T. C. Erciyes üNİversitesi sosyal b
Download 1.24 Mb. Pdf ko'rish
|
2ш3 сипат сабуни
Rumî’nin İnsan Anlayışı ve İnsanın Kozmk Âlemdeki Yeri,
“Uluslar arası Mevlâna Sempozyum Bildirileri -1”, Motto Yay., Haziran 2010, s. 253 473 Ruh-beden ilişkisi için bkz.: Mevlâna, Mesnevî, c. 3, b.: 4419-59, Yakıt, Batı Düşüncesi ve Mevlâna , s. 33-38 474 Mevlâna, Mesnevî, c. 1, ilk 18 beyit. Hazret-i Mevlâna diğer bir rubâisinde; “Ney’i dinle ki neler söylüyor. Allah’ın gizli sırlarını tekellüm ediyor. Yüzü sararmış, içi boşalmış, yahud neyzenin nefesine terkedilmiş olduğu halde dilsiz ve kelamsız, Hudâ, Hudâ diyor.” buyurmuştur. 99 zindanında, insan çeşitli isteklerde bulunur -irade eder. Fakat şaşılacak şeydir ki, dilediğimiz şeyleri bazen umduğumuz yerden değil de, hiç ummadığımız bir kişiden veya yerden elde ederiz. Bu niçin böyledir? Mevlâna’ya göre kaos gibi görünen bu durum, cüz’î iradenin ilâhî iradenin gücünü görmesi için Hakk’ın akıl ermez, nadir bir hikmeti yüzündendir. 475 İnsan, aklı ve iradesiyle bir işin peşinden koşar, örneğin rızkını kazanmak için terzilik yapmak ister, bir de bakar ki şartlar onu kuyumcu olarak yetiştirmiş, dileği (ekmeğini kazanma isteği) gerçek olur ama onun beklediği yerden değil, başka bir yerden. Peki, madem irade ettiği, umduğu yerden değil de başka yerden emeli gerçekleşecekti, o halde bu umudun içinde doğmasına Allah neden müsaade etmektedir? Mevlâna, bunu “Hakk’ın bir hikmeti, bir sanatı görmek için, insan gönlü hayretler içinde kalsın” 476 diye izah eder. İnsan, Hakk’tan başka bir yerden bir şey ummasın, başka bir kimseden böyle bir şey beklemesin diye Hakk, insana bu tür deliller göstermektedir. 477 Çünkü Mevlâna’ya göre, şükürle şikâyet beraberdir, huzurla rahat sıkıntılarla eştir 478 , tezatlarla dolu dünyada başımıza gelen işler, hep O’nun kudretinin yüceliğine işaret eder. Aklımızın bizi getireceği nihâî nokta burası olmalıdır ve burası bizi (zihin dağınıklığından kurtararak) asıl hürriyete kavuşturacak olan yerdir. Bu inceliği fark etmiş olan kişi bilir ki, kederlerin, üzüntülerin altında bile gizli bir define vardır ki, bunu yapan yine Hudâ’nın kendisidir. 479 İ nsan-ı kâmil de böyledir. Neyistân-ı ezelden, yânî (Â’yân-ı Sabite) âleminden, daha açığı âlem-i İ lâhîdeki mevkiinden kader sevkiyle şu Dünya’ya getirilmiş, beşeriyet kaydına ve anâsır-ı tabîat bendine vurulmuş, ayrılık ateşîle bağrı şerha şerha olmuş, makâm-ı kadîmindeki feyizden mahrum kalmış; kalbini nefsin heveslerinden, zihnini (Hestî-i Mevhûm) yânî, şu vehimden ibaret varlık tahliye etmiş, kendisini Allah’ın kudret ve düzenine terketmiş, Müessîr-i Hakîkinin irâdesine vâsıta olmakdan başka bir vazifesi kalmamış, nefha-i İlâhiye hangi perdeden zuhûr eylerse o nağmeyi icra ediyor. Mahlûkattan her birinin aslı vatanına karşı muhabbet olması ve onun hasretîle ağlayıp inlemesi ve ş ikayetde bulunması tabiîdir.” Mevlevî, Mesnevî Şerhi, c. 1, s.51. Ayrıca ilk 18 beytin şerhi için bkz.: Konuk, Mesnevî Şerhi, c. 1, s. 71-87 475 Mevlâna, Mesnevî, c. 6, b.: 4198 “Hakk’ın ilminde olan nadir bir hikmet yüzündendir ki; o hükmü ma-sebakta (ezelde) yazmıştı” 476 Mevlâna, Mesnevî, c. 6, b.: 4191 “Bir sanat ve hikmet içindir ki; ta ki senin gönlün hayretle dola” 477 Konuyla ilgili beyitlerin tamamı için bkz.: Mevlâna, Mesnev, c. 6, b.: 4173-4203. Ayrıca tercüme ve şerhler için bkz.: Konuk, Mesnevî Şerhi, c. 13, s. 98-103, Mevlevî, Mesnevî Şerhi, c. 18, s. 228-33, Can, Mesnevî Terc. c. 6, s. 638-41, İzbudak, Mesnevî Terc. c. 6, s. 331-33 478 “Âlemin başlangıcı bir gürültüdür, bir hay-huy; sonu bir sarsıntıdır, bir deprem. Aşkla şükür, ş ikâyetle beraberdir, huzurla rahat, sıkıntılarla eş.” Mevlâna, Divan-ı Kebîr, c. 1, b.: 10, s. 8. 479 “Bu dünyada halkın cefası seninle beraberdir; eğer bilirsen, bunun altından bir hazine gelir. / Halkı böylece seninle kavgalı eder; ta ki bu kötü haller seni çaresiz bıraksın. / Bu yakîni bil ki onların hepsi sonunda; sana düşman olacak, başkesen kesilecektir.” Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 1520-22 100 Bütün fiillerimizin arkasında Hakk var ise insan iradesi Mevlâna için ne ifade etmektedir? Yaygın bir temsil olan “el titreme” teması bu konuda Mevlâna’nın da başvurduğu bir örnektir ve iradenin varlığını izah ederken hastalıktan (mecburen- cebren) elin titremesiyle kendi iradesiyle elini titretmek arasındaki farkı vurgulayan Mevlâna’ya göre, ilâhî irade her şeyi kuşatıcıdır ve insan iradesi kendisine verilen tercih etme hakkını kullanarak fiilini -ilâhî iradenin dahilinde- özgürce gerçekleştirir ki, sorumlu olmanın temeli de budur. Kulun mukayyyed (kayıt altında) bir varlık içinde hayatını devam ettiriyor olması, onu sınırlayan bir unsur değildir, zira mukayyet olan bedendir ve düşünceye sınırlama getirmek imkânsızdır. Düşüncenin eyleme geçmesini sağlayan insan iradesi, kendi ürettiği veya önünde bulunan tercihlerden birini seçer ve Hakk’ın izniyle fiil meydana gelir. Kul ister, Allah yaratır. Bu fiil, önceden takdir edilen ve bizim kesbettiğimiz bir fiil değil, onu tercih ettiğimiz anda meydana gelen ihtiyarî bir fiildir. Bir mutasavvıf olan Mevlâna, kudretin fiilden önce mi, o anda mı yaratıldığını bir problem olarak görmez ve çözmeye çalışmaz, ancak biz O’nun fikirlerinden anlıyoruz ki; kul, bir fiili gerçekleştirmek istediğinde, bu fiili gerçekleştirecek kudret o anda Allah tarafından yaratılır, zira Allah, sürekli bir yaratma halindedir. Mevlâna’nın cebir-ihtiyar meselesine yaklaşımında verdiğimiz örneklerde bir nokta dikkati çekmektedir ki, o da Mutezile’den ziyade Cebrî inanç üzerinde durmasıdır. 480 Bu yaklaşımı kanaatimizce O’nun kuldaki sorumluluğa dikkat çekme isteği ve İslam inancı açısından Cebrî inancı (Mutezile’ye nazaran) daha tehlikeli görmesi ile bağlantılı bir durumdur. O, kulun acziyeti fikrine asla tahammül edememekte, mutlak hürriyeti savunmayı, cebri savunmaktan daha tutarlı görmektedir. Aynı zamanda bu, ahlakî bir durumdur, çünkü O’na göre Cebrî düşüncede, insanın hayvandan farkını ortaya koyan iradeyi ve aklı inkâr yoluyla tembellik, İslâm çatısı altında sunulmaktadır. Bir başka husus, dürüstlüktür. Hoşuna 480 “Mevlânâ, Kur’ân’ın rûhuyla bağdaşmadığını gördüğü, insanın bütün eylemlerinde hür olduğunu savunan katı determinist Mu’tezile Kelam ekolü ve katı indeterminist bir çizgi izleyerek hürriyet fikrini inkar eden Cebrî inanç mensuplarıyla kıyasıya fikrî plânda mücâdele vermiştir. Özellikle o, Cebrî akîdeye mensup olanların düşünce yanlışlıklarını düzeltme noktası üzerinde daha çok durmuş; psikolojik ve kelamî delilleri kullanarak onları ikna etme yol ve yöntemini seçmiştir. Bu alanda Mevlânâ’nın izlediği orta yolun, sorunu çözümleme ve açıklığa kavuşturma bakımından akla ve Kur’an’ın rûhuna en uygun bir yol olduğunu söyleyebiliriz.”Altıntaş, Mevlâna’da İrade Hürriyeti, s. 14 101 giden şeylerde müthiş bir azim gösterip, istemediği durumlarla karşılaştığında suçu Allah’a yüklemek, insanı etik davranmaktan da alıkoymaktadır. Bu, nefsin isteklerine boyun eğmektir ki, Mevlâna bu durumdaki kişiyi saman çöpüne 481 benzetir. Allah’ın rolünü inkâr edip bütün kudreti kendinden görmekte hiç değilse sorumluluk vardır. Bu sorumluluk, insanın yeryüzündeki varlığının nedenini açıklamakta bütün ilmî disiplinlerin ortak çözümüdür. Mutezile şeytanî (İblisî) olan Cebre nazaran insanî (Âdemî) bir yaklaşımdır. Yani, (yanlışlığına rağmen) mutlak hürriyeti savunan hürriyeti inkâr edenden üstündür. Diğer bir ifadeyle söyleyecek olursak; her şeyi insana yüklemek, her şeyi Tanrı’ya isnad etmekten daha insanî (Âdemî) bir davranıştır. Çünkü Mevlâna, “Hürriyeti kulluğa taş çatlasa satmam” 482 diyen bir mütefekkirdir. Öte yandan, kulun kendi fiillerinin yaratıcısı olduğunu düşünen Mutezile’yi de eleştiren Mevlâna’nın bu noktada en büyük dayanağı kulun bir araç olmadan işlerini yapamıyor olmasıdır ki, bu da kulun yaratmadığına delildir. İ nsan bir fayda umarak bir iş yapar, fakat o işteki hikmet, kulun sandığı (aklına- fikrine geldiği) kadar değildir. Burada namaz örneğini veren Mevlâna, kulun âhirette sevaba nâil olmak, dünyada da sorumluluktan kurtulmak için namaz kıldığını, ancak namazın faydalarının bundan çok daha fazla olduğunu belirterek insanın varlığını “bir çuval buğday”a benzetir; “padişah, şu buğdayı nereye götürüyorsun, benim ölçeğim orada” diye bağırmaktadır. İnsanınsa ölçekten haberi bile yoktur; buğdaya dalıp gitmiştir. 483 Kulun bir araçla fiilini meydana getirmesi ve o aracın Allah tarafından yaratılıyor olması, fiili işlerken o anda fiili işleme kudretinin de yaratıldığına delâlet eder. Yani Mevlâna’ya göre kulun yaptığı fiil, önceden 481 Mevlâna, Mesnevî, c. 3, b.: 215 “Her rüzgâra kapılan saman çöpüne benzer; muhakkak dağ, ne zaman rüzgâra vezin eder (değer verir?)” “Nefsin isteklerine uyan kişi, saman çöpü gibidir. O, her arzu rüzgârının önüne düşer, savrulur durur; Sebatlı, ihtiyatlı kişi ise dağa benzer. Bir dağ hiç esen rüzgâra değer verir mi?” Can, Mesnevî Terc., c. 3-4, s. 27 482 A. Kadir, Bugünün Diliyle Mevlâna, Say Yay., Sekizinci Basım, İstanbul, 1993, s. 137. Mevlâna’nın “Hürriyeti Satmam” başlığıyla tercüme edilen bu şiiri meşhur olduğundan buraya almayı uygun görüyoruz. Âlemin bal şerbetinden bana ne? İş te önümde benim ayran tasım. Ne malım mülküm var, ne azığım. Ben gene de senin azığın olsun diye çalışırım, Senin başını sokacak bir yerin olsun diye, Senin bir dikili ağacın. Ama hürriyeti kulluğa taş çatlasa satmam. 483 Mevlâna, Fî Hi Mâ Fîh, Gölpınarlı Terc., s. 172 102 yaratılmış ve kul sadece ona yönelen varlık değildir. Âlemi kuşatan Hakk’ın iradesi, kula fiilini işlerken iradesini harekete geçirme ve yapma kudretini de vermektedir. İ nsanda kutsal bir emanet vardır; o da “O’na ruhumuzdan üfledik” 484 ayetinden mülhem Allah’ın ruhudur. Dolayısıyla bu kutsal emaneti taşıması gayesine binâen içine hapsedilen bedeni insana emanet veren Allah, tabi ki emanet verdiği bu kıymetli cevherden dolayı kulu sorumlu tutacaktır. Zira insan cevherdir, geri kalan her şey arazdır, teferruattır, bütün kâinat insana hizmet etmekle mükelleftir, dolayısıyla insan araz olan dünyaya değil, cevher olan özüne (ruhuna) yönelmeli, o kaynaktan beslenmeli, taşıdığı bedeni ruhun aslî ihtiyaçlarına göre kullanma sorumluluğunu yüklenmelidir. 485 Bu sorumluluğunu yüklenmesi ve iradesini bu gayeye yönlendirmesi için de ona akıl bahşedilmiştir ve aklın iradeyi yönlendirerek bedene hükmetmesi “deveyi güden deveci”, “koyunları güden çoban” misalidir. Dolayısıyla bedenî arzularımıza karşılık aklın sağduyusuyla hareket ederek irademizi iyi (ve bize de faydalı olacak) işlere sevk edebiliriz. Peki kul bu faydalı işleri yaptığında, elde edeceği hayır yaptığı ibadetten mi gelir, yoksa Allah’ın lütfu mudur? Mevlâna’ya göre Hakk’ın lütfudur, Hakk’ın başarısıdır. Lakin Hakk Teâlâ, lütfunun sonsuzluğundan her ikisini de kula izafe edip, “Yaptıkları ş eylere karşılık” 486 ayeti gereğince “sendendir” buyurmuştur. Madem böyledir, Hakk’ın lütfu ve keremi vardır, o halde bu, kim gerçekten bir şey talep eder, isterse onu bulur, elde eder demek midir? Mevlâna bunu kabul eder ama bir yol göstericiye uymadan olmayacağını düşünmektedir. Nitekim kavmi Musa’ya uyduğunda, denizde yollar açılmış, kavmi denizi geçerek yol bulmuştur. Fakat muhalefete başladıkları, buyruğunu dinlemedikleri vakit, çölde uzun zaman kalmışlardır. Mevlâna için akıl insanın bedeninde bir başbuğ gibidir, bedenin uzuvları ona itaat ettikçe bütün işleri düzeninde gider, fakat itaat etmezse işleri bozulur. Akıl, nasıl bedende buyruk sahibiyse, halk da kendi akılları, anlayışlarıyla, görünüşleriyle, 484 Mevlâna, Mesnevî, c. 6, b.: 233 “Feleğin miracı nedir? Şu yokluk; Âşıklar için mezhep de yoktur, din de yoktur” 485 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3575-77 “İnsan cevherdir, gökyüzü ona araz; (insan dışında) her şey teferruattır ve ona arazdır, Ey akıllar, fikirler, tedbirler kendisine payende olan; madem ki böyledir, neden kendini ucuza satarsın? Varlığın tamamı senin hizmetine koşmakla farzolunmuştur; bir cevher neden arazdan ihsan ister ki?” 486 Secde 12/37 “Artık onlar için yaptıkları şeye bir karşılık vardır” 103 bilgileriyle, insan-ı kâmil bir veliye nispeten beden mesabesindedirler; onların arasında akıl velî kişidir ve onlar da beden. Halk akla (veliye) itaat etmezse, ömrü pişmanlıkla geçer. Bu itaat öyledir ki, o ne yaparsa yapmaları gerekir, hatta yaptıklarını kendi akıllarına danışmamaları gerekir, zira anlayamamaları ihtimaldir. Bir çocuğu terzi dükkânına verdiğinde, çocuk ustası ne diyorsa onu yapar. Öğrenmek için başına buyruk davranmaktan vazgeçer, ustasının emrine uyar. Bu anlamda Hakk’ın bir lütfu yüzbinlerce çalışmadan yeğdir. “Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır” 487 ayeti ile “Hakk’ın cezbelerinden bir cezbe, ins ve cinin ibadâtından hayırlıdır” hadisi manen aynı anlama gelir. Yani Hakk’ın lütuf ve keremi eriştiğinde, yüzbin ve daha fazla gayretin işini görür. Çalışıp çabalamak da güzeldir; ama Hakk’ın inâyeti karşısında nedir ki! 488 Mevlâna, bu açıklamalarıyla aslında birçok soruya da cevap vermektedir. Örneğin aklın görevi, gücü ve kudret sahası, insanın nakle ihtiyaç duymadan sadece akılla ilâhî hakikatleri anlayıp doğru yolu bulup bulamayacağı, Peygamberlere imanın gerekip gerekmediği, kulun iradesi dışında başına gelen işlerin mahiyeti, cüz’î iradenin ilâhî irade karşısındaki konumu gibi soruların cevaplarını bu açıklamasında bulmak mümkündür. Ve Mevlâna’ya göre; “Eli, ayağı kırılanın elini, ayağını sınıkları onaran Tanrı sarıp bağlasaydı, o kişi ne cebirde kalırdı, ne kaderde, ne korkardı, ne umardı.” 489 Mevlâna, “Muhtelif mezhepler arasında tereddüde uğramak ve bunlardan ayrılıp kurtulmak” adlı bölümde, aynı konuda değişik mezheplerin farklı bakış açılarına sahip olmasını doğal karşılar ve bu görüşlerin tamamının bâtıl ya da Hakk olarak karşılanmasının mümkün olmadığını, zıtlar arası muvazeneye delâlet ettiğini söylemektedir: - Bu öyle bir şey ki, herkes mârifetten; gayba mensup olan mevsûfa sıfat yapar, - Felsefî başka türlü şerh etmiştir; bâhisî (Mutezile) de onun sözünü cerh etmiştir, 487 Kadir 97/3 488 Mevlâna, Fî Hi Mâ Fîh, Konuk, Terc., s. 52-53, Gölpınarlı Terc., s. 45-46 489 Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr, c. 6, b.: 108, s. 110 104 - Ve bir diğeri üçüncü, her ikisine ta’n ve itiraz eder; bir diğeri de (dördüncü) riyâzetle can çekişir, - Bunu hakikat bil ki, bunların hepsi hakikat değildir; bunların hepsi delâlet de (sapık da) değildirler, - Çünkü Hakk olmayınca batıl zuhur etmez; Bir ahmak, kalp (sahte) bir parayı altın zannıyla alır, - Eğer dünyada nakd-i rayic (geçer akçe) olmasaydı; kalp paraları sürmek nasıl mümkün olurdu? - Doğru söz olmayınca yalan nasıl olur? O yalan, doğrudan güç ve kuvvet alır - Eğriyi doğru ümidi ile satın alırlar; zehri şekere korlar, öyle yerler, - Eğer lezzetli buğday olmasaydı; buğday gösterip arpa satmak isteyen nasıl kazanırdı? - Sakın “bunların hepsi delâlettir” deme; Bâtıllar Hakk kokusu üzerinde gönül tuzağıdırlar, - O halde “hepsi hayaldir ve delâlettir” deme; Âlemde hakikatsiz hayal olmaz, - Hakk, geceler içinde gizli Kadir Gecesi gibidir; ta ki ruh her geceyi imtihan etsin, - Ey genç, ne bütün geceler kadirdir; ne de bütün geceler ondan hâlîdir, - Delk-pûşanlar (aba giyen dervişler) arasında bir fakiri imtihan et; o kimse ki haktır, onu tut, - Kiyâset (zekâ) ve temyîz sahibi mü’min nerdedir ki; mef’ulcükleri fetâdan ayırt etsin, - Eğer dünyada ma’yûbat (ayıplı mallar) olmasaydı; tâcirler hep amak olurlardı, - Öyleyse meta tanıyıcılık (kumaşın değerini bilmek) kolay olurdu; Bir ayıp olmayınca ehil ve nâehil nerede? - Ve eğer her şey ayıplı olsaydı, ilmin de faydası yoktur; çünkü hepsi çöptür, burada od (ağacı) yoktur, - Bir kimse ki mevcûdâtın hepsi haktır derse, o ahmaktır; hepsi batıldır diyen de şâkîdir, 105 - Enbiyâ tâcirler gibi fayda ettiler; renk ve koku tâcirleri kûr-u kebûddur (zarar ve ziyandadırlar), - Mal (dünya malı) (batını gören) gözde yılan görünür; ey gafil, iki gözünü de iyi sil, - Bu (dünyadaki) alışverişe gıpta ile bakma; Firavn ve Semûd’un ziyanını gör, - Bu feleğe mükerrer nazar et; çünkü Hakk, “tekrar bak” 490 buyurdu. 491 Gazelin tamamına bakıldığında, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, hak ile batılın, sağlam ile çürüğün, dürüst ile sahtekârın bir arada bulunması ilâhî bir hikmet olarak sunulmakta, “her şey zıddıyla kaimdir” prensibi temel alınmaktadır. “Bahisî”den maksat Mutezile mezhebidir. Mevlâna, gazelin iki ve üçüncü beytinde batıl fırka olarak gördüğü mezhepleri saymaktadır. 492 Karşı çıkmasına rağmen bunların varlığını gerekli görmekte, hepsine batıl ya da hak demeyi de ahmaklık ve ş irk olarak değerlendirmektedir. Bu gerçeğin ifadesi için “Birbirlerini anlamayan dört kişinin üzüm için kavga etmeleri” 493 hikâyesine de bakabiliriz. Bu hikâyede adamın birisi dört kişiye bir dirhem verir. Onlardan Farisî olanı parayı alır ve engûr almak ister, diğeri Arap’tır ve inep alacağını söyler. Bir diğeri Türk’tür ve “İnep istemem, üzüm alacağım” der. Sonuncusu Rum’dur ve “bırakın bunları, istafil isteriz” diye tutturur. Anlaşamayıp kavga ederler. Gerçekte hepsinin istediği şey üzümdür ve cahilliklerinden, (birbirlerini de anlamaya çalışmadıklarından) kavgaya tutuşurlar. Mevlâna, “Biz, seni halka müjde verici ve korkutucu olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir korkutucu bulunmamış olsun” 494 âyetinden hareketle, peygamberlerin halk arasındaki uzlaştırıcı rolüne dikkat çeker ve onları birbirini esirgeyen merhametli insanlar olarak “tek bir nefis” haline dönüştürdüğünü söyler. Birbirinden millet olarak farklı dört kişiye bir dirhem verilmesi, bunların kendi başlarına kaldığında aynı şeyi istiyor olmalarına rağmen anlaşamayıp kavga ediyor olmalarını, insan gerçeğine her milletten ve düşünceden değişik yaklaşımlar 490 Mülk 67/4 ayetine işaret etmektedir: “Gözünü göklere çevir bir bak ki, bir noksan görebilir misin? Tekrar gözünü çevir de bak, gözün ayıp bulmaktan uzak ve göklere bakmaktan yorgun bir halde sana geri döner.” 491 Mevlâna, Mesnevî, c. 2, b.: 2909-32 492 Ayrıntılı açıklama için bkz.: Konuk, Mesnevî Şerhi, s. 292-93 493 Mevlâna, Mesnevî, c. 2, b.: 3667-98 494 Fâtır 35/24 106 getiriliyor olmasını, bunların da ilâhî hakikatleri yorumlayan değişik mezhepler olduğunu düşünmek de mümkündür. “Ayrı ayrı yanan kandillerden hep aynı ışık gelir” 495 diyen Mevlâna’nın bu yaklaşımı, Hakk’ın nazarından seyretmenin, Tanrıdan insana (tümdengelim) bakışının bir sonucudur. Kaza ve kader meselesinde olduğu gibi, kazanmak için elinden geleni yapmak ve çalışmayı, sonra da takdîr edilene (muhtelif hikmetleri içinde barındırdığından) razı gelmeyi öğütleyen Mevlâna, bu pencereden bütün âlemi seyretmektedir. O, batıl fırkaların yanlış ve sapık düşünceleriyle mücadele ederken de aynı fikirle yola çıkmaktadır. Tıpkı irade bahsinde geçtiği gibi, “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” 496 hakikatinin bilincinde olarak, “Yaptıkları şeye bir karşılık vardır” 497 âyetinin zorunlu bir sonucu olarak dilemeyi sorumlu bir insan olmanın gereği sayan Mevlâna, ontolojik anlamda vücudun vahdetine inandığı için mahlûkatı Hakk’ın esmâ ve sıfatlarının tecelligâhı olarak görmektedir. Bu yüzden “Dünyada mutlak kötü diye bir şey yoktur.” 498 Varolan bir şeyin yaratılış hikmetini bilemeyeceğimizden, onu sadece görünen yüzüyle değerlendirmekte haklı olduğumuz gibi, bilmediğimiz farklı bir sonucun da çıkabileceğini göz ardı etmemeliyiz. Evet, kaza gelince bütün gözler perdelenir, dünya darlaşır, ama bu kaderimizin ezelde takdîr edildiği, bizim şu an sadece ezelde takdir edileni yaşadığımız anlamına gelmez, Ezelde takdir edilen kaderin hükmüdür, o da “lâyık olan uygun düşeni vermek” olarak tanımlanan ilâhî adalettir. Bu şu demektir: “Sen eğri gidersen, kalem seni eğri yazar. Doğru gidersen de doğru yazar.” 499 Bu böyledir, dürüst olan ferahlık bulur, yalan söyleyende şüphe olur. Kap, içinde ne varsa onu sızdırır, “testide ne varsa, o sızar dışına.” 500 “Kaderin hükmü” 501 , iyi ve kötüye, doğru ve yanlışa, Hakk ve batıla, güzel ve çirkine dair ilâhî prensiplerdir, biz bunlardan hangisini dileyip, ona yönelirsek, Hakk onu yaratır. 495 Mevlâna, Mesnevî, c. 3, b.: 1254-57, Aynı konuda bkz.: “Filin yapısı ve şekli hakkında ihtilaf etmek.” c. 3, b.: 1258-69 496 Tekvîr 81/29 497 Secde 12/37 498 Mevlâna, Mesnevî, c. 4, b.: 65-69 “Dünyada mutlak kötü yoktur; kötü de, kötülük de nisbîdir, Zamanda bir zehir ve şeker yoktur ki; birine ayak, diğerine bend (ayak bağı) olmasın, Birine ayaktır, diğerine bend; birine zehirdir; öbürüne şeker, Yılanın zehri yılana hayat verir; fakat âdem’e nisbetle ölüm getirir, Deniz suda yaşayanlara bağdır; karada yaşayanlara ise ölümdür.” 499 Mevlâna, Mesnevî, c. 5, b.: 3133 500 Mevlâna, Mektuplar, Gölpınarlı Terc.:, CVI. Mektup, s. 160. 501 Mevlâna, Mesnevî, c. 3, b.: 2771 107 Ve hem bu fiili, hem de bu fiili yapma gücünü (istitâat) yaratma (halk) önce değil, o andadır. Bu, bizim bir fiili yapmaya sadece yönelmemizle (kesb) değil, aynı zamanda ihtiyarımızı kullanarak onu tercih etmemizledir. İyilik ve kötülük yaparken insan, kendi gücünü, istidat ve kabiliyetini gösterir. 502 İnsanın fiili de böyledir, bir fiili meydana getirirken sebepleri ve vasıtaları 503 bir araya getirmek ister, bu isteğine binaen Hakk onları yaratır ve insan da fiilini bu alet ve vasıtalar ile işler. İlk yaratılıştan itibaren birçok yaratılış menzilinden geçen insanın yaşadığı bu süreç dünyada devam etmektedir 504 ve Cenâb-ı Hakk “Kayyûm” ismiyle her an bütün sıfatlarını ve fiillerini açığa vurur, gösterir. O her an takdir eder. Allah her an iştedir, güçtedir. Her an yaratmakta, her an mahvetmektedir. 505 Böyle olunca, Mevlâna, insana düşen misyonu iyi ile kötünün savaşına inanıp, hatta zıtların izdivacı kanununun gereği, bunu gerekli görüp, iyinin yanında yer almak şeklinde değerlendirmektedir. Birbirine zıt gibi görünen bu unsurlar biri diğerini tamamlayan ruh ve beden, toprak ve su gibi değerlendirilmelidir. Ruh bedensiz iş yapamaz ve beden de ruhsuz. Halbuki bu ikisi (biri maddî diğeri manevî olmak üzere) farklı gıdalarla beslenmektedir. Tek başına kaldığında ikisinden biriyle bir insan oluşmamaktadır, ama ikisi birleştiğinde insan meydana gelmektedir. Eğer bir insanın başına toprak saçarsan başı kırılmaz, suyu serpersen yarılmaz, ama toprak ve suyu birleştirip kerpiç yapar da vurursan işte o zaman baş yarılır. Şu üzerinde yaşadığımız dünya zıtlarla doludur, Cenâb-ı Hakk, dilediğini alçaltır, indirir, dilediğini de makamlara eriştirir, yükseltir. Yarısı gündüz dünyanın, yarısı gecedir, gün, bu iki zıddın bir araya gelişidir. İnsan bazen sıhhatlidir, bazen de hasta, kimi neşelidir, kimi de yasta. Bütün insanlık korku ve ümit arasında gidip gelmektedir. Korku olmasa ümidin anlamı yok, ümit olmasa korkunun. İkisi bir arada olunca, hayata bir renk, bir zevk katıyor. 506 Zıtların izdivacı da böyledir; biri diğeri olmadan varlığını ortaya çıkaramaz. 507 502 Mevlâna, Mesnevî, c. 3, b.: 2782 503 Mevlâna, Fî Hi Mâ Fîh, Konuk Terc., Elliüçüncü Fasıl, s. 181 504 Mevlâna, Mesnevî, c. 4, b.: 3653 505 Can, Mesnevî Terc., c. 5-6, s. 254 506 Mevlâna, Mesnevî, c. 6, b.: 1847-67 507 Mevlâna, Mesnev,î c. 5, b.: 3423-38, Ayrıca bkz: c. 1, b.: 1388 108 “Peygamber soyundanım, aşk kazması elimde” 508 diyen Mevlâna’ya göre, irade ve ihtiyar, insanı Allah’tan gafil tutmakla eşdeğer olan, varlık tuzağıyla istemek, dilemek cehennemine düşüren 509 , kevn-ü fesâd 510 olan bu dünyaya has kılan unsurlardır ve bunları sağlayan kaynak ise akıldır. “Akla gelenler kılavuzlardır; kılavuzun doğansa, durağın bil ki padişahın, o padişahlar padişahının elidir, koludur.” 511 Akıl, sebeplerden (görünenden) yola çıktığından, ilâhî hakikatleri öğrenmede tek başına yeterli olamayacağı için peygamberlere ihtiyaç duyulmuştur. 512 Beden kafesinde esir yaşayan ruhumuzu özgürleştirmenin 513 , suyu kaynağından içmenin, iradeyle yaşama yön verirken iradenin, ihtiyarın kendisi olmanın, güç kuvvet sahibi olup da her şeye gücü yeten, her işi düzüp koşan 508 Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr, c. 5, b.: 5789, s. 645. 509 Mevlâna, Mesnevî, c. 6, b.: 224-28 “Cümle âlem kendi ihtiyârından ve vücudundan kendinin sermest olması tarafına gider, Ta ki bir an ayıklıktan kurtulmak için; şarab ve düdük (çalgı) ayıbını üzerilerine alırlar, Herkes bilmiştir ki, bu varlık tuzaktır; ihtiyâra mensup olan fikir ve zikir cehennemdir, Unutkanlıkta kendilerinden kaçıyorlar; ya sarhoşluk ya meşguliyet ile ey mühtedi! Nefsi o yokluktan geri çekesin; zira sarhoşluk içinde fermansız oldu” 510 Mevlâna, Mesnevî, c. 4, b.:1593 “Bu kevn-ü fesâdın içinde ey üstad! O kevn hîledir ve o fesâd da nasîhat” Beyitteki “kevn” oluş, olmak anlamında, “fesâd” da bozuluş, bozulmak anlamındadır. Dünya da her an olup sonra da yok olma halinde olduğundan dünyaya “kevn-ü fesâd” denmektedir. Can, Mesnevî Download 1.24 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling