Hazirlayanlar


Mesrob II (Türkiye Ermenileri Patriği)


Download 3.23 Mb.
Pdf ko'rish
bet3/42
Sana17.10.2017
Hajmi3.23 Mb.
#18083
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   42

Mesrob II (Türkiye Ermenileri Patriği)

Sayın rektör, 

Saygıdeğer katılımcılar, 

Cumhuriyet çocukları olarak bu mekânda bir araya gelmemizin ana 

nedeni Osmanlı’nın Cihan İmparatorluğu’na övgüler yağdırmak olduğunu 

sanmıyorum. Ancak, Osmanlı toplumunda farklı kimliklerin bir arada ya-

şayabilmelerine olanak sağlayan sistemin analizinin çok önemli olduğunu 

söyleyebiliriz; çünkü küçülen dünya, giderek farklı dinden, dilden, ırktan 

ve milliyetten insanlara aynı kültür mozaiğinde, yan yana ve iç içe yaşama 

zorunluluğu getirdiği için, Osmanlı düzeninin deneyimlerini göz önünde 

bulundurmak yanlış bir yaklaşım olmasa gerek.

Bazılarının ve ulusal basınımızın sıkça ‘Ermeni meselesi’ olarak ta-

nımladığı olay hakkında bazı kişisel düşüncelerimi sizlerle paylaşmak is-

terim.


Tarihçiliğin Ahlaki Boyutu 

Saygıdeğer katılımcılar, 

Tarihe bakış şeklimizin ahlaki bir mesele olduğu evrensel bir düşünce 

biçimidir. Tarihi bugünkü kuşaklara sunuş şeklimiz de öyledir. Gerçekle-

ri olduğu gibi yansıtmak, çoğu zaman cesaret işidir, özgürlük ister. Belli 

bir kalıbın içine sıkışmışsak, belli bir ideolojinin kulu-kölesi olmuşsak, 

özellikle milliyetçi, ırkçı, militer bir mizaca sahipsek, bazen doğruları ko-

nuşmakta, yeni kuşaklara gerçekleri yansıtmakta güçlük çekeriz. Gerçekçi 

bir tarih bakışına sahip olmamız, günün değer yargılarından ve sübjektif 

değerlerinden ne kadar kurtulabildiğimize bağlıdır. 

Osmanlı-Ermeni ilişkileri, tarihinin her aşamasını idealleştirmek, 

Ermenilerin hiçbir sorun yaşamadığını söylemek mümkün değil. Ancak, 



xliv

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

Türklerle Ermenilerin ilk tanışıklıklarının en az 1300 yıl öncesine dayan-

dığını biliyoruz. Eğer tarihçi Yeğişe, Pers-Ermeni savaşını anlatan eserini 

gerçekten 5. yüzyılda yazmışsa, bu tanışıklık 1500 yıllık bir geçmişe sa-

hiptir demektir. Bu kadar uzun zaman karşılıklı ticari ve siyasi ilişkilerde 

bulunan komşuların tarihinde karşılıklı fi ziksel şiddet olaylarına nispeten 

az rastlanmıştır.



Fransız Devriminin Etkisi 

Fransız Devrimi’nin yol açtığı milliyetçilik akımı, zamanla tüm diğer 

devletler gibi, Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı tüm halkları da etkisi altı-

na aldı. Özellikle, 19. yüzyılın sonlarına doğru ilişkilerin gerginleşmeye 

başlamasında, gerek Osmanlı Devleti’nin, gerek Alman, Amerikan, Fran-

sız, İngiliz ve Rus devletlerinin, gerek Ermeni siyasi partilerinin, gerekse, 

o dönemde görevlerini Türkiye Ermenilerinin sivillerden oluşan Cismani 

Meclisi’nin güdümünde ifa eden İstanbul Ermeni Patrikleri’nin de sorum-

luluğu bulunmaktadır. Varılan acı sonuçta, tarafl arın sorumlulukları  eşit 

olmasa bile, adı geçen tarafl ardan herhangi birinin çıkıp da olayların ge-

lişmesinde kendi sorumluluğunu reddetmesi veya tamamen diğer tarafl ara 

yüklemesi ahlaken doğru bir yaklaşım değildir.



Tıkanıklık Giderilmeli 

Türkler, ‘Biz aslında millet-i sadıkayı çok severdik’, Ermeniler de, 

‘Biz aslında Türkleri çok severdik’ gibi topik ve dolma edebiyatını artık 

bırakmalıdırlar. “Bakkalım Ermeni’ydi”, “Subayım çok iyi bir Türk’tü” 

türünden nostaljik ifadeler yerine, Türklerle Ermeniler arasında geçmişte 

yaşanan, birlikte yaşama olgusunu somut örneklerle sunan tarihi ve bilim-

sel çalışmalara ivme kazandırılmalıdır. 

Artık herkesin ezberlemiş olduğu Türk ve Ermeni tezlerini değişik şe-

killerde sunan kitaplar yayımlamak ve bu alanda boşuna para ve zaman 

harcamak yerine, Türk-Ermeni ilişkileri tarihine çok önemli katkılar ya-

pabilecek Ermenice eserlerin Türkçe ve İngilizce çevirileri ivedilikle ger-

çekleştirilip akademisyenlerin ve kamuoyunun değerlendirmesine sunul-

malıdır. Esasen gelinmiş olan bu tıkanmışlık aşamasında, yeni yorumlar-

dan çok, yeni ana kaynaklara ihtiyaç vardır. Örneğin, 1863 tarihli Millet-i 

Ermeniyan Nizamnamesi’ne göre 1863’ten Sultan Abdülhamid dönemine 

kadar muntazaman toplanmış olan Ermeni Meclisi’nin Bab-ı Âli’nin ona-



xlv

AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI

yıyla yayımlanmış olan tutanakları, ülkemiz tarihinin karadeliklerinden 

biridir. Bir sayfada Ermenice metninin aynısı, karşı sayfadaysa Türkçe çe-

virisi ivedilikle yayımlanmalıdır. Patrik II. Nerses’in (1874-1884) yazıları, 

Patrik III. Madteos’un (1894-1896 ve 1908-1909) yazışmaları, Patrik I. 

Mağakya’nın (1896-1908) üç ciltlik anıları, Patrik I. Zaven’in (1913-1915 

ve 1919-1922) bir ciltlik patriklik anıları Türkçeye kazandırılmalıdır. Er-

meni Kilisesi’ni ve kültürünü konu alan ve bazen her türlü bilimsellikten 

uzak olan kitaplar yerine, Patrik Mağakya’nın üç büyük ciltlik Ermeni Ki-

lisesi tarihi, üniversite öğrencileri tarafından Türkçe okunabilmelidir. Ay-

rıca,  İstanbul Patrikliği’nin 1916-1918 yıllarında Kudüs’e taşınan arşiv-

lerinin de Kudüs Ermeni Patrikliği tarafından akademiye kazandırılması 

gerekir. Yeni kuşak Türk ve Ermeni akademisyenlerinin bir ortak çalışma 

platformunda birlikte çalışmalarına olanak sağlamak üzere, gerek Türkiye, 

gerekse Ermenistan’daki üniversitelerde Osmanlı, Ermeni ve Türk dili ve 

edebiyatlarının öğretimine daha fazla zaman kaybetmeden başlanılmalı-

dır. 


Karşılıklı Saygı Elzem 

Bugünkü ilişkiler çıkmazından kurtulmak için diyalog, diyalog için-

se karşılıklı saygının tesisi elzemdir. Birbirini küçümseyen, sözel tacizde 

bulunan tarafl arın bir araya gelmeleri olanak dışı değilse bile zordur. Bu 

nedenle, Ermenistan ve Türkiye’den akademisyenlerden, gençlerden, sa-

natçılardan, basın mensuplarından oluşan grupların karşılıklı olarak birbir-

lerini ziyaret etmeleri, birbirlerini tanımaya ve anlamaya çalışmaları çok 

önemlidir. 

Saygı, birbirinin tarihine karşı da gösterilmelidir. Türkleri hâlâ Orta 

Asya’dan gelen kültürsüz, barbar göçebeler olarak gören ve Türklerin devlet 

kurabilme ve kurdukları devletin sürekliliğini sağlama yeteneğini küçüm-

seyen bazı Ermeni tarihçilerinin zihniyetiyle Amerika’daki Kızılderili ka-

bilelerini bile Bering Boğazı’ndan geçen Türk boyları yapan, “Ermeniler 

hiçbir devlet kurmamışlardır, kuramamışlardır” diyen bazı Türk tarihçi-

lerinin zihniyeti değişmek mecburiyetindedir. 

Türkler de, Ermeniler de tarihte siyasal ve kültürel alanlarda çok 

önemli başarılara imza atmış olan halklardır. Anadolu uygarlıkları müze-

lerinde, tarihteki Ermeni krallıkları hep vasat toplumlar olarak gösteren 

veya tamamen yok sayan zihniyet, Ermeni krallıklarının Batı devletleriyle 

imzaladıkları ikili antlaşmaları görmezden gelse de, Batı’daki arşiv ve kütü-



xlvi

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

phanelerdeki belgeleri yok edemeyeceğine göre, ancak kendi vatandaşını 

kandırabilecektir. Hâlbuki, karşılıklı olarak birbirinin tarihine saygılı bir 

yaklaşım sergilendiğinde, gerektiğinde birbirinin tarihteki başarılarını 

övüldüğünde, karşılıklı olarak empati yaratmak mümkün olacaktır. 

Ermeniler ve Türkler birbirlerinin ulusal ve dinsel simgelerine karşı 

da aynı saygıyı göstermelidirler. Bu simgelerin siyasi mitinglerde fanatik 

göstericiler tarafından herhangi bir şekilde aşağılanmaması, yakılmaması, 

ayakaltına alınmaması için gerekli duyarlılık gösterilmeli ve dostluğu 

artırıcı ve pekiştirici etkinlikler düzenlenmelidir. Temsili kurtuluş gösteri-

lerinde yaşanan densizlikler düşmanlık tohumları eken çağdışı uygulama-

lar olmaktan ileriye gidememektedirler. 

Şiar Atatürkün Sözü Olmalı 

Türkler ve Ermeniler aynı coğrafyanın insanlarıdır. Bu insanları Yüce 

Allah bir araya koymuştur. Bunu ne şimdi, ne de gelecekte değiştirmek 

mümkün değildir. Başka bir deyişle, Türkler ve Ermeniler birlikte veya 

yan yana yaşamayı  öğrenmek zorundadırlar. Bu gerçeği görmezden ge-

lerek her iki ülkenin genç kuşaklarını birbirlerine karşı körükleyen stra-

tejistler günah işlemektedirler. Hâlbuki, şiar Mustafa Kemal Atatürk‘ün 

‚Yurtta sulh, cihanda sulh‘ sözü olmalıydı. İnsanlar ya dost ya da düşman 

olacaklardır. Dostluk ve kardeşlik daha iyi değil midir?

Ayrım Yapılmasın 

Oysa fanatik milliyetçilik kendi ulusunun ve ırkının çok seçkin, di-

linin en mükemmel, kültürünün de erişilmez olduğunu iddia eder, bu da 

kolektif bir narsisizmden öteye geçemez. Bu gibi temelsiz iddialar, başka-

larında da benzer bir narsisizm oluşturulması dışında herhangi bir gayeye 

hizmet edemez. Karşısındakini yok saymak, içindekini yabancı ve düşman 

veya potansiyel sabotör olarak görmek ülkede sadece kaotik bir durum ya-

ratılmasına neden olmakla kalmaz, bu yaklaşım tarzı her zaman savaşacak 

yel değirmenleri yaratmak zorunda olduğundan, aynı zamanda ülke vatan-

daşlarından hangi grubun bir sonraki kurban seçileceği konusunda spekü-

lasyonlara neden olarak huzursuzluk yaratır. Sıkça dile getirilen ‚Türkler 

ve Kürtler asli unsurlardır‘ sözünün bile bir ayrımcılık olduğunu düşünü-

yorum. Türk ve Kürt kardeşlerimiz asli unsur ise bu topraklarda M.Ö. 6. 

yüzyıldan itibaren yazılı tarihi olan Ermeniler, çok daha eskiye dayanan 



xlvii

AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI

kayıtlarda yer alan Süryaniler ve Yahudiler en iyimser tanımla tali unsur 

olma konumuna düşürülmektedirler.



Sorunlar Giderilmeli 

Bugün 70 milyon nüfuslu ülkemizde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 

olan Hıristiyan Ermenilerin sayısı 70 bine düşmüştür. Bazı devlet birimle-

rinin ifadelerine göre, şu anda yurtdışından gelip de ülkemizde yaşayan Er-

meni kökenli insan sayısı da 30 binin üzerindedir. Hal böyleyken, değişen 

dünyanın oluşturduğu dev sorunlar karşısında var olma mücadelesi veren, 

toplam nüfusun belki de binde birinden az olan yerel Ermeni cemaatinin 

ve diğer azınlık cemaatlerinin dini, hayri ve içtimai meselelerine, dil ve din 

eğitimi alanlarında yaşanan sıkıntılarına, vakıf mevzuatından kaynaklanan 

bazı sorunlarına çözüm getirmek gerekir. ‚Hoşgörü‘, ‚birlikte yaşama‘ ve 

‚çoğulculuk‘ gibi soyut kavramların somutlaşacağı, sözün eyleme dönüşe-

ceği en belirgin uygulama alanlarından biri budur. Aksi takdirde, ülkemiz-

de sayıları gittikçe azalan çok renkliliklerin giderek monotonlaşmasına, 

soluklaşmasına tanık olacağız. 



İlişkilerde Özveri Gerek 

Vatandaşlık ve yaşam diyaloguyla sıkı  sıkıya bağlı olduğumuz Tür-

kiye ile soydaşlık ve dindaşlık bağlarımız bulunan Ermenistan arasındaki 

ilişkilerin normalleşmesi, iki ülke, tabiri maruz görürseniz, iki sevdiği ara-

sında kalmış bulunan biz Türkiye Ermenileri‘nin arzusudur. Ancak karşı-

lıklı fedakârlıklar yapılmadan bu ilişkilerde ilerleme kaydedilmesinin zor 

olduğu aşikârdır. 

İnsani ve Ahlaki Değerler 

Hepimizi din, ırk, milliyet vesairenin ötesinde insan olarak ne bir-

leştirir diye düşünmek zorundayız. Bu bağlamda çocuklarımızın gele-

ceğine, yani istikbale, ne bıraktığımız önem kazanmaktadır. Bu nedenle 

eğitimin bilimsel ve teknik yönünün yanı sıra, aynı zamanda beşeri yönü 

de son derece önemli olup, gereken teşvik gösterilmelidir. Dil ve edebi-

yat çalışmaları da çok önemli bir birleştirici unsur olarak kabul edilebilir. 

Laiklik anlayışı her ne kadar din ve vicdan özgürlüğünün teminatı sayılsa 

da, ülkemizdeki ‘Jakoben laiklik’ uygulamasının, bazen İslâm‘ın ahlaki 


xlviii

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

boyutlarının manevi anlam zenginliğinin analizlere katılmasını engelledi-

ğini, bunun da bazen tarihe bakış yöntemiyle ilintili olduğunu söylemek 

mümkündür. Keşke bazı ülkelerde başarıyla uygulanabildiği gibi, Osmanlı 

öncesi uygarlıkları da tarihi mirasımızın bir parçası sayıp, Bizans, Ermeni, 

Süryani ve Musevi kültürlerinin de Türkiyeye kattığı anlamlarla daha da 

zenginleşebilseydik. Bu bağlamda, Turizm ve Kültür Bakanlığımızın Van 

Gölü‘nün Ahtamar Adası‘ndaki Surp Haç Ermeni Kilisesi‘ni de restoras-

yon projeleri arasına almış bulunmasını bu yönde atılan çok olumlu bir 

adım olarak kabul ediyorum.

Milletperverlik Önemli 

Türkler de, Ermeniler de, milliyetçiliğin ve ırkçılığın dışlama üzeri-

ne kurulmuş dar çerçevesinin dışına çıkmak zorundadırlar. Bu akımların 

yarattığı sonuç işte ortadadır. Milliyetçilik ve ırkçılık uygulamalarının hü-

küm sürdüğü her ortama verilen zarar ve ziyan bellidir. Sonuç her zaman 

kanlı savaşlar, gözyaşı ve bazen kuşaklar boyu süren nefret kampanyaları 

olmuştur.

Barış ve esenliğin hüküm süreceği bir düzene kavuşmanın, ancak sö-

zünü ettiğim dar çerçevenin dışına çıkıldığı ölçüde gerçekleşebileceğine 

inanıyorum. Milliyetçilik ve ırkçılık yerine misafi rperverliğin yerleştiril-

mesi ahlaki değerlerimize daha uygundur. 

Kutlama ve Dilekler 

Erciyes Üniversitesi Rektörü Sn. Prof. Dr. Cengiz Utaş‘ı, Sempozyum 

Tertip Komitesi Başkanı Sn. Prof. Dr. M. Metin Hülagü‘yü ve bu sempo-

zyumun düzenlenmesinde emeği geçen Sn. Yrd. Doç. Dr. Şakir Batmaz, 

Yrd. Doç. Dr. Süleyman Demirci ve Yrd. Doç. Dr. Gülbadi Alan‘ı kutluyor, 

tarihi Kayserimiz‘deki bu sempozyumun barış ve esenlik yolunda önemli 

bir aşama olmasını diliyor, tüm dinleyenleri derin saygıyla selamlıyorum. 

Ülkemizde barış ve esenliğin sürmesi, tüm vatandaşlarımızın mutluluğu, 

birlik ve beraberliği için dua ediyorum. Teşekkür ederim.


xlix

AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI

AÇILIŞ OTURUMU

Bilal ŞİMŞİR

Hepinize saygılar sunuyorum. Ben öncelikle Erciyes Üniversitesi’ni 

yürekten kutlamak istiyorum. Büyük bir organizasyon düzenlemişlerdir. 

Çok iyi çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmalarda emeği geçen herkese 

takdislerimi ve teşekkürlerimi sunuyorum. Erciyes Üniversitesi’nin 25 yıl 

önceki durumunu hatırlıyorum. 1982 yılında rahmetli Turhan Feyzioğlu 

ile birlikte buraya geldik, bildiri sunduk. Bu üniversitede üç tane bina var-

dı. Bir tanesi yarımdı. Dün geldim, çarpıldım adeta, müthiş etkilendim. 

Büyük bir üniversite ortaya çıkmış, çok etkilendim. Bir de içimden geç-

ti, Cumhuriyet’in 100. yıldönümünde 2023 yılında acaba bu üniversite ne 

hale gelir diye. Gurur duyuyoruz, etkileniyoruz, duygulanıyoruz. Tekrar 

olarak herkese teşekkürlerimi sunuyorum. Efendim, ben diplomasi tarihi 

kökenliyim. Epey kitap yazdım. Bu arada Türk-Ermeni ilişkileri üzerine 

de kitaplar yazdım. Fakat benim yazdıklarım dış ilişkilerle ilgilidir, diplo-

masi tarihi ile ilgilidir.Yani siyasîdir yazdıklarımın hemen hepsi. Bugün-

kü sempozyumun ise bir özelliği var, kültür ağırlıklı bir sempozyumdur. 

Sosyo-kültürel diyorlar fakat kültür ağırlıklı bir sempozyumdur. 125 tane 

bilim adamı bu sempozyumda bildiri sunacaklar. Ben hayretler içinde izle-

mek istiyorum. İlmin sonu yok, araştırmaların sonu yok. Ne kadar büyük 


l

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

araştırmalar yaptığımızı, ne kadar değişik alanlarda araştırmalar yapıldı-

ğını ilgiyle, merakla görüyorum. Türk-Ermeni ilişkilerinin, Sayın Patrik 

Mutafyan da belirtti, 1500 yıllık bir geçmişi var. Bu 1500 yıl içinde yan 

yana, iç içe yaşadık. Ancak son yüzyıl ilişkiler tersine gitti, bu bin küsur 

yıl beraberliğimiz, yan yana yaşamalığımız döneminde, uzun asırlar döne-

minde, çok yönlü olarak etkilenmişizdir. Bunun lamı cimi yoktur, bu konu-

larda derin araştırmalar yapılması çok yararlıdır, gereklidir diye düşünüyo-

rum. Ben bu konularda fazla söz söylemek istemiyorum, dinlemeyi tercih 

ediyorum, hocalara söz vereceğim. Onlara da daha fazla zaman ayırmak 

için kendi konuşmamı kısa kesmek istiyorum. Birlikte yaşamanın küçük 

bir somut örneğini vermek istiyorum. 1960’lı yıllarda ben Türkiye’nin Pa-

ris Büyükelçiliği’nde başkâtiptim. Bizim büyükelçiliği kadrosunda uzun 

yıllardan beri bir Musevi vardı, bir Rum vardı, bir tane de Ermeni vardı. 

Musevi, askerî doktor Mandil Paşa’nın oğlu Mandil idi. İstiklal Savaşı sı-

rasında Paris’e tahsile gelmiş, öğrenci mahallesinde Yunanlı öğrencilerle 

yumruk yumruğa boğuşmuş, ondan sonra, bizim o zamanki misyonuyla 

tam adı büyükelçilik değil, o zaman misyo diplomatik Türk adını taşıyor, 

orada ateşe olarak alınmış, 40 yıl sonra 60’lı yıllarda hâla orada ateşe idi ve 

ateşe special (özel ateşe) diye tanınıyordu. Rum Stramatiadis ise Konyalı 

bir Rum ve Atatürk’ün hizmetinde bulunmuş İstiklal Harbi sırasında. Ata-

türk, ona senin adın uzun demiş, sana biz Bodo diyelim demiş, o zamandan 

beri Bodo diyorduk buna ve övünüyordu, Atatürk verdi bana bu ismi diye. 

Ben hatıralarını not edeyim dedim, fakat çok yaşlı olduğu için, ben de tam 

hatıralarını not edemedim. Şimdi, esas itibariyle bu Konyalı Rum vatan-

daşımızın, Lozan’da imzalanan mübadele gereğince Yunanistan’a gitmesi 

lazım. Atatürk’ün yakın arkadaşı Behiç Bey, Budapeşte’ye elçi atanıyor, 

diyor ki, Bodo’yu bizden koparmasınlar diye, Yunanistan’a göndermesin-

ler desem, al onu bizim elçilik kadrosuna diyor, Budapeşte elçiliğine diyor. 

Behiç Bey, Budapeşte’den Paris Büyükelçiliği’ne naklediliyor, sonra vefat 

ediyor, fakat Bodo hâla oradaydı ve hesap işlerimize bakıyordu bizim. Biz 

üç genç kâtip, her ay sonuna doğru Bodo’dan ödünç para alırdık. 1 kuruşa 

9 düğüm atmanız lazım, siz ne müsrifsiniz diye bize böyle çıkışır sonra da 

yumuşardı, biz de boynumuzu bükerdik ve ne kadar lazım, 500 frank yeter 

felan yeter der bize böyle idare edin… Ermeni ise, ismi Edvard Kalfayan, 

çok şakacı bir memurumuzdu. Sabahları bize mektuplarımızı getirirdi. Biz 

üç arkadaş büyükelçilikte oturuyoruz, ondan sonra banan doğru gelirdi, 

mektubu sonra son dakikada bakardı, size değilmiş deyip benim yüreğimi 

hoplatırdı, sonra da bana mektup geldi istersen onu ödünç vereyim diye 



li

AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI

şaka yapardı. Şimdi, gül gibi geçinirdik. Hiçbir sorunumuz olmamıştı, ak-

lımızın kenarından bile geçmemişti. Ben Edvard Kalfayan’ın ailesine ye-

meğe davet edildim. Paris’ten nakledildiğim sırada, Şam’a nakledilmiştim, 

bana veda yemeği verdi. Aile içinde Türkçe konuşurlardı. Hatta torunu 

vardı. Türkiye’yi görmemişti, fakat çatır çatır Türkçe konuştu 6 yaşındaki 

bir kızcağız. Böyle, bu küçücük örneği Osmanlı İmparatorluğu’na teşmil 

edin, asırlarca bu böyle olmuştur. Her düzeyde iç içe yan yana yaşamışız-

dır. Kimse bunu inkâr edemez, Osmanlı toplumunda bu hoşgörü ve beraber 

yaşama kültürünü. Hocalar, bilim adamları bunu etrafl ıca dile getirecekler, 

çok yönlü olarak, ben sözü hocalara bırakmak istiyorum. Buradaki bana 

verilen listeye göre Sayın Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun, benden sonra 

konuşması gerekiyor. Bu listeye göre ondan sonra, Prof. Dr. Mehmet Saray 

hocam ve dostum Sayın büyükelçi Nüzhet Kandemir sırayla konuşacaklar. 

Buyurun Sayın Halaçoğlu, 15 dakika süreniz var.

Ben her üç konuşmacıya da bu aydınlatıcı bildirileri için teşekkürlerimi 

sunuyorum. Eğer tertip komitesinin bir itirazı yoksa programda bir aksama 

yaratmayacaksa, hocalara beşer dakika daha isterlerse konuşma tanımak 

istiyorum. Çünkü not aldım. Peki, öyleyse ben de iki ekleme yapmak isti-

yorum. Sayın Patrik Mutafyan’ın konuşmasını ben de dikkatle dinledim. 

Katılıyorum değerli fi kirlerine, fakat eklemeler yapmak istiyorum. Erme-

nistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi, normale dönmesi bi-

zim de arzumuz. Ben, Sovyetler Birliği dağılırken, Yugoslavya dağılırken, 

o bölgelerden sorumlu genel müdürdüm ve Ermenistan’ı ilk tanıyan dev-

letlerden biri biz olduk. Yani öteki devletlerden ayırmadık. Ermenistan’ı 

bizim genel müdürlüğümüz Ermenistan’ı bağımsız devlet olarak tanıyalım 

diye savunmuş olan bir genel müdürlüktü. Hükümet de bunu kabul etti. 

Sonra bizim politikamızda Atatürk’ten gelen bir uygulama var, dış politika 

uygulamasında. Bir devletle ilişki kurarken Atatürk, önce o devletle masa-

ya oturuyor, bir dostluk anlaşması ve dostluk protokolü imzalıyor, ondan 

sonra elçilik, konsolosluk ve saire açıyor ve ilişkileri geliştiriyor. Şimdi, bu 

70 yıl sonra Sovyetler Birliği’nden onbeş devletle oldu, Yugoslavya’dan 

altı devletle oldu. Aynı politikayı uyguladık biz. Meselâ Azerbaycan’la 

dostluk anlaşmasını ben imzaladım ve diplomatik ilişkiler başlatma anlaş-

ması. Ermenistan’la bunu yapamadık. Biliyorsunuz ama burada bilmeyen-

lere söylüyorum. Ermenistan onbeş cumhuriyet içinde en ilginç cumhuri-

yet olarak tarih sahnesine çıktı, önce bir bağımsızlık deklarasyonu yayın-

ladı. Bu bağımsızlık deklarasyonu da, 1991 senesinde sanıyorum, uzun bir 

metindir. Bu bağımsızlık deklerasyonunda, Batı Ermenistan hedefi mizdir 



lii

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

diyor. Batı Ermenistan dediği yer, Doğu Anadolu’dur. İkincisi, soykırımı 

Türklere tanıtmak hedefi mizdir diyor. Şimdi, aradan dört küsur yıl geçti. 

Ermenistan Cumhuriyeti yeni anayasasını yaptı. Bu ilkeler, yani bağımsız-

lık deklerasyonundaki ilkeler, Ermenistan Cumhuriyeti’nin anayasası ilke-

si olarak girdi dibacesinde. Şimdi, bir Ermeni dostumuza, Ermenistan’dan 

gelen ve Ankara’da ASAM’da bizimle konuşma yapan bir Ermeni dostu-

ma bunu sordum, dedi ki: Neden böyle bir anayasa yaptınız? Biz ilk defa 

bağımsız olduğumuz için acemiliğimiz var, biz anayasa nasıl yapıldığını 

bilmiyoruz. Buna çocuklar bile inanmaz. Öyleyse dedim, iki tane bizde 

anayasa profesörleri var, İki üç tane profesörü hemen her gün göndereyim 

size yardımcı olsun, doğru dürüst bir anayasa yapın. Şimdi, bu bir mesele. 

Şimdi, başka meseleler var Sayın patrik. Ben konuşmak istemiyorum, bu-

radaki havayı da dağıtmak istemiyorum. Yanıbaşımdaki sınıf arkadaşım, 

meslektaşımız, kırk yıllık diplomatız. Biz çok olaylar yaşadık ve dramatik 

olaylar yaşadık. Başka dünyanın hiçbir dış işleri teşkilatının başına gelme-

yen olaylar yaşadık. Bunları geçmek istemiyorum burada, fakat sizin çok 

olumlu, yapıcı konuşmanız ve tutumunuz yüzünden, bunu her zaman izli-

yoruz, görüyoruz, burada da tekrar teyit ettiniz. Diliyorum ki, Eçmiyazin 

Patrikliğiyle ve Antilyas Patrikliği de sizin gibi yapıcı düşünebilse. Çünkü 

biliyorsunuz ama bir kere daha burada dinleyenlere hatırlatayım, bu Er-

meni meselesinin yani bu arada suikast dalgasının başlangıcı, Eçmiyazin 

Patriğinin 17 Ağustos 1964 yılında yaptığı zehir zemberek deklarasyon. 

İki gün sonra Antilyas Patriğinin yaptığı deklerasyonla başladı. Önce dün-

ya çapında bir büyük kampanya başlatıldı, arkası geldi ve günlere geldik. 

Şimdi bunlara geçmek istemiyorum. Temenni ediyorum ve diliyorum ki, 

sizin bu yapıcı tutumunuz ve olumlu yaklaşımınızı onlar da idrak etsinler. 

Tarihte çok hatalar yapılıyor. Burada Sayın Nüzhet Bey dedi ki, ilk 1774 

Küçük Kaynarca Anlaşmasına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan 

Hıristiyanlar imparatorluğun iç işi, devletin iç işi. İlk defa Rusya buraya 

bir madde koydurdu. İşte, Hıristiyan Ermeni adı o zaman henüz geçmiyor. 

Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Hıristiyanların hamisi durumuna so-

yundu. Arkasında 1856 Paris Anlaşmasına bizim Islahat Fermanı ile ilgili 

bir madde kondu. Islahat Fermanı bir iç hukuk meselesi. Fakat anlaşma 

yapılınca dış hukuk uluslar arası hukuk meselesi haline geldi. İngiliz Dı-

şişleri Bakanının İstanbul’daki elçisine yazdığı telgrafı okudum diyor ki, 

şimdiye kadar yalnız Rusya, Osmanlı  Hıristiyanlarının koruyucusu du-

rumundaydı, şimdi bundan sonra yedi büyük devlet koruyucu durumuna 

geldi. Ondan sonra Berlin Anlaşması ve Türklerle Çerkezleri, Çerkezler-



liii

AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI

le Ermenileri, Türklerle Ermenileri birbirine düşürdüler ve burada tarihî 

hatalar yapıldı. Bunlardan ders alalım ve siz de yardımcı oluyorsunuz ve 

temaslarınız vardır. Eçmiyazin ve Antilyas Patrikliğine de, siz temasınız 

var, bunları söyleyin. Ben tekrar bu sempozyumun çok başarılı geçmesini 

temenni ediyorum. Sayın valiye, rektöre, komutanlara ve burada dinleyen-

lere ve herkese saygılar sunuyorum, teşekkür ederim.



Download 3.23 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   42




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling