T. C. KÜLTÜr ve turizm bakanliği tüRKİye küLTÜr portali projesi
MİMARİ PROGRAM, BÂNİLER, MİMARLAR VE SANATÇILAR
Download 17.59 Kb. Pdf ko'rish
|
- Bu sahifa navigatsiya:
- 3.3. Mimari Program, Bâniler, Mimarlar Ve Sanatçılar Anahtar Kelimeler
- ORTAÇAĞ’DA ANADOLU: SELÇUKLU SANAT VE KÜLTÜR ORTAMI MİMARLIK MİRASI
- 3.4.1. Camiler Ve Mescitler Anahtar Kelimeler
- 3.4.3. Zaviye Ve Hanikâhlar Anahtar Kelimeler
MİMARİ PROGRAM, BÂNİLER, MİMARLAR VE SANATÇILAR Doç.Dr. Z.Kenan BİLİCİ ARALIK- 2009 ANKARA 3.3. Mimari Program, Bâniler, Mimarlar Ve Sanatçılar Anahtar Kelimeler: Selçuklu, Mimari, Sanatçılar, Baniler Selçuklu çağı mimarlığının temel program ve imgeleri, İran-Orta Asya ve İslâm mimarlığı prensipleri içinde, ayrıca yerel geleneklerin de katkısıyla şekillenmiştir. Sadece bu çağın sonuna kadar inşa edilmiş mimari yapıtlara bakmak bile, Ortaçağ Anadolusu’nun hem politik hem de kültürel açıdan parçalı yapısını açıklamaya yeter. Örneğin, Anadolu’daki cami mimarlığının, bir yandan Arap camisi de denilen, fakat doğrusu Suriye’nin geç antik mirası üzerinde şekillenen Erken İslâm mimarisine özgü çok ayaklı/Şam Ulu Camii modelini tekrarlayan Diyarbakır Ulu Camii ya da Siirt ve Harput Ulu Camileri gibi eyvanlı-avlulu İran ve Silvan ya da Kızıltepe Ulu Camileri gibi Asya kökenli tiplerin anılarıyla başladığı bilinmektedir. Şüphesiz bu tür mimarlık yorumlarına, Anadolu’da ortaya çıkan yeni tipler de eklenebilir. Divriği Kale Camii, özgün bir uygulama olarak, İslâm cami modelini, Anadolu Bizans kiliselerinin basilikal planı ile örtüştüren ilgi çekici bir Mengücekoğlu yapısıdır. Bu türden genellemeler, medreseler için de yapılabilir. İster Danişmentli, Mengücekli ve Artuklu isterse İlhanlı ya da Selçuklu olsun, Anadolu Selçuklu çağı medreseleri, bir yandan genel plan şeması ile dört eyvanlı Büyük Selçuklu medreselerine bağlı kalmakla birlikte, yerel malzeme seçimi, form-strüktür ve kültürel yorumda farklılaşmakta; diğer yandan kapalı medreseler İran’dan doğuya Asya’daki konut mimarisine yaklaşırken, açık avlulu olanların da Budist viharalar ile yakın ilişkiler sergilediği bilinmektedir. Türbeler arasında, özellikle Saltuklular’a ait örneklerin, Gürcü kilise ve mezar yapılarıyla ile olan biçimsel ilişkileri dikkat çekicidir. Aynı şekilde Anadolu’daki hanlar da, Büyük Selçuklu ve Karahanlı dönemine ait ribat ve kervansaraylarla planimetri düzeyinde analojiler yapılmasına imkân sağlamaktadır. Böyle bir yapı ortamı içinde Alanya’daki Tersane’nin bir eşi yoktur. Diğer taraftan, kazısı tamamlanan ve Anadolu’daki şimdilik bilinen en erken tarihli saray örneği olduğu anlaşılan Alanya İçkalesi’ndeki Selçuklu Sarayı kalıntısının da, Anadolu dışında, Erken-İslâm’da ve Asya’da da (Samarra veya Leşger-î Bazar gibi) öncüleri bulunabilecek, kendine özgü bir geometrik yapısı olan ve başlıca kompozisyon ögeleri, avlular (hattâ avlular geçmesi), eyvanlar, tören salonu/salonları, taçkapılar, masif duvarlar ve kulelerin meydana getirdiği, belirli bir aks düzeni ve simetri endişeleri taşıyan, kısacası bu haliyle geleneksel öğeler içeren bir saray imajının tipik temsilcisi olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, restitüsyonu ile ulaşılabilen iç görünümünde, âdeta, Akdeniz çevresinde yaygın Antik “Palatium”ları, deyim yerindeyse geç devir İtalyası’nın “Palazzo”larını çağrıştıran görsel ayrıntıları, hattâ Osmanlı konutunda etkisi olabilecek kimi düzenlemeleriyle, Selçuklu çağının Doğu Akdeniz kültür alanına getirdiği mimari yorumun ve sürekliliğin de kavranmasına imkân tanımaktadır. Ortaçağın maddi çehresini oluşturan anıtların kurucuları, doğal olarak Sultanlardır. Sultanın şahsında, Selçuklu Türkiyesi’nde anıtsal mimarinin yapımını da elinde tutan Saray, sadece devletin yönetildiği en üst kurum değil, fakat toplumun tüm beceri ve yaratışlarının da en üst düzeyde gerçekleştiği bir çevreydi. Ne var ki, diğer İslâm ülkelerinin hükümdarlarından farklı olarak, Selçuklu Sultanı, cami inşaatlarından çok, Şifahâne ya da uluslararası ticaret yolları üzerinde yükselen hanlar gibi büyük kamusal yapıların kurucusudur. Diğer taraftan, maddi çevrenin yaratılmasında Huand Hatun, Gömeç Hatun ve Turan Melek gibi kadın bâniler ile Celâleddîn Karatay, Sahip Ata Fahreddîn Ali, Sadeddîn Köpek, Pervâne Muinüddîn Süleyman ya da Mübarezeddîn Ertokuş gibi Emîr ve vezirlerin de büyük rol oynadıkları anlaşılmaktadır. Hiç şüphe yok ki, Ortaçağ Anadolusu’nda maddi çevre, kolektif bir çalışma alanı olarak şekillenmiştir; bu, bir yandan patronage’ın, diğer yandan da etnik kimlikleri konusunda Tiflisli, Ahlâtlı, Hoylu, Konyalı, Halepli, Merendli ya da Şamlı olmaları dışında yaptıklarından başka bir şey bilmediğimiz, aralarında bölge farkları hariç milliyet farkı olmayan ve ortak bir kültür ortamını paylaşan sanatçıların meydana getirdiği, kimilerine göre kültürel bir bütünlüğü barındırmayan, kimilerine göre de kendi klasiğine ulaşmadan son bulmuş ve ulusal olmayan bir dünya görüşünün geçerli olduğu bir Ortaçağ panoramasıdır. Bu bağlamda, Selçuklu Anadolusu’nda anıtsal inşaatların yapımında görev almış pek çok mimar ile çağın sanat ve kültür ortamını temsil eden sanatçılar arasında Hasan bin Firuz el-Meragî, Hürremşah bin Mugî el-Hılâtî, Ebu Ali bin Reha el-Kettanî el-Halebî, Muhammed bin Havlan el-Dımışkî, Muhammed bin Muhammed bin Osman el-Tusî, Kerimüddîn Erdişah, Üstâd el- Hac Mengümberti el-Hılâtî, Kölük bin Abdullak, Kalûyân el-Konevî ve Sebastos Kayserevî’nin adları öne çıkmaktadır. Kaynak: Bayburtluoğlu, Z., Anadolu Selçuklu Dönemi Yapı Sanatçıları, Erzurum. 1993 Durukan, A., “Bâniler”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı, Cilt 2, Ed.: A.U.Peker-Z.K.Bilici, Ankara.2006, s.137–171 Sönmez, Z., Başlangıcından 16.Yüzyıla Kadar Anadolu Türk-İslam Mimarisinde Sanatçılar, Ankara.1989 Sönmez, Z., “Yapı Faaliyetlerinin Organizasyonu: İşveren, Mimar ve Sanatçılar”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı, Cilt 2, Ed.: A.U.Peker-Z.K.Bilici, Ankara.2006, s.127–135 Haklar (Rights): (Telif ve kullanım hakları ile ilgili bilgiler.) 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca hazırlanan tüm içeriğin her türlü ortamda umuma arz yetkisi sınırsız süreyle Kültür Turizm Bakanlığına devredilmiştir. Bakanlık sonraki zamanlarda hazırlanan içerikle ilgili düzeltme, ekleme, silme veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Kaynağı Hazırlayan/ Emeği Geçen Konu Editörü Proje Yöneticisi Doç.Dr. Z.Kenan BİLİCİ Prof.Dr. Kıymet Giray Prof. Dr. H. Hale KÜNÜÇEN T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI TÜRKİYE KÜLTÜR PORTALI PROJESİ SANAT TARİHİ ORTAÇAĞ’DA ANADOLU: SELÇUKLU SANAT VE KÜLTÜR ORTAMI MİMARLIK MİRASI Doç. Dr. Z. Kenan BİLİCİ ARALIK - 2009 ANKARA 3.4.1. Camiler Ve Mescitler Anahtar Kelimeler: Selçuklu, Cami Bugünkü Türkiye sınırları dâhilindeki ilk cami inşaatının, Arap fetihleriyle başladığı bilinir. Harran’da Emevi döneminden kalma ve 8.yüzyılda inşa edilmiş Ulu Cami, bilinen en eski örnektir. Diyarbakır ve Silvan gibi kentlerde de, geçmişi, Anadolu’nun Türkler tarafından fethinden öncelere uzanan camiler bulunmaktaydı. Anadolu’nun fethinden sonraki ilk dinî yapıların, ülkenin yeni fatihlerince camiye çevrilen kiliseler olduğu söylenebilir. Bazen, kiliselerin, Hıristiyan ve Müslümanlarca ortak kullanıldığı da bilinmektedir. Selçuklu çağı camilerinin önemlice bir bölümü, masif ayaklarla bölüntülü ibadet mekânından oluşan bir tipoloji ve bunun çeşitlemelerini sunmakla birlikte, yine de, Selçuklu mimarlığında tekörnek bir cami planının ağır basmadığı görülür. 13.yüzyılda inşa edilmiş Niğde-Alâeddin Cami, Amasya Burmalı Minare Camii ve Bünyan Ulu Camii gibi kimi örneklerin planlarında ise, Anadolu Bizans kiliselerinin basilikal planlarının etkisi vardır. Böyle bir görünüm içinde, Kayseri’de 13.yüzyıldan kalma Huand Hatun külliyesi, cami, medrese, hamam ve türbesiyle ilk Selçuklu külliyelerinden biridir. Şaşırtıcıdır ki, Büyük Selçuklu çağının dört eyvanlı, mihrap önünde maksure kubbesi-eyvan kombinasyonunun mimaride belirleyici bir mekân halinde yaygınlaştığı Mescid-i Cumaları, Siirt, Harput ve Malatya Ulu Camilerindeki silik yansımaları dışında, Anadolu camilerinin inşaatlarında hiçbir etki kaynağı oluşturmamıştır. Buna karşılık, mihrap önündeki maksure kubbesinin başlı başına bir mimari form ve bütüncül bir mekân oluşturduğu Meyyafarikin (Silvan), Mardin ve Dunaysır (Kızıltepe) Ulu Camileri gibi 12.yüzyılda Artuklu kültür çevresinde üretilmiş mimarlık yapıtları, Leşker-i Bâzâr Ulu Camii ile temsil edilen Asya kökenli bir mimarlık geleneğinin Anadolu’daki uzantıları olarak kabul edilebilir. 12.yüzyılda, Anadolu’da, Saltuklu Beyliği zamanından kalma Erzurum Ulu Camii ile Danişmendli kültür alanında kalan Niksar ve Sivas’ta inşa edilmiş Ulu Camilerin planları da, masif ayaklarla bölüntülü ibadet mekânlarıyla geleneksel şemayı tekrarlamaktadırlar. Buna karşılık bir Danişmendli eseri olan ve 12.yüzyılda inşa edildiği bilinen Kayseri-Kölük Camii- Medresesi, aynı yapı alanı içinde çözümlenmiş bu tür bileşik ve çift işlevli kuruluşların en erken tarihli örneğini oluşturmaktadır. Anadolu ortaçağının en görkemli eserlerinden biri ve belki de en önemlisi Divriği’de, 13.yüzyılda inşa edilmiş bir Mengücekli eseri olan Ulu Cami ve Şifâhâne’dir. Mengücek Beyliği’nin Divriği kolunun hükümdarı Ahmed Şâh ve eşi Turan Melek tarafından yaptırılmış olan bina, sadece olağanüstü denilebilecek taş işçilikleri ile değil, fakat cami ve ona bitişik bir şifâhâne ile şifâhânenin içinde yapının kurucularına ait türbeden oluşan, başka bir deyişle, farklılaşan işlevlerine karşılık, üç ayrı yapıyı tek bir bina içinde bütünleştirmiş bir erken dönem külliyesi olarak da öne çıkar. Selçuklu çağında, 13.yüzyılda Konya’da inşa edilmiş Beşarebey, Erdemşah ve Küçük Karatay mescitleri ile Taş Mescit ve Sırçalı Mescit gibi tek kubbeli kimi dinî yapıların önemi, çoğunun önüne eklemlenmiş giriş yerleri ile 14.yüzyıl mimarlığında yaygınlaşacak olan son cemaat yerlerinin öncülüğünü yapmalarıdır. Bu çağın, bir başka dikkat çekici mimarlık ürünü de, ahşap direkli ve çatılı camileridir. Bu tür binaların en erken tarihli örneği, 13.yüzyılın ortalarından kalma Konya-Sahip Ata Camisidir. Yüzyılın ikinci yarısına ait Afyon ve Sivrihisar Ulu Camilerinden sonra, yüzyılın sonlarına doğru 1289/90 yılında inşa edilmiş Ankara-Arslanhane (Ahi Şerefeddin) Camii çini mozaik- stuko karışımı ünlü mihrabı ve ahşap minberi ile tanınırken, 1299 tarihli Beyşehir-Eşrefoğlu Camii, ahşap direkler üzerindeki ahşap konsollara oturtulan çatı kirişleri ve bunların üzerinde dikkati çeken zengin kalemişi örnekleri, çini mozaik mihrabı, ahşap minber ve kapısı ile bu tür ahşap yapıların Anadolu’daki en dikkat çekici örneğidir. Kaynak: A.Altun, Ortaçağ Türk Mimarisinin Anahatları İçin Bir Özet, İstanbul. 1988 A.Altun, Anadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi, İstanbul.1978 O.Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul.1993(3) D.Kuban, Selçuklu Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul.2002 Haklar (Rights): (Telif ve kullanım hakları ile ilgili bilgiler.) 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca hazırlanan tüm içeriğin her türlü ortamda umuma arz yetkisi sınırsız süreyle Kültür Turizm Bakanlığına devredilmiştir. Bakanlık sonraki zamanlarda hazırlanan içerikle ilgili düzeltme, ekleme, silme veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Kaynağı Hazırlayan(Grup üyesi) / Emeği Geçen Konu Editörü Proje Yöneticisi Doç.Dr. Z.Kenan BİLİCİ Prof.Dr. Kıymet GİRAY Prof. Dr. H. Hale KÜNÜÇEN 3.4.2. Medreseler Anahtar Kelimeler: Selçuklu, Medrese Anadolu’da, dinî bilimlerin ve İslâm hukukunun öğretildiği ilk medrese örnekleri, 12.yüzyılda, Artuklu ve Danişmendli mimarlığında ortaya çıkmıştır. Açık avlulu ya da kubbeli olarak iki ana şema halinde gelişen Ortaçağ Anadolu medreselerinin en erken tarihli örnekleri Artuklu egemenlik alanı içindeki mimari yapıtlardır. Mardin’de 12.yüzyılın başlarında inşa edilmiş Emineddin Maristanı içindeki medrese, tarihi bilinebilen şimdilik en eski örnektir. Yine Mardin’de, 12.yüzyılın ortalarından sonra inşa edilmiş Hatuniye Medresesi, açık avlulu, iki katlı ve iki eyvanlı kuruluşuyla, bu tipin en erken tarihli örneği olarak günümüze kalabilmiştir. Aynı yüzyılın sonlarından Diyarbakır-Zinciriye Medresesi ile Mesudiye Medresesi, birlikte tasarlanmış bir yapı grubu oluştururlar. Bir başka Artuklu eseri olan ve 13.yüzyılın başlarına tarihlenen Harzem-Taceddin Mesud Medresesi ise, Zengî mimarlığının etkilerinin hissedildiği bir yapı olarak dikkati çeker. Yüzyılın ilk yarısından kalma Mardin-Şehidiye ve Marufiye medreseleri ise, sel sebilli eyvan düzenlemeleri ile yörenin konut mimarisiyle yakın bağlantılar kurulmasına imkân verir. Kuzey-batı Anadolu’da, Danişmendli egemenlik alanları içinde kalan ve Emîr Yağıbasan tarafından Tokat ve Niksar’da 12.yüzyılın ortalarında yaptırılmış iki medrese, kubbeli avluları ile etrafındaki eyvan ve odalardan meydana gelen plan düzenlemeleriyle Anadolu’nun en eski kapalı medreseleridir. 13.yüzyılda, Selçuklu merkezî gücünün ve kontrolünün genişlemesiyle birlikte, Kayseri, Konya, Sivas, Tokat, Amasya ve Erzurum gibi ülkenin belli başlı kentlerindeki medrese inşaatlarının sayısında bir artış dikkati çeker. Bu çağın açık avlulu medrese örnekleri arasında Kayseri-Çifte Medrese, Çorum/Alaca’daki Kalehisar Medresesi, Antalya-İmaret Medresesi, Konya-Sırçalı Medrese, Akşehir-Taş Medrese, Tokat-Pervane Medresesi, Erzurum-Çifte Minareli Medrese ile Kayseri’deki Avgunu, Seraceddin, Huand ve Sahibiye medreseleri sayılabilir. Moğol egemenliği altında ve 1271 yılında Sivas’ta birbiri ardınca yaptırılan üç bina, açık avlulu medreselerin yüzyılın ikinci yarısında da gelişimini sürdürdüğüne işaret eder. Bunlardan, İlhanlı veziri Şemseddin Cüveyni’nin yaptırdığı Çifte Minareli Medrese, iki katlı ve dört eyvanlı planı kadar, taç kapısının üzerinde yükselen çifte minaresiyle Selçuklu çağı Anadolusu’nun en önemli örneklerinden biri olarak kabul edilir. Selçuklu veziri Sâhib Ata Fahreddin Ali’nin devrin ünlü mimarı Kalûyan el-Konevî’ye yaptırdığı Gök Medrese ise, dört eyvanlı şeması yanında, mermer kaplamalı anıtsal taçkapısı ve bunun üzerinde yükselen çifte minaresi, ayrıca oniki hayvanlı eski Türk takvimine bağlanan figürlü kabartmaları ve eyvanındaki çini mozaik kaplamalarıyla, Selçuklu mimarlığının en gelişmiş yapısıdır. Kentteki diğer bir örnek de, dört eyvanlı ve iki katlı kuruluşuyla Buruciye Medresesi’dir. Selçuklu çağında inşa edilmiş kubbeli medreselerin en erken tarihli örneğinin 1210 tarihli Afyon-Boyalıköy Medresesi olduğu bilinir. 1224 tarihinde inşa edilmiş Isparta-Atabey’deki Ertokuş Medresesi ise, merkezi hacmin ortasındaki sütunlara oturan eliptik kubbesi ve ortaçağ kilise tipolojisinin karakteristik bir elemanı olarak, çevresinde dolaşan beşik tonoz örtülü çevre koridoru ile Hıristiyan mimarlığına yaklaşmakta ve bu özelliği, yapıyı, iç mekân tasarımı bakımından diğer kubbeli örneklerden de ayırmaktadır. Kubbeli medrese örneklerinin belki de en anıtsal örneklerinden biri, Konya’da, Selçuklu veziri Celâleddin Karatay tarafından 1251 yılında yaptırılan Karatay Medresesi’dir. Bir diğer Selçuklu veziri Sâhib Ata Fahreddin Ali’nin, yine Konya’da ve devrin ünlü mimarı Keluk bin Abdullah’a yaptırdığı İnce Minareli Medrese ise, yüksek kabartma taş işçiliğiyle çarpıcı bir örnektir. Kaynak: A.Altun, Ortaçağ Türk Mimarisinin Anahatları İçin Bir Özet, İstanbul. 1988 O.Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul.1993(3) D.Kuban, Selçuklu Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul.2002 A.Kuran, Anadolu Medreseleri, I.Cilt, Ankara. 1969 M.Sözen, Anadolu Medreseleri, Selçuklu ve Beylikler Devri, Cilt I: Açık Medreseler, İstanbul. 1970 M.Sözen, Anadolu Medreseleri, Selçuklu ve Beylikler Devri, Cilt II: Kapalı Medreseler, İstanbul. 1972 Haklar (Rights): (Telif ve kullanım hakları ile ilgili bilgiler.) 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca hazırlanan tüm içeriğin her türlü ortamda umuma arz yetkisi sınırsız süreyle Kültür Turizm Bakanlığına devredilmiştir. Bakanlık sonraki zamanlarda hazırlanan içerikle ilgili düzeltme, ekleme, silme veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Kaynağı Hazırlayan(Grup üyesi) / Emeği Geçen Konu Editörü Proje Yöneticisi Doç.Dr. Z.Kenan BİLİCİ Prof.Dr. Kıymet GİRAY Prof. Dr. H. Hale KÜNÜÇEN 3.4.3. Zaviye Ve Hanikâhlar Anahtar Kelimeler: Selçuklu, zaviye, hanikâh Selçuklu Anadolusu’nun manevî iklimini oluşturan tasavvuf hayatının mimarlık örneklerinden pek azı günümüze ulaşabilmiştir. Zaviye, hanikâh ya da kimi zaman tekke olarak bilinen bu tür mimarlık örneklerinin kurucularının, Türkmen göçerlerin içinden çıkmış ve Orta Asya kökenli bağlantılara sahip heterodoks dinî söylemlerin temsilcileri olan sufî dervişler, Horasan erenleri ve abdallar oldukları vurgulanmıştır. Dinî motivasyonlu sosyal etkinliklere yönelik olarak, özellikle fakir dervişlere barınak ve yiyecek sağlamak amacıyla inşa edilmiş bu tür müesseselerin, Anadolu’nun fethinin ilk yüzyıllarında yolların hassas noktalarına kurulduğu ve kimi zaman savaşlarda ribat görevi üstlendikleri, hatta birçok hallerde bu tür yapıların kentlerin gelişmesinde ve yeni mahallelerin kurulmasında öncü rol oynadıkları da bilinmektedir. Bu tür yapılar, içe dönük bir mimari düzenleme ile cami/mescit, mutfak/aşhâne, kiler, depo, ahır, hamam ve halvethânelerden (inziva hücreleri) oluşmakta; kimi zaman, semahâne ya da tevhidhâneleri de bulunmaktadır. Halk inançlarının temsilcisi olarak da görülebilecek bu tür yapılar, tipolojik olarak, şüphesiz simgesel anlamlar da içeren eyvan, kubbe, sofa ve oda gibi mekânsal düzenlemelere sahiptirler. Selçuklu çağından günümüze ulaşabilen bu tür tarikat yapılarının, kubbeli örnekleri arasında 12.yüzyılın sonlarından kalma Konya-Ilgın’daki Dediği Dede Tekkesi ve Konya’da Ali Gav Zaviyesi, 13.yüzyılın başlarında inşa edilmiş Afyon-Sincanlı’da Boyalıköy Hanikâhı, Kayseri-İncesu’da Şeyh Turesân Zaviyesi, Selçuklu veziri Sâhib Ata Fahreddin Ali tarafından yüzyılın ortalarında anıtsal ve törensel bir Sünni tekkesi olarak yaptırıldığı anlaşılan Konya’daki Sahip Ata Hanikâhı, yüzyılın sonlarından Tokat-Şeyh Meknun Zaviyesi, Tokat- Sünbül Baba Zaviyesi ve yine Tokat’ta Halef Gazi Zaviyesi ve Niksar’da Çöreği Büyük Tekkesi sayılabilir. Diğer taraftan, Selçuklu çağından kalma Eshâb-ı Kehf Ribatı, bu tür tarikat yapılarının bazen ribat ya da kervansaray olarak da işlev gördüğünü açıkladığı gibi, Erzincan-Kemah’ta 12.yüzyılın sonlarına tarihlenen Melik Gazi Zaviyesi ve Alanya Kalesi’nde 13.yüzyılda inşa edildiği düşünülen Akşebe Sultan Teskkesi/Mescidi gibi iki birimden oluşan küçük ölçekli uygulamaları da vardır. Kaynak: Ö.Bakırer-S.Farooghi,S, “Dediği Dede ve Tekkeleri”, Belleten, XXXIX/155, Ankara. 1975, s.447–471 S.Eyice, “İlk Osmanlı Devrinin Dinî-İçtimai Bir Müessesesi: Zâviyeler ve Zâviyeli Camiler”, İÜ İktisat Fakültesi Mecmuası, XXI, İstanbul. 1963, s.1–57 D.Kuban, Selçuklu Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul.2002 A.Y.Ocak, "Zaviyeler", Vakıflar Dergisi, XII, Ankara. 1978, s.248–270 A.Y.Ocak, “XIII.-XVI. Yüzyıllarda Anadolu Şehirlerinde Dini-Sosyal Hayat: Selçuklular’dan Osmanlılar’a Genel Bir Bakış ve Problematik Bir Yaklaşım Denemesi”, Kentte Birlikte Yaşamak Üstüne, (Ed.Ferzan Yıldırım), İstanbul. 2002, s. 77–107 B.Tanman-S.Parlak, “Tarikat Yapıları”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı, Cilt 2, Ed.: A.U.Peker-Z.K.Bilici, Ankara.2006, s.391–417 Download 17.59 Kb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling