T. C. Erciyes üNİversitesi sosyal b
Download 1.24 Mb. Pdf ko'rish
|
2ш3 сипат сабуни
5- MEVLÂNA’NIN CEBRİYYE’YE YÖNELİK ELEŞTİRİLERİ
Mevlâna, iradeyi Allah’ın bir nimeti, bir ihsanı sayar. Buna karşılık ş ükretmeyi tavsiye eder. 279 Şükürden kastı da, bu kudreti yerinde kullanmak, hayırlı işler yapmak, iyi bir insan olmaktır. Daha önce zikrettiğimiz “Arslan ve Av Hayvanları” hikâyesinde arslanın ağzından çalışıp çabalamanın tevekküle mani olmadığını, Allah’ın “Rezzak” olmasıyla beraber bize bahşettiği iradeyi iyi işlerde 272 Mevlâna, Mesnevî, c. 4, b.: 2306 “Vehim, dünyaları yakan firavun ve benzerlerine; akıl da ruhları aydınlatan Musa ve Musa gibi olanlara mahsustur.” 273 A’raf 7/104 274 Mevlâna, Mesnevî, c. 4, b.: 2308 275 Mevlâna, Mesnevî, c. 4, b.: 3684 “Şu halde aklın senin için usturlab olmuştur; varlık güneşinin yakınlığını onunla bilir, anlarsın” 276 Yakıt, Batı Düşüncesi ve Mevlâna, s. 144 277 Mevlâna, Mesnevî, c. 4, b.: b.: 3383-3384 “Akılsız bir kişi gibi o da aklının kıtlığından beni dövmemek için; tevbe ettiği halde tevbesini bozar ve yeniden günha işler, / İradesinin zayıf oluşundan tevbesini bozan kişi; zamanede İblis’in maskarası olur.” 278 Mevlâna, Divân-ı Kebîr, c. 3, b.: 1220, s. 153 279 Can, Mevlâna, Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, s. 288 58 kullanmanın, nimetinin kıymetini bilmekle eşdeğer olduğunu söyleyen Mevlâna, iradeyi yok saymayı, çıkılan yolda uyuyup kalmaya benzetir 280 Mevlâna, “Kaderin heybetinden cebre yüz tutuyorlar, yol kesicilerin korkusundan birisini kılavuz bile alamıyorlar.” 281 diyerek eleştirdiği Cebriyye 282 mensuplarının fikirlerini aklî deliller kullanarak yargılar: - Bütün şu emirler kader için gelmiştir; a gafil cebrî, sense künhüne varamadın, işin tadından, tuzundan habersizsin. - Köre, şu ipliği iğneye geçir diyen olur mu? Ayağı bağlanmış kişiye hadi, ava çık diyen bulunur mu? - İki günlük çocuğa kim oturur da güzelden, şaraptan söz açar? Yahut hayvana mahmur gözlerden kim bahseder? - Madem ki bir şeye gücün kuvvetin yetmiyor, git, karıların yanında otur, canıyla oynayanların halkasını bırak, bir kenara çekiş bâri. 283 280 Mevlâna, Mesnevî, c. 1, b.: 939-943 “O’nun (Allah’ın) nimetine şükretmeye çalışmak kudrettir; Senin cebrîliğin ise nimeti inkârdır, (O’nun verdiği) nimete şükür, kudreti artırır; cebir ise nimeti elinden çıkarır, Senin cebrin, yolda uyumaktır, uyuma; O kapıyı ve dergâhı görmedikçe uyuma, Ey itibarsız Cebrî! Sakın o meyveli ağacın altından başka yerde uyuma 281 Mevlâna, Divân-ı Kebîr, c. 2, b.: 3691, s. 460 282 Cebriye: “Cebir, kulun işlediği fiille ilgisini reddedip, o fiili Allah’a vermektir. Gerçek (Hâlis) Cebriyye (el-Cebriyyetü’l-Hâlisa) ve Yarı Cebriyye (el-Cebriyyetü’l-mütevassita) olmak üzere iki sınıfa ayrılır. Halis Cebriyye, kulun hiçbir fiili olmadığını, fiil işlemeye de kudreti bulunmadığını, benimseyenlerdir. Mutavassıt yani yarı Cebriyye ise kulun işlediği fiil konusunda kudreti bulunduğunu fakat bu kudretin fiil üzerinde tesiri bulunmadığını söyleyenlerdir. Bunun yanında fiilde herhangi bir şekilde tesiri olan yaratılış bir kudretin varlığını kabul edip bunun kesb diye adlandıranlar cebrî değillerdir.” Şehristanî, Milel ve Nihal, s. 84. - “Mezhebin kurucusu Cehm B. Safvân (v. 128/745) Bu sebeple Cebriyye’ye Cehmiyye de denilir. Cebriyye Mutezile’nin tam zıddı bir mezheptir. İnsanda hür iradenin varlığını inkâr ederek; insanın rüzgârın önündeki bir kuru yaprak gibi olduğunu, yaptığı işleri zorunlu olarak ve mecburen yaptığını kabul eder… Avrupalılar bu mezhebe Fatalizm derler. Cebriye cennet ve cehennemin dünya gibi geçici olduğuna, ahrette Allah’ın gözlerle görülemeyeceğine, O’nun kelâmının sonradan yaratılmış (hâdis) olduğuna inanır.” Kılavuz, Anahatlarıyla İslam Akaidi ve Kelama Giriş, s. 484, - “CEBR inancının ilk defa sahabe döneminde müşriklerin dile getirmesiyle görülmeye başlandığı, teorik gelişme ve yayılmasını Emevîler döneminde tamamladığı, CEBR düşüncesini ilk olarak Yahudilerin ortaya attığı, bazı Müslümanlara öğrettikleri ve bu Müslümanların da bunu yaymaya başladıkları söylenmiştir. Yine söylendiğine göre, Müslümanlar arasından bu düşünceye ilk davet eden kişi Ca’d B. Dirhem olmuştur. Cehm B. Safvân, Cehmiyye’nin de benimsediği “Cebr” düşüncesini Cad’dan almıştır.” Ebu Zehra, İslam’da İtikadî, Siyasî ve Fıkhî Mezhepler Tarihi, s. 110- 111 Cehmiyye için bkz.: DİA, “Cehmiyye” Maddesi, c. 7. Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, s. 156 283 Mevlâna, Divân-ı Kebîr, c. 2, b.: 650, s. 85 59 Mevlâna, diğer eserlerinde de kısmen yer vermekle birlikte ağırlıklı olarak “Mesnevî” adlı eserinde Cebrîlik konusunu işler ve “Sünnî Mü’min-Cebrî kâfir” 284 ayrımı yaparak bu konuya eğilir. Bunu yaparken de Cebriyye’nin ortaya attığı aklî ve naklî delilleri zikrederek yapılan yanlış yorumlara dikkat çeker. Ayrıca her iki görüşe de karşı olmasına rağmen aklın işlevselliği açısından ikisi arasında bir seçim yapmak gerekirse -hiç olmazsa kaderî olan kişi iradeyi yok saymadığından- cebrî (Cebriye) olmaktansa kaderî (Kaderiye) olmanın daha mantıklı olduğunu belirtir. 285 Mevlâna, Cebrî düşüncenin iddiasına kaynak olarak gördüğü “Attığın zaman sen atmadın” 286 ayetinden yola çıkarak yorum farkını ortaya koyar ve kulların irade- i ilâhiyye karşısındaki konumunu nakkaş fırçası önündeki duvar nakşına veya bir kadının gergefte işlediği nakşa benzeterek 287 bu ayetin nasıl yorumlanması gerektiğini izah eder: - Sen beytin tefsirini Kur’ân’dan oku; Huda “Mâ rameyte iz rameyte” buyurdu, - Eğer biz okları atarsak, bu atış bizden değildir; biz yayız ve ok atıcısı Huda’dır, - Bu cebir değil, manay-ı Cebbâriyettir; Cebbârlığın zikri, tazarrû içindir, - Tazarrûmuz ıztırarın delili oldu; utanmamız da ihtiyarın delili oldu, - Eğer ihtiyarımız olmasaydı, bu utanma nedir? Bu teessüf, bu hacâlet, bu hayâ nedir? - Üstadların çırakları men etmesi ne içindir? Hatırı tedbirlerden çevirmesi nedendir? 288 Mevlâna’ya göre, “Attığın zaman sen atmadın” ayeti cebri değil, Cebbâr ism-i ilâhîsinin manasına delâlet eder. Cebbârlığın 289 zikri ise, Hakk’a tazarru ve 284 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2963-3021 “Sünnî Mü’minin Cebrî Kâfire Cevap Verip Kulun İhtiyârı Olduğuna Dair Delil Göstermesi, İhtiyârı İspat Etmesi” isimli bölüm. 285 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3009 “Akıl bakımından cebir kaderden daha beterdir; zira cebre inanan kişi kendi duygularını (hissiyatını) inkâr etmektedir.” 286 Enfâl 8/17 287 Mevlevî, Mesnevî Şerhi, c. 2, s. 384 288 Mevlâna, Mesnevî, c. 1, b.: 616-621 289 Gölpınarlı Cebbârlığı “kırıklığı onarma” manasında zikreder. Gölpınarlı, Divan-ı Kebir Terc., “Mevlân’da Tasavvuf ve Dünya Görüşü” c. 1, s. ıxx 60 niyazı gerektirir. 290 İnsan, kudreti ve kuvveti dışında bir belaya mübtela olduğunda ağlayıp inler, yalvarıp yakarır. Mevlâna’ya göre bu hal, onun o işte muztar ve mecbur olduğunu gösteren bir delildir. Fakat gücü dahilindeki bir işi yapamayan kimsenin duyduğu sıkıntı ve keder, onun irade ve ihtiyârının bulunduğuna delildir. 291 Bu iradesi olmasa, insan neden bu sıkıntı ve utanma duygusunu yaşasın? Yine aynı şekilde (hayatın içinden, güncel bir delil getirerek) Mevlâna, bir ustanın bazı münasebetsiz halleri için çırağını ikaz etmesini de, çırağın iradesine delil olarak göstermektedir. Aksi takdirde ustanın çırağını her haliyle mazur görmesi gerekmez miydi? diye sormaktadır. İ nsanın bir iradeye ve bu irade sayesinde tercih hakkına sahip bulunduğunu savunan Mevlâna, son derece basit aklî delillerin bile iradeyi kanıtladığına örnekler gösterir: - Eğer sen ayağını bağladıklarını, senin üzerine padişahın çavuşlarının oturduğunu görüyor isen, - O halde sen acizlere çavuşluk etme; zira o, acizin tabiatı ve huyu değildir. - Madem sen Allah’ın cebrini görmüyorsun, görüyorum deme; Görüyorsan hani görmenin alâmeti? - Meylin olan bir işte kendi kudretini açıkça görürsün, - Meylin olmayan her bir işte de, bu Huda’dandır diyerek cebrî olursun. 292 Ayak bağıyla hükm-ü ilâhîyi yani kazayı kasteden Mevlâna, eli kolu bağlanmış mecbur bir insanın başkalarına karşı herhangi bir irade 290 Mevlevî, Mesnevî, c. 2, s. 388 Bu beytin ayrıca tasavvufî bir yorumunu da yapmak mümkündür: “Tekvîn Kelâm’a ve Kelâm Kudret’e ve kudret İrâde’ye ve İrâde İlm’e ve İlim ma’lûma tâbîdir ve ma’lûm “a’yân-ı sâbite”dir. Yani Hakk, ilm-i ilâhîsinde sabit olmayan “şey”in zuhûrunu irâde etmez ve irâde etmediği “şey”e de kudreti taalluk etmez; ve kudreti taalûk etmeyen “şey” dahi mevcûd olmaz… Kul ezelde lisân-ı istidâd ile ne taleb etmiş ise, Hakk onu vermiş ve bu âlem-i kesîfte de kezâ kul, irâde ve ihtiyârın, bu istidadının sevkı ile fiilen isti’mal edip, yine onu taleb etmiş ve Hakk dahi kezâlik onu vermiştir. Binâenâleyh Hakk tarafından cebir yoktur. Cebir ancak her mazharın hakikatinden kendisine vaki’ olur. Bunların heyet-i mecmûasını Hakk’ın cebbâriyyeti ihâta etmiştir; zirâ vücûd-u hakikî Hakk’ındır ve kulun vücûdu bu vücûda müzâf olan bir vücûddur. O halde dâimâ Hakk’ın Cebbâriyyeti altında zebûndur; ve mahlûkatın Hakk’ın Cebbâriyyeti altında zebûn olmasının hikmeti de, gayriyyet libasıyle zâhir olan insanların mevhûm olan varlıklarını, vücûd-u hakîkî muvâcehesinde ifnâ için, kemâl-i zilletle tazarru’ ve niyâzları lâzım gelmiş olmasındandır.” Konuk, a.g.e, c. 1, s. 235-236 291 Mevlevî, Mesnevî Şerhi, c. 2, s. 389 292 Mevlâna, Mesnevî, c. 1, b.: 632-636 61 gösteremeyeceğinden bahsederek, “mademki sen böyle âcizsin, âcizlere kafa tutma hakkın yok” demeye getirmektedir. Diğer taraftan arzu ve isteklerine uyan bir işte kudretin ortaya çıkmasını makul gören cebrînin istemediği bir durum karşısında “Bu Hakk’tandır” demesini de ikiyüzlü bir tavır olarak görmektedir. Mevlâna’ya göre dünya hayatında cebrî olanlar yalnızca (Allah’ın emir ve buyrukları dışında hareket etmeyen, seçilmiş) peygamberlerdir 293 , onlar da bütün efalini Hakk’ın isteği ve emirleri doğrultusunda yapan kişilerdir. Hakk’ın iradesini insanın iradesini ifnâ etmek için sebep gösteren cebrîye karşı Mevlâna “cebr-i mutavassıt” 294 olarak nitelendirilen sünnet yolunu şöyle tefsir eder: - Hakk’ın fiili vardır, bizim de fiilimiz de vardır, her ikisini de gör; bizim fiilimiz vardır, bu meydandadır, - Eğer halkın fiili ortada değilse, o halde kimseye “Niçin böyle yaptın?” deme, - Hakk’ın yaratması, bizim ef’alimizin mûcididir; bizim fiilimiz Hakk’ın yaratmasının eserleridir. 295 Yine de “insan-ı kâmil” örneği olan enbiyânın ve evliyânın ilâhî kudret karşısında düştüğü hayret sonucu sergilediği takdîre şayan teslimiyeti, irade ve cebr bahsinde Mevlâna’yı zaman zaman müşkil duruma düşürmüş olmalı ki, bazen bu meselenin havâs-avâm ayrımını yaparken zorluklar yaşar ve yine Hakk’a iltica eder: - Ey bize akıllar veren! Feryâda yetiş; Sen dilemedikçe hiçbir kimse dilemez, - Hem taleb senden, hem de iyilik senden; Biz kimiz? Evvel Sen’sin, ahir Sen, 293 Mevlâna, Mesnevî, c. 1, b.: 638-639 “Peygamberler dünya işlerinde; kâfirler de ahiret işlerinde cebrîdirler/ Peygamberler için ahiret işi ihtiyâridir; cahiller için de dünya işi ihtiyârîdir.” Burada bir izaha ihtiyaç duyuyoruz; Peygamberler ve velîler ilâhî hakikatlere hemhâl olduklarından bir an evvel Hakk’a ulaşmayı dünya işleriyle uğraşmaktan daha çok dilemekte ve dünya işlerini (terk etmeyip) yapmakta ancak her işlerinde Hakk’ın rızasını gözettiklerinden herkesten farklı görünmektedirler. Burada ahireti dünyaya tercih etme söz konusudur. Aksi takdirde Mevlâna, dünya işlerini zemmeden birisi değildir ki, sadece uhrevî değil dünyevî ilimler yolunda bir ömür harcamış, tıpkı Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gibi evlenmiş, evlad-ı iyal sahibi olmuş, zamanının bütün siyasî, ictimâî meseleleriyle yakından ilgilenmiştir. Bu konuyu yine Mevlâna kendi beyitlerinde anlatır: “Cebrden bahsederken aşkı hatırladım, aşk benim sabrımı, kararımı, cüz’î irâdemi elimden aldı; Âşık olmayan kişi, cebrini hapsetti, fakat âşık olan cebirden korkmadı, onu serbest bıraktı. Çünkü âşıkların cebri, cevr-i mezmûm (suç sayılan cebr) değil; cebr-i Memdûh (beğenilen cebr)tur. Bu cebr Hakk’la beraber olmaktır. / Bu hal hakikat ayının ve hiddet nurunun görünüşüdür; şüphe ve imansızlık bulutunun görünüşü değildir. / Şayet bu cebr bile olsa, herkesin anladığı, bildiği, suç sayılan, kötülüğü emreden nefs-i emmârenin cebri değildir.” Mevlâna, Mesnevî,c. 1, b.: 1464-1466 (Not: En sade olduğu için Şefik Can tercümesinden istifade edilmiştir.) 294 Mevlevî, Mesnevî Şerhi, c. 3, s. 753 295 Mevlâna, Mesnevî, c. 1, b.: 1481-1483 62 - Hem Sen söyle, hem Sen dinle, hem Sen ol; bu kadar varlığımızla biz yine de hiçbir şeyiz, - Her şeyimizi sana havale ettik, secdeye rağbetimizi artır; Cebrin tembelliğini gönderip ateşimizi söndürme, - Cebir kâmillerin kolu, kanadı; tembellerin bağı, zindanıdır, - Bu Cebri Nil suyu gibi bil; mü’mine sudur, kâfire kan. 296 “Dünya hayatında cebrî olanlar yalnızca peygamberlerdir” diyen Mevlâna Cebri ikiye ayırmaktadır; birincisi kâmil insanların kolu kanadı olan ve ilâhî aşka vasıl olmalarını sağlayan, bu halin zevkiyle her bir mertebede Hakk’ın vücûd ve varlığını müşahede etmelerine imkân veren cebirdir. İnsan-ı kâmil olan kişiler ulaştıkları bu makamın zevkiyle bulundukları her mertebede mâşuklarının (Hakk’ın) emri ve cebri dairesinde hareket etmekten büyük bir haz duyarlar. İkinci cebir ise; tembellerin cebridir ki, bu cebir onların ayak bağı olur ve onlar Allah’a değil kendi nefislerine âşık olduklarından, her an Hakk’ın beraberliğinden habersizdirler. Bu yüzden “madem ki varlık ve irade O’nundur, o benim ibadet etmemi isterse âbid olurum, fıskımı isterse fâsık olurum” diyerek tembelliklerine mazeret olarak Hakk’ı göstermektedirler ki bu yorum tamamen yanlıştır. 297 “Ortada bedava sofraya oturup yemek yok; Sünnet yolu, çalışmak ve kazanmaktır” 298 diyen Mevlâna “Müslüman’ın Bir Mecûsî’yi Dine Davet Etmesi” 299 adlı hikâyesinde Mecûsî’nin ağzından cebir inancının iddialarını dile getirir. Hikâyeye göre; bir Müslüman bir Mecûsî’yi Müslüman olmaya davet eder. Mecûsî cebrî düşüncede olduğu için “Huda iman etmemi dilerse mü’min olurum; eğer fazlı ziyade olursa mûkın (yakîn sahibi) olurum” 300 şeklinde cevap verir ve Cebrî düşüncenin temel iddialarından birini dile getirir: “Ey insaflı kişi, madem onlar galiptirler; onların dostu olurum ki, kuvvetli olur.” Mecûsî “onlar” derken nefis ve ş eytanı kastetmektedir ve şunun imâ etmektedir; “Madem ki nefis ve şeytan beni 296 Mevlâna, Mesnevî, c. 6, b.: 1438-1443 297 Konuk, Mesnevî Şerhi, c. 11, s. 476 298 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2444 299 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 291-2936 300 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2913 63 küfre ve Mecûsîlerin ibadethanesine çekiyor ve Hakk ise benim imânımı istediği halde nefsin ve şeytanın murâdına karşı gelemiyor, o halde nefis ve şeytan Hakk’a galip gelmiş oluyorlar; böyle olunca ben kuvvetli ve galip tarafın dostu olup küfürde ve Mecûsîlikte kalırım” 301 Mecûsî iddialarına devam eder: - Madem ki Hakk benden sıdk (doğruluk) ve azîm (bağlılık) istedi; İsteği yerine gelmedikten sonra ne fayda? - Nefis ve şeytan kendi iradesini gerçekleştirdikten sonra; Hakk’ın inâyeti kahroldu ve hurd-u murd (paramparça) oldu. 302 - Madem ki nefsin dileği müsteân geldi (nefsin istediği olduktan sonra); “Allah neyi diledi ise oldu” sözü istihzâ geldi (bir alaydan ibarettir). 303 - Bir kimse O’nun muradı olmaksızın ve O’nun hilâfına; O’nun mülkünde hüküm isteyici olsun, - Birisi O’nun mülkünü ele geçirsin de; dem (nefes) yaratan dem vurmaya kâdir olmasın, - Allah, onun (şeytanın) def’ini istesin de; o, her dem o adama gussa (dert) artırsın, - Bu şeytana kul olmak lazım olur; çünki her encümende (mecliste) galip odur. 304 “Allah, bütün mülklerin sahibiyken, O’nun izni olmadan O’nun mülkünde bir başkası söz sahibi oluyor ve buna Hudâ’nın sesi çıkmıyorsa, nefis ve şeytanın oyunları insanı mağlup ederken Hakk, buna izin veriyorsa, benim yapabileceğim ne var ki!” şeklinde özetleyebileceğimiz Mecûsî’nin iddialarını zikrettikten sonra Mevlâna, sünnî mü’minin dilinden cebrî kâfire cevap verir ve “Kaza hakkında Cebriyâne nükteler söyledin; Macerayı dinle de işin sırrını benden duy” 305 diyerek insanın irade sahibi bir varlık olduğuna dair deliller getirir. Şimdi bunları görelim: 301 Konuk, Mesnevî Şerhi, s. 259 302 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2918-2919 303 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2929 304 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2931-2934 305 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2966 64 - Şüphesiz bizim için bir ihtiyar vardır; hissi inkâr edemezsin, bu apaçık ortadadır, - Hiç kimse taşa “Gel buraya” demez; Bir kimse kerpiçten nerede vefâ ister? - Bir adama kimse “Âgâh ol (Haydi uç)” demez; yahud “Ey kör, bana bak” demez, - Yezdân (Hakk) “Âmâya zahmet yoktur” 306 Rabbü’l-ferec (güçlükleri aşıp kolaylaştıran) bir kimseye ne vakit zahmet koyar? 307 İ nsanın hür bir iradeye sahip olduğunu, bu iradeyi harekete geçiren saikler bulunduğunu kaydeden Mevlâna, melek (ruh) ve şeytanın insana şerri ve hayrı göstererek iradesini kullanmadaki etkilerini 308 sonra bunların her ikisinin de ihtiyarın varlığına delil olduğunu zikreder ve O’na göre; irademiz, ruhumuzun sağduyusunu dinlerse iyi işler yapıp sevap kazanmakta, şeytanın sözünü dinleyip kötü işler yaptığında da günah kazanmaktadır. 309 Mevlâna’ya göre, aklı başında olan bir kimsenin cebre inanması mümkün değildir, kaderî (kaderi inkâr eden – Kaderiye mezhebiner mensup) kişiyi anlamak bir nebze mümkün görünse bile âyân beyân ortada olan insan hissiyatını inkâr eden cebrîye hak vermek mümkün değildir. Zira, “İhtiyâr dediğimiz, bir şeyi yapmama dileği gibi, vicdânî idrâk ile biz çaresizliği, öfkeyi, hoşgörülüğü; sıkıntı ve belaya sabır ve tahammül eylemeyi, tokluğu ve açlığı anlarız. Duygu ile sarıyı kırmızıdan, büyüğü küçükten, acıyı tatlıdan, miski pislikten ayırt ederiz. Dokunmakla da yumuşağı katıdan, sıcağı soğuktan, yakıcı sütü sıcak sütten, yaşı kurudan, duvarı ağaçtan ayırt etmiş oluruz. Şu var ki vicdânî anlayışı inkâr eden, hissi ve duyguyu da inkâr eder. Hatta daha da ileri gider. Şu da bir hakikat ki, vicdânî anlayış, yani iç duygular, dış duygulardan daha da açık olarak duyulur. Dış duyguya engel olmak 306 Fetih 48/17 307 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2967-70 308 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2982-3004. Mevlâna, düzenbazlıkta mahir olan İblis’in hilekârlığı üzerine meşhur “İblis’in Muaviye’yi namaza kaldırması” hikâyesini Mesnevî’sine almıştır. Bkz.: c. 2, b.: 2590-2778 309 Mevlevî, Mesnevî Şerhi ,c. 16, s. 13 65 duygunun meydana geleceği yolu kesmek, bağlamak mümkündür. Fakat vicdânî anlayışı menetmenin imkânı yoktur. Akıllıya bir işaret kâfidir.” 310 Kulda ihtiyarı kabul etmemek Mevlâna için aynı zamanda “Hakk’tan aczi gidermek”, onu cahil, ahmak ve sefîh görmek 311 gibi bir yanlışa düşmektir. Zira “kaderi inkâr etmekte hiç olmazsa (kul yönünden) acizlik yoktur. 312 Hakk’tan aczi gidermek nasıl olur? Cebriye inancında olanlar derler ki; “Eğer biz, Kaderiye (Mutezile) tâifesi gibi düşünürsek hâşâ, Hakk’a, acz ve za’f isnâd etmiş oluruz. Biz desek ki; bir kimsenin nefsi veya şeytan o kimseyi isyana götürür ve onu kâfir eyler. O kimse ise Hakk’ın dergâhına varmak ister, Hakk da o kimsenin mü’min olmasını diler. Fakat şeytan o kimseyi mü’min olmaya bırakmaz. Onu Hakk’a itaatten meneder. Bu şekilde düşünür ve buna inanırsak Cenâb-ı Hakkâ acz ve za’f isnâd etmiş oluruz. Çünkü Hakk, bir kulunun mü’min olmasını ister ki, şeytan onu imandan alıkoymakta, böylece Hakk’ın kudreti nefsin ve şeytanın kudretine mağlup olmaktadır.” 313 Mevlâna, hem aklî hem de naklî açıdan mantıksız bulduğu cebrî düşünceye öyle kızar ki, cebrînin hırsının güneşe sırtını dönecek kadar kör olduğunu söyler. 314 İrâdenin varlığına delil olarak daha önce zikrettiğimiz “Hırsız ile Gece Bekçisi” 315 , “Bağ Sahibi ve Hırsız” 316 hikayelerini aktaran Mevlâna, cebrî düşünceye yol açan bir diğer yanlış düşünceyi daha belirtir ki, o da “Allah neyi diledi ise o oldu” 317 hadisine yapılan yanlış yorumlardır. Mevlâna’ya göre “Kulun (Allah Rasûlünün) “Allah neyi diledi ise o oldu” demesi, “o işle uğraşma, tembel ol” demek değildir.” 318 Bilâkis bu hadis, “O 310 Mevlevî, Mesnevî Şerhi,.c. 16, s. 18 311 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3032 “Acz ihtimâlini Hakk’tan sürdün, O’na cahil, ahmak ve sefîh tabir ettin.” 312 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3033 “Kaderden (“kader yoktur” sözünden) acz olmaz; olsa bile cahillik âcizlikten beterdir.” 313 Mevlevî, Mesnevî Şerhi ,c. 16, s. 19 314 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3057 “Madem ki hırs güneşi gizler; eğer (Cebrî) burhân üzerine arkasını dönerse şaşırma.” 315 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3058-3076 316 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3077-3110 317 Enes b. Malik, Muvattâ, Tah.: Takiyuddin Nedvî, Babu’l-Kâlem, Şam, 1991, Ebvâbu’s-Salât, 29, Cilt 1, s. 261 318 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3111 66 hizmette ziyâde ve müstaîd ol, diye ihlâs ve sa’ye teşvik içindir.” 319 Burada aklî bir delil getirir; Nasıl bir vezir için “O neyi dilerse o olur” deyince nimetlerinden istifade için onun etrafında dönüp dolaşıyorsan “Allah neyi diledi ise o oldu” denilince Hakk’ın lütuf ve ihsanlarından faydalanmak için rızasını kazanmaya bakmalısın. 320 Ve hadisten anlaşılması gereken manayı açıklar: “Bu (hadis) hararetli etmek (seni gayrete getirmek, iştiyakını artırmak) için gelmiştir; tâ ki, ümitsizlerin iki elini tutsun. 321 Yâni, “Allah neyi diledi ise o oldu” hadisi, Hakk yolunda nimetlere kavuşmak için çalışıp çabalamak, koşturmak, insanları Hakk’a ibadete teşvik etmek suretiyle ümitlerini kaybedenlerin iki elini tutmak 322 içindir. Cebrî kâfirle Sünnî mü’min arasında tartışmaya neden olan bir başka ifadeye, “Kalem olacak şeyleri yazdı, o yazının mürekkebi bile kurudu” 323 hadisini izaha geçen Mevlâna, bu hadisin de teşvik amaçlı olduğundan ve iradeyi gereksizleştiren bir yorum yapılamayacağından hareketle, tembelliğin mazereti sayılamayacağını ifade eder: “Kad ceffe’l-kâlem”’in de tevili böyledir; önemli olan meşguliyet için teşviktir” 324 Burada bir genelleme söz konusudur; ilâhî kazayı yazan kalem, ibadet ve taat edenler için mükâfat, mağsiyet (günah işleyen) ve muhalefet edenler için de azap yazmıştır. 325 Mevlâna, kalemin “layık olana uygun düşeni” 326 yazdığını vurgulayarak, kalemin nasıl yazacağını insanın kendi tutumlarının belirlediğinin altını çizer. 327 Burada esas olan ilâhî adaletin kul üzerinde nasıl tecellî edeceğinin vurgulanmasıdır ki, Mevlâna’ya göre; zulmeden kişi kötülük yapmıştır, adaletli davranan mutluluğa kavuşur, hak yemek fenalık getirir, şarap içen kişi sarhoşluktan kendine zarar verir, tüm bunlar insan iradesinin sorumlu tutulduğu 319 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3112 320 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3116-3119 “Eğer derlerse ki, o vezir ne dilerse odur; cenkte irâde onun lâyıkıdır/ İhsan ve cömertliğini başına dökmesi için; acele onun etrafında yüz adamlık dolaşırsın / Yoksa vezirden ve köşkünden kaçar mısın? Bu onu yardımını araştırmak olmaz / Sen bu sözü ters anladın da tembel oldun; İdrâki ve hatırı mün’akis geldin (bu hal anlayışına ters düştü ve aklın karıştı)” 321 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3127 322 Mevlevî, Mesnevî Şerhi, c.16, s. 31 323 Muhammed b. İsmail Buharî, Sahîhu’l-Buhârî, İstanbul, Çağrı Yay., 1981, Kitâbu’n-Nikâh, 8 324 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3131 325 Konuk, Mesnevî Şerhi, c. 10, s. 320 326 Mevlevî, Mesnevî Şerhi, c. 16, s. 34 327 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3133 “Eğri gidersen ceffel kâlem sana eğridir; doğruluktan yana olursan saadet getirir.” 67 emir ve nehiylerdir, kalemin yazdığı da budur. 328 Bu anlamda Ceffe’l-kâlem ilâhî adaleti temsil eder. Aksi takdirde Hakk’ın ezelî takdirde insan için yazdıklarının gerçekleştiği veya Hakk’ın bir kere yazdığı, bir daha müdahalesinin mümkün olmayacağı gibi bir acziyet isnadı akla gelir ki, Hakk Teâlâ bundan münezzehtir. 329 Kaldı ki, böyle bir durumda insanları hak dine davet etmesi için Allah’ın Peygamber ve velîleri göndermesine gerek kalmazdı. Yine Mevlâna, “kâlem olacak şeyleri yazdı” sözünden farkların aradan kalkması, cefâ ile vefânın bir tutulması gibi yanlışlara düşmemek gerektiğini dile getirerek, tam tersine Hakk’ın indinde adalet ve zulüm, hayır ve şer, iyi ve kötü, bunların ayrı şey olduğunun anlaşıldığını söylemektedir: - Belki ceffe’l-kâlemin manası o olur; adl ve zulüm benim indimde müsâvî değildir, 328 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3134-35. Tarlan, Mevlâna’yı anlattığı eserinde bu yorumdan yola çıkarak şöyle demektedir: “Bu kadar senelik hayatımda terk öğrendiğim şey, hiçbir şeyi ceffel kalem inkâr etmemektir.” Tarlan, Mevlâna, s. 63. 329 “Ey Cebrî inancında olan kişi, sen revâ görür müsün ki, Allah ezelde verdiği karardan, yazdığı yazı yüzünden, işten kalsın, hiçbir şey yapmasın. Ey kulum, yazı yazıldı, kâlem de kurudu, iş benim elimden çıktı. Ben artık bir şey yapamam. Bu sebeple bana niyazda bulunma, bana çok gelme ve sızlanma desin. Buna imkân var mıdır? Bunu Peygamberlerden de, velîlerden de hiç birisi revâ görmemişlerdir. Şu halde sen, ey (Cebrî) nasıl böyle düşünüyorsun? Cebriye tâifesi bu sakat görüşlerini isbât etmek için şu hadis-i şerifi ortaya sürerler, ve kendi inançlarına göre te’vîl ederler: Abdullah b. Amr As hazretlerinden rivayet edilen hadis şöyle: “Bir gün Peygamber (a.s.) efendimiz bize geldi. Ol hazretin elinde yazılmış iki kitap vardı. Sağ elindeki kitap için; “Bu kitapta cennetliklerin isimleri ve künyeleri vardır. Bunlardan bir isim eksilmez ve fazlalaşmaz da. Sol elinde bulunan kitap için de, “bunda da cehennemliklerin adları yazılıdır. Bunlardan da birisi eksilmez ve fazlalaşmaz.” Sonra Peygamber Efendimiz kendi mübarek ellerini gösterdi ve o iki kitabı ellerinden bırakarak “Sizin Rabbiniz kulların emrinden fâriğ oldu. Kulların bir kısmı cennette ve bir kısmı da cehennemdedir.” diye buyurdu.” Sünnet ehli bu hadisi Cebrail’in anlattıkları gibi anlatamazlar. Çünkü Cenâb-ı Hakk bir kere takdir edip bir daha etmezse sıfatlarından muattal kalması icab ederdi. Halbuki Allah (CC) “Kayyum”dur., her an bütün sıfatlarını ve fiillerini izhâr eder ve O her an takdir eder. Ra’d suresinin şu mealdeki 39.ayet-i kerimesinde ”Allah ne dilerse onu yapar. Bazısını mahveder, vücuda getirmez. Bazısını da vücuda getirir. Ana kitap (Levh-i mahfuz) onun nezdindedir.“ (13/39). Bunun gibi Furkan süresinin ş u mealdeki 70. ayetinde bu konu beyan buyrulmuştur. “Meğer ki tevbe edip iyi amel ve hareketlerde bulunan kimseler ola işte Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok yargılayıcı ve esirgeyicidir.” (25/70) Bu ayetlerde Cenâb-ı Hakk’ın ezelde verdiği emir ve yazdığı yazı yüzünden işten ve takdirden geri kalmadığı açıkça belirtilmektedir. Kötülüklerin iyiliklere çevrilmesi, biz günahkâr kullar için büyük bir müjdedir. Bu sebeple; “Takdîr-i ezel gayrete âşıktır” demişlerdir. “(……) Allah dilediğini yapar, ne dilerse onu hükmeder.” (…..) ayeti de yukarıdaki ayetler gibi bu hadise zıt düşmez. Çünkü Cenâb-ı Hakk, ne takdir eylediyse her anda evvelce yazdığına göre hükmeylemektedir. O yazıya göre halkeylemektedir. Ona göre mahveyler, bir hükmü bozar yahut bozmaz. Her ne eylerse takdir erylediğine göre eyler. Böylece Hakk Teala hiçbir zaman kullarından yüz çevirmemiştir. O her zaman kullarının yanındadır. Ezelde verdiği emir, yazdığı yazı yüzünden işten fariğ olmamıştır. Mevlevî, Mesnevî Şerhi,c. 16, s. 34-35. Benzer bir yorum için bkz.: Can, Mesnevî Terc., c. 5-6, s. 254 68 - Hayır ve şer arasına fark koydum; kötüden ve en kötüden dahi fark koydum, - Sende yârinden bir zerre edeb ziyadeliği olsa, Rabbin fazlı bilir, - O zerre mikdârını sana ziyâdesiyle verir; zerre bir dağ gibi ayağını dışarıya çıkarır, - Bir padişah ki, onun tahtı önünde; emînden ve zulüm isteyiciden fark olmasın. 330 Cebrî kâfirle Sünnî mü’minin atışmaları iki taraflı uzayıp gider. Fakat Mevlâna, daha önemli şeyler anlatmak gayesiyle sözü uzatmaz. Cebrîlerle Kaderiyyecilerin arasındaki bu tartışmanın kıyamete kadar süreceğini 331 söyleyen Cebrî, inancında devam eder ve “hasmımı alt etmekten aciz kalsaydım, onun mezhebine uyar, yolundan giderdim” diyerek konuyu hitama erdirir: - Kendi hasmımı defetmekten aciz kalsaydım; onun mezhebine tabi olurdum, - Onlar da cevap vermekten aciz kalsalardı; bu kaypak ve bozuk yoldan ürkerlerdi, - Bu gidişin böyle olması lazım gelir ki; hepsi delilleriyle kendi yollarına inanırlar, - Kimsenin, hasmının karşısında cevapsız kalmaması; hasmının ikbalinden mahcup olmaması lazım, - Ta ki bu yetmiş iki millet; kıyamete kadar dünyada kalsın ve bu çekişme sürüp gitsin. 332 Malûm olduğu üzere, Allah, kullarını bu dünyada intihana tabi tutmak, kendisine kulluk etmeleri için 333 birtakım emir ve nehiyler göndermiş, “bu işleri yap veya yapma” diye buyurmuştur. Cüz’î irade verilen insan, şeytanın vesveseleri ve meleklerin ikazlarıyla birlikte, kendi aklının da yardımıyla yapacağı işlerde karar verme hürriyetine sahiptir. Mevlâna’ya göre içimizde gizli bir ihtiyar 330 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3138-42 331 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3214 “Bu öyle bahistir ki, Cebr ve Kader ehli arasında beşerin haşrine kadar sürer.” 332 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: b.: 3215- 19 333 Zâriyât 51/56 “Biz cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” 69 bulunmaktadır 334 ve ihtiyar, insanın içinde bulunan dilek ve güçtür, 335 yaptığımız iyiliklerden duyduğumuz sevinç ile kötülüklerden duyduğumuz pişmanlık da bunun en önemli delilidir. 336 Mevlâna, kaza ve kader konusunu da ilgilendiren son derece hassas inceliklerle dolu irade hürriyetinde ince bir ayrımı sunmakta ve Âdem ile İblis arasındaki farka dikkatlerimizi çekmektedir. 337 Âdem’in bağışlanmasına neden gösterdiği edep, şeytanın lanetlenmesine neden olan şey ise kibirden dolayı 338 yaptığı edepsizliktir. 339 “Kaza haktır, kulun çalışması da hak; Aklını başına al da, İ blis gibi kör olma.” 340 Diyen Mevlâna’nın bu sözlerinden şu anlaşılmaktadır: Mevlâna’ya göre, Cebrî düşünce İblis merkezli bir bakış açısıdır ve hem insanî hem de ilâhî bir vasıf taşımamaktadır. Mevlâna, Cebrî düşünceyi insanî açıdan dürüst olmamakla eleştirir. Nasıl ki insan, heves duyduğu, sevdiği ve arzuladığı bir işe meyleder, iradesi, gücü, kuvveti harekete geçerse bu yönde bir gayreti ortaya çıkıp, sonuç elde ettiğinde kendinden yana bir memnuniyet ve sevinç hissederse, aynı şekilde başına gelen musibetler için de kendinde kusur aramalı, iç muhasebe ve öz eleştiri yaparak eksiklerini araştırmalıdır. İnsanı “rüzgâr önünde savrulan kuru bir yaprak” gibi gören Cebrî 334 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 2975 “İhityâr (cüz’î irâde) senin içinde sakindir (oturmaktadır); o bir Yusuf görmeden elini kesmez.” 335 Mevlevî, Mesnevî Şerhi, c. 15, s. 368 336 Mevlâna, Mesnevî, c.5, b.: 3025 “Yaptığın kötülükten duyduğun bir pişmanlık vardır; bu ihtiyârın olduğu içindir ki, onun sayesinde doğruyu buldun.” 337 Hem Hz. Âdem hem de İblis Allah’ın emrine karşı gelmiş, kusur işlemiştir. Fakat Hz. Âdem “Biz nefsimize zulmettik” (A’raf, 7/23) diyerek suçu üzerine almış, Allah’ın “Ey Âdem! Senin cürm ve mihnetini yaratan ben değil miyim? Senin günahın benim takdirim değil miydi?” sorusu üzerine de, “Korkumdan edebi bırakmadım” cevabını verince bağışlanmıştır. Aynı durumda İblis de “Âdem’e secde edin” (Bakara, 2/34) emrine karşı gelmiş ve sorguya çekilince de “Beni sen azdırdın” (A’raf, 7/16) diyerek suçu Allah’a yüklemiştir. 338 Sâ’d 38/76 “Beni ateşten ve onu topraktan yarattın.” ayeti bu gerçeğe işaret eder. “İblis, “Yükseğin alçağa secdesi nasıl münâsib olur?” dedi. İblis’e bu cürmü ve mukâbele eylemesi ve cidâl etmesi sebebi ile, Hakk Teâlâ, la’net edip onu tard eyledi. İblîs, “Yâ Rabbi! Hepsini sen yaptın ve senin fitnen idi; şimdi bana la’net edip tard eyliyorsun” dedi.” Mevlâna, Fî Hî Mâ Fîh, Konuk Terc., s. 95 339 Mevlâna’ya göre edepsizlik, Allah’ın lütfundan mahrum olmaya sebeptir ve zararı sadece kişiye değil, bütün dünyaya olur. “Hudâ’dan edepte muvaffak olmayı dileyelim; edepten Rabbin lütfundan mahrumdur. / Edepten mahrum olan sadece kendine kötülük etmiştir; (edepsiz) belki felekleri (dünyayı) ateşe vermiştir.” Mevlâna, Mesnevî, c. 1, b.: 78-79 340 Mevlâna, Mesnevî, c. 6, b.: 407 70 düşünceyi bu açıdan insanî bulmamaktadır. İnsanda bir ihtiyar vardır ve akıl (iradeyi yönlendirici etkisiyle) cebri kabul etmez, çünkü bu kendi varlığının inkârı anlamına gelmektedir. Kaderi inkâr etmek (yanlış olsa bile) hiç değilse duyguyu, hissiyatı inkâr etmediği ve kula özgüven sağladığı için cebre nazaran daha insaflı bir yaklaşımdır. Varlığıyla bütün âlemleri ihâta eden Allah, fiillerimizin yaratıcısıdır, bizim irademiz de Hakk’ın iradesinden doğmuştur. 341 İnsanın irade ettiği ve gerçekleştirdiği şeyleri yaratan Hakk, her şeyi bilmesine ve takdir etmesine rağmen kula seçim hakkı tanımıştır. Aksi takdirde imtihana tabi olmamızın bir anlamı yoktur. “Kulda ihtiyar yoktur” demek, insanın yolda uyumasına benzer ki, Hakk yolunda kişiyi uykuya yönelten bu düşünce, onu yarı yolda bırakmaya mahkûmdur. Cebriyye’ye eleştirilerini yöneltirken aklî delillerin yanı sıra naklî delilleri de inceleyen Mevlâna, Cebrî düşüncenin “Attığın zaman sen atmadın” ayetini yanlış yorumladığını belirterek bu ayetin Cebir değil, Allah’ın Cebbâr ismine atıfta bulunduğunu iddia eder ki, Cebbâriyyetin zikri bizim onun yüceliğini görmemiz ve tazarru’ ve niyaz etmemiz içindir. Mevlâna, gerçek cebir sahiplerinin peygamberler ve velîler olduğunu, çünkü bu zâtların insanları doğru yola sevk etmek ve ilâhî emirleri hatırlatmak için görevli kişiler olması hasebiyle, her an her işlerinde Hakk’ı gözeten, her mertebede Hakk’ın varlığını müşahede eden kişilerin bu hallerinin diğer insanlardan farkına işaret etmektedir. “Allah neyi diledi ise o oldu” ve “Kalem olacak şeyleri yazdı, mürekkebi bile kurudu” gibi hadislerde Cebrî düşüncenin düştüğü hatayı da dile getiren Mevlâna, son derece basit izahlarla anlaşılması mümkün bu hadislerin Cebriye tarafından, bilerek menfî yorumlandığını savunur. Saltanat sahibi yönetici ve idarecilerin etrafında, nimetlerden faydalanmak için koşuşturup duran ve azamî gayret sarf eden insanın, her şeyin sahibi ve ne dilerse o olan Hakk’ın kudretini görüp de O’nun rızasını kazanmak, lütuf ve ihsanlarından faydalanmak için her dediğini gözetmesi gayet doğal bir davranıştır. Ayrıca “Kalem olacak şeyleri yazdı” sözünden her şeyin önceden takdîr edildiği ve asla değişmeyeceği gibi bir anlam çıkarmanın haksızlığı apaçık ortadadır ve bu insanı Hakk’a aczi sandı gibi büyük bir yanlışa sürükler. Mürekkebi kuruyacak kadar 341 Saffât 37/96 “Sizi de, yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.” 71 yazan kalem ilâhî adaleti temsil eder; olan ve olması gerekenleri, iyiliğe ve kötülüğe sevkeden durumları, hâsılı insana dair doğruları ve yanlışları yazan kalem, vefâ ile cefâyı da ayırır, adalet ile zulmü de. Mevlâna’ya göre bu hadisten çıkarılması gereken anlam şudur; Hakk, iyi ve kötü, doğru ve yanlış olan her şeyin arasına fark koymuştur ve “layık olana uygun düşeni” remzeden kâlem de bunu yazmıştır. Hakk’ın indinde adalet ve zulüm farklıdır, iyiden daha iyinin, daha iyiden en iyinin farkını ortaya koyan Allah bildirmiştir ki; “Kim zerre miktarı bir hayır işlerse karşılığını görecektir; ve kim, zerre miktarı şer işlerse karşılığını görecektir.” 342 Mevlâna’nın Cebriyye’ye yönelttiği (ve aklî ve naklî delillerle ispatlamaya çalıştığı) eleştirileri sıraladığımızda karşımıza şunlar çıkmaktadır: - Mevlâna Cebrî düşünceyi itikadî açıdan küfür olarak görür. - Salt aklın işlevselliği olarak bakıldığında Cebrî düşünceyi Kaderî anlayıştan daha mantıksız kabul eder. - Cebriyye’nin “Attığın zaman sen atmadın” 343 ayetini yanlış yorumladıklarını, bu ayetin kulun iradesizliğine değil, Hakk’ın gücüne işaret ettiğini iddia etmektedir. - İnsanı “rüzgâr önünde savrulan kuru bir yaprak” gibi gören Cebrî düşünce dürüst değildir. Bu yönüyle aklî açıdan da imkânsızdır, çünkü insan heves ettiği işlerde kudret sergilemeyi kabul eden Cebrî, hükm-ü ilâhiyi bahane edip, başına gelen sıkıntıyı Allah’a isnad etmektedir. - Cebir, iki türlüdür: birincisi (Cebriyye’nin savunduğu) halkın cebri ki, bu bâtıldır ve kulu tembelliğe itmektedir. İkinci ve gerçek cebir; enbiyanın Hakk’a teslimiyetindedir, bu da mutlak teslimiyeti getiren, her haliyle Allah’a kul olma isteğinin doğurduğu zevk halidir. - Cebrî düşünce İblis merkezli bir bakış açısıdır ve hem insanî hem de ilâhî bir vasıf taşımamaktadır. Cebrî düşünce şeytanın tezlerini ve ona kul olmayı savunur. Halbuki hissi, sağduyuyu ve beş duyguyu inkâr mümkün değildir ve bu da iradenin varlığına delildir. - Cebriye “Allah neyi diledi ise o oldu” hadisinden hareket ederek her işin 342 Zilzâl 99/7-8 343 Enfâl 8/17 72 hâlıkı olarak Allah’ı görmekle Hakk’tan aczi giderdiğini zannetmektedir, halbuki bu söz Hakk’a daha çok ibadet etmeyi ve O’ndan dilemeyi teşvik eder. Aynı şekilde “Kalem olacak şeyleri yazdı” hadisi de Cebriye tarafından yanlış yorumlanıp kaderciliğe kapı aralanmaktadır. Oysa Ceffe’l-kalem ilâhî adaleti ve “layık olana uygun düşeni” temsil eder. Download 1.24 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling