T. C. Erciyes üNİversitesi sosyal b


Download 1.24 Mb.
Pdf ko'rish
bet33/66
Sana23.04.2023
Hajmi1.24 Mb.
#1385861
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   66
Bog'liq
2ш3 сипат сабуни

5MEVLÂNA’NIN CEBRİYYE’YE YÖNELİK ELEŞTİRİLERİ 
 
 
Mevlâna, iradeyi Allah’ın bir nimeti, bir ihsanı sayar. Buna karşılık 
ş
ükretmeyi tavsiye eder.
279
Şükürden kastı da, bu kudreti yerinde kullanmak, hayırlı 
işler yapmak, iyi bir insan olmaktır. Daha önce zikrettiğimiz “Arslan ve Av 
Hayvanları” hikâyesinde arslanın ağzından çalışıp çabalamanın tevekküle mani 
olmadığını, Allah’ın “Rezzak” olmasıyla beraber bize bahşettiği iradeyi iyi işlerde 
272
Mevlâna, Mesnevî, c. 4, b.: 2306 “Vehim, dünyaları yakan firavun ve benzerlerine; akıl da ruhları 
aydınlatan Musa ve Musa gibi olanlara mahsustur.”
273
A’raf 7/104 
274
Mevlâna, Mesnevî, c. 4, b.: 2308
275
Mevlâna, Mesnevî, c. 4, b.: 3684 “Şu halde aklın senin için usturlab olmuştur; varlık güneşinin 
yakınlığını onunla bilir, anlarsın”
276
Yakıt, Batı Düşüncesi ve Mevlâna, s. 144 
277
Mevlâna, Mesnevî, c. 4, b.: b.: 3383-3384 “Akılsız bir kişi gibi o da aklının kıtlığından beni 
dövmemek için; tevbe ettiği halde tevbesini bozar ve yeniden günha işler, / İradesinin zayıf 
oluşundan tevbesini bozan kişi; zamanede İblis’in maskarası olur.”
278
Mevlâna, Divân-ı Kebîr, c. 3, b.: 1220, s. 153
279
Can, Mevlâna, Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, s. 288


58 
kullanmanın, nimetinin kıymetini bilmekle eşdeğer olduğunu söyleyen Mevlâna, 
iradeyi yok saymayı, çıkılan yolda uyuyup kalmaya benzetir
280
Mevlâna, “Kaderin heybetinden cebre yüz tutuyorlar, yol kesicilerin 
korkusundan birisini kılavuz bile alamıyorlar.”
281
diyerek eleştirdiği Cebriyye
282
mensuplarının fikirlerini aklî deliller kullanarak yargılar:
- Bütün şu emirler kader için gelmiştir; a gafil cebrî, sense künhüne 
varamadın, işin tadından, tuzundan habersizsin.
- Köre, şu ipliği iğneye geçir diyen olur mu? Ayağı bağlanmış kişiye hadi, ava 
çık diyen bulunur mu?
- İki günlük çocuğa kim oturur da güzelden, şaraptan söz açar? Yahut hayvana 
mahmur gözlerden kim bahseder?
- Madem ki bir şeye gücün kuvvetin yetmiyor, git, karıların yanında otur, 
canıyla oynayanların halkasını bırak, bir kenara çekiş bâri.
283
280
Mevlâna, Mesnevî, c. 1, b.: 939-943 
“O’nun (Allah’ın) nimetine şükretmeye çalışmak kudrettir; Senin cebrîliğin ise nimeti inkârdır,
(O’nun verdiği) nimete şükür, kudreti artırır; cebir ise nimeti elinden çıkarır, 
Senin cebrin, yolda uyumaktır, uyuma; O kapıyı ve dergâhı görmedikçe uyuma, 
Ey itibarsız Cebrî! Sakın o meyveli ağacın altından başka yerde uyuma 
281
Mevlâna, Divân-ı Kebîr, c. 2, b.: 3691, s. 460
282
Cebriye: “Cebir, kulun işlediği fiille ilgisini reddedip, o fiili Allah’a vermektir. Gerçek (Hâlis) 
Cebriyye (el-Cebriyyetü’l-Hâlisa) ve Yarı Cebriyye (el-Cebriyyetü’l-mütevassita) olmak üzere iki 
sınıfa ayrılır. Halis Cebriyye, kulun hiçbir fiili olmadığını, fiil işlemeye de kudreti bulunmadığını, 
benimseyenlerdir. Mutavassıt yani yarı Cebriyye ise kulun işlediği fiil konusunda kudreti 
bulunduğunu fakat bu kudretin fiil üzerinde tesiri bulunmadığını söyleyenlerdir. Bunun yanında fiilde 
herhangi bir şekilde tesiri olan yaratılış bir kudretin varlığını kabul edip bunun kesb diye 
adlandıranlar cebrî değillerdir.” Şehristanî, Milel ve Nihal, s. 84.
- “Mezhebin kurucusu Cehm B. Safvân (v. 128/745) Bu sebeple Cebriyye’ye Cehmiyye de denilir. 
Cebriyye Mutezile’nin tam zıddı bir mezheptir. İnsanda hür iradenin varlığını inkâr ederek; insanın 
rüzgârın önündeki bir kuru yaprak gibi olduğunu, yaptığı işleri zorunlu olarak ve mecburen yaptığını 
kabul eder… Avrupalılar bu mezhebe Fatalizm derler. Cebriye cennet ve cehennemin dünya gibi 
geçici olduğuna, ahrette Allah’ın gözlerle görülemeyeceğine, O’nun kelâmının sonradan yaratılmış 
(hâdis) olduğuna inanır.” Kılavuz, Anahatlarıyla İslam Akaidi ve Kelama Girişs. 484,
- “CEBR inancının ilk defa sahabe döneminde müşriklerin dile getirmesiyle görülmeye başlandığı, 
teorik gelişme ve yayılmasını Emevîler döneminde tamamladığı, CEBR düşüncesini ilk olarak 
Yahudilerin ortaya attığı, bazı Müslümanlara öğrettikleri ve bu Müslümanların da bunu yaymaya 
başladıkları söylenmiştir. Yine söylendiğine göre, Müslümanlar arasından bu düşünceye ilk davet 
eden kişi Ca’d B. Dirhem olmuştur. Cehm B. Safvân, Cehmiyye’nin de benimsediği “Cebr” 
düşüncesini Cad’dan almıştır.” Ebu Zehra, İslam’da İtikadî, Siyasî ve Fıkhî Mezhepler Tarihi, s. 110-
111
Cehmiyye için bkz.: DİA, “Cehmiyye” Maddesi, c. 7. Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, s. 
156
283
Mevlâna, Divân-ı Kebîr, c. 2, b.: 650, s. 85


59 
Mevlâna, diğer eserlerinde de kısmen yer vermekle birlikte ağırlıklı olarak 
Mesnevî” adlı eserinde Cebrîlik konusunu işler ve “Sünnî Mü’min-Cebrî kâfir”
284
ayrımı yaparak bu konuya eğilir. Bunu yaparken de Cebriyye’nin ortaya attığı aklî 
ve naklî delilleri zikrederek yapılan yanlış yorumlara dikkat çeker. Ayrıca her iki 
görüşe de karşı olmasına rağmen aklın işlevselliği açısından ikisi arasında bir seçim 
yapmak gerekirse -hiç olmazsa kaderî olan kişi iradeyi yok saymadığından- cebrî 
(Cebriye) olmaktansa kaderî (Kaderiye) olmanın daha mantıklı olduğunu belirtir.
285
Mevlâna, Cebrî düşüncenin iddiasına kaynak olarak gördüğü “Attığın zaman 
sen atmadın”
286
ayetinden yola çıkarak yorum farkını ortaya koyar ve kulların irade-
i ilâhiyye karşısındaki konumunu nakkaş fırçası önündeki duvar nakşına veya bir 
kadının gergefte işlediği nakşa benzeterek
287
bu ayetin nasıl yorumlanması 
gerektiğini izah eder:
- Sen beytin tefsirini Kur’ân’dan oku; Huda “Mâ rameyte iz rameyte” 
buyurdu, 
- Eğer biz okları atarsak, bu atış bizden değildir; biz yayız ve ok atıcısı 
Huda’dır, 
- Bu cebir değil, manay-ı Cebbâriyettir; Cebbârlığın zikri, tazarrû içindir, 
- Tazarrûmuz ıztırarın delili oldu; utanmamız da ihtiyarın delili oldu, 
- Eğer ihtiyarımız olmasaydı, bu utanma nedir? Bu teessüf, bu hacâlet, bu 
hayâ nedir?
- Üstadların çırakları men etmesi ne içindir? Hatırı tedbirlerden çevirmesi 
nedendir?
288
Mevlâna’ya göre, “Attığın zaman sen atmadın” ayeti cebri değil, Cebbâr 
ism-i ilâhîsinin manasına delâlet eder. Cebbârlığın
289
zikri ise, Hakk’a tazarru ve 
284
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2963-3021 “Sünnî Mü’minin Cebrî Kâfire Cevap Verip Kulun İhtiyârı 
Olduğuna Dair Delil Göstermesi, İhtiyârı İspat Etmesi” isimli bölüm.
285
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3009 “Akıl bakımından cebir kaderden daha beterdir; zira cebre inanan 
kişi kendi duygularını (hissiyatını) inkâr etmektedir.” 
286
Enfâl 8/17 
287
Mevlevî, Mesnevî Şerhi, c. 2, s. 384 
288
Mevlâna, Mesnevî, c. 1, b.: 616-621 
289
Gölpınarlı Cebbârlığı “kırıklığı onarma” manasında zikreder. Gölpınarlı, Divan-ı Kebir Terc.
“Mevlân’da Tasavvuf ve Dünya Görüşü” c. 1, s. ıxx


60 
niyazı gerektirir.
290
İnsan, kudreti ve kuvveti dışında bir belaya mübtela olduğunda 
ağlayıp inler, yalvarıp yakarır. Mevlâna’ya göre bu hal, onun o işte muztar ve 
mecbur olduğunu gösteren bir delildir. Fakat gücü dahilindeki bir işi yapamayan 
kimsenin duyduğu sıkıntı ve keder, onun irade ve ihtiyârının bulunduğuna 
delildir.
291
Bu iradesi olmasa, insan neden bu sıkıntı ve utanma duygusunu yaşasın? 
Yine aynı şekilde (hayatın içinden, güncel bir delil getirerek) Mevlâna, bir ustanın 
bazı münasebetsiz halleri için çırağını ikaz etmesini de, çırağın iradesine delil olarak 
göstermektedir. Aksi takdirde ustanın çırağını her haliyle mazur görmesi gerekmez 
miydi? diye sormaktadır.
İ
nsanın bir iradeye ve bu irade sayesinde tercih hakkına sahip bulunduğunu 
savunan Mevlâna, son derece basit aklî delillerin bile iradeyi kanıtladığına örnekler 
gösterir:
- Eğer sen ayağını bağladıklarını, senin üzerine padişahın çavuşlarının 
oturduğunu görüyor isen, 
- O halde sen acizlere çavuşluk etme; zira o, acizin tabiatı ve huyu değildir. 
- Madem sen Allah’ın cebrini görmüyorsun, görüyorum deme; Görüyorsan 
hani görmenin alâmeti? 
- Meylin olan bir işte kendi kudretini açıkça görürsün,
- Meylin olmayan her bir işte de, bu Huda’dandır diyerek cebrî olursun.
292
Ayak bağıyla hükm-ü ilâhîyi yani kazayı kasteden Mevlâna, eli kolu 
bağlanmış mecbur bir insanın başkalarına karşı herhangi bir irade 
290
Mevlevî, Mesnevî, c. 2, s. 388 Bu beytin ayrıca tasavvufî bir yorumunu da yapmak mümkündür: 
“Tekvîn Kelâm’a ve Kelâm Kudret’e ve kudret İrâde’ye ve İrâde İlm’e ve İlim ma’lûma tâbîdir ve 
ma’lûm “a’yân-ı sâbite”dir. Yani Hakk, ilm-i ilâhîsinde sabit olmayan “şey”in zuhûrunu irâde etmez 
ve irâde etmediği “şey”e de kudreti taalluk etmez; ve kudreti taalûk etmeyen “şey” dahi mevcûd 
olmaz… Kul ezelde lisân-ı istidâd ile ne taleb etmiş ise, Hakk onu vermiş ve bu âlem-i kesîfte de 
kezâ kul, irâde ve ihtiyârın, bu istidadının sevkı ile fiilen isti’mal edip, yine onu taleb etmiş ve Hakk 
dahi kezâlik onu vermiştir. Binâenâleyh Hakk tarafından cebir yoktur. Cebir ancak her mazharın 
hakikatinden kendisine vaki’ olur. Bunların heyet-i mecmûasını Hakk’ın cebbâriyyeti ihâta etmiştir; 
zirâ vücûd-u hakikî Hakk’ındır ve kulun vücûdu bu vücûda müzâf olan bir vücûddur. O halde dâimâ 
Hakk’ın Cebbâriyyeti altında zebûndur; ve mahlûkatın Hakk’ın Cebbâriyyeti altında zebûn olmasının 
hikmeti de, gayriyyet libasıyle zâhir olan insanların mevhûm olan varlıklarını, vücûd-u hakîkî 
muvâcehesinde ifnâ için, kemâl-i zilletle tazarru’ ve niyâzları lâzım gelmiş olmasındandır.” Konuk, 
a.g.e, c. 1, s. 235-236
291
Mevlevî, Mesnevî Şerhi, c. 2, s. 389 
292
Mevlâna, Mesnevî, c. 1, b.: 632-636 


61 
gösteremeyeceğinden bahsederek, “mademki sen böyle âcizsin, âcizlere kafa tutma 
hakkın yok” demeye getirmektedir. Diğer taraftan arzu ve isteklerine uyan bir işte 
kudretin ortaya çıkmasını makul gören cebrînin istemediği bir durum karşısında “Bu 
Hakk’tandır” demesini de ikiyüzlü bir tavır olarak görmektedir.
Mevlâna’ya göre dünya hayatında cebrî olanlar yalnızca (Allah’ın emir ve 
buyrukları dışında hareket etmeyen, seçilmiş) peygamberlerdir
293
, onlar da bütün 
efalini Hakk’ın isteği ve emirleri doğrultusunda yapan kişilerdir. Hakk’ın iradesini 
insanın iradesini ifnâ etmek için sebep gösteren cebrîye karşı Mevlâna “cebr-i 
mutavassıt”
294
olarak nitelendirilen sünnet yolunu şöyle tefsir eder:
- Hakk’ın fiili vardır, bizim de fiilimiz de vardır, her ikisini de gör; bizim 
fiilimiz vardır, bu meydandadır, 
- Eğer halkın fiili ortada değilse, o halde kimseye “Niçin böyle yaptın?” deme,
- Hakk’ın yaratması, bizim ef’alimizin mûcididir; bizim fiilimiz Hakk’ın 
yaratmasının eserleridir.
295
Yine de “insan-ı kâmil” örneği olan enbiyânın ve evliyânın ilâhî kudret 
karşısında düştüğü hayret sonucu sergilediği takdîre şayan teslimiyeti, irade ve cebr 
bahsinde Mevlâna’yı zaman zaman müşkil duruma düşürmüş olmalı ki, bazen bu 
meselenin havâs-avâm ayrımını yaparken zorluklar yaşar ve yine Hakk’a iltica eder:
- Ey bize akıllar veren! Feryâda yetiş; Sen dilemedikçe hiçbir kimse dilemez, 
- Hem taleb senden, hem de iyilik senden; Biz kimiz? Evvel Sen’sin, ahir Sen, 
293
Mevlâna, Mesnevî, c. 1, b.: 638-639 “Peygamberler dünya işlerinde; kâfirler de ahiret işlerinde 
cebrîdirler/ Peygamberler için ahiret işi ihtiyâridir; cahiller için de dünya işi ihtiyârîdir.” Burada bir 
izaha ihtiyaç duyuyoruz; Peygamberler ve velîler ilâhî hakikatlere hemhâl olduklarından bir an evvel 
Hakk’a ulaşmayı dünya işleriyle uğraşmaktan daha çok dilemekte ve dünya işlerini (terk etmeyip) 
yapmakta ancak her işlerinde Hakk’ın rızasını gözettiklerinden herkesten farklı görünmektedirler. 
Burada ahireti dünyaya tercih etme söz konusudur. Aksi takdirde Mevlâna, dünya işlerini zemmeden 
birisi değildir ki, sadece uhrevî değil dünyevî ilimler yolunda bir ömür harcamış, tıpkı Peygamber 
Efendimiz (s.a.v.) gibi evlenmiş, evlad-ı iyal sahibi olmuş, zamanının bütün siyasî, ictimâî 
meseleleriyle yakından ilgilenmiştir. Bu konuyu yine Mevlâna kendi beyitlerinde anlatır: “Cebrden 
bahsederken aşkı hatırladım, aşk benim sabrımı, kararımı, cüz’î irâdemi elimden aldı; Âşık olmayan 
kişi, cebrini hapsetti, fakat âşık olan cebirden korkmadı, onu serbest bıraktı. Çünkü âşıkların cebri, 
cevr-i mezmûm (suç sayılan cebr) değil; cebr-i Memdûh (beğenilen cebr)tur. Bu cebr Hakk’la 
beraber olmaktır. / Bu hal hakikat ayının ve hiddet nurunun görünüşüdür; şüphe ve imansızlık 
bulutunun görünüşü değildir. / Şayet bu cebr bile olsa, herkesin anladığı, bildiği, suç sayılan, 
kötülüğü emreden nefs-i emmârenin cebri değildir.” Mevlâna, Mesnevî,c. 1, b.: 1464-1466 (Not: En 
sade olduğu için Şefik Can tercümesinden istifade edilmiştir.)
294
Mevlevî, Mesnevî Şerhi, c. 3, s. 753 
295
Mevlâna, Mesnevî, c. 1, b.: 1481-1483 


62 
- Hem Sen söyle, hem Sen dinle, hem Sen ol; bu kadar varlığımızla biz yine 
de hiçbir şeyiz, 
- Her şeyimizi sana havale ettik, secdeye rağbetimizi artır; Cebrin tembelliğini 
gönderip ateşimizi söndürme, 
- Cebir kâmillerin kolu, kanadı; tembellerin bağı, zindanıdır, 
- Bu Cebri Nil suyu gibi bil; mü’mine sudur, kâfire kan.
296
“Dünya hayatında cebrî olanlar yalnızca peygamberlerdir” diyen Mevlâna 
Cebri ikiye ayırmaktadır; birincisi kâmil insanların kolu kanadı olan ve ilâhî aşka 
vasıl olmalarını sağlayan, bu halin zevkiyle her bir mertebede Hakk’ın vücûd ve 
varlığını müşahede etmelerine imkân veren cebirdir. İnsan-ı kâmil olan kişiler 
ulaştıkları bu makamın zevkiyle bulundukları her mertebede mâşuklarının (Hakk’ın) 
emri ve cebri dairesinde hareket etmekten büyük bir haz duyarlar. İkinci cebir ise; 
tembellerin cebridir ki, bu cebir onların ayak bağı olur ve onlar Allah’a değil kendi 
nefislerine âşık olduklarından, her an Hakk’ın beraberliğinden habersizdirler. Bu 
yüzden “madem ki varlık ve irade O’nundur, o benim ibadet etmemi isterse âbid 
olurum, fıskımı isterse fâsık olurum” diyerek tembelliklerine mazeret olarak Hakk’ı 
göstermektedirler ki bu yorum tamamen yanlıştır.
297
“Ortada bedava sofraya oturup yemek yok; Sünnet yolu, çalışmak ve 
kazanmaktır”
298
diyen Mevlâna “Müslüman’ın Bir Mecûsî’yi Dine Davet Etmesi”
299
adlı hikâyesinde Mecûsî’nin ağzından cebir inancının iddialarını dile getirir. 
Hikâyeye göre; bir Müslüman bir Mecûsî’yi Müslüman olmaya davet eder. Mecûsî 
cebrî düşüncede olduğu için “Huda iman etmemi dilerse mü’min olurum; eğer fazlı 
ziyade olursa mûkın (yakîn sahibi) olurum”
300
şeklinde cevap verir ve Cebrî 
düşüncenin temel iddialarından birini dile getirir: “Ey insaflı kişi, madem onlar 
galiptirler; onların dostu olurum ki, kuvvetli olur.” Mecûsî “onlar” derken nefis ve 
ş
eytanı kastetmektedir ve şunun imâ etmektedir; “Madem ki nefis ve şeytan beni 
296
Mevlâna, Mesnevî, c. 6, b.: 1438-1443 
297
Konuk, Mesnevî Şerhi, c. 11, s. 476
298
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2444
299
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 291-2936 
300
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2913 


63 
küfre ve Mecûsîlerin ibadethanesine çekiyor ve Hakk ise benim imânımı istediği 
halde nefsin ve şeytanın murâdına karşı gelemiyor, o halde nefis ve şeytan Hakk’a 
galip gelmiş oluyorlar; böyle olunca ben kuvvetli ve galip tarafın dostu olup küfürde 
ve Mecûsîlikte kalırım”
301
Mecûsî iddialarına devam eder:
- Madem ki Hakk benden sıdk (doğruluk) ve azîm (bağlılık) istedi; İsteği 
yerine gelmedikten sonra ne fayda? 
- Nefis ve şeytan kendi iradesini gerçekleştirdikten sonra; Hakk’ın inâyeti 
kahroldu ve hurd-u murd (paramparça) oldu.
302
- Madem ki nefsin dileği müsteân geldi (nefsin istediği olduktan sonra); 
“Allah neyi diledi ise oldu” sözü istihzâ geldi (bir alaydan ibarettir).
303
- Bir kimse O’nun muradı olmaksızın ve O’nun hilâfına; O’nun mülkünde 
hüküm isteyici olsun, 
- Birisi O’nun mülkünü ele geçirsin de; dem (nefes) yaratan dem vurmaya 
kâdir olmasın,
- Allah, onun (şeytanın) def’ini istesin de; o, her dem o adama gussa (dert) 
artırsın, 
- Bu şeytana kul olmak lazım olur; çünki her encümende (mecliste) galip 
odur.
304
“Allah, bütün mülklerin sahibiyken, O’nun izni olmadan O’nun mülkünde 
bir başkası söz sahibi oluyor ve buna Hudâ’nın sesi çıkmıyorsa, nefis ve şeytanın 
oyunları insanı mağlup ederken Hakk, buna izin veriyorsa, benim yapabileceğim ne 
var ki!” şeklinde özetleyebileceğimiz Mecûsî’nin iddialarını zikrettikten sonra 
Mevlâna, sünnî mü’minin dilinden cebrî kâfire cevap verir ve “Kaza hakkında 
Cebriyâne nükteler söyledin; Macerayı dinle de işin sırrını benden duy”
305
diyerek 
insanın irade sahibi bir varlık olduğuna dair deliller getirir. Şimdi bunları görelim:
301
Konuk, Mesnevî Şerhi, s. 259 
302
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2918-2919 
303
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2929 
304
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2931-2934 
305
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2966 


64 
- Şüphesiz bizim için bir ihtiyar vardır; hissi inkâr edemezsin, bu apaçık 
ortadadır, 
- Hiç kimse taşa “Gel buraya” demez; Bir kimse kerpiçten nerede vefâ ister? 
- Bir adama kimse “Âgâh ol (Haydi uç)” demez; yahud “Ey kör, bana bak” 
demez, 
- Yezdân (Hakk) “Âmâya zahmet yoktur”
306
Rabbü’l-ferec (güçlükleri aşıp 
kolaylaştıran) bir kimseye ne vakit zahmet koyar?
307
İ
nsanın hür bir iradeye sahip olduğunu, bu iradeyi harekete geçiren saikler 
bulunduğunu kaydeden Mevlâna, melek (ruh) ve şeytanın insana şerri ve hayrı 
göstererek iradesini kullanmadaki etkilerini
308
sonra bunların her ikisinin de 
ihtiyarın varlığına delil olduğunu zikreder ve O’na göre; irademiz, ruhumuzun 
sağduyusunu dinlerse iyi işler yapıp sevap kazanmakta, şeytanın sözünü dinleyip 
kötü işler yaptığında da günah kazanmaktadır.
309
Mevlâna’ya göre, aklı başında olan bir kimsenin cebre inanması mümkün 
değildir, kaderî (kaderi inkâr eden – Kaderiye mezhebiner mensup) kişiyi anlamak 
bir nebze mümkün görünse bile âyân beyân ortada olan insan hissiyatını inkâr eden 
cebrîye hak vermek mümkün değildir. Zira, “İhtiyâr dediğimiz, bir şeyi yapmama 
dileği gibi, vicdânî idrâk ile biz çaresizliği, öfkeyi, hoşgörülüğü; sıkıntı ve belaya 
sabır ve tahammül eylemeyi, tokluğu ve açlığı anlarız. Duygu ile sarıyı kırmızıdan, 
büyüğü küçükten, acıyı tatlıdan, miski pislikten ayırt ederiz. Dokunmakla da 
yumuşağı katıdan, sıcağı soğuktan, yakıcı sütü sıcak sütten, yaşı kurudan, duvarı 
ağaçtan ayırt etmiş oluruz. Şu var ki vicdânî anlayışı inkâr eden, hissi ve duyguyu da 
inkâr eder. Hatta daha da ileri gider. Şu da bir hakikat ki, vicdânî anlayış, yani iç 
duygular, dış duygulardan daha da açık olarak duyulur. Dış duyguya engel olmak 
306
Fetih 48/17 
307
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2967-70
308
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2982-3004. Mevlâna, düzenbazlıkta mahir olan İblis’in hilekârlığı 
üzerine meşhur “İblis’in Muaviye’yi namaza kaldırması” hikâyesini Mesnevî’sine almıştır. Bkz.: c. 2, 
b.: 2590-2778
309
Mevlevî, Mesnevî Şerhi ,c. 16, s. 13


65 
duygunun meydana geleceği yolu kesmek, bağlamak mümkündür. Fakat vicdânî 
anlayışı menetmenin imkânı yoktur. Akıllıya bir işaret kâfidir.”
310
Kulda ihtiyarı kabul etmemek Mevlâna için aynı zamanda “Hakk’tan aczi 
gidermek”, onu cahil, ahmak ve sefîh görmek
311
gibi bir yanlışa düşmektir. Zira 
“kaderi inkâr etmekte hiç olmazsa (kul yönünden) acizlik yoktur.
312
Hakk’tan aczi 
gidermek nasıl olur? Cebriye inancında olanlar derler ki; “Eğer biz, Kaderiye 
(Mutezile) tâifesi gibi düşünürsek hâşâ, Hakk’a, acz ve za’f isnâd etmiş oluruz. Biz 
desek ki; bir kimsenin nefsi veya şeytan o kimseyi isyana götürür ve onu kâfir eyler. 
O kimse ise Hakk’ın dergâhına varmak ister, Hakk da o kimsenin mü’min olmasını 
diler. Fakat şeytan o kimseyi mü’min olmaya bırakmaz. Onu Hakk’a itaatten 
meneder. Bu şekilde düşünür ve buna inanırsak Cenâb-ı Hakkâ acz ve za’f isnâd 
etmiş oluruz. Çünkü Hakk, bir kulunun mü’min olmasını ister ki, şeytan onu 
imandan alıkoymakta, böylece Hakk’ın kudreti nefsin ve şeytanın kudretine mağlup 
olmaktadır.”
313
Mevlâna, hem aklî hem de naklî açıdan mantıksız bulduğu cebrî 
düşünceye öyle kızar ki, cebrînin hırsının güneşe sırtını dönecek kadar kör olduğunu 
söyler.
314
İrâdenin varlığına delil olarak daha önce zikrettiğimiz “Hırsız ile Gece 
Bekçisi”
315
, “Bağ Sahibi ve Hırsız”
316
hikayelerini aktaran Mevlâna, cebrî 
düşünceye yol açan bir diğer yanlış düşünceyi daha belirtir ki, o da “Allah neyi 
diledi ise o oldu”
317
hadisine yapılan yanlış yorumlardır.
Mevlâna’ya göre “Kulun (Allah Rasûlünün) “Allah neyi diledi ise o oldu” 
demesi, “o işle uğraşma, tembel ol” demek değildir.”
318
Bilâkis bu hadis, “O 
310
Mevlevî, Mesnevî Şerhi,.c. 16, s. 18 
311
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3032 “Acz ihtimâlini Hakk’tan sürdün, O’na cahil, ahmak ve sefîh 
tabir ettin.”
312
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3033 “Kaderden (“kader yoktur” sözünden) acz olmaz; olsa bile 
cahillik âcizlikten beterdir.” 
313
Mevlevî, Mesnevî Şerhi ,c. 16, s. 19 
314
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3057 “Madem ki hırs güneşi gizler; eğer (Cebrî) burhân üzerine 
arkasını dönerse şaşırma.” 
315
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3058-3076 
316
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3077-3110 
317
Enes b. MalikMuvattâ, Tah.: Takiyuddin Nedvî, Babu’l-Kâlem, Şam, 1991, Ebvâbu’s-Salât, 29, 
Cilt 1, s. 261
318
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3111 


66 
hizmette ziyâde ve müstaîd ol, diye ihlâs ve sa’ye teşvik içindir.” 
319
Burada aklî bir 
delil getirir; Nasıl bir vezir için “O neyi dilerse o olur” deyince nimetlerinden 
istifade için onun etrafında dönüp dolaşıyorsan “Allah neyi diledi ise o oldu” 
denilince Hakk’ın lütuf ve ihsanlarından faydalanmak için rızasını kazanmaya 
bakmalısın.
320
Ve hadisten anlaşılması gereken manayı açıklar: “Bu (hadis) hararetli 
etmek (seni gayrete getirmek, iştiyakını artırmak) için gelmiştir; tâ ki, ümitsizlerin 
iki elini tutsun.
321
Yâni, “Allah neyi diledi ise o oldu” hadisi, Hakk yolunda 
nimetlere kavuşmak için çalışıp çabalamak, koşturmak, insanları Hakk’a ibadete 
teşvik etmek suretiyle ümitlerini kaybedenlerin iki elini tutmak
322
içindir.
Cebrî kâfirle Sünnî mü’min arasında tartışmaya neden olan bir başka 
ifadeye, “Kalem olacak şeyleri yazdı, o yazının mürekkebi bile kurudu”
323
hadisini 
izaha geçen Mevlâna, bu hadisin de teşvik amaçlı olduğundan ve iradeyi 
gereksizleştiren bir yorum yapılamayacağından hareketle, tembelliğin mazereti 
sayılamayacağını ifade eder: “Kad ceffe’l-kâlem”’in de tevili böyledir; önemli olan 
meşguliyet için teşviktir”
324
Burada bir genelleme söz konusudur; ilâhî kazayı yazan 
kalem, ibadet ve taat edenler için mükâfat, mağsiyet (günah işleyen) ve muhalefet 
edenler için de azap yazmıştır.
325
Mevlâna, kalemin “layık olana uygun düşeni”
326
yazdığını vurgulayarak, kalemin nasıl yazacağını insanın kendi tutumlarının 
belirlediğinin altını çizer.
327
Burada esas olan ilâhî adaletin kul üzerinde nasıl tecellî 
edeceğinin vurgulanmasıdır ki, Mevlâna’ya göre; zulmeden kişi kötülük yapmıştır, 
adaletli davranan mutluluğa kavuşur, hak yemek fenalık getirir, şarap içen kişi 
sarhoşluktan kendine zarar verir, tüm bunlar insan iradesinin sorumlu tutulduğu 
319
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3112 
320
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3116-3119 “Eğer derlerse ki, o vezir ne dilerse odur; cenkte irâde onun 
lâyıkıdır/ İhsan ve cömertliğini başına dökmesi için; acele onun etrafında yüz adamlık dolaşırsın / 
Yoksa vezirden ve köşkünden kaçar mısın? Bu onu yardımını araştırmak olmaz / Sen bu sözü ters 
anladın da tembel oldun; İdrâki ve hatırı mün’akis geldin (bu hal anlayışına ters düştü ve aklın 
karıştı)”
321
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3127 
322
Mevlevî, Mesnevî Şerhi, c.16, s. 31 
323
Muhammed b. İsmail BuharîSahîhu’l-Buhârî, İstanbul, Çağrı Yay., 1981, Kitâbu’n-Nikâh, 8
324
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3131 
325
Konuk, Mesnevî Şerhi, c. 10, s. 320 
326
Mevlevî, Mesnevî Şerhi, c. 16, s. 34 
327
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3133 “Eğri gidersen ceffel kâlem sana eğridir; doğruluktan yana 
olursan saadet getirir.” 


67 
emir ve nehiylerdir, kalemin yazdığı da budur.
328
Bu anlamda Ceffe’l-kâlem ilâhî 
adaleti temsil eder. Aksi takdirde Hakk’ın ezelî takdirde insan için yazdıklarının 
gerçekleştiği veya Hakk’ın bir kere yazdığı, bir daha müdahalesinin mümkün 
olmayacağı gibi bir acziyet isnadı akla gelir ki, Hakk Teâlâ bundan münezzehtir.
329
Kaldı ki, böyle bir durumda insanları hak dine davet etmesi için Allah’ın Peygamber 
ve velîleri göndermesine gerek kalmazdı. Yine Mevlâna, “kâlem olacak şeyleri 
yazdı” sözünden farkların aradan kalkması, cefâ ile vefânın bir tutulması gibi 
yanlışlara düşmemek gerektiğini dile getirerek, tam tersine Hakk’ın indinde adalet 
ve zulüm, hayır ve şer, iyi ve kötü, bunların ayrı şey olduğunun anlaşıldığını 
söylemektedir: 
- Belki ceffe’l-kâlemin manası o olur; adl ve zulüm benim indimde müsâvî 
değildir, 
328
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3134-35. Tarlan, Mevlâna’yı anlattığı eserinde bu yorumdan yola 
çıkarak şöyle demektedir: “Bu kadar senelik hayatımda terk öğrendiğim şey, hiçbir şeyi ceffel kalem 
inkâr etmemektir.” Tarlan, Mevlâna, s. 63.
329
“Ey Cebrî inancında olan kişi, sen revâ görür müsün ki, Allah ezelde verdiği karardan, yazdığı 
yazı yüzünden, işten kalsın, hiçbir şey yapmasın. Ey kulum, yazı yazıldı, kâlem de kurudu, iş benim 
elimden çıktı. Ben artık bir şey yapamam. Bu sebeple bana niyazda bulunma, bana çok gelme ve 
sızlanma desin. Buna imkân var mıdır? Bunu Peygamberlerden de, velîlerden de hiç birisi revâ 
görmemişlerdir. Şu halde sen, ey (Cebrî) nasıl böyle düşünüyorsun?
Cebriye tâifesi bu sakat görüşlerini isbât etmek için şu hadis-i şerifi ortaya sürerler, ve kendi 
inançlarına göre te’vîl ederler:
Abdullah b. Amr As hazretlerinden rivayet edilen hadis şöyle: “Bir gün Peygamber (a.s.) efendimiz 
bize geldi. Ol hazretin elinde yazılmış iki kitap vardı. Sağ elindeki kitap için; “Bu kitapta 
cennetliklerin isimleri ve künyeleri vardır. Bunlardan bir isim eksilmez ve fazlalaşmaz da. Sol elinde 
bulunan kitap için de, “bunda da cehennemliklerin adları yazılıdır. Bunlardan da birisi eksilmez ve 
fazlalaşmaz.” Sonra Peygamber Efendimiz kendi mübarek ellerini gösterdi ve o iki kitabı ellerinden 
bırakarak “Sizin Rabbiniz kulların emrinden fâriğ oldu. Kulların bir kısmı cennette ve bir kısmı da 
cehennemdedir.” diye buyurdu.”
Sünnet ehli bu hadisi Cebrail’in anlattıkları gibi anlatamazlar. Çünkü Cenâb-ı Hakk bir kere takdir 
edip bir daha etmezse sıfatlarından muattal kalması icab ederdi. Halbuki Allah (CC) “Kayyum”dur., 
her an bütün sıfatlarını ve fiillerini izhâr eder ve O her an takdir eder. Ra’d suresinin şu mealdeki 
39.ayet-i kerimesinde ”Allah ne dilerse onu yapar. Bazısını mahveder, vücuda getirmez. Bazısını da 
vücuda getirir. Ana kitap (Levh-i mahfuz) onun nezdindedir.“ (13/39). Bunun gibi Furkan süresinin 
ş
u mealdeki 70. ayetinde bu konu beyan buyrulmuştur. “Meğer ki tevbe edip iyi amel ve hareketlerde 
bulunan kimseler ola işte Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok yargılayıcı ve 
esirgeyicidir.” (25/70)
Bu ayetlerde Cenâb-ı Hakk’ın ezelde verdiği emir ve yazdığı yazı yüzünden işten ve takdirden geri 
kalmadığı açıkça belirtilmektedir. Kötülüklerin iyiliklere çevrilmesi, biz günahkâr kullar için büyük 
bir müjdedir. Bu sebeple; “Takdîr-i ezel gayrete âşıktır” demişlerdir.
“(……) Allah dilediğini yapar, ne dilerse onu hükmeder.” (…..) ayeti de yukarıdaki ayetler gibi bu 
hadise zıt düşmez. Çünkü Cenâb-ı Hakk, ne takdir eylediyse her anda evvelce yazdığına göre 
hükmeylemektedir. O yazıya göre halkeylemektedir. Ona göre mahveyler, bir hükmü bozar yahut 
bozmaz. Her ne eylerse takdir erylediğine göre eyler. Böylece Hakk Teala hiçbir zaman kullarından 
yüz çevirmemiştir. O her zaman kullarının yanındadır. Ezelde verdiği emir, yazdığı yazı yüzünden 
işten fariğ olmamıştır. Mevlevî, Mesnevî Şerhi,c. 16, s. 34-35.
Benzer bir yorum için bkz.: Can, Mesnevî Terc., c. 5-6, s. 254


68 
- Hayır ve şer arasına fark koydum; kötüden ve en kötüden dahi fark koydum, 
- Sende yârinden bir zerre edeb ziyadeliği olsa, Rabbin fazlı bilir, 
- O zerre mikdârını sana ziyâdesiyle verir; zerre bir dağ gibi ayağını dışarıya 
çıkarır, 
- Bir padişah ki, onun tahtı önünde; emînden ve zulüm isteyiciden fark 
olmasın.
330
Cebrî kâfirle Sünnî mü’minin atışmaları iki taraflı uzayıp gider. Fakat 
Mevlâna, daha önemli şeyler anlatmak gayesiyle sözü uzatmaz. Cebrîlerle 
Kaderiyyecilerin arasındaki bu tartışmanın kıyamete kadar süreceğini
331
söyleyen 
Cebrî, inancında devam eder ve “hasmımı alt etmekten aciz kalsaydım, onun 
mezhebine uyar, yolundan giderdim” diyerek konuyu hitama erdirir: 
- Kendi hasmımı defetmekten aciz kalsaydım; onun mezhebine tabi olurdum, 
- Onlar da cevap vermekten aciz kalsalardı; bu kaypak ve bozuk yoldan 
ürkerlerdi, 
- Bu gidişin böyle olması lazım gelir ki; hepsi delilleriyle kendi yollarına 
inanırlar, 
- Kimsenin, hasmının karşısında cevapsız kalmaması; hasmının ikbalinden 
mahcup olmaması lazım, 
- Ta ki bu yetmiş iki millet; kıyamete kadar dünyada kalsın ve bu çekişme 
sürüp gitsin.
332
Malûm olduğu üzere, Allah, kullarını bu dünyada intihana tabi tutmak, 
kendisine kulluk etmeleri için
333
birtakım emir ve nehiyler göndermiş, “bu işleri yap 
veya yapma” diye buyurmuştur. Cüz’î irade verilen insan, şeytanın vesveseleri ve 
meleklerin ikazlarıyla birlikte, kendi aklının da yardımıyla yapacağı işlerde karar 
verme hürriyetine sahiptir. Mevlâna’ya göre içimizde gizli bir ihtiyar 
330
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3138-42
331
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3214 “Bu öyle bahistir ki, Cebr ve Kader ehli arasında beşerin haşrine 
kadar sürer.”
332
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: b.: 3215- 19 
333
Zâriyât 51/56 “Biz cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”


69 
bulunmaktadır
334
ve ihtiyar, insanın içinde bulunan dilek ve güçtür,
335
yaptığımız 
iyiliklerden duyduğumuz sevinç ile kötülüklerden duyduğumuz pişmanlık da bunun 
en önemli delilidir.
336
Mevlâna, kaza ve kader konusunu da ilgilendiren son derece hassas 
inceliklerle dolu irade hürriyetinde ince bir ayrımı sunmakta ve Âdem ile İblis 
arasındaki farka dikkatlerimizi çekmektedir.
337
Âdem’in bağışlanmasına neden 
gösterdiği edep, şeytanın lanetlenmesine neden olan şey ise kibirden dolayı
338
yaptığı edepsizliktir.
339
“Kaza haktır, kulun çalışması da hak; Aklını başına al da, 
İ
blis gibi kör olma.”
340
Diyen Mevlâna’nın bu sözlerinden şu anlaşılmaktadır: 
Mevlâna’ya göre, Cebrî düşünce İblis merkezli bir bakış açısıdır ve hem insanî hem 
de ilâhî bir vasıf taşımamaktadır.
Mevlâna, Cebrî düşünceyi insanî açıdan dürüst olmamakla eleştirir. Nasıl ki 
insan, heves duyduğu, sevdiği ve arzuladığı bir işe meyleder, iradesi, gücü, kuvveti 
harekete geçerse bu yönde bir gayreti ortaya çıkıp, sonuç elde ettiğinde kendinden 
yana bir memnuniyet ve sevinç hissederse, aynı şekilde başına gelen musibetler için 
de kendinde kusur aramalı, iç muhasebe ve öz eleştiri yaparak eksiklerini 
araştırmalıdır. İnsanı “rüzgâr önünde savrulan kuru bir yaprak” gibi gören Cebrî 
334
Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2975 “İhityâr (cüz’î irâde) senin içinde sakindir (oturmaktadır); o bir 
Yusuf görmeden elini kesmez.”
335
Mevlevî, Mesnevî Şerhi, c. 15, s. 368
336
Mevlâna, Mesnevî, c.5, b.: 3025 “Yaptığın kötülükten duyduğun bir pişmanlık vardır; bu ihtiyârın 
olduğu içindir ki, onun sayesinde doğruyu buldun.”
337
Hem Hz. Âdem hem de İblis Allah’ın emrine karşı gelmiş, kusur işlemiştir. Fakat Hz. Âdem “Biz 
nefsimize zulmettik” (A’raf, 7/23) diyerek suçu üzerine almış, Allah’ın “Ey Âdem! Senin cürm ve 
mihnetini yaratan ben değil miyim? Senin günahın benim takdirim değil miydi?” sorusu üzerine de, 
“Korkumdan edebi bırakmadım” cevabını verince bağışlanmıştır. Aynı durumda İblis de “Âdem’e 
secde edin” (Bakara, 2/34) emrine karşı gelmiş ve sorguya çekilince de “Beni sen azdırdın” (A’raf, 
7/16) diyerek suçu Allah’a yüklemiştir. 
338
Sâ’d 38/76 “Beni ateşten ve onu topraktan yarattın.” ayeti bu gerçeğe işaret eder. “İblis, 
“Yükseğin alçağa secdesi nasıl münâsib olur?” dedi. İblis’e bu cürmü ve mukâbele eylemesi ve cidâl 
etmesi sebebi ile, Hakk Teâlâ, la’net edip onu tard eyledi. İblîs, “Yâ Rabbi! Hepsini sen yaptın ve 
senin fitnen idi; şimdi bana la’net edip tard eyliyorsun” dedi.” Mevlâna, Fî Hî Mâ Fîh, Konuk Terc., 
s. 95 
339
Mevlâna’ya göre edepsizlik, Allah’ın lütfundan mahrum olmaya sebeptir ve zararı sadece kişiye 
değil, bütün dünyaya olur. “Hudâ’dan edepte muvaffak olmayı dileyelim; edepten Rabbin lütfundan 
mahrumdur. / Edepten mahrum olan sadece kendine kötülük etmiştir; (edepsiz) belki felekleri 
(dünyayı) ateşe vermiştir.” Mevlâna, Mesnevî, c. 1, b.: 78-79 
340
Mevlâna, Mesnevî, c. 6, b.: 407 


70 
düşünceyi bu açıdan insanî bulmamaktadır. İnsanda bir ihtiyar vardır ve akıl (iradeyi 
yönlendirici etkisiyle) cebri kabul etmez, çünkü bu kendi varlığının inkârı anlamına 
gelmektedir. Kaderi inkâr etmek (yanlış olsa bile) hiç değilse duyguyu, hissiyatı 
inkâr etmediği ve kula özgüven sağladığı için cebre nazaran daha insaflı bir 
yaklaşımdır. Varlığıyla bütün âlemleri ihâta eden Allah, fiillerimizin yaratıcısıdır, 
bizim irademiz de Hakk’ın iradesinden doğmuştur.
341
İnsanın irade ettiği ve 
gerçekleştirdiği şeyleri yaratan Hakk, her şeyi bilmesine ve takdir etmesine rağmen 
kula seçim hakkı tanımıştır. Aksi takdirde imtihana tabi olmamızın bir anlamı 
yoktur. “Kulda ihtiyar yoktur” demek, insanın yolda uyumasına benzer ki, Hakk 
yolunda kişiyi uykuya yönelten bu düşünce, onu yarı yolda bırakmaya mahkûmdur.
Cebriyye’ye eleştirilerini yöneltirken aklî delillerin yanı sıra naklî delilleri de 
inceleyen Mevlâna, Cebrî düşüncenin “Attığın zaman sen atmadın” ayetini yanlış 
yorumladığını belirterek bu ayetin Cebir değil, Allah’ın Cebbâr ismine atıfta 
bulunduğunu iddia eder ki, Cebbâriyyetin zikri bizim onun yüceliğini görmemiz ve 
tazarru’ ve niyaz etmemiz içindir. Mevlâna, gerçek cebir sahiplerinin peygamberler 
ve velîler olduğunu, çünkü bu zâtların insanları doğru yola sevk etmek ve ilâhî 
emirleri hatırlatmak için görevli kişiler olması hasebiyle, her an her işlerinde Hakk’ı 
gözeten, her mertebede Hakk’ın varlığını müşahede eden kişilerin bu hallerinin 
diğer insanlardan farkına işaret etmektedir. “Allah neyi diledi ise o oldu” ve “Kalem 
olacak şeyleri yazdı, mürekkebi bile kurudu” gibi hadislerde Cebrî düşüncenin 
düştüğü hatayı da dile getiren Mevlâna, son derece basit izahlarla anlaşılması 
mümkün bu hadislerin Cebriye tarafından, bilerek menfî yorumlandığını savunur. 
Saltanat sahibi yönetici ve idarecilerin etrafında, nimetlerden faydalanmak için 
koşuşturup duran ve azamî gayret sarf eden insanın, her şeyin sahibi ve ne dilerse o 
olan Hakk’ın kudretini görüp de O’nun rızasını kazanmak, lütuf ve ihsanlarından 
faydalanmak için her dediğini gözetmesi gayet doğal bir davranıştır. Ayrıca “Kalem 
olacak şeyleri yazdı” sözünden her şeyin önceden takdîr edildiği ve asla 
değişmeyeceği gibi bir anlam çıkarmanın haksızlığı apaçık ortadadır ve bu insanı 
Hakk’a aczi sandı gibi büyük bir yanlışa sürükler. Mürekkebi kuruyacak kadar 
341
Saffât 37/96 “Sizi de, yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.” 


71 
yazan kalem ilâhî adaleti temsil eder; olan ve olması gerekenleri, iyiliğe ve kötülüğe 
sevkeden durumları, hâsılı insana dair doğruları ve yanlışları yazan kalem, vefâ ile 
cefâyı da ayırır, adalet ile zulmü de. Mevlâna’ya göre bu hadisten çıkarılması 
gereken anlam şudur; Hakk, iyi ve kötü, doğru ve yanlış olan her şeyin arasına fark 
koymuştur ve “layık olana uygun düşeni” remzeden kâlem de bunu yazmıştır. 
Hakk’ın indinde adalet ve zulüm farklıdır, iyiden daha iyinin, daha iyiden en iyinin 
farkını ortaya koyan Allah bildirmiştir ki; “Kim zerre miktarı bir hayır işlerse 
karşılığını görecektir; ve kim, zerre miktarı şer işlerse karşılığını görecektir.”
342
Mevlâna’nın Cebriyye’ye yönelttiği (ve aklî ve naklî delillerle ispatlamaya 
çalıştığı) eleştirileri sıraladığımızda karşımıza şunlar çıkmaktadır:
-
Mevlâna Cebrî düşünceyi itikadî açıdan küfür olarak görür.
-
Salt aklın işlevselliği olarak bakıldığında Cebrî düşünceyi Kaderî anlayıştan
daha mantıksız kabul eder.
-
Cebriyye’nin “Attığın zaman sen atmadın”
343
ayetini yanlış 
yorumladıklarını, bu ayetin kulun iradesizliğine değil, Hakk’ın gücüne işaret ettiğini 
iddia etmektedir.
-
İnsanı “rüzgâr önünde savrulan kuru bir yaprak” gibi gören Cebrî düşünce 
dürüst değildir. Bu yönüyle aklî açıdan da imkânsızdır, çünkü insan heves ettiği 
işlerde kudret sergilemeyi kabul eden Cebrî, hükm-ü ilâhiyi bahane edip, başına 
gelen sıkıntıyı Allah’a isnad etmektedir.
-
Cebir, iki türlüdür: birincisi (Cebriyye’nin savunduğu) halkın cebri ki, bu
bâtıldır ve kulu tembelliğe itmektedir. İkinci ve gerçek cebir; enbiyanın Hakk’a 
teslimiyetindedir, bu da mutlak teslimiyeti getiren, her haliyle Allah’a kul olma 
isteğinin doğurduğu zevk halidir.
-
Cebrî düşünce İblis merkezli bir bakış açısıdır ve hem insanî hem de ilâhî bir
vasıf taşımamaktadır. Cebrî düşünce şeytanın tezlerini ve ona kul olmayı savunur. 
Halbuki hissi, sağduyuyu ve beş duyguyu inkâr mümkün değildir ve bu da iradenin 
varlığına delildir.
-
Cebriye “Allah neyi diledi ise o oldu” hadisinden hareket ederek her işin 
342
Zilzâl 99/7-8 
343
Enfâl 8/17 


72 
hâlıkı olarak Allah’ı görmekle Hakk’tan aczi giderdiğini zannetmektedir, halbuki bu 
söz Hakk’a daha çok ibadet etmeyi ve O’ndan dilemeyi teşvik eder. Aynı şekilde 
“Kalem olacak şeyleri yazdı” hadisi de Cebriye tarafından yanlış yorumlanıp 
kaderciliğe kapı aralanmaktadır. Oysa Ceffe’l-kalem ilâhî adaleti ve “layık olana 
uygun düşeni” temsil eder.

Download 1.24 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   66




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling