıradan her 

memurun karşılaştığı sorunlarla değil, Osmanlı milletler sentezinin aşı-

nıma uğramasıyla beraber kendileri hakkında artan kuşkularla ve kendi 

soydaşlarının saldırılarıyla da yüz yüze kalmışlardır. Ermeni komitacılar 

Osmanlı Devleti’ne sadık Ermeni memurlara suikastlar tertip etmiş; onları 

korkutmuş, yaralamış ve öldürmüşlerdir. Bu makalede, Osmanlı Ermeni-

leri hikâye edilirken göz ardı edilen bu boyut, yani kendi milliyetçilerinin 

saldırılarına maruz kalan Ermeni memurlar ve devletin bu memurları hi-

mayesiyle ilgili bazı örnekler hatırlatılmıştır.

edildiğine dair BOA, Y.MTV., Belge No: 166/108. BOA, Sicill-i Ahval Defterleri’ndeki 

personel kayıtlarında memurların bütün nişan ve taltifat bilgileri ayrıntılarıyla düzenli bir 

şekilde yer almaktadır. 



Kaynakça

Arşiv Belgeleri

Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA);

Y.PRK.UM., Belge No: 16/2, 1307 C 17; 28/54, 1311 R 8; 35/107, 1314 R 25.

Y.PRK.DH., Belge No: 5/71, 1310 R 18.

Y.MTV., Belge No: 78/25; 78/53; 79/200;86/70; 86/76; 124/42; 145/177; 146/81;  

 

    161/80; 166/108; 175/65.



İrade-i Rüsumat, Belge No: 385-7, 28 R 1315.

Sicill-i Ahval Defterleri



Tetkik Eserler

Kırmızı, Abdülhamit, Osmanlı Bürokrasisinde Gayrimüslimler 1876-1909, Basılmamış 

Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, İstanbul 1998.

__________, “Osmanlı Bürokrasisinde Gayrimüslim İstihdamı”, Divan, Sayı 13, 

2002/2.

__________, “Son Dönem Osmanlı Bürokrasisinde Akraba Ermeniler”, Ermeni 



Araştırmaları Dergisi, Sayı 8, Kış 2003.

Ahmet Midhat Efendi, Felatun Bey ile Râkım Efendi, Kırkanbar Matbaası, İstanbul 1292 

(1876).

Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi I-II, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel 



Müdürlüğü Yayını, Ankara 1994.

OSMANLI TOPLUMUNDA

BİRLİKTE YAŞAMA SANATI’NIN TARİHÎ TEMELLERİ

Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI

Erciyes Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü

E-mail: yuvali@erciyes.edu.tr; Tel: 0 352 405 61 51


Özet

Osmanlı Devleti’nin yönetim anlayışı Türk ve İslâm dev-

let düşüncesi temelinde gelişmiştir. Bu yüzden Osmanlı 

Devleti’ndeki bu hoşgörü -ne zaman, nerede kurulmuş 

olursa olsun- hemen bütün Türk devletlerinde ortak bir 

payda konumundadır. Tarihî kaynaklara göre Büyük Hun 

Hükümdarı Mete Han’ın devlet hayatında uygulamış oldu-

ğu idarî, malî, ekonomik ve kültürel esaslar daha sonraki 

Türk devletlerinde zaman ve zemine göre devam etmiştir. 

Biz bu ilkelere Türk devlet geleneği diyoruz. 

Oğuz Kağan Destanı’ndaki çadırımız gök bayrağımız gü-

neş sözü ile de evrensel (cihanşumul) devlet anlayışı, Türk 

devlet felsefesi olarak tarihî Türk devletlerinde bir anlayış 

ve yönetim biçimi şeklinde devam etmiştir.

Osmanlı devlet hayatının hemen bütün birimlerinde gö-

rülen bu hoşgörülü evrensel devlet anlayışını, Türk devlet 

geleneği ile İslâm dininin engin hoşgörüsü içerisinde ele 

almanın doğru olacağı düşüncesindeyiz. Nitekim Ermeni 

isyanlarına kadar geçen sürede Osmanlı Devleti, yönetimi 

altındaki Müslüman ve gayrimüslim tebaa içerisinde Er-

meni toplumunu bazı imtiyazlarla daha da farklı görmüş-

tür. Tebliğimizde bu hususlar ayrı ayrı ele alınacaktır. 



83

Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI

Q

Giriş

Osmanlı Devleti; hâkim olduğu Ortadoğu, Kafkasya, Kuzey Afrika, 

Balkanlar, Karadeniz’in kuzeyi ve Avrupa’da yaşamış olan farklı dil, din, 

ırk ve kültür çevrelerini temsil eden toplumlara, onlardan talep gelmese 

dahi, onlara bu insanı insan yapan değerleri vermiştir. Daha da önemlisi 

hâkim olduğu coğrafyanın yani savaşla veya kendi istekleriyle Osman-

lı yönetimine katılmış olan farklı unsurların gerek yaşadıkları yerde ve 

gerekse devlet hayatının her kademesinde yönetimine ortak etmiştir. Yani 

kurmuş olduğu devletini, hakimi bulunduğu coğrafyada yaşamakta olan in-

sanlarla birlikte yönetmiştir. Onlara Osmanlı Devleti’nin dilini öğrenmeye 

mecbur, dinine girme şartı, ismini değiştirme, âdet ve ananelerini unutma 

ve Osmanlı olma gibi bir zorunluluk getirmemiştir. Yani Ermeniler Erme-

ni, Rumlar Rum, Arnavutlar Arnavut, Araplar Arap vb. unsurlar Osmanlı 

yönetiminde gerek halk ve gerekse devlet hayatında görev alsalar dahi ma-

hallî kimlik ve özelliklerini aynen devam ettirmişlerdir. Türk hakimiyetin-

de 1000 yıl yaşamış olan Mısır ve Ortadoğu, 250 yıl yaşamış olan Kuzey 

Afrika, 300 yıl yaşamış olan Balkanlar, Orta Avrupa ve Karadeniz’in ku-

zeyi ve hatta 500 yıl Türk hakimiyetinde yaşamış olan Hint yarımadasının 

yerli halkına Türk dili, dini, kültürü yönünde bir baskı olmadığı gibi, söz 

konusu coğrafyanın kaynakları kendi toprakları için kullanılmıştır.



84

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

Dünyamızda son 3-4 asır içerisinde dil, din, ırk ve benzeri farklılıklar-

dan dolayı soykırıma maruz bırakıldıklarına dair yaşanmış olaylardan bazı 

örnekler verecek olursak;

1- Amerika kıtasını işgal eden Avrupalıların, yeni sömürgelerine ucuz 

işgücü olarak tehcir edilen bu insanların renkleri siyah idi. Ancak Avrupalı-

ların nazarında siyah insan hayvanî-barbar anlamında kullanmış oldukları 

kölelerdi. Çünkü Batılıların atası Romalılar için, Romalı olmayanlar köle 

kabul ediliyordu. Batılıların kölelerini gece-gündüz, ağır işlerde işkence 

ederek çalıştırılırken, bunlar anne, baba, çocuk veya aile olarak görülmedi. 

XVI-XIX. yüzyıllar arasında yaklaşık 25 milyon Afrikalı, ülkesinden, ma-

lından, mülkünden, kültüründen, ailesinden zorla kopartılmıştır. 20 milyon 

kölenin, yolculuk sırasındaki ağır şartlardan dolayı 8 milyonu ölmüştür. 

Günümüzde sözde insan haklarının savunucusu ve dayatıcılarından 

olan İngiltere, Portekiz, İspanya, Danimarka, Norveç, Fransa ve Hollanda 

köle ticaretinin öncüleridir. 

2- Avrupa kökenli Amerikalıların Amerika kıtasının yerli halklarına 

yönelik soykırımı: 

Amerika kıtasının kuzey, orta ve güneyinde Aztek, İnka ve Kızılderili-

ler toplu soykırıma maruz kalmışlardır. Amerika’nın ünlü devlet adamları-

nın konuya bakışı, soykırımı özetliyordu. Roosevellt; Ben en iyi yerli, ölü 



yerlidir diyecek kadar ileri gitmek istemiyorum ama onda dokuzu öyledir. 

diyordu. Nitekim Amerika kıtasında 90 milyon yerli katledilmiştir. 

3-  İngiltere sömürgeleştirdiği Avustralya’daki yerlileri soykırımına 

tâbi tutmuştur. 

4- Danimarka ve ABD’nin Eskimolara yönelik katliamları. 

5- Fransızların Cezayir soykırımı. 

Fransızlar sömürgeleştirdikleri Cezayir’de 1830-1962 yılları arasında 

Cezayir yönetimini Fransızlaştırırken, Türk-İslâm kültürüne ait ne varsa 

yok edilmiştir. 2.5 milyon Cezayirli öldürülmüştür. 

6- Rumların Kıbrıs’taki Türklere yönelik soykırımı. 

7- Bulgarların Türklere yönelik etnik-kültürel soykırımı. 

8- Yunanlıların Batı Trakya Türklerine karşı etnik-kültürel soykırımı. 

9- Almanların İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi ve Çingene katliamı. 

10- Ermeniler Azerbaycan Türklerine yönelik soykırımı. 



85

Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI

Türkiye Cumhuriyeti’nin atası Osmanlı Devleti’nin 600 yıllık hayatı-

nın sonlarına doğru soykırım ile suçlanması tarihî Türk devletlerinin ha-

kimiyet anlayışı ile bağdaşmamaktadır. Özellikle başta Afrika, Avustralya, 

Güneydoğu Asya ve Orta Asya’da (Ruslar) yapmış oldukları soykırımı sö-

mürgeci siyasetleri ortada iken parlamentolarında sözde Ermeni soykırımı 

kararları almalarından dolayı bu kısa açıklama yapmayı uygun gördük. 

Osmanlı Devleti tarihi, Türk devletler zincirinin sağlam ve önemli bir 

halkasıdır. Değişik zaman ve zeminlerde tarih sahnesine çıkmış ve Türk 

devletler zincirine dâhil olmuş siyasî teşekküllerin Türk sıfatıyla tanım-

lanabilmesi için Türk Devlet Geleneği olarak kabul edilmiş olan esasla-

rı bünyesinde taşımış olması gerekir. Böylece dünyanın neresinde ve ne 

zaman kurulmuş olursa olsun bir siyasî teşekkülün  Türk Devleti olarak 

tanımlanabilmesi Türk devlet geleneği ile doğrudan ilgilidir. 

Tarihî Türk devletlerinin bir diğer vasfı da hakimiyet anlayışının ev-

rensel devlet düşüncesi olmasıdır. Çünkü evrensel devlet anlayışında Türk 

devletlerinin hakimiyet sınırı genelde bir dünya hakimiyetidir. Oğuz Ka-

ğan Destanı’nda çadırımız gök, bayrağımız güneş ifadesi, söz konusu dev-

let anlayışının açıkça ifadesidir. Tarihî Türk devletleri, hâkim oldukları, 

hüküm sürdükleri hemen her yerde yönetimleri altına almış oldukları dili, 

dini ve kültürü farklı toplumlara din, dil, kültür, ekonomi ve idarî konu-

larda en geniş manada imtiyazlar bahşetmişlerdir. Böylece Türk devletleri 

yaşamış oldukları coğrafyayı vatan kabul etmiş, birlikte yaşadıkları (top-

lumlar) dil, din ve gelenekleriyle farklı toplumları da, kendi insanların-

dan (devleti kuran ve ayakta tutan) ayrı görmüşlerdir. Bir başka ifadeyle, 

evrensel devlet anlayışını temsil eden Türk devletlerinde öz vatan, üvey 

vatan kavramları yerine zapt edilen veya fethedilen hemen her toprak par-

çası vatan olarak kabul edilmiştir. Rönesans sonrasında Avrupa merkezli 

aydınlanma çağının bilinen özelliği sömürgecilik anlayışı tarihî Türk dev-

let geleneğiyle bağdaşmamaktadır. 

Tarihî Türk devletlerine imparatorluk sıfatının verilmesi bir termino-

loji hatasıdır. Batı dünyasındaki sömürgecilik anlayışının temeli imperium 

yani Roma’dan gelmektedir. Eski çağda  bütün yollar Roma’dan geçer

Dünyanın bütün zenginlikleri ve insanlarının emeği Roma içindir. Bugün-

kü sömürgeciliğin temel fi kridir. 

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan sonra, sırf kendi teşebbüsü 

ile Ermenilerin Bursa’daki ruhanî reisleri Hovakim’i İstanbul’a getirterek, 


86

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

Rum Patrikliği’nin yanında bir de Ermeni Patrikliği kurdu (1461) ve Er-

menileri de bu Patrik ile idare etti. 

Ermeni Patriği; Ermeni halkını dinî ve sosyal işlerini görme, şikâyet-

lerini inceleme, halka ait malları idare ve bunların gelirlerini toplama işi-

ni görürdü. Hovakim’in ünvanı bütün Türkiye Ermenilerinin Patriği idi. 

Osmanlı Devleti’nin topraklarında yaşayan Ermeniler İstanbul’a geldiler, 

getirildiler. Nitekim Fatih 1479’da Karaman’daki Ermenileri İstanbul’a 

getirtti. 

Fatih’ten Sultan II. Mahmud’a kadar 350 yıl Osmanlı Devleti’nin Hı-

ristiyan unsurları ve Ermenilerin de dinî ve sosyal işlerine karışmamışlar-

dır. Patrikhanelerin kendi mahkemeleri, hastaneleri, okulları ve hatta ha-

pishaneleri vardı. 1860 öncesinde, Patrik katogigosluktan verilen yetkisine 

dayanarak, ruhanî reisleri yerinden alır, âyin yapılmasını yasaklayabilir, 

ruhanîleri meslekten çıkartabilirdi. 

Osmanlı Ermenileri Türkiye’de sakin bir hayat sürüyorlar, ticaret ve 

sanayi ile meşgul olup hallerinden memnundular. Askerlikten muaf tutul-

dukları için nüfusları da artıyordu. 

Türkiye Ermenileri, Rusya’daki Ermenilere göre, Ermeni kültürü, dili, 

tarihi, edebiyatı yönüyle daha özgür idiler. Ayrıca devlet hayatında nüfuz-

lu Ermeni aileleri Dadyanlar, Düz oğulları, Balyan ailesi ve Kazaz Artin 

zikredilebilir. 

Osmanlı Devleti’nde Amira denilen bankerlerden, tüccarlardan, devlet 

memurlarından oluşan Ermeniler devlet hayatında etkiliydiler. Rusya’da 

ise bu gibi hakları yoktu. 

Ermeniler, Türkiye’nin hemen hiçbir yerinde çoğunluğu teşkil etme-

mişlerdi ve çoğunlukla Türkçe konuşuyorlardı. Papazlar ve aydınlar bile 

konuşurken kullandıkları kelimeler Türkçeydi. Misyonerler, mekteplerin-

de Ermenilere Ermenice öğretmişlerdir. Bugün de Kürtçe aynı durumdadır. 

Ermeniler, Türk âdet ve folklorunu benimsemişler, içlerinde Türk edebiya-

tı ve sanatı hakkında ilmî tetkikler yapanlar bulunuyordu. Kırsal kesimde 

yaşayan Ermeniler çiftçi, mahallî endüstri ve ticaretle meşgul idiler. Şe-

hirlerde yaşayanlar iç ve dış ticaret, kuyumculuk, bankerlik, müteahhitlik, 

ekonomi ve malî işlerle uğraşıyorlardı. 

Askerlik hizmeti karşılığında bedel ödedikleri için işleri güçleri ile 

meşgul olabiliyorlardı. Sultan II. Abdülhamit dönemine kadar Türklerle 

yan yana, huzur ve emniyet içinde dost ve kardeşçe yaşamışlardır. Sultan 



87

Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI

II. Abdülhamit Ermenilerin Saray’la ilgileri hakkında; Babam Sultan Me-

cid zamanında kilercilere varıncaya kadar Ermeni idi. Hassa hazinesinde 

Artin Paşalar, Gümüş Gerdanlar vardı. Validemin terzisi ise Harem Ağa-

ları gibi idiler. Pederim her hafta Gümüş Gerdanlar ailesine gider, orada 

yemek yerdi. Onlar da gelirler, Harem-i Hümayun’da kalırlar, yatarlardı. 

Ermenilerden vali, genel vali, müfettiş, elçiler, nazırlar tayin edilmiştir. 

Mustafa Reşit Paşa’nın, Âli ve Fuat Paşalar, hatta Mithat Paşa’nın Ka-

nun-ı Esasî’nin hazırlanmasında Odjan Efendi’nin yardımlarından fayda-

lanmıştır ifade etmektedir. Bu sözleri sarf eden II. Abdülhamit de 1893’e 

kadar Ermeni bakanlar tayin etmiştir. 

Ermeni çetelerinden o dönemdeki Amerikalı misyonerler de rahatsız 

idi. Nitekim, Robert Koleji müdürü Dr. Hamlin, Boston’daki 23 Aralık 

1893 tarihli Congregationalist dergisi yazısında; Bir Ermeni ihtilâl par-

tisi Türk İmparatorluğu’nun bazı tarafl arında bütün Hıristiyan halka ve 

misyonerlerin faaliyetine büyük kötülükler yapmakta ve ıstıraplara sebep 

olmaktadır. Bu gizli bir komitedir ve doğuya has bir sahtekârlıkla yöne-

tilmektedir… Bizler Protestan misyonerlerin tamamen yok edilmesini, 

kiliselerin, okulların ve İncil faaliyetlerinin bütünüyle yıkılmasını hedef 

alan bir amaca alet olmamak için bu gibi boşuna teşebbüslerden (Hınçak 

Partisi’nden) uzak durmalıyız.  İçte ve yabancı ülkelerdeki misyonerler, 

Hınçaklarla birleşmekten, onlara yüz vermekten sakınsınlar. Dr. C. Ham-

lin. 

Ermeniler, Osmanlı Devleti’nde bakanlık, müsteşarlık, büyükelçilik, 

Âyan Meclisi (Senato), Şura-yı Devlet (Danıştay) üyelikleri, yüksek mah-

keme başkanlığı, savcılık, eyalet valisi, vali, kaymakam, nahiye müdürü, 

ceza ve ticaret mahkeme üyelikleri, belediye ve idare meclis üyelikleri, 

bayındırlık ve eğitim komisyonlarında üyelikleri ile birçok Müslüman un-

surun asla sahip olmadığı haklara sahiptiler. 

Türkiye Ermenilerinin, Fatih zamanından itibaren okullarını açma, 

programlarını ve kitaplarını hazırlama ve seçme, tayin etme, diploma ver-

me hakları vardı. 

Dünyada hangi medenî devlet var ki, yönetimi altında bulundurduğu, 

milletin dilini, dinini, müstakil bir devletin vatandaşı gibi koruyabilsin. Bu 

durum Türk devlet felsefesi ile mümkündür. 


ANILARDA SON ERMENİ

Abdullah AYATA

Millî Eğitim Bakanlığı, Eğitimci-Yazar;

E-mail: abtdullahayata@tnn.net; Tel: 0 352 355 58 18



Özet

Son Ermeni; Gazer Efendi, İbiş Hoca ve köy halkının drama-

tik yaşamlarını konu alır. Dönem, Osmanlının son yıllarıdır. 

Roman, dinleri ayrı olan iki insanın birbirlerine duydukları 

aşkın öyküsü ile başlar. İbiş Hoca’nın köylüsü olan genç 

Veli ile Hıristiyan olan güzel Horimsi, dinlerin ayrıcalığını 

dinlemezler. İki gencin aşkı, bir zamanlar aralarından su 

sızmayan iki halkı -Ermeniler ile Türkleri- karşı karşıya getir-

se de İbiş Hoca’nın tutumu ve davranışları, her iki tarafı da 

rahatlatacak, olay iki gencin evlenmesi ile yatışacaktır.

Romanın asıl örgüsü Gazer Efendi üzerine kuruludur; yıkıl-

makta olan Osmanlı, uzun yıllar birlikte yaşadığı ayrı teba-

alardan halkları kendi can güvenlikleri için uzak diyarlara 

göndermektedir. Gazer Efendi ve köylüsü de kendi köy-

lerini boşaltmak zorunda kalır. Toplanır ve Beyrut trenine 

yetişmek için yollara düşerler. Kafi lenin yolu İbiş Hoca’nın 

köyünden de geçer. İki halk, tıpkı eski günlerde olduğu 

gibi kucaklaşır. Türkler, son Ermenileri ellerinden geldiğin-

ce ağırlamaya, gönüllerini hoş tutmaya, onları dostlukla 

uğurlamaya çalışırlar. Bu arada Gazer Efendi rahatsızlanır. 

Kafi le hastanın iyileşmesini bekler. Ancak Gazer Efendi, bu 

uzun yolculuğa çıkabilecek durumda değildir. Beyrut tre-

nine yetişmek zorunda olan Ermeni kafi lesi, Gazer Efendi’yi 

gözyaşları içinde İbiş Hoca’nın güvenli ellerine teslim eder. 

Roman, dinleri, dilleri ve dünya görüşleri ayrı bu iki insanın 

dostluğu üzerine gelişir.

Abdullah Ayata, Son Ermeni’de, geçmişten günümüze 

milletimizin sahip olduğu değerleri anlatırken yaşadığımız 

birtakım sorunları da hoşgörü ile nasıl çözebileceğimizin 

ipuçlarını veriyor.



91

Abdullah AYATA

İnşaat Mühendisi Nurettin Bey ara sıra evinde çalışma odasındaki ma-

sasının çekmecesinde itina ile sakladığı, eski bir topacı çıkarıp bakmakta, 

bu yıllar öncesinin oyuncağını eline aldığı her zaman duygulanıp dalıp 

gitmektedir. Bu durum on dört yaşındaki oğlu Alper’in dikkatini çeker. 

Aralarında şöyle bir konuşma geçer.

— Babacığım bakıyorum, gene dalıp gitmişsin.

—  Biraz öyle oldu... Çocukluğumu, su gibi akıp giden yılları ve bırak-

tıkları anıları düşünüyordum. 

— Bırak geçen yılları Allah aşkına. Geriye dönüş mümkün mü? Şu 

elinde duran topacı gördükçe hüzünlenip duygulanıyorsun.  İstersen onu 

çöpe atalım gitsin... 

— Amaan! Sakın haa!

—  Niye Baba? Sonuçta bu günlerde pek kullanılmayan eski bir oyun-

cak. Çok önemli bir şeymiş gibi saklayıp koruyorsun. Yoksa senin için özel 

bir anısı mı var?

— Evet oğlum!.. Çok özel bir anısı var. Sadece benim için değil, senin 

için, ailemiz için, milletimiz için çok özel anıları var!...

—  Allah, Allah!... Merak ettim doğrusu...

—  Peki, iyi öyleyse, şimdi odanın ortasındaki halıyı toplayalım, parke 

açığa çıksın bakalım.



92

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

Baba oğul odanın halısını toplarlar. Alper merakla babasının ne yapa-

cağını beklemektedir. Nurettin topaca ipini sarıp havadan düzgün bir atışla 

parkenin üzerine bıraktı. Topaç dönmeye baba da anlatmaya başlar.

Bundan yıllar önce, ikimiz de dünyada yokken yıl 1910, yer Kayseri 

Müftüsü Muhsin Efendi’nin misafi r odası... Odada Muhsin Efendi eski öğ-

rencisi İbiş Hoca ile sohbet etmektedir.

İbiş Hoca Kayseri il merkezinde on altı  yıllık medrese eğitiminde 

hafız olup, Arapça, Fıkıh, Siyer, Hadis ilimlerini iyi derecede öğrenmiş, 

Kayseri’nin çeşitli camilerinde imamlık, medresede hocalık yaptıktan son-

ra, Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları Tomarza kasabasının yakınında-

ki  Şıhbarak köyüne denge unsuru olarak gönderilmiştir. Adil, dürüst ve 

gözü pek olduğundan Türk ve Ermeni toplumları arasındaki anlaşmazlık 

ve uyuşmazlıkların çözüm merci olarak da görev yapmaktadır. İbiş Hoca 

aslen Adana’nın  İmamoğlu kasabasındandır. O yıllarda, Çukurova’daki 

bataklıklar yüzünden sıtma hastalığı yoğun olduğundan zaten mensup ol-

duğu yarı göçebe Barak Türkmen aşiretini de Tomarza’ya getirip kendisine 

tahsis edilen araziye yerleştirmiştir. Böylece çevresindeki Ermeni köyleri 

arasında bir Türkmen köyü oluşmuştur.

Davarıyla, devesiyle Çukurova’dan göçüp gelen Türkmenlerin en ar-

zuladıkları şey bir yayla sahibi olmaktır. Böyle satılık bir yayla vardır. Bi-

lirkişilere Ermenilerin satlığa çıkardığı Kirtik yaylasının bedeli yedi yüz 

altın olarak hesaplatılır. Oysa bu yayla çok daha aşağı fi yatlara alınacak 

durumdadır. Ama Hoca; Bizim inancımızda her kim olursa olsun, daralıp 

bunaltarak malını ucuza almak büyük günah ve vicdansızlıktır diyerek bu 

duruma tenezzül etmez. 

Yaz günü Kayseri’ye geliş sebebi hocası Muhsin Efendi’yi ziyaret 

edip durumu bildirmek, hem de yaylanın tapu devir teslim işleminde vere-

ceği şölenin hazırlıklarını yapmaktır. Muhsin Efendi öğrencisinin ziyareti-

ne çok memnun olur ve onu Kayseri nadide bir gül yetiştirdi. Ama ne yazık 



ki Toroslara nasip oldu şeklinde taltif eder.

Yaylada verilen yemekli şölene çevre köylerin bütün ileri gelenleri 

davet edilir. Türkler-Ermeniler birlikte neşe içinde yemeklerini yedikten 

sonra yaylanın parası şahitler huzurunda ödenip tapusu alınır.

Aslında memlekette gülünüp eğlenmenin zamanı değildir. Ülke karı-

şıktır. Ermeni komitacıların özellikle ülkenin doğu bölgelerinde yaptıkları 

katliam haberleri iki ulus arasında gerginlik yaşatmaktadır.


93

Abdullah AYATA

Bu şölen bahanesiyle muhitte birlik, beraberlik mesajı verilmek iste-

nir. Ermeniler ülkelerine bağlı olduklarını teyit etseler de gençlerinin çoğu 

gizlice gidip Hınçak ve Taşnak cemiyetlerine üye olup onlarla birlikte ey-

lemlere katılmaktadırlar. Tüm çabalar ortalıktaki huzursuzluğu yok etme-

ye yetmemektedir. Tomarza Manastırı kapatılmıştır. Kiliseye gelip giden 

insanların kafası rahat değildir. Türkler de kaygılıdır. Ermenilere itimatları 

kalmamıştır. Ama hayat devam etmektedir. Aynı topraklarda iç içe yaşa-

mak zorundadırlar.

Şıhbaraklı Veli isimli gençle, Tomarzalı Ermeni kızı Horimsi tesadü-

fen karşılaşıp birbirlerine âşık olurlar. İki tarafında bu evliliğe rıza gös-

termeyeceğini bildiklerinden kaçarak Kirtik yaylasında gizlenirler. Durum 

anlaşılınca İbiş Hoca Ermenilerle anlaşma yollarını arar. Lâkin onlar razı 

olmayıp kaçan kızlarını geri isterler. Niyetleri kötüdür. Belki de kızı öl-

düreceklerdir. Hoca onlaraDevlet-i Al-i Osman’ın ordusu da gelse bize 



sığınan insanı geri iade edemeyiz şeklinde karşılık verir.

Horimsi Müslüman olup Hatice ismini aldıktan sonra Veli ile evlendi-

rilir. Onun yeni evine yeni inancına uygum sağlaması için herkes seferber 

olur. Öteki kadınlar tarafından dışlanmaz. Hürmet ve ikram görür.

1915 yılında çıkarılan Sevk ve İskân Tehcir Kanunu nedeniyle Tomar-

za ve Everek Ermenileri Halep, Şam, Beyrut gibi uzak Osmanlı şehirlerine 

gönderilmektedirler. Osmanlı ordusu himayesindeki kafi leler Zamantı ır-

mağını geçip Dede Beli üzerinden Çukurova’ya varmakta Adana’da bin-

dikleri trenle yeni yerleşim yerlerine ulaşmaktadırlar.

O senenin son güz günlerinin birinde Şıhbarak köyüne ulaşan son 

Ermeni kafi lesinde bir şahıs hastalanır. Gazer isimli bu yaşlı Ermeni İbiş 

Hoca’nın evinde üç gün mecalsiz yatar. Kafi le onun iyi olmasını bekle-

mektedir. Adamın yola gidecek durumu yoktur. Toroslara ise kar yağdı 

yağacak vaziyettedir. Bu durumda Ermeni göç konvoyunu fazla beklemek 

gibi bir şansları yoktur. Mecburen hasta olan arkadaşları Gazer Çebelyan’ı 

İbiş Hoca’nın evine bırakıp kendileri yola devam kararı alırlar. Hasta ada-

mın eşi, kızı ve oğlu Arsin, dayıları gözetiminde yola devam ederler.

Ermeni konvoyu köyde kaldığı üç gün süresince iki toplum insanla-

rı arasında samimi arkadaşlıklar oluşur. Bunların en belirgin örneği İbiş 

Hoca’nın sekiz yaşındaki oğlu Mehmet ile hasta olan Gazer’in on bir ya-

şındaki oğlu Arsin arasındadır.

Arsin, göç kafi lesi ile birlikte köyden ayrılmak zorunda kalırken Meh-

met ona yolda yemesi için çantasına azık olarak konulan pestilini verir. 


94

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

Aris ise Mehmet’e yadigar olarak topacını. Arsin ve ailesi geride bıraktık-

ları babalarının üzüntülü düşünceleri ile köyden ayrılırlar. İyi olup olmaya-

cağı belli olmayan Gazer tek başına bir Türk imamın evinde kalır.

İbiş Hoca’nın evinde kalan Gazer Usta yirmi gün sonra tam olarak 

iyileşip sıhhatine kavuşur. Onun ayağa kalkabilmesi için itinalı  şekilde 

beslenmesi ve bakımı yapılır. Artık Hoca’nın kış boyunca zorunlu misa-

fi ridir. Köy halkı ona yabancılığını, ayrı dinden, ayrı ırktan olduğunu fark 

ettirmemek için gayet iyi davranırlar. Aralarına alırlar, oturma meclislerine 

katarlar, ihtiyaçlarına yardımcı olmaya çalışırlar.

Gazer Usta durumundan çok memnundur. Misafi r olduğu eve karşı 

eziklik duymaya başlar. Köyün sulama kanalı bendi projesini çizerek yük 

altında kalmak istemez. Birkaç ay içinde adeta onlardan biri olur. Bahar 

gelip gitme vakti yaklaşınca herkes çok üzülür. İbiş Hoca Everek kara-

kolundan aldığı özel izinle misafi rini Adana’ya kendisi yollar, yanına çok 

sevdiği yeğenini katarak birlikte yolculuk etmelerini sağlar. Gazer Usta’nın 

ayrılışı çok hüzünlü olur. Özellikle Hoca’nın küçük oğlu Mehmet için.

Daha sonraki yıllarda Beyrut’a yakınlarının yanına sağ salim ulaşan 

Gazer Usta’dan mektup gelir. Orada bulunan oğluna ve akrabalarına; başta 

İbiş Hoca olmak üzere Şıhbarak köylüleri ile ilişkilerini kesmeme vasi-

yetinde bulunmuştur. Hatta oğlu Arsin’e; O Türk ailesine hakkımı helal 



ettirmezsen evlâdım değilsin sözünü defalarca söylemiştir.

1919 yılında Fransızlar tarafından Zamantı ırmağının karşı yakası, gü-

ney tarafı  işgal edilir. Düşman birliklerinin ırmağı geçmesini istemeyen 

köylüler milis kuvveti oluşturarak gece çadırlarına baskın yaparlar. Bas-

kında düşman çadırlarını yakan Veli ile Zadik isimli Ermeni değirmenci 

vurularak ırmağa düşüp şehit olurlar. Fransız kuvvetleri bozguna uğratılır.

Ölen iki şehidin defninden sonra ağıtlar yakılır. Değirmenci Zadik’in 

çocukları koruma altına alınır.

İstiklâl Savaşı başlar. Savaşı Türklerin kazanması ülkenin kaderini de 

değiştirir. Yeni, genç bir Cumhuriyet kurulur. Herkes sevinçlidir. Eğitim 

seferberliği başlatılır. Barak aşireti iyice yerleşik hayata geçer, topraklar 

sulanıp işlenmeye başlar. Ağaçlar dikilir. Gazer Usta daha sonra da İbiş 

Hoca vefat ederler. İki aile arasındaki haberleşme oğulları Arsin ile Meh-

met arasında devam eder. Artık onlar da evli barklı koca adamlar olmuş-

lardır. Bir ara Arsin Türkiye’ye hem çocukluğunun geçtiği toprakları hem 

de arkadaşı Mehmet’i ziyaret için gelip gider.



95

Abdullah AYATA

1967 yılında Lübnan’da iç savaş başlar. Beyrut karışır. Şehirde huzur 

kaçar. Can güvenliği kalmaz. Ticaret durur. Bunun üzerine birçok Ermeni 

ailesinin yaptığı gibi Arsin Cebelyan da Beyrut’tan göç ederek Fransa’nın 

Marsilya kentine yerleşir.

Varlıklı bir insan olduğundan bu kentte iş adamlığına soyunup çelik 

ürünleri imal eden bir fabrika kurar. Kısa zamanda sermayesi gittikçe ar-

tan bir sanayici durumuna gelir. Fabrikasında çalışan birçok din ve ırka 

mensup insanların yanı sıra Türk işçilerini de çalıştırmaya başlar. Özellikle 

Türk işçileri ayrıcalıklı olarak koruyup gözetmektedir. Bu işçiler arasında 

Bünyanlı Yaşar isimli bir işçi ile Arsin Cebelyan daha samimidir. Zira onu 

hemşerisi olarak görmektedir. Ayrıca Yaşar Tomarza’da bulunan arkadaşı 

Mehmet Hocaoğlu ile aralarında bağlantıdır, köprüdür. Arkadaşına yaz-

mak istediği mektupları ona yazdırmakta, ondan gelen mektupları da ona 

okutmaktadır. 

Arsin çocukluğunun geçtiği Anadolu topraklarına ve Türklere hayran 

bir insandır. Bu sebepten gerek Beyrut’ta iken gerekse Fransa’ya göçtük-

ten sonra, misafi r edip gezdirmek amacıyla çocukluk arkadaşı Mehmet’i 

defalarca yanına davet etmiştir. Mehmet ise bu davetlere çok zengin olan 

Arsin’in kendisine maddî destekte de bulunacağı ısrarını bildiğinden onur 

meselesi yapıp icabet etmemektedir. Zira babaları arasındaki helalleşme-

nin bu şekilde olmayacağını bilmektedir.

Arsin yardımsever, eli açık bir insandır. İnsanlık namına yapılacak her 

olumlu faaliyete maddî katkıda bulunmaktadır. En büyük ezikliği kendini 

vatansız olarak hissetmesidir. Fransız vatandaşı olmasına rağmen ruhunda 

hep Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olduğu duygusunu taşımaktadır.

Yıl 1976’ya geldiğinde ASALA terör örgütü militanları Arsin’in Türk 

dostu olduğunu öğrenirler. Zengin bir Ermeni oluşu da kendi açılarından 

çok önemlidir. Birkaç temsilcilerini fabrikasına gönderip ondan ASALA 

terör örgütüne yüklü bir bağışta bulunarak milletsever bir Ermeni olduğu-

nu ispatlamasını isterler. İstekleri arasında fabrikasında çalıştırdığı Türk 

işçilerinin işlerine son verilmesi de vardır.

Arsin kendisini tehdit eden Ermeni militanlardan korkmaz. Taleplerini 

sert bir şekilde reddederek; Ben sizlere para yardımı yaparak, atalarımın 

yıllarca kardeşçe birlikte yaşadıkları Türk halkına kurşun sıktıramam. Ek-

meğini yediğim, suyunu içip, havasını kokladığım toprakların insanlarına 

ihanet edemem. Nankör değilim. Hain ise hiç değilim. Sizin gibi kuklaların 

haline acıyorum. Birazcık tarih bilginiz olsaydı şu an dünyadaki Ermeni 


96

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER



varlığının devam etmesinin Türkler sayesinde olduğunu anlardınız. Sizlere 

acıyorum zavallı yaratıklar… şeklinde karşılık verir. Bu sözler azgın mili-

tanlara pek etki etmez. Bir kulaklarından girip ötekinden çıkar. İsteklerini 

birkaç defa yineleyip davranışlarını sertleştirirler. Lâkin Arsin kararlı ve 

inançlıdır. Taviz vermez. Ondan iş çıkmayacağını anlayan ASALA mili-

tanlarının artık niyetleri bozuktur.

Tarih 26 Kasım 1976, yer Fransa’nın Marsilya kenti. Vakit akşam ka-

ranlığı. Hava hafi f yağmurlu. Fabrikatör Arsin Cebelyan tam arabasından 

inmiş evinin bahçe kapısını açarak konutuna doğru yönelmiştir. O anda…

Aniden sağından solundan silâh sesleri duyulmaya başladı.. Gecenin 

karanlığını yırtan, soğuk, kalleş, otomatik silâh sesleri.. Vücuduna isabet 

etmeye başladılar, sinsice, girdiler davetsiz serseri kurşunlar yıpranmış, 

yorulmuş bedeninin içine...Biri… Biri daha… Biri daha... Onlarca kurşun. 

Dönüp bakamadı, kimseyi göremedi. Sadece bir defa Tanrım!.. diyebildi. 

Sağ elini ceketinin sol iç cebine atabildi. Oysa silâhı dahi yoktu. Orada 

bulunan, günlerdir çıkarıp çıkarıp içine baktığı cüzdanını  sıkı  sıkı tuttu 

eliyle...

Kendisine pek de âdil davranmayan yalan dünyaya son bir kez baka-

madı bile. Devrildi ağır bedeni ağaçların altına... Sedir ağacı misali… Her 

tarafı, kan revan içinde... Uzattı kendini ıslak gurbet topraklarının üzerine, 

sessizce… Üzerine yapraklar düşmeye başladı. Sarı, soğuk, ölüm habercisi 

yapraklar...

Ağaçlar ağlıyor, rüzgâr ağıt yakıyordu ölümün ardından. Çocukları 

habersizdi ölümünden, işçileri habersiz.. Ermeniler, Türkler çok iyi bir 

dostlarını kaybettiklerinden habersiz. Dünya müstesna bir elemanını, ye-

tim çocuklar bir babalarını, Kayseri-Tomarza bir hemşerisini, Mehmet Ho-

caoğlu arkadaşını kaybettiklerinden habersiz.

Silâh seslerini duyan eşi Zena ile komşuları korku ve telaş içinde bah-

çeye koşarlar. Arsin’in ağaçlar altında yatan cansız bedenini görürler. Fer-

yat fi gan birbirine karışır. Hastaneye ve polise haber verilir. Kısa zamanda 

olay yerine ulaşan ambulansa konulan ceset hastaneye ulaştırılır. Yapılacak 

bir şey yoktur. Arsin ölmüştür. Tutanaklar hazırlanıp ceset morga kaldırılır. 

Durum Liyon’da yaşamakta olan kızı ile Amerika’daki oğluna duyurulur. 

Ertesi günün akşamına onlar da Marsilya’ya ulaşırlar. İşçiler dâhil herkes 

son derece üzgündür. İki gün sonra kilisede yapılan dinî törenden sonra 

cesedi şehir mezarlığına defnedilir.


97

Abdullah AYATA

Fabrika işçilerine on gün ücretli izin verilerek yas ilân edilir. Ölümü-

nün dördüncü günü akşamı Cebelyan aile meclisi toplanır. Bundan sonra 

yapılacak  şeyler karalaştırılacaktır. Fabrikanın işlerinin babasının zama-

nında olduğu şekilde sürdürülmesine karar alınır. Hiçbir işçi işten çıkarıl-

mayacaktır.

Bu arada annesi Madam Zena çocuklarına hastanedeki doktorlardan 

duyduğu önemli bir olayı hatırlatır. Doktorların kendisine söylediğine göre 

Arsin öldüğü zaman sağ elinde bulunan cüzdanı sıkıca, adeta parmaklarını 

kilitlemiş şekilde tutmuştur. Görevliler elini zoraki açarak cüzdanını ala-

bilmişlerdir. Tüm aile üyeleri annelerinin bu hatırlatmasından sonra dikkat 

kesilip merak etmeye başlarlar.

Neden babaları tam ölüm anında cüzdanına sarılıp, onu ellerine alma 

gereği duymuştur. Mutlaka bu cüzdanın içinde çok önemli bir şeyler olma-

lıdır… Vasiyetname, senet, akit benzeri bir şey. Önemli bir evrak….

Acele ile babalarının cüzdanlarını annelerine getirip içini açarlar. 

Cüzdanın içinde bekledikleri gibi bir evrak çıkmaz. Lâkin cüzdan boş da 

çıkmaz. Sadece içinde uzunca bir şiir yazılı olan itina ile katlanmış kâğıt 

vardır. Bu şiir Arsin’in çocukluğuna, memleketine, geçmişine özlemini an-

latmaktadır.

Şiirin Türkçesi şöyledir:

Tomarza’da olmak isterim.

Tomarza’da ölmek isterim.

Benim iğdelerim bana yeter.

Gölge etmesin üzerime, gurbet ağaçları.

Yaprak dökmesin mezarıma, gurbet ağaçları...

Çıksam Sümengen Bağı’na,

Otursam Tek Ağaç’ın altına,

Ayaklarımı uzatıp, köprü yapsam, 

Taa... Anavarza’dan Tomarza’ya.

Üzerinden üçer, beşer gelip geçseler, 

Ermeniler, Avşarlar, Türkmenler...



98

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

El sallasam tarlalara…

El sallasam tepelere, yollara…

Gökteki kartallara…

Dalsam hülyalara...

Düşünmesem, işimi gücümü, 

Düşünmesem bugünümü, yarınımı.

Zihnimi taa.. gerilere çeksem, 

Yaşasam, çocukluk yıllarımı…



Ilık bahar günlerinde, 

Arkadaşlarımla çelik, çomak oynasam, 

Mızıkçılık yapıp, 

Oyundan kovulsam…

Taşlasam, Madam Mari’nin tavuklarını, 

Arkamdan taşları sektirse, 

Kahretmeye gelse Mama’ma, 

Kulaklarımı çektirse...

Kışın buz üstünde topacımı çevirsem,

Dalıp gitsem dönüşünü izlerken, 

Sevinsem... sevinsem... sevinsem...

Tipi yapsa evimizin önüne karlar, 

Öbek öbek, kucak kucak, 

Ocakta çıtırdasa meşe odunları, 

Farketmez, 

Dışarı soğuk, odamız sıcak...

Cuma günleri okusa, 

Hoca Mustafa ezanı, 

Pazar günleri çalsa, 

Kilisemizin çanı...

Bulut olsam, gölge etsem, 

Evlerinin üzerine memleketimin, 

Yağmur olup camlarına vursam, 

Dolu olup damlarına yağsam...


99

Abdullah AYATA

Uzansa ellerim yaz geceleri, 

Damda yatarken yıldızlara...

Gece karanlığında aşk şarkıları söylesem, 

Komşu damdaki kızlara...

Aaah!.. Ne kadar güzel, ne kadar hoş!

Çocukluğuma dönmek.

Memleketimde yaşayıp, 

Memleketimde ölmek...

Kopardılar yurdumdan, toprağımdan, 

Kara pençeli koca eller...

Reva mıydı hisli gönlüme, 

Yaşadığım yâdeller...

Tomarza’da olmak isterdim, 

Tomarza’da ölmek isterdim, 

Benim iğdelerim bana yeterdi. 

Gölge etmeseydi üzerime gurbet ağaçları, 

Yaprak dökmeseydi mezarıma gurbet ağaçları....


XIX. YÜZYILIN SONLARINDA

TARSUS’TA TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ

Abdullah POŞ

Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Öğrencisi; 

E-mail: abdullahpos@yahoo.com; Tel (GSM): 0 538 34 43 863


Download 3.23 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   42




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling